- 475 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
SOLMAYAN KIRMIZI GÜLLER-1 (Gülistan)
Hayallerimde yaşattığım bir kurgudur…
Günümüzdeki teknik ve tıbbi gelişmeler bu öyküde hayal ettiklerimin yaşanmasına olanak vermeyeceği için ben bu öyküyü birkaç asır öncenin koşulları için düşündüm.
Öyküyü yazdıkça bölüm bölüm paylaşacağım.
Okuyan arkadaşlarımın görüşleri doğrultusunda düzenlemeler de yapabilirim. Görüşleriniz için şimdiden teşekkürü bir borç bilirim…
Kadir Tozlu
Birinci Bölüm-Gülistan
Bora ve Erdem küçük bir Anadolu kasabasında yaşayan komşu çocuklarıydı. Bora hep bir öz abi gibi yakın görürdü Erdem’i ve o nedenle ona Abi diye hitap ederdi. Erdem de bir öz kardeş gibi severdi Bora’yı. Bora arkadaşları arasında bedenen küçük yapılı olduğu için her zaman Erdem tarafından korunmuş, kollanmıştı. Kanka dedikleri bu olmalıydı her halde.
Mahalle mektebine Erdem, Bora’dan 2 sınıf önce başladığından ondan çok daha bilgiliydi ve Bora’ya ikinci bir öğretmen gibi hep yardım ederdi. Çocuk oyunlarında da çok başarılıydı. O nedenle Bora onun iyiliksever yanını ve her başarısını takdir eder ve ona hayranlık duyardı…
Bora’nın babası dört tekerlekli bir el arabasıyla yakın köylere gider; yakacak odun, sebze, meyve ve diğer köy ürünlerinden alır ve kasabanın sokaklarında dolaşarak satardı. Kasabada baba mesleği gelenek olduğu için ileride Bora’nın da mesleği bu olacaktı. Erdem’in babasının ise kasabanın diğer tarafında bir terzi dükkânı vardı. Kasaba fazla da büyük olmadığı için işine çok defa yürüyerek giderdi. Ama bir de atı vardı ki bu atı çok seyrek kullanırdı. Kasabada hastane bulunmuyordu. O nedenle kasabada hastalanan olduğunda en yakın şehirdeki hastaneye götürmek de onun işiydi ki bunu para karşılığı yapmaz, atının ihtiyaçları için ne verirlerse kabul ederdi.
Çocuklar delikanlılık çağına gelince babalarıyla birlikte işe gider oldular… Zamanla yaşlanan babalar işleri yavaş yavaş oğullarına devrederek evlerinde dinlenmeye ve vakitlerini daha çok ibadetle geçirmeye başladılar…
Bora’nın gittiği köy uzak olduğundan henüz ortalık aydınlanmadan evden çıkar, Erdem’in evinin de yanından geçerdi. Yolu üzerinde bir de terk edilmiş harabe bir ev vardı. Kendisini bildiğinden beri o evde oturulmuyordu. Ama bir sabah alacakaranlıkta köye giderken o evin bacasının tüttüğünü gördü, pek de bir anlam veremedi. “Belki de yanılmışımdır, evin arka planında gökyüzünde görülen bir buluttur” diye düşünüp yoluna devam etti. Fakat köyden dönerken yanılmamış olduğunu gördü. Orta yaşlı bir adam evin tamiriyle uğraşıyordu. Karısı da evin bahçesini toparlıyordu.
“Kolay gelsin amca… Hoş geldiniz” diye seslendi.
“Hoş bulduk yeğenim” diye cevap verdi adam… “Her halde bu kasabadansın. Artık komşu olacağız” dedi.
“İnşallah” dedi Bora…
“Sanırım sebze, meyve satıyorsun. Yaklaş bakalım neler var!” dedi.
Bora arabasını eve yaklaştırdı ve: “Evet; meyve, sebze ve odun satıyorum” dedi.
Adam ve karısı sebzelere bakarken kadın eve seslendi…
“Gülistan, kızım; bir sele getirir misin?”
“Tamam anneciğim” diye cevap geldi evden…
“O ne tatlı ses öyle!” diye düşündü Bora… Gözleri arabasındaki sebze ve meyvelerde iken aklı evden çıkacak kızda idi…
Evden çıkıp gelen kız, o güzel sesin sahibi, sanki bir içim suydu… Uzun süre bakmaya çekindi. Ama içi sevgiyle doldu. Hareketleri çok da kibar, saygılı bir hanım kız olduğunu gösteriyordu.
Arabadan seçtikleri sebze ve meyvelerle seleyi doldurduktan sonra birkaç kucak da odun alarak evin bahçesine koydular…
“Bugün bu kadar yeter delikanlı” dedi adam… “Borcumuz ne kadar?” diye sordu…
“Misafirsiniz amca” dedi Bora. "Benden olsun…"
“Hiç olur mu oğlum!” dedi adam. “Kim bilir nerelerden taşıyorsun bunları?”
“Sorun değil amca” dedi Bora. “Siftahlık bir şey verin gitsin”.
Adam bir miktar para çıkartıp verdi. Bora parayı saymadan cebine koydu.
“Buranın yabancısıyız” dedi adam. “Bildiğiniz bir terzi var mı?” diye sordu.
“Evet” dedi Bora, “Kasabanın öbür tarafında. Benim işim zaten seyyar satıcılık. Sizin için o tarafa doğru da giderim. Beraber gidebiliriz yani”
“Tamam ama oğlum” dedi adam, “terziye götüreceklerimiz hazır değil. Seni de bekletmeyelim. Biz bugün hazırlarız, yarın bu saatlerde yine gelirsen beraber terziye gideriz”.
“Tamam amca” dedi ve Bora oradan ayrıldı…
***
Bora’nın aklı Gülistan’daydı gittiği yol boyunca…
“Gülistan, gül bahçesi demek… Aynen ismi gibi” diye geçirdi aklından…
Hayalleri birden bire bir gül bahçesiyle dolmuştu…
Cana yakın insanlardan oluşan bu güzel aileden yalnızca en güzelleri olan Gülistan’ın adını biliyordu… Ne onlar Bora’ya adını sormuştu, ne de Bora onlara…
Ne güzel bir rastlantıydı ki Gülistan yanlarında değildi ve ona seslenmek zorunda kalmışlardı!
Hem de dünyanın en güzel ismiyle…
Bora’nın kafası gül bahçesine dönüşmüştü.
Kasabanın içine doğru giderken her gün girdiği sokakları unutmuş, dosdoğru sürüyordu ara-basını…
Birden irkildi, çevresine baktı ve hayal dünyasından gerçek dünyaya döndü. Kasabanın öbür ucuna varmıştı… Arabasına baktı, sabahtan beri yalnızca Gülistan’ın ailesine satış yapabilmişti.
“Artık işimize dönsek!” diyerek geriye döndü ve sokakları dolaşmaya başladı… Belki biraz şansı yaver gitmişti ama Gülistan’ın ailesine yaptığı satışların da etkisiyle işini erken bitirmişti ve evinin yolunu tuttu…
Bin bir hayallerle uyku uyanıklık arası zor geçirdi geceyi. Şafakla birlikte kalktı ve yola koyuldu… Gülistan’ın henüz ışıkları yanmamış olan evinin yanından geçerken baktı eve… Bir an önce yakın köylerden birinden yükünü alıp dönmeyi düşünüyordu. Köylerde her gün sebze, meyve ve odun alabileceği evler belliydi. Bora sabah erken uğradığı için de alacağı ürünler akşamdan evlerin dışına bırakılırdı. Bora da onları arabasına yükler ve belli zamanlarda anlaştıkları ölçüde paralarını öderdi.
Köyden aldıklarını arabasına yükledikten sonra dönüş yoluna koyulacaktı ki, vaktin çok erken olduğunu gördü. Gülistan’ın ailesinin daha uyanmamış olabileceklerini düşündü ve köyde bir tur attı. Rengârenk çiçeklerle dolu bir bahçe gördü. Özellikle kırmızı güller çok hoş duruyordu. Bu bahçenin sahibi olan aile bu çiçekleri yetiştirip kâh demetler halinde kâh fidan olarak kasabada satıyordu. Bora nedense sattıklarına bu çiçekleri şimdiye kadar dâhil etmemişti. Ama içinden “Şu kırmızı güller Gülistan’ın bahçesine ne güzel yakışırdı!” diye düşündü. Bir gün bu çiçeklerden onların bahçesine de dikerim diye düşünerek kasabanın yolunu tuttu.
Gülistan’ın evine vardığında onun bütün güzelliğiyle dışarıda beklediğini görünce kalbi öyle-sine atmaya başladı ki, neredeyse göğsünden dışarıya fırlayacaktı. Daha önce bakmaya çekindiği için yüzünü inceleme olanağı bulamamıştı. “Aman Allah’ım, bu ne güzellik!” diye düşündü. Çok da hoş bir bakışı vardı. Kendisini beklediği her halinden belliydi…
“Hoş geldin!” dedi Gülistan.
“Hoş bulduk Gülistan!” diye yanıtladı.
Nasıl cesaret ederek ona ismiyle hitap ettiğine kendisi de şaşırmıştı…
“Babam seni bekliyor!” dedi Gülistan. Ve devam etti: “Annem biraz rahatsız. Dün rüzgârdan üşütmüş her halde. Ben annemin yanında kalacağım. Babam seninle dükkânın yerini öğrenmek için gidecek. Her zaman sana yük olmayalım diye düşündü. Böylece biz daha sonra gerektiğinde kendimiz gidebileceğiz terziye.”
“Rica ederim, ne yükü!” dedi nazik bir edayla. “Geçmiş olsun. Annenize acil şifa diliyor, ellerinden öpüyorum”.
Bu sırada Gülistan’ın babası da evden çıkmıştı.
“Hadi oğlum, gidelim!” dedi ve yola koyuldular…
Yol boyunca adam sormadıkça konuşmadı Bora. Çok çekingen davranıyordu.
“İsmin nedir oğlum?” diye sordu adam.
“Bora” dedi ve “Sizin adınız nedir Amca?” diye sordu…
“Hikmet” dedi adam, “Eşimin adı da Yasemin.”
“Çok memnun oldum Hikmet Amca!” dedi Bora, “Yasemin Teyze için üzüldüm. Umarım bir an önce iyileşir.”
“İnşallah Bora oğlum” dedi adam.
Erdem’in terzi dükkânına geldiklerinde önce Bora içeriye girerek Erdem’e açıklamada bulundu.
“Erdem Abi, Hikmet Amca ve ailesi kasabamıza yeni taşındılar. O boş evi onarıp oraya yerleştiler. Terzilik işleri de varmış, o nedenle sana getirdim.” dedi…
“İçeriye Buyur Hikmet Amca!” diyerek adamı içeriye davet etti Erdem.
Bora da, “Bana müsaade, ben işime döneyim” diyerek yanlarından ayrıldı…
Kadir Tozlu
20.11.2022
(Devam edecek)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.