- 1086 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Dışlaştırma
Geçenlerde bir arkadaşım aradı. Bir saat kadar keyifli bir sohbet ettik. Siyasi dalgalardan hapise filan girip çıkmış bir arkadaş. Bir başka arkadaşımız eşinden ayrıldı, pansiyonlarda filan kalıyor, mesleğini yapmak yerine kuryelik yapıyor, düştüğünü kendine kabul ettirmiş, acısını yaşıyor diye düşünüyorum, arayan arkadaşıma da onun için çok üzüldüğümü söyledim ... "Siz bir de evlendiniz" dedi. Kendisi de 50 yaşında, evli, üç tane çocuğu var. "Sen sanki evlenmedin" dedim, "hakikaten nasıl sürdürdün lan bunca sene?" diye de sordum. "Ben evlilikle özel hayatımı ayırdım, iki ayrı hayat yaşadım. Olması gereken bu iken sizler kendinizi kaptırdınız, ondan böyle saçma sapan şeyler yaşadınız" dedi...
S*ktir et evliliği, sen bu çağa ne diyorsun, diye sorunca da "Kars’ta arpa ekmekleri olur, tadı yoktur tuzu yoktur, karnını doyurmaz ama aç da bırakmaz. Fakirlerle kazlar yer sadece. Bu çağ aynı arpa ekmeği gibi, işe gidiyorsun çalıştığın belli değil, para kazanıyorsun para kazandığın belli değil, sevişiyorsun seviştiğin belli değil, evlisin evlilikten bir şey anlamıyorsun..." dedi, ertesi gün de doksanlar partisinden kafası kilolarca alkollü videolar, fotoğraflar paylaştı. Güzel benzetme.
Rustik biçimde yaşamaya içkin bedenlerle bu yüzeydeyiz. Sonra bilinç birazcık p*çlik yapıyor, eskiden içme suyu için evin dışına çıkan adamın, evine sıcak suyu her an verecek bir şeyler icat ediyor. En yüzeysel biçimde örneklemek gerekirse hani... Örnekleri çoğaltmanın lüzumu yok, son 30 yılda çok şey oldu bizi pastoral doğamızdan alıkoyan. Antikite ile, diğer garip çağlarla filan çok zaman geçirildi, kabul, fikren hazırdık çoğumuz da, ruhen kısmını bilemiyorum... Ancak kendimize kolaylık sağlayacağını düşündüğümüz her türlü icadımızla da sayısız stresörler de yarattık. En basiti "trafik stresi" gibi bir tamlama var. Üstelik su ya da odun getirmeye gidilecek vaktin de yaratıcı ya da verimli geçirilerek süblimine edilememesinin getireceği, göze görünmez bir çok stresör de vardır ve böyle çok fazla zaman icat ettik o muhteşem mühendisliklerle... Sadece su ve odun değil. Sübliminasyona uğramayan zamanların doğuracağı stresörleri ise bastırmanın yolunu varlayıcılar arayarak ya da bulup iki tarafa da cehennem ederek, olmazsa da ikame ederek geçiriyoruz, en göze görünen ikame portalı da instagram... Bu bazen bir karşı cins oluyor, bazen hemcins, bazen ebeveyn, bazen de bir otorite. Bu olumlanma ihtiyacı ikameler ile gideriliyorsa da frustrasyon süreci... Yani bedenen ve ruhen hazır olana kadar acı çekilecek. Bunu algılamak zor olmasa gerek. Buradan acıda uzmanlaşmanın kitabını yazan adama gidilir de ne kadar uzmanlaştığı konusuna gelince de Jena’da bir psikiyatri kliniğinde soluğu alması cevabı ile karşılaşılır... Yani, doğumlar sancılı olur ve insanlığın, yeni bir tipinin çıkmasına ömrü yetecekse bu da sancılı olacaktır.
Asıl konu, doğaya can veren virtile bir enerji malum, doğa ise matriarkal sisteminin kompülsivitesi içerisinde sadece görevine odaklanmış vaziyette. Doğumlar, ölümler, onları şemsiyeleyen fertilizasyon... Ancak bu fertilizasyonun en başı bana tecavüz olaylarını anımsatıyor. Bir tür agresör-kurban ilişkisi gözüme çarpıyor. Yalnız doğa öyle kompülsifleşmiş vaziyette ki, bu tecavüzden zevk almaya başlamış sanki, kurban rolü ise bilince sahip ancak burada olup olmamak isteğinin kendi onayına bağlı olmadığı, hangi zamanda burada olmak istediğinin bile sorulmadığı canlılara düşüyor artık... Bu arada "kompülsif" kelimesi de zaten "comp" kökünden gelir ve anlamı "zorunlu"dur...
Şimdi, Hakan gibi yansıtmalarla yaşayamıyorum. Solculuktan girip, içi geçmiş kadınlarla içki içip 9/8’lik ritimler eşliğinde, "doksanlar partisi" teması dahilinde istesem de dans edemem. Yani çağ "arpa ekmeği" gibi diyip, yemeye devam edemiyorum, belki de karnım doldu. Bölmenin sonuçları ise pek iç açıcı değil ve benim sayabildiğim kadarıyla sonsuz bölen var; sonu delilik olur. İnkar deyince de tecrübeleri inkar etmek çok kalleşçe gelirken, Şahmeran gibi, Sfenks gibi, Kentaur gibi kimerik sembollerin mitologemleri üstüne çokça düşündüm ve asketik biçimde belden aşağısını inkar etmenin süreçsel gereklilik olduğunu da kavradım. Hangi parçanın ne zaman öbürünü bastıracağı, o an oluş içerisinde olan çatışmadaki içselleştirmeye bağlı ise en azından hayvanın terbiye edilebilirliği zemini, hem sosyolojik hem de psikolojik anlamda sağlam gibi görünüyor. Hayvani taraf zaten doğası gereği çok daha istilacı. Üstelik insansı taraf progresif, hayvansı taraf da gayet regresif. İnsani taraf ile hayvani tarafın doğru sentezi ise ruhu tanrısal bir tarafa yükseltecek gibi de bir his var içimde. Her ne kadar ütopik görünse de bütünleşme ancak uyumsuzlukla başlamak zorundadır. Çözmek ise bir sorunun temel nedenini anlamaktan geçer, bu kavrayış süreci de distopiktir çoğu zaman. Şehir, kendisi için güvensiz olanı reddeder ve ben de onu bu kadar tatsızken reddetmeyi hayal ediyorum. Kendi adıma yapılabilecek en büyük iyilik olur diye düşünüyorum. Dediğim gibi, buna alıştırıyorum kendimi. Çünkü şehirde milyonlarca bölme(dolayısıyla bölen ve bölünen), yansıtma, inkar ya da bastırma var ve bir tanesinin bile yakınlarınızda olmasının ucube sonuçları olabiliyor. İnsan kendi bölme, yansıtma, inkar ya da bastırmalarıyla uğraşabilir sadece. Şehrin dışına çıkıldığında ise en azından bastırmaların dozu azalacaktır. Non-kontrol bir tutulmadan biraz olsun uzaklaşma...
YORUMLAR
geçenlerde okudum şöyle diyodu:
"Asıl meselenin hiçbir zaman evlenmek, çocuk yapmak, ev almak, aile kurmak olmadığını 40’lı yaşların başına doğru anlayacaksınız.. ..asıl meselenin kendini oluşturmak, özgürce varolmak ve korkusuzca yaşamak olduğu gerçeğiyle yüzleşeceksiniz."
evet önce bunlarla bi yüzleşelim...aslında hassas konular yazarken çok dikkatli olmam lazım; hoş kimin ne düşüneceği çok da umurumda değil ama ola ki aramızda; çiçeği burnunda taze evliler ya da yılların eskitemediği çok mutlu olanlarımız vardır kimseyi kırmak ve gücendirmek istemem:)
bana sorarsan her biri gereksiz, boş ayrıntılar...bizim gibi baskıcı, gelenekçi, köklü inançları olan bi toplumda kızlar önce evden bakiretlerini tescilleyen kırmızı bir kurdele ile ve elleri kınalı çıkar...ha ben takmadım, kına da yapmadım neyse ki diretmediler...aslında kızlar için son derece onur kırıcı...daha sen kirlenmeden, toplum seni karalıyo bi kere ve vücudun hakkında bi takım hükümler, kararlar veriliyo...evet düğünümüzü, kınamızı yaptılar ama bize hiç sormadılar...hiç sevmeyiz törenleri, merasimleri...hele ki gözünü üstünden ayırmayan, her kafadan bi ses çıkan o meraklı kalabalık yok mu kãbus gibi...
Ben yazının bu kısmından yürüyeceğim...güzel bi zemin hazırlamış madem ordan neyse karın ağrım dem vurim bari...bana göre evliliğe harcanan onca emek, gereksiz efor ve çarçur edilen para daha yerinde değerlendirilmeli hiç değilse çöpe gitmiş olmaz...napıcaz sonra o evlilik cüzdanını? çerçeveletip duvara mı asıcaz? okullardan verilen takdir, teşekkür belgesi mi? hele o konuya hiç girmiyim...
aile müessesesi -yanlış mı dedim- ve toplumun dayattığı gereksiz saçma sapan kurallar...eşler, çiftler her neyse birbirlerini seviyolarsa ne imzalı bi belgeye, ne imam nikãhına ne de kanlı çarşafa ihtiyaç vardır...asıl bu tür gereksinimler bana göre bi ihanettir, güvensizliğin, sadakatsizliğin belirtileri ve nefsini kurt gibi kemiren kuşku tohumlarıdır...daha ilk günden beyine atılıyo bunlar...
tabi seneleri devirdikten sonra ta ilk paylaşımdaki sözler donk ediyo kafanda...neden? çünkü artık ne toy, ne de cahilsin!..kendi aklın var, başkalarının seni yönetmesi de gerekmiyo...her şeyin doğrusunu, eğrisini; iyisini yanlışını anlayacak bilecek yaştasın çünkü...
aslında konu uzun, çoğaltmak mümkün...bir çoğumuza ters gelecek aykırı düşünceler olduğunun da farkındayım ama bu düşüncedeyim diye de susacak değilim...çünkü okuyoruz ve değerlendiriyoruz...çünkü düşünüyoruz, bi şeylerin ters gittiğinin, yolunda gitmediğinin ve bütün bunların getirisinde değiştiğimizi, hayatı sorguladığımızı görüyoruz...fazlasıyla hem de...
arkadaşının 'evlilikle ve özel hayatımı ayırdım' sözü başka bi tartışma boyutu bana sorarsan...kafanın içinde belki öyledir ama gerçekte senin de elinde kapı gibi onaylanmış resmî bir belgen var...özel hayatın senin elinde olmadan o kurumsal çukura batmış bi kere...tam katılmamakla beraber yine de sözünü sevdim...ha evet belki farkında olmadan aile çatısı altında gerçekten başka bir özel hayatımız var diyeceğimiz davranışlar da sergiliyoruzdur muhtemelen...
örneğin benim burda yazdıklarım bende kalır...kendime ait odam burasıdır...o kapıyı yalnızca ben açarım ve yine ben kapatarım...özelimden kimseyi içeri almam...
uzattım da uzattım kusura bakma...
düşündüren, sorgulatan güzel bi yazıydı...
sen bi de çok bilimsel terimler kullanıyosun onları tam çözemedim ama bi ara kafa yoracağım:)
Konsantre Karanlık Madde
Toplumsal dayatmalar... Ben insanın böyle bir bağlılıkla sadakat içinde yaşayabileceğine inanmıyorum. Çok çok spesifik durumlar hariç. İki tarafın da ciddi aşkınlığa ulaşmış olması, doluluğa ulaşmış olması gerekiyor, o kadar aşkınlık ve dolulukla da bir yabancıyı sevmek hayli güçleşiyor. Sadakat beklentisi olmadan, kimi şeyler göz ardı edilerek saygıya bağlı olarak yürüyor. Ha, bu benlik mi, bilmiyorum, çok yüce bir amaçla -örneğin benim için hayvanlara yardım edebilmek- bunu yapabilirim, bunun dışında pek tahammülüm olacağını sanmıyorum birileriyle birlikte yaşama fikrine. Ev işleri hariç yalnız yaşamanın en ufak bir zorluğunu görmedim. Çok seviyorum hatta.
Hakan'ın tavsiyesi, cinsel hayatla evlilik hayatını bir tutmamak. Pek samimiyetsizce geliyor bana. Lafı kadın erkek eşitliğine getirsek mangalda kül bırakmaz ama malum soruyu sorsan da bana değil de a,b,c,d şahıslarına delirir... (: Bekir Yıldız, Evlilik Şirketi diye bir kitap yazmış. Bir gün onu okudum. Benden sonra da bir kız arkadaşım gördü elimde aldı okudu. Nasıl buldun, diye sorunca "Fırat, bunu gelip anlatsa, ağlaya ağlaya anlatsa, mendil veririm, dinlerim yer yer gözlerim de dolar, ama kitap olarak olmaz" diyordu, e kitap olmasaydı da haklı bazı tespitleri bizlere ulaşmayacaktı. Evet, çok şirketsi bir şey o imza da onun kanıtı.
Hoş geldin bu arada.
Gule
Sadakat, güven ve saygı bi evliliği ayakta tutan en önemli unsurlar...dikkat ettiysen sevgi demedim, saygıyı bi tık daha önde tutuyorum...bunlar yoksa zaten ne sevgi olur ne de evlilik yürür...
doğru mu anlıyorum, arkadaşın evlilikle cinsel hayatını ayrı mı tututuyor? yani cinsel hayatı eşinden bağımsız özgürce devam mı ediyor? kafam karıştı:)
Konsantre Karanlık Madde
Bana sorarsan, 50-100 yıla evlilik gibi bir kurum olmayacak. 25-45 yaş arası arkadaşlarımda boşanma oranı %50'den fazla. Sürdürebilenlerin de ya yüzü ekşi ya da Hakan gibi...
Yük arıyoruz bence. Çocuk için bir nebze anlayabiliyorum ama onun da hakkını veremedikten sonra, toplum çok kirli bir yer oluyor ki oldu da zaten. Sağlıklı bir ortam genelde sunulamıyor yani. Gerektiği gibi büyümüş çok az kişi tanıyorum. Duyguları yönetmenin yolunun düşüncelerden geçtiğini düşünüyorum, insanın düşüneceği şeyleri seçme özgürlüğü için sadece evlilik değil, toplumsal dayatmaların çoğundan uzak olması gerekir.
Yaşadığım yer TR'nin en iyi üniversitelerinden birisine baya yakın. Semtten de gerekmedikçe çıkmıyorum. Bazen kahve filan içmeye caddenin karşısına geçiyorum, gençler zehir gibi, hiç eyvallahları yok. Üstelik bunu küstahça da yapmıyorlar, semtin zeka oranından mıdır bu da bilemem. Sessiz bir bıçkınlık içindeler bilinç olarak, çok şeyi değiştirecekler kaptırmazsak başka ülkelere...
Gule
her şeyin güzel olması dileğimle sözü bağlıyorum...arkadaşına diyecek sözüm yok:)
Varlığın içinde insana gelişin, insan devam etme arzusunu ele alış biçimin doğru kere doğru. Öncelikle zorunlu değişimin ötesinde ahlaki olmayan bir bilimle konfor ve onarılma üzerine gideceksen yaşam arpa ekmeği yavanlığına döner. Bu yavanlığı konfor ve onarılmanın yan etkisi olarak değil, kendisi olarak görürüz. Yan etkiler yani sorunlar başka sorunlarla büyür büyür felakete dönüşür. Doğanın kabul edemeyeceği hiç bir şey çözüm değildir, sorundur .
Bu; doğanın amentüsüsdür....
Doğa mekanik gösterilmeye çalışıldı aslında bu doğru değildi, doğa mekanik değil sadece kendi olmanın doğrusunu yaşıyor. Eğer mekanik olsaydı doğanın ruhundan bahsedemezdik. Bir ağaca kimsayal gübre verin ihtiyaç duyduğu besin ve iz elementler hatta gazlar. Eğer ağacın kendi olmasına uygun değilse öyle ya da böyle tepki verir, herkes anlayamaz bu tepkiyi. Mekanik olsaydı bu tepki olmazdı, olacak ne ise o olurdu.
Bedensel varlığımızın büyük bir bölümü hayvani, bunu kimse inkar edemez. İnançlar ( dinsel olanlar dahil" da böyle söylüyor. Akıl ile değil güdülerle yönetiyoruz çoğu zaman ama ilginç olan beden üzerinde bir tür zihinsel baskı olarak görüyor bedenimiz bunu. Aklın beden üzerindeki baskısı. Hayvani olana, üretilmiş tasarlanmış akıl baskısı. İnancı ilkelize eden cahillikle, bilimi ilkelize eden cahillik pek farklı değil birbirinden. Sadece üzerlerine yapıştırdıkları resimler ve yükledikleri anlamlar farklı.
Ruh özgürlüğünden , düşünce özgürlüğünden bahsedeceksek, beden özgürlüğünden de bahsedelim o zaman.
Üstelik cinsiyet ayrımı yapmadan... ayrımcılıktır diyelim daha ilk baştan olsun bitsin.
Beden yavanlığı tatmin ölçüsünün yüksekliği ile ölçülür bir hale gelmiş toplumda, bu sadece cinsellik değil sağlanan konfor ve onarılabilir olmanın verdiği haz da dahil. Böyle bir durumda ruh özgür olma durumuna kavuşamaz, düşünce özgür olma durumuna kavuşamaz.
Bedenden ruha geçemeyiz hiç bir zaman, gerçek metafizikten bahsedemeyiz. Bırakın arpa ekmeğini bir arpa boyu yol bile alamayız...alamıyoruz da.
Çok şey var daha bu nitelikli yazı üzerine konuşulacak ama sadece konuşabikecekler konuşmalı bence. Duygu ve düşünce kirliliğine, çirkinliğine kapalı bir yazı.
Kutlarım...ruhun ışığı.
Erlik Aldacı
Tek düze nitelikteki niceliği zaferi olurdu, başka ne olabilir ki...
Niteliği aynı olan ama niceliği farklı düşünceler insanı başka bir şey yapmıyor. Çünkü üretilen yaşam atmosferi aşağı yukarı aynı. Sadece görseli farklı.
Evet! Objektifini geniş bir perspektife çeviren yazı. Felsefi olduğu kadar; sorgulayıcı ve analitik bakan (bana göre). Ve dolayısıyla tartışmaya yer veren entellektüel bir eser.
Yalın ve zengin bir dille dışarıda oluşan distopyalara matematiksel ve psikolojik yaklaşılıyor. Buna göre de yaşama dair tercihler yapılıyor. Neticede kendi ayakları üzerinde durmaya yönelen, progresif bir karekterle tanışıyoruz...
Anladığım bu! Fakat tekrar okunası bir yazı olduğunu da belirtmek isterim.
Oldukça öğretici yazınızı zevkle okudum, sayın yazar. Devamının gelmesi dileklerimle, diyorum.
Çokça teşekkürlerim ve saygımla.
Konsantre Karanlık Madde
Bir diğer düşündüren şey ise, "proletarya" için bedel ödemiş, sıkıntılar yaşamış bir insanın içten içe inancını yitirip de "kazlar ve fakirler"i aynı yere koyabilecek esnekliğe sahip olması. Hani bir şeyler anlaşılmış ama sosyal olma durumu, roller, üstlenmeler devreye girmiş gibi...
Saygılar benden, çok çok teşekkürler.
Bazı yazılar vardır not alarak okursunuz. Çünkü yazı zorlar buna. Bu da öyle bir şeydi ve kendimle tartışmalar, kavgalar başlattı.
Seni tanımasam, " hadi len, derdim. Farklı renklerde resimler yapıştırılmış karakterlerden, kendi karakterine uzanan yolu çizen bir adam işte, derdim yazının ilk bölümünde. Sonra dur bakim bir şeyler anlatıyor okumaya değer, diye düşünürdüm ortalarına gelince. Sonuçta ise " lan ne ustaca bağlamış" diye biraz kıskanırdım herhalde.
Sonra tanıdık, kendimizden biri olduğunu anlardım yazanın kendini tanıtan adına.
Bu yazının düşüncenin kendi tasarımına olan yorumdu özüne, temasına değil ...
Yeniden geleceğim bunun için olmazsa olmaz bir zorunluluk oluşturdu yazı.
Süper...
Komşu ruhum.
Konsantre Karanlık Madde
Facebook'da Şamanik bir grup var, artık bildirim gelmedikçe aklıma bile gelmiyor orası ama bir bildirim geldi... "Burası da iyice ticarethaneye döndü" serzenişli bir yaklaşımdı.
Ah Abi ah...
Ruhsal bir yükselişte, kişisel bir alanda bir başkasına yardım cidden iddialı ve liyakate ihtiyaç duyan bir şeyken "instagram Şaman"ları pervasız... Bir yerlerde bir bug var ama nerede...
Yani, Hakan gayet masum kalıyor. Anlıyorum onu da...
Bir de başka arkadaşım var, Yoga eğitmeni, iyi bir kız, severim. Doğum günüm için aradığında, izolasyon temasının altında, "ruhlar birbirlerine yakın frekanstan gelebiliyorlar" dedi. Aklıma direkt sen geldin. Seni tanımasını isterdim. İmkan olursa da bir gün tanıştırırım.
Arpa ekmeği çağı... Çorum ekmeği aldım az önce marketten, bakalım o nasıl. Geleceğim ona bir bakıp.
Erlik Aldacı
Basit bir söz " çorum ekmeği" nerelere götürüyor insanı. Bu durum sıradan bir şey değil, ruh güzellikleri görmek istiyor. İnanana...
Konsantre Karanlık Madde
Yukarıya ayrıca geleceğim, zihnimde o boşluk bıraktığım kısmı alıp gelmeyi bekliyorum...