4
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1193
Okunma
Geçenlerde bir arkadaşım aradı. Bir saat kadar keyifli bir sohbet ettik. Siyasi dalgalardan hapise filan girip çıkmış bir arkadaş. Bir başka arkadaşımız eşinden ayrıldı, pansiyonlarda filan kalıyor, mesleğini yapmak yerine kuryelik yapıyor, düştüğünü kendine kabul ettirmiş, acısını yaşıyor diye düşünüyorum, arayan arkadaşıma da onun için çok üzüldüğümü söyledim ... "Siz bir de evlendiniz" dedi. Kendisi de 50 yaşında, evli, üç tane çocuğu var. "Sen sanki evlenmedin" dedim, "hakikaten nasıl sürdürdün lan bunca sene?" diye de sordum. "Ben evlilikle özel hayatımı ayırdım, iki ayrı hayat yaşadım. Olması gereken bu iken sizler kendinizi kaptırdınız, ondan böyle saçma sapan şeyler yaşadınız" dedi...
Sktir et evliliği, sen bu çağa ne diyorsun, diye sorunca da "Kars’ta arpa ekmekleri olur, tadı yoktur tuzu yoktur, karnını doyurmaz ama aç da bırakmaz. Fakirlerle kazlar yer sadece. Bu çağ aynı arpa ekmeği gibi, işe gidiyorsun çalıştığın belli değil, para kazanıyorsun para kazandığın belli değil, sevişiyorsun seviştiğin belli değil, evlisin evlilikten bir şey anlamıyorsun..." dedi, ertesi gün de doksanlar partisinden kafası kilolarca alkollü videolar, fotoğraflar paylaştı. Güzel benzetme.
Rustik biçimde yaşamaya içkin bedenlerle bu yüzeydeyiz. Sonra bilinç birazcık pçlik yapıyor, eskiden içme suyu için evin dışına çıkan adamın, evine sıcak suyu her an verecek bir şeyler icat ediyor. En yüzeysel biçimde örneklemek gerekirse hani... Örnekleri çoğaltmanın lüzumu yok, son 30 yılda çok şey oldu bizi pastoral doğamızdan alıkoyan. Antikite ile, diğer garip çağlarla filan çok zaman geçirildi, kabul, fikren hazırdık çoğumuz da, ruhen kısmını bilemiyorum... Ancak kendimize kolaylık sağlayacağını düşündüğümüz her türlü icadımızla da sayısız stresörler de yarattık. En basiti "trafik stresi" gibi bir tamlama var. Üstelik su ya da odun getirmeye gidilecek vaktin de yaratıcı ya da verimli geçirilerek süblimine edilememesinin getireceği, göze görünmez bir çok stresör de vardır ve böyle çok fazla zaman icat ettik o muhteşem mühendisliklerle... Sadece su ve odun değil. Sübliminasyona uğramayan zamanların doğuracağı stresörleri ise bastırmanın yolunu varlayıcılar arayarak ya da bulup iki tarafa da cehennem ederek, olmazsa da ikame ederek geçiriyoruz, en göze görünen ikame portalı da instagram... Bu bazen bir karşı cins oluyor, bazen hemcins, bazen ebeveyn, bazen de bir otorite. Bu olumlanma ihtiyacı ikameler ile gideriliyorsa da frustrasyon süreci... Yani bedenen ve ruhen hazır olana kadar acı çekilecek. Bunu algılamak zor olmasa gerek. Buradan acıda uzmanlaşmanın kitabını yazan adama gidilir de ne kadar uzmanlaştığı konusuna gelince de Jena’da bir psikiyatri kliniğinde soluğu alması cevabı ile karşılaşılır... Yani, doğumlar sancılı olur ve insanlığın, yeni bir tipinin çıkmasına ömrü yetecekse bu da sancılı olacaktır.
Asıl konu, doğaya can veren virtile bir enerji malum, doğa ise matriarkal sisteminin kompülsivitesi içerisinde sadece görevine odaklanmış vaziyette. Doğumlar, ölümler, onları şemsiyeleyen fertilizasyon... Ancak bu fertilizasyonun en başı bana tecavüz olaylarını anımsatıyor. Bir tür agresör-kurban ilişkisi gözüme çarpıyor. Yalnız doğa öyle kompülsifleşmiş vaziyette ki, bu tecavüzden zevk almaya başlamış sanki, kurban rolü ise bilince sahip ancak burada olup olmamak isteğinin kendi onayına bağlı olmadığı, hangi zamanda burada olmak istediğinin bile sorulmadığı canlılara düşüyor artık... Bu arada "kompülsif" kelimesi de zaten "comp" kökünden gelir ve anlamı "zorunlu"dur...
Şimdi, Hakan gibi yansıtmalarla yaşayamıyorum. Solculuktan girip, içi geçmiş kadınlarla içki içip 9/8’lik ritimler eşliğinde, "doksanlar partisi" teması dahilinde istesem de dans edemem. Yani çağ "arpa ekmeği" gibi diyip, yemeye devam edemiyorum, belki de karnım doldu. Bölmenin sonuçları ise pek iç açıcı değil ve benim sayabildiğim kadarıyla sonsuz bölen var; sonu delilik olur. İnkar deyince de tecrübeleri inkar etmek çok kalleşçe gelirken, Şahmeran gibi, Sfenks gibi, Kentaur gibi kimerik sembollerin mitologemleri üstüne çokça düşündüm ve asketik biçimde belden aşağısını inkar etmenin süreçsel gereklilik olduğunu da kavradım. Hangi parçanın ne zaman öbürünü bastıracağı, o an oluş içerisinde olan çatışmadaki içselleştirmeye bağlı ise en azından hayvanın terbiye edilebilirliği zemini, hem sosyolojik hem de psikolojik anlamda sağlam gibi görünüyor. Hayvani taraf zaten doğası gereği çok daha istilacı. Üstelik insansı taraf progresif, hayvansı taraf da gayet regresif. İnsani taraf ile hayvani tarafın doğru sentezi ise ruhu tanrısal bir tarafa yükseltecek gibi de bir his var içimde. Her ne kadar ütopik görünse de bütünleşme ancak uyumsuzlukla başlamak zorundadır. Çözmek ise bir sorunun temel nedenini anlamaktan geçer, bu kavrayış süreci de distopiktir çoğu zaman. Şehir, kendisi için güvensiz olanı reddeder ve ben de onu bu kadar tatsızken reddetmeyi hayal ediyorum. Kendi adıma yapılabilecek en büyük iyilik olur diye düşünüyorum. Dediğim gibi, buna alıştırıyorum kendimi. Çünkü şehirde milyonlarca bölme(dolayısıyla bölen ve bölünen), yansıtma, inkar ya da bastırma var ve bir tanesinin bile yakınlarınızda olmasının ucube sonuçları olabiliyor. İnsan kendi bölme, yansıtma, inkar ya da bastırmalarıyla uğraşabilir sadece. Şehrin dışına çıkıldığında ise en azından bastırmaların dozu azalacaktır. Non-kontrol bir tutulmadan biraz olsun uzaklaşma...