YANLIŞ KAYIT.
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Güzel bir bahar günü, güneş ufuktan kaybolmak üzereydi. Cuma günü muhtarın getirdiği haberi aldıktan beri kafası karma karışık olmuştu. Doğduğundan bu yana hiç ayrılmadığı köyünden ilk defa ayrılacaktı. Peşlerinde bir ömür geçirdiği kuzularını, koyunlarını bırakıp gidecekti. Her gün gelip başında azık yediği, yaz günlerinde buz gibi suyundan içtiği Akpınar’ı bir daha göremeyecekti.
Yeşilin her tonuyla adeta gelin gibi süslenmiş dağları uzun uzun seyretti. Koyunları arkadaşıyla yayla yerine doğru gönderip kendisi köyün yolunu tuttu. Akşamdan köyde olması gerekiyordu. Ormanın içinden geçen yola doğru ilerledi. Akşam karanlığı çökmeden ormanı geçmeliydi. Orman, gayet sık ve derin olduğundan gece karanlığında bir hayli ürkütücü oluyordu.
Hızlı bir yürüyüşle ormanı geçerken karşıdan gelen sesleri duydu. Bu gelenler, her sabah yayladan köye gidip akşam geri dönen köylüleriydi. Akşama kadar köyde yapılacak işleri takip edip akşam da yayladaki hayvanlarıyla ilgilenmek üzere her gün böyle gelip giderlerdi. Gelenlerle tam tepe üstünde karşılaştılar. Grubun önünde at üstünde gelen Hatice teyze seslendi; “Hayırdır Osman nereye böyle akşam akşam?” “Hayırdır teyze yarın arkadaşlarla ilçeye gideceğiz de sözleşmiştik. Akşamdan köye varayım dedim” Bu esnada atın yan tarafında yürüyen Fatma’ya gözü takıldı. Pek göz göze gelmek istemiyorlardı ama uzaktan uzağa bakmadan da geçemiyorlardı. Henüz birbirlerine açılmış değillerdi ancak bir şeyler hissettikleri belliydi. Kalbinin atışları hızlanmış ve sol yanı hafiften sızlıyordu. Fatma güzeldi. Kim olsa bu güzellik karşısında bir şeyler hissederdi. Gür, siyah ve uzun saçlarını iki belik halinde örmüş omzundan aşağı beline doğdu salmıştı. Başında kendi elleriyle kenarına oya yaptığı yazması olsa da kenarından saçların ucu görünüyordu. Üzerinde çiçek desenli bir gömlek, onun üzerinde de kırmızı bir yelek vardı. Kırmızıyı severdi Fatma. Bu köyde belki de en çok ona yakışırdı. Osman öyle düşünüyordu. Akşam karanlığı çökmek üzere olmasına rağmen Fatma’nın yüzü ayın o dördü gibi parlıyordu. Yakın zamanda bu yüzleri görmekten mahrum kalacağı düşüncesiyle içi yanarak bir daha bakmak istiyordu ne var ki bunu kimsenin fark etmemesi lazımdı.
Fazla da sözü uzatmadan ayrıldılar. İki tarafın da gidilecek bir hayli yolu vardı. Osman köye ulaşacak, yaylacılar da yaylaya varacaklardı. Yaylacılar dengini geçtikten sonra Osman arkalarından bir daha baktı. Onlar ormana doğru ilerlerken Fatma da bir kere dönüp baktı ve tepenin ardında kayboldu.
Osman, bir saat kadar yürüdükten sonra köye gelebilmişti. Evlerine vardığında annesi ve babası henüz akşam yemeğini yememişler, onu bekliyorlardı. Geleceğinden haberleri vardı. Beraber yemeklerini yediler. Biraz sohbet ettiler. Sonra Osman müsaade istedi. Yatması gerekiyordu. Yorgundu. Sabah da erken kalkmak zorundaydı. Arkadaşlarıyla sözleşmişlerdi. “İlk horozda gideriz diye kararlaştırmışlardı. Köylerinde zaman dilimleri böyle ifade edilirdi. Sabah ezanı, kuşluk vakti, Öğle vakti, İkindi sırası, akşam namazının önü ya da ardı yatsıdan sonra, horoz ötümü şeklinde adlandırılırdı. Herkeste rakamlı saat yoktu. Pratik olarak güneşin hareketine göre zaman tayini yapılırdı. İlk horoz da imsak vakti demekti.
Osman yatağına uzandı. Merak, heyecan hüzün bir türlü bırakmıyordu ki uyuyabilsin. Hayal kurmaya başladı. “ Yıl başına var altı ay, üç sene de öyle etti üç buçuk sene…” köyden hiç çıkmamış birine göre üç buçuk sene bir hayli uzun geliyordu.” Geçer inşallah” dedi. Sağa sola dönerken bir ara gözleri dalmış, az sonra horozlar ötmeye başladı.
Yavaşça yerinden kalktı. Abdest alıp üzerini giyindi. Annesinin akşamdan hazırladığı azık yağlığını aldı. Tam kapıdan çıkacağı sırada babasının sesini duydu “ Osman, kalktın mı oğlum?” “ He baba kalktım hazırlandım şimdi çıkıyordum.” diye cevap verdi. Babsıyla annesinin de kalkmış olduklarını fark edince müsaade isteyip yanlarına girdi, ellerini öperek vedalaşıp çıktı. Arkadaşlarıyla sözleştikleri gibi köy meydanında buluşup hemen yola çıktılar. Onlar köyden çıkarken horoz sesleri de çoğalmaya başladı. Bu durum sabah namazının yaklaştığını gösteriyordu.
Osman ve beş arkadaşı, köylerini geride bırakıp Gölcük yaylasına doğru yürümeye başladılar. Bir hayli yol gittikten sonra köyde ezan okunmaya başladı. Hava biraz daha aydınlanınca Gölcük yaylasının kenarında sabah namazlarını kıldılar. Köylerinde vasıta yoktu Mecburen yaya gideceklerdi. Namazdan sonra biraz daha yürüdüler. Yayla serindi bu serinlikten olsa gerek henüz kuş sesleri de gelmiyordu. Kendi aralarında şakalaşıp sohbet ederek ilerlediler. Nihayet Şafak pınarına varmışlardı. --_-Burasının Şafak pınarı diye anılmasının da bir sebebi vardı.Bir zamanlar Osman’ın babası arkadaşlarıyla bir ramazan ayında ilçeye giderken burada mola vermişler.”Sahurumuzu yapalım da öyle devam ederiz “ diyerek azıklarını çözmüşler yerken hava aydınlanmaya başlamış. Biri demiş ki “arkadaş şafak söküyor artık yemeyelim.” Öteki de demiş “bak ağaçların altı henüz karanlık”. Aralarında böyle bir muhabbet geçmiş. O günün anısına buraya şafak pınarı demişler. Pınar da gerçekten karşı tepeleri net gören bir noktada bulunuyor. Güneş doğarken ilk buradan görünür. Burası dağın tam zirvesi düzlüğün sonu. Buradan sonra ilçeye kadar yol, bayır aşağı gider.-
Osman ve arkadaşları Şafak pınarının başında azıklarını yerken güneş karşı tepelerin zirvesinden onlara gülümsüyordu. Günün ilk ışıklarını gören keklikler ve diğer kuşlar yeni bir güne uyanmanın sevinciyle en güzel şarkılarını söylemeye başladılar.
Biraz dinlendikten sonra hareket ettiler. İsmail dedi ki “arkadaşlar bir saatten fazla yolumuz daha var.” O daha önce ilçeye gitmişti. Ondan dolayı bu yolları biliyordu. Yolun inişe geçmesinin verdiği rehavet ve güneşin doğmasının sevinciyle ara sıra türkü söyleyerek ilerlediler. Aralarında şakalaşıp söyleşerek nihayet ilçe merkezine vardılar.
Soruşturarak Askerlik şubesini buldular. Günlerden pazartesiydi. Cuma günü muhtarın getirdiği kağıtlar ellerinde olduğu halde şubeye vardılar. Osman’ın elinde kağıt yoktu ama İsmail. Ahmet, Hasan hep aynı günlerde doğmuşlardı. “Onların günü geldiyse benim de gelmiştir” diyerek o da gelmişti şubeye.
Herkesin isimleri okundu, sıraya geçtiler. Üzerlerini de çıkarıp muayene için hazırlandılar. Boyları kiloları vücut genişlikleri hep ölçüldü. Kimi şişman kimi zayıf kimi uzun kimi kısa boy boy asker adayları kaydediliyordu. Nihayet arkadaşlarının muayenesi bitti. Komutan sordu “ oğlum sen kimsin sen niye geldin? Adın da listede yok.” “ Komutanım ben de aynı köydenim arkadaşlarla aynı yaştayız. Benim de günüm gelmiştir diyerek muayene olmaya geldim. “ Adın ne? “Osman, Yolbaşı Köyünden Mehmet oğlu” “ Oğlum bizde böyle bir isim yok, dur bakalım nüfusa bir soralım. “ Hemen bir asker gönderip nüfus müdürlüğüne sordurdular. “Yolbaşı Köyünden Mehmet oğlu Osman, 1926 doğumlu. Böyle biri var mı? Nüfus müdürlüğünden gelen cevap ; Yolbaşı köyünden Mehmet’in o yaşta bir oğlu yok ancak Fatma adında bir kızı var”.!
Osman şaşırdı hem de üzüldü. Nasıl olurdu arkadaşları asker olacak kendisi olamıyordu.
“Ne yapmam lazım?” diye sordu. “Mahkemeye vereceksin” dediler. Henüz ilçeden ayrılmadan bu işi halletmeliydi. Bir arzuhalci bulup dilekçe yazdırdı durumu iyice izah etti. Kim olduğunu babasının adını annesinin adını doğum tarihini cinsiyetini her şeyi yazdırdı. Götürüp mahkemeye verdi. Yapılan araştırmada ortaya çıktı ki, tam Osman’ın doğduğu günlerde Muhtar ilçeye geliyormuş. O yıllarda altı çocuğu olan yol vergisinden muaf oluyormuş. Babası, altıncı çocuğun doğması neticesinde sevincinden muhtara bildirirken cinsiyetini söylemeyi unutmuş. Muhtar da Fatma diye yazdırıp geçmiş.
Mahkemede bu işler aydınlanıp neticeye varana kadar bir sene geçti. Akranları askerliği yarılamış, Osman daha yeni gidiyor.
Yıllar sonra arkadaşlarıyla şakalaşırken şöyle diyorlardı “ Sen erkek olduğunu ispat edene kadar bir sene geçti".
YORUMLAR
Adını gizleyen kalem dost, öykünü beğeni ile okudum. Anlatım hoş ve akıcı.
Kutlarım.
Fakat böyle yazıların daha kolay okunması için arada paragraj alarak ve paragraf aralarını da iki kez enter yaparak aralıklı yazılırsaokuyucu bizler yazılarınızı rahat okutuz.
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.