- 379 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SEMER (İLK ROMANIM)
SEMER
Bir ağaç kırıyor kolumuzu
Ve kovuyor bizi toprağımızdan
Bir kuş dağıtıyor yuvamızı:
Öylesine,
Canı istedi diye!
Bir erkeği dövdü bir kadın:
Öfkeli miydi neydi?
Ve hakkımızı savunduk diye
Kızdı bize:
Kuşlar, ağaçlar ve kadınlar...
MEŞE AĞACI EFSANESİ
Mağaranın biraz uzak komşusu olan meşe ağaçları mağaradan yayılan umut, inanç ve iyilikle sadece mağaranın bu kadar kararlı ve güçlü olduğu zamanlarda beslenebiliyorlardı. Sertlik ve kabalıklarıyla bilinen meşe ağaçları çirkin gövdeli ve haşin olmalarından ötürü böyle kötü bir üne sahiptiler. Aslında onlar da tıpkı, diğer canlılar gibi; yıllar boyu, tüm güçleriyle sorgusuz sualsiz hareket edebilen canlıların hizmetinde olma çabasındaydılar. Bu sert görünümlü ama bir o kadar da iyiliksever ağaçların yeryüzünde tek isteği vardı: yürüyebilmek... En küçüğünden en büyüğüne kadar hepsinin biricik isteği yürüyebilmekti. Çünkü ağaçlar yürüyebilseler,- en azından- kaçarak kendilerini hareket edebilen diğer canlılardan kurtarabileceklerine inanıyorlardı.
Bütün ağaçların inandığı bir efsaneleri de vardı ki... Bu efsanede ağaçlar ilk yaratıldığında hepsi yürüyebiliyorlardı. Epey bir süre de yürümeye devam etmişlerdi. Gel zaman git zaman... özellikle toy ağaçlar üzerlerinde yuvaları bulunan kuşlarla alay etmeye, dalga geçmeye, onlarla oyun oynamaya başladılar; hoplayıp zıplayarak kuşların yumurtalarını kırıp, yuvalarını dağıttılar. Yuvaları dağılan, yumurtaları parçalanan kuşlar çoğalamaz hatta yaşayamaz oldular. Her yerde parçalanmış yumurtalar, dağılmış yuvalar görülmeye başlandı. Anne kuşlar feryat figan ederek yeryüzünde çaresizce uçuşup durdular, onların bu çığlığını yeryüzünün en merhametlisi olan, toprak duydu ki kuşları yok oldu yok olacaklardı. Toprak ve bulutlar bir antlaşma yaptı, buna göre her Yer balçık olana kadar yağmur yağacaktı. Toprağa saplanan ağaçlar toprak kuruduktan sonra hiçbir zaman özgürlüğüne kavuşmayacaktı. Ağaçlar aşırılık ve aymazlıklarına devam ededururken, bütün gökyüzünü pamuk gibi bulutları ite kaka, döve döve dağıtan kara bulutlar sardı. Aslında ağaçlar en çok kara bulutları seviyordu. Kara bulutların gökyüzünü hapsettiğini gören ağaçlar, kendilerini bekleyen kötü sondan habersiz halaya durdular, yağmur durmak bilmedi; günler, haftalar, aylar geçti, toprak cıvık bir hamura dönüştü, ağaçlar yorgunluktan bitap düştü, sonlara doğru ağaçlar bir şeylerin kötü gittiğini anladı, ama iş işten geçmişti. Tüm ağaçlar gövdelerinin yarısına kadar çamura battılar. Toprak ağaçların köklerini sonsuza kadar; bir annenin yavrusuna yumuşacık sarılması gibi sarıldı, bir daha asla bırakmadı, başta bu olanlara ağaçlar anlam veremedi, yağmur durdu, güneş açtı, ağaçlar dallarını çiçeklerle süsledi, artık özgür olacaklarını düşünüyorlardı. Ancak bir daha hiçbir ağaç ne yürüyebildi; ne de o eski günlerindeki özgürlüklerine dönebildi. Ağaçlar yalvarıp yakardı, ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı; hiç kimse ağaçlara acımadı, iş işten geçtikten sonra ağaçların hepsi uslanmıştı; Fakat hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Kara Eşek, öfke ve nefretle ortalığı tozu dumana katarak, meşe ağaçlarının yanından geçti. Meşelerin tüm yaprakları toz içinde kalmış, öfkeye ve nefrete maruz kalan dalları anında kurumuştu.
Yaşlı meşe, küçük meşenin dallarına yaklaştı,” öfke ve nefretin nedeni: Ya bilgisizliktir ya da hırstır. – zamanından önce arzulanan her şey hırstır.- Biz ağaçlar hareket edemediğimiz için asla iktidar olamayız. Bir diğeri de bütün bilgeliğimizi doğrudan topraktan alırız ki yeryüzünün en bilgesi topraktır. Sonsuza kadar karşılıksız olarak bütün canlıları besler yine bu sebeple aslında yeryüzünde tek iktidardır. Diğer bütün iktidarlar toprağın iktidarının gölgesidir. Şayet canlıların toprakla ilişkisi ne kadar seviyeliyse o kadar özgür, o kadar mutlu olurlar.” Dedi
Küçük meşe ağacı da: ”Öyle mi?” dedi. Ve bir yangında yanmış gibi, kuruyan dallarını hafifçe esen rüzgarda soğutmaya çalıştı, derin bir of çekti. Minik gözlerini yumdu, yeşil kalan dallarını yaşlı meşenin dallarına doladı, gündüz olmasına rağmen uyudu. Ama her halinden derin bir çaresizliği okumak hiç de zor değildi. Yaşlı meşe onun bu çaresizliğini unutturmak için olacak ki dallarını ona daha da sıkı doladı, güneşin tüm canlılığına karşın beraberce uyudular.
Meşe ağaçları uyandığında, güneş dağların doruklarından bütün canlılara, hüzünle veda ediyordu. Güneşin hazin vedası, etraftaki tüm canlıların yuvalarına dönmeleri gerektiğinin belirtisiydi. Dağların aldırmaz tavırlarını gören güneş, tebessüm ederek, suya dalan bir kuğu gibi ince, kibar ve narin bir şekilde gökyüzünü, üzerine örterek uykuya daldı.
Meşe ağaçları ve diğer tüm ağaçlar, yuvalarına dönen kuşların çıkardığı kanat seslerini bir şarkı gibi dinliyor, kuşlara kucak açıyor, kuşlara olabildiğince nazik davranarak; onları bir bir kabul ediyordu. Gün ışığında yeşilin her rengini sergileyen ağaçlar, güneşin gitmesiyle birlikte tek tip giyinmiş; dağların eteklerinde sıralanmış bir orduya dönüşüverdi. Hizalanmış ağaçlar, ucu bucağı görünmeyen, yumuşacık, bereketli ve savunmasız ovaları dağlardan gelebilecek tehlikelerden; gönüllü bir şekilde koruyordu. Rüzgarın esmesini fırsat bilen yavru ağaçlar, annelerine sıkıca dolandı, kuşların kanat sesleri, yavaş yavaş azalarak yok oldu. Ay, kambur bir ihtiyar, yaşlı bir kaplumbağa gibi, ağır ağır, dünyayı maviye boyayıp; tüm canlılara selam verdikten sonra; o, kendinden emin, sesiz sakin hali ve yorgun gülüşüyle gökyüzünün zirvesine hiçbir teçhizata ihtiyaç duymadan her zamanki görev ve sorumluluk bilinciyle ustaca tırmanmaya başladı.
KAVAK AĞACI VE ANNE ÇİMEN
Ay ışığında, hiç durmadan ilerleyen Kara Eşek ve yanındakiler, gecenin ruhundan uzak oldukça yorgun görünüyor, mola vermek için emin bir arıyorlardı. Sağında ve solunda küçük dikenleri ve sevimli, minik çiçekleri olan ne ağaç ne de ot diyebileceğimiz bodur bitkiler bulunan, kıvrımlı ve dar bir yoldan, etrafı gözleyerek ilerlediler. Etrafta gece canlılarının çıkardığı ahenkli sesler, gecenin karanlığında yürüyen eşeklere eşlik ederken; bu ahenk tüm doğaya inceliği, nezaketi, samimiyeti ve hep beraber uyum içerisinde yaşamayı büyüleyici bir türkü olarak çığırıyordu.
Kara Eşek, yanındakilere:” Semerimiz olmazsaydı belki de buracıkta donup ölecektik.” Dedi.
Yanındakiler hiç konuşmadılar. Kara Eşek, hiç bozuntuya vermeden sanki az önce o konuşmamış gibi, hatta kimse konuşmamış gibi, yoluna devam etti. Diğer eşekler pür dikkat etrafa bakındıkları için Kara Eşek’i duymamışlardı, Hala bir büyünün etkisindeymişçesine ilerliyorlardı. En öndeki eşek, bir toynak hareketiyle, bir yer işaret etti, arkadakiler bir umutla koşarak onun yanına geldi. Burada yüksek bir kayalığa ustaca işlenmiş, uzaktan fark edilemeyecek şekilde oyularak; delinmiş, akıl ürünü bir mağara duruyordu. Eşeklerin yüzündeki yorgunluk, güvenli bir yuva bulabilmiş olmanın sevinci ve oraya nasıl çıkacaklarının şaşkınlığını örtüyordu.
Kara Eşek:” Neden boş boş duruyorsunuz? Etrafta taş, toprak, çalılık... Ne bulursanız hemen getirin.” Dedi.
Eşekler bir anda etrafa dağıldı. Kara Eşek de bir şeyler bulmak için etrafını gözledi, kayalığın her tarafını iyice hem gözleri hem de toynaklarıyla gerek dokunarak gerek gözleyerek yokladı, yukarıdaki mağaraya ulaşacak bir yol bulamadı. Diğer eşekler, harıl harıl işlerine yarayacak bir şeyler arıyordu. Eşekler teker teker dönmeye başladılar, ancak ağızlarındaki, taşlar ve çalılıklar belliki işlerini görmeyecekti.
Kara Eşek, etrafında korkuyla bekleyen diğer eşeklere hitaben:” Ne kadar işe yaramaz, ne kadar beceriksizsiniz; nasıl olur da sizinle bu işe çıktım, size güvendim, anlamıyorum!” Dedi. Diğer eşekler, sustular, çaresizdiler; hem yurtlarını bırakmışlar hem de azar işitiyorlardı. Uzunca bir süre kimse konuşmadı, Kara Eşek hariç hepsi gecenin ruhu yumuşatan ezgisinde kayboldu. Kara Eşekse, öfkesinin eridiği bir anda etrafı gözlerken; gözüne derenin kenarında yalnız duran; yavru bir kavak ağacı takıldı. Gözünü bir türlü, ince bir sızı gibi büyüyerek akıp giden derede; köklerini serinletmeye çalışan; incecik, upuzun kavak ağacından ayırmadı. Minik kavak başta, yeni bir gelin gibi, kesik kesik, işveli ve ürkek bakışlarla, o saf o hayata aç haliyle ve nezaket ile karşılık verdi. Ancak; sonra sonra anlayabildi, Kara Eşeğin niyetini... Kara Eşeğin kötülük taşıyan ve yıkıcı bakışları o kadar tesirliydi ki... Biçare kavak ağacı, Allah’tan bir kuş olup uçarak kurtulmak için duaya tutuldu. Kara Eşek dünyanın en zekice olduğunu düşündüğü fikrini yanındaki dalgın eşekleri dürtüp uyandırarak onlarla paylaştı.
Eşekler elbirliğiyle, yavru kavak ağacının masum gövdesini, mağaranın girişine devirecek, körpe bedenini köprü gibi kullanarak; mağaraya ulaşmaya çalışacaktı. Garibim kavak ağacı, dallarını göğe açmış tiril tiril titriyordu. Eşekler sıraya girerek, masum kavak ağacını çiftelemeye başladılar. Kavak ağacı aldığı her darbede sersemliyor; minik gözlerini gayretle açmaya çalışıyordu. Eşekler ise gittikçe saldırganlaşıyor, acımasızlaşıyordu. Ağacın inleme ve sızlamaları; bağırma ve haykırmaları gecenin ruhu dinlendiren ezgisini içine alarak; sadece toprağın ve diğer ağaçların duyabildiği bir çığlığa dönüştü, derenin öteki kıvrımında korkuyla ve çaresizce bekleyen; koca çınarlar dışında hiç kimse minik kavak ağacının çığlığını duymadı. Eşeklerin darbeleriyle kavak ağacı titreyerek kapanan göz kapaklarını açamaz oldu, ah! Minik ağacın gövdesi ve köklerinden dereye damla damla çok acı bir su sızdı, yeryüzündeki bütün ağaçlar gibi günahsız kavak ağacı da namütenahi çığlığını duyurmak için; yeryüzünün anası olan toprağa, hayat damarları olan; çay, dere ve nehirlere, bu keskin acı suyu zerk ederek son nefesini verdi. Onun ince bedeni umutsuzca, eşeklerin tam istediği gibi mağaranın girişine devrildi. Kavak ağacı ne duyabiliyor ne bağırabiliyor ne de acıyı hissedebiliyordu artık...
Derken bir kavak ağacı daha ve diğerleri
Derenin gözyaşı kadar berrak, suyuna sızan acı su, derede fütursuzca eğlenen uçarı balıkları yasa boğdu. Küçük balıklar korkuyla annelerine koşuştular, hüngür hüngür ağlayan balıkların gözyaşları kabarcıklar oluşturarak sabaha kadar derenin yüzeyinde meleklerin kanatları kadar bembeyaz bir köpüğe dönüştü. Bu beyaz köpük, güneşin doğuşuyla birlikte hızla buharlaşıp pamuk pamuk bulutlara dönüşecek tüm yeryüzüne hem bolluk bereket hem de bir nida olarak Çisil çisil yağacaktı. Aylar sonra toprak ana kavak ağacının o minik bedeninden kırılan dalları bir anne şefkatiyle saracak, o dalların bir aile olmasını sağlayarak onun anısını yaşatacaktı. İlkin Kara Eşek minik kavak ağacının o günahsız gövdesine bastı, sonra diğerleri... Ve mağaraya ulaştılar .
Kavak ağaçlarının dibinde yaşayan anne çimen ve yavrular, kavak ağaçlarına yapılanlara an be an şahitlik etti. Anne çimen, yaşanan bu olay boyunca; olanları görmemesi ve duymaması için yavrularının hem gözünü hem de kulaklarını kapattı. Oysa minik çimenler varlıklarının gereksiz olduğu konusunda boyuna, annelerine sorular soruyordu. Anne çimenin yanıtı: Yeryüzünde canlı cansız her varlığın bir yaradılış gayesinin olduğuydu. Sözgelimi yıldızlar, uçsuz bucaksız karanlığın bağrına bir kurşun gibi saplanmış umut parçacıklarıydı zira; çimenler de toprağın muhafızlığını yapmakla beraber hem varlıklarıyla hem de yok olduklarında, tüm doğayı ve canlıları gerek besleyerek gerekse renkleriyle süsleyerek mutlu ediyorlardı. Anne çimen rüzgarı çok severdi, çünkü yalnız; rüzgar estiğinde yavrularını öpebiliyordu. O da tıpkı ağaçlar gibi gönlünce hareket edememekten mustaripti. Yavrular: “Keşke ayaklarımız olsa da annelerimize gidip gönlümüzce onları koklayıp öpebilsek onlara sarılabilsek... diyorlardı. Annelerin de duyguları buna mukabildi. Rüzgar onların içli sesini duydu, ılık bir meltem gibi onlara göründü. Anne çimen yavrularını doyasıya öptükten sonra kulaklarına eğilip şunları söyledi:
“Evet..! Yavrularım! Kara Eşeğin, bulmuş olduğu bu çözüm; gerçekten çoklu bir zeka gerektiriyordu, Fakat gelin görün ki canlılar kendileri dışındaki diğer canlıları hesaba katmadan tamamen anlık emellerine ulaşmak veyahut günübirlik ihtiyaçlarını karşılamak için verdikleri, ani ve kendince zekice kararlar kendileri dışındaki canlıların özgürlüğünü ve mutluluğunu yok sayıyor hatta özgürlük ve mutluluğa gidecek ve onu arayacak hayat hakkını elinden alabiliyordu. Ne de olsa iyilik: muhasebesi yapılmış bir tercihtir. O yüzden canlılar en çok da tercihlerini bilerek ve isteyerek merhametten, affetmeden yana, kullandıklarında mutlaklığın parçası oluyor, ve o kadar da ilahlaşıyordu. Kimi zaman yavrusu, kimi zaman bir dostu kimi zaman kendi gölgesiyle serinleme ihtiyacı duyan, kendisinin biriciği... Ve sevdiği... Ve vazgeçemediği... mutlaklık...” ardından...
Ve yakarış... Ve çaresizlik... Ve suskunluk...
Asi eşekler, mağaraya ulaştıkları gibi uykuya daldılar. Geceyi mavi bir örtüyle saran ay ise gökyüzünden tüm alemi izleyen yaşlı bir kaşif edasıyla, o bilgeliğiyle yeryüzünü seyre koyuldu, ayın keyfine diyecek yoktu. Ta ki annesinin sözünden çıkıp kaybolmuş birkaç bulut, ayın önünde dikilene kadar... Bu durum bilge ayın keyfini kaçırsa da önünde duran haylaz bulutun çaresizce, hüngür hüngür ağlaması onu yaraladı. Ay ortadan kayboldu. Biraz sonra, dev kütlesiyle anne bulut, göründü. Devasa bulut etrafa bağırıp çağırıyor, sağa sola şimşekler fırlatıyordu. Şimşeklerden, yerdeki çimenler de nasibini aldı. Anne bulut, etrafı umursamadan yavrusunu peşine katıp ortadan kayboldu. Bir anda görünüp kaybolan bulutlara, yaşlı ay hiç anlam vermedi. Ama::” Ah şu bulutlar yavrularına sahip çıksa da zamanlı zamansız görünmeseler de birkaç dakikalık keyfimiz bozulmasa...” diye söylendi. Ancak bu hayıflanmanın temelinde, biraz da ayın hiç yavru sahibi olamayacağı hakikati de yatıyordu. Ay, bu ümitsizlikle güneşe merhaba deyip, kabuğuna çekildi.
Kara eşek, gün doğumumdan önce mutlaka ayakta olurdu, bu özelliğini ise daha Yüce Eşeğin yanındayken kazanmıştı. Bu sebeple, ayın ve güneşin, serin, sağduyulu nöbet devrine şahitlik etti, kendinden o kadar emindi ki tüm dünyayı omuzlayabilirdi. Diğer eşekler bu anın hazzından mahrum kaldılar. Ve Yeni günün vadettiği umuttan tek bir damla dahi istifade edemediler, ancak gün doğduktan sonra gözlerine saplanan ışınların verdiği rahatsızlıkla uyandılar ki bu seyredilmeye değerdi. Yüzlerindeki mahmurluk, anlamsız, koca bir belirsizliğe açılan, o masum görünen iri gözler, kirlenmiş pamuk gibi tüyler... hepsi milyonlarca iyiliği, güzelliği bir arada barındırıyordu. Ve nasıl oluyordu da onca güzellik, bir araya gelip, kötülüğün gölgesi, olabiliyordu.
Eşeklerin hepsi uyandı. İlk baştaki şaşkınlık yerini meraka bıraktı. Mağarada ritimsiz damlayan suyun sunduğu bilinmezlik, tüm eşekleri sadece sonraki damlanın ne zaman damlayacağına odaklanmaya itti. Bu dinginliği, Kara Eşeğin, hırslı ve hakir gören bakışları, ve mağarayı inleten, bir borazanın tiz sesini andıran anırması bozdu. Eşekler korkudan ne yapacağını şaştı kaldı, ışığın etrafında çaresizce dönen müptela bir pervane gibi Kara Eşeğin etrafında dolanmaya başladılar, öfkesinin nedenini dahi, Hiçbir şeyi sormadılar, sorgulamadılar. Kara Eşek:” Mağaranın her yanını yoklayın!” Dedi
Eşekler mağaraya baktılar ama dışarıdan içeriye, her şeyi önüne katarak ilerleyen devasa bir selin bir kapı veya pencereden içeri sızması gibi içeriye sızan güneş ışınlarından başka bir şey göremediler, eşekler toynaklarıyla mağaranın nemli duvarlarına dokunarak karanlığa galip gelmeye çalıştılar, duvarlardan sızan suyu takip ettiler, ama ne çare! Mağaranın içlerine doğru girmeye korktu eşekler. Kara eşek de fazla üstelemedi, yiyecek bir şeyler bulmak için dışarı çıkmanın daha iyi olacağını düşündü. Hepsi mağaranın kapısına yöneldi. Başta Kara eşek sonra diğerleri mağaradan çıkmaya başladılar.
Eşekler yine narin kavak ağacının gövdesine basarak indiler mağaradan fakat; son eşek inerken narin kavak ağacının gövdesi, ikiye ayrıldı, ve eşek düştü, düştüğü yerde öldü. Böylece o gün sadece ölüm düşünüldü. Neydi ölüm, yok olmak mı? Pek iyi ya Yokluk neydi? Olmayan bir şey bilinebilir miydi? Kim bilir belki de sonsuzluğa uzanan ilk kapıydı, ölüm. Hem sonsuzluk için bu kapıdan geçmek şart mıydı? Böyle olsa bile, sonsuzluk girdabı başlı basına ürkütücü değil miydi. Aslında sonu olan bir varlığın sonsuzluğu, düşünebilmesi de pek olağan değildi. Demek ki sadece sonsuzlar bu kavram üzerinde yoğunlaşabilirdi. Ama yine de eşekler, en iyisini hatta imkansızı istemekle donatılmıştı. Donatılmıştı da gerçekten korkunçtu, yok olmak! Evet, Çok korkunç..! Daha da ürkünç olansa yok etmekti. Evrenin en büyük kötülüğüydü: yok etmek.
Bu kadar ürkütücü ve korkunç idiyse yok olmak neden bir çırpıda yok edebiliyordu canlılar? Ve yok olmaktan çıldırasıya ürküyorken...
Gerçekte, kimse ölen eşeğe acımadı, aslında eşekler sadece kendileri için üzülüyordu. Sarı eşekle birlikte sadece altı eşek kaldı geriye. Kara Eşek hiç ağlamadı, diğer eşekler ise kendi ölümünü, düşünüp daha ölmedikleri halde kendileri için, için için ağladı, bütün eşekler ilk kaybın ardından teker teker ölüp gidecekleri gerçeğinin beyinlerinin bir köşesinde başlayıp bütün duyguları, acımasız bir kasırga gibi önüne katarak beynin tamamını sarması, onların yeme ve içmeye dair güdüleri de bastırdı. Kara Eşek onların bu törenini ve ağlamalarını küçümsemedi ancak çok da anlamlı bulmadı. Buna rağmen ölü eşeğin başında kutsal olduğuna inandığı şu cümleleri- Ey mutlak olan, yarattığın bu canlıya acı ona merhamet et. Ve onu sonsuza kadar, mutlu ve huzurlu mekanında misafir eyle!- okudu sonra ölen eşeğin etrafına minik bir duvar ördüler, sonra eşeğin üzerini her gün yeni bir çamurla tekrar tekrar sıvayacak onun anısını yaşatmaya devam ettiler. Kara Eşek ölümün belirsizliğe açtığı bu kapının kenarında oturmuş, kah nedensiz akan suya bakıyor, kah kendini muzaffer kılacak planını tasarlıyordu. Ama bir türlü odaklanamadı, sağlıklı düşünemiyordu. Ne rüzgarın taşıdığı muhteşem temiz hava ne güneşin yaydığı berrak ışınlar ne de içini kasıp kavuran iktidar hırsı... o an için her şey anlamsızdı. Çünkü yok olacağını bilmek veya öyle düşünmek, canlıları üretmekten alıkoyuyordu. Eşekler o gün akşama kadar; hiçbir şey yiyip içmediler, oturdukları yerde öylece kaldılar. Bunun temelinde ölme veya yok olma korkusu yatıyordu. Bu yüzden, ölüme şahitlik etmiş bir canlı için korkusuzluk pek de mümkün değildi. Az önce, her şeyiyle ortada olan eşek nereye gitmişti. Ne kadar keskin bir çizgiyle birbirinden ayrılıyordu, yaşam ve ölüm. Belki de tüm canlıların hayat karşısında bu kadar kesin ve net bir tavır koymalıydılar; tıpkı doğa gibi berrak, pürüzsüz ve net bir tavır... Oysa, canlılar pek de öyle davranmıyordu. Sırf bu yüzden canlıların türlü türlü sıkıntıyla karşılaşıyor olmaları pek muhtemeldi. Tüm bunlar çok tuhaftı. Ölü eşeğin yanındaki çimenlerden bazıları dedikodu olarak birbirine şunları söylüyordu:
_ Oh! Canıma değsin iyi ki öldü, dün zavallı kavak ağaçlarını tekmelerken hiç de şimdiki gibi masum görünmüyordu.
Bir diğeri, “Aman altı üstü bir eşek değil miydi? Konuşmaya bile değmez.” Diyordu
Tüm bu konuşulanların yararsız bilgi taşıdığını düşünen kavak ağaçlarının altındaki anne çimen ise yavrularının kulaklarını kapadı. Dedikodular sürüp gitti ancak konuşmalar gittikçe seviyesizleşiyor, hakaretlere varıyordu. Anne çimen asla gereksiz konuşmazdı, bu sebepten hiç konuşmadı. Esasen konuşma veya ses yoluyla iletişim ilkel canlılar için bir rahatlama aracıyken olgun ve bilge olanlar için ise suskunluk veya sessizlik bir rahatlama, ferahlama aracıydı.
Çimenler gözü, kulağı ve koklama duyusu olmayan canlılar olmasına karşın tüm bu iletişim ihtiyaçlarını sadece dokunarak karşılayabiliyorlardı. Ve birbirlerini anlayabiliyorlardı. Anne çimen, kısacık ömrüne nasıl bilgeliği sığdırmıştı? Bilgeliğe ulaşmanın, kısacık bir yolu var mıydı? Şayet, böyle bir yol varsa o da özümseyerek canlıları ve doğayı gözlemlemek ve okumak olmalıydı.
Eşekler, gün batımından sonra; açlığın etkisini hissetmeye başladılar, İlkin Kara Eşek, Anne çimeni ve yavrularını yedi, daha sonra diğer eşekler, meraya salınmış koyunlar gibi otları ve çimleri yemeye başladılar, güneş ve ay her zamanki, naiflikleriyle yumuşacık, kadifemsi, bir geçişle devri gerçekleştirdiler, derenin ruhu dinlendiren sesi, baykuş, cırcır böcekleri ve kurbağa sesleri, anlamsız ama uyumlu bir senfoninin dinletisini sunuyordu, ancak baykuşun boğuk ve ürkütücü sesi diğer bütün sesleri bastırıp; sarp kayalıklara çarparak geri geliyor, etrafta yankılanan, bu yürek yakan ses, doğayı ve canlıları, esir alıyordu.
Eşekler, karınlarını doyurduktan sonra; Kara Eşeğin isteği üzerine, toplandılar, önlerine bir plan koyup, bu planı işletecekti. Konuşmasına:” Yollar sizi eninde sonunda amacınıza götürecektir. İşte bu sebepten, mutlaka yolda olmanız gerekir. Şayet yolda değilseniz, talih sizi teğet geçer, istediğiniz, arzuladınız her neyse ona bekleyerek ulaşamazsınız. Bu saatten sonra; şahit olduğunuz üzere ölüm dahil, her türlü zorluk bizi beklemektedir.”
Eşeklerden bir tanesi, konuşacak gibi oldu, fakat konuşmadı. Kara Eşek, bir an için, tüm benliğiyle o eşeğin söyleceklerini dinleyecek, ruhundaki eşsiz yalnızlığı, söküp atacaktı. Eşeğin susması, Kara Eşeğin arzusunu, kursağında bıraktı. Kara Eşek, o etkileyici, büyüleyici iri kara gözlerini Gri Eşeğe dikerek:”, sen kuzeye gideceksin. Sadece, özgürlük üzerinden propaganda yapacaksın, onlara istedikleri herşeyi Gönül rahatlığıyla gerçekleştireceklerini, bunu gerçekleştirmek için; ne ama ne gerekiyorsa; yapmaya hazır olduklarını söyleyeceksin. Asla onların dediklerini inkar etmeyeceksin. Eşekleri, hiçbir şeye zorlamadan her dediklerini yapacaksın. Sana inananları alıp bana getireceksin. Senin görevin budur. Hemen şimdi yola çıkacaksın. Dedi.
Yeşil eşek, görev istercesine göğsünü hafif dışa doğru kabarttı. Kara eşek, yeşil eşeğin bu davranışını beğendi, gözlerini onun büyüleyici irilikteki, boş ve umutsuz bakan gözlerine dikti, yüksek, Keskin ve net bir sesle: “yeşil eşek, hemen şimdi hiç vakit kaybetmeden, bu gece, sen güney yurduna gideceksin. Onlara zenginliği vaat edeceksin ne söylerlerse söylesinler onlara istedikleri her şeyi ulaşabileceği bir zenginlikten bahsedeceksin para ve zenginlik başka hiçbir şey söylemeyeceksin, Hadi yeşil eşek sen de güneye..! hemen şimdi yola çık!” Dedi Yeşil eşek, tek kelime dahi etmeden başıyla tüm söylenenleri onayladı ve yola çıktı.
İNTİKAM
Kara eşek gözlerini yerden kaldırmadan:” sen de bana bir ceza ver, ödeşelim.” Dedi
Bembeyaz eşek:” hayır”! diye yanıtladı
Kara eşeğin gözleri yerde: “ ben intikamın gerekliliğine inanıyorum yoksa bütün kötüler kötülük yapmaya devam eder.” Dedi Bembeyaz eşek, onun bu sözlerini: “yanılıyorsun Kara eşek, hem de çok yanılıyorsun. İntikam almak ve suçluyu cezalandırmak aynı şey değildir. İntikam almak iyiliğin boynuna kement vurmaktır. Oysa adalet üzere verilmiş bir ceza gerçek bir arınmadır. Affetmenin ne kadar kıymetli olduğunu öğrenmen için seni affederek cezalandırılıyorum. Çünkü bu benimle ilgili bir şey. Şahsıma yapılmış bir kötülüğü affedebilirim. Sakın intikamın peşine düşme! İntikam iyiliğe kement olduğu gibi kötülüğüm de içerisinde hapsolmak, kötülüğe hayatında yer açmaktır. Hükmedemediğin bir gücün kemendini elinde tutmak kadar tehlikeli bir şey olamaz. Seni nereye sürükleyeceğini kestirmek imkânsızdır. İntikam kötülüğün tohumudur, bir tohum ekersin sonsuza kadar çoğalarak devam eder. Affetmekse iyiliğin tohumudur, onu merhametle dolu bir yüreğe ekmen yeterlidir. Sonra sonsuza kadar tohum veren bir ağaç gibi sürekli yemişini yersin artanı da dağıtırsın, kurusu da yaşı da fayda verir, çürüse bile... Sen kötülüğün tohumunu ekersen yarına kötülük tohumları saçan bir ağaç bırakmış olursun. Affetmeyi seçersen iyiliğe veya onun olma ihtimaline bir fırsat vermiş olursun, sakın kötülüğe hapsolma kötülük nefretle başlar ve nefret intikamla sonuçlanır affetmeyi seçersem kanatların varmış gibi hafif olur, arkana bakmadan gitmeyi öğrenirsin ürkek olmadan yüreğinle doyasıya yaşamayı öğrenirsin.” Dedi.
Rüzgar bembeyaz eşeğim sözlerini desteklercesine hızını kesti ve her iki eşeğin yüzünü yumuşak yumuşak yalamaya başladı, her ikisinin arasından sabır ile yavaşça aktı gitti. Kısa süreli bir dalgınlıktan sonra eşekler bir rüyadan uyanmış gibi birbirlerine baktılar. Kara eşek rüzgârın yumuşaklığından cesaretlenip bir an için o, hırsla dolu kafasını yerden kaldırdı, bembeyaz eşeğin gözlerine baktı, tekrar başını yere eğdi. Bembeyaz eşek, Kara eşeğin bu davranışını utanmaya yordu. O utanmanın asaletten olduğuna, kötülükte daha ileriye götürmekten alıkoyduğuna, -her zaman ama her zaman-, aşırılıktan ve ondan korunmak için bir kalkan olduğuna inanırdı. Kara eşek başka bir söylemedi ancak mutlu değildi, varılan nokta itibari ile kendisini kaybetmiş hissediyordu oysa Kara eşek ısrarla kazanmaya ve sözünün mutlak bir şekilde dinlenmesi gerektiğine inanırdı. Taviz vermenin kaybetmek olduğunu düşünürdü. O bu fikrini öyle içselleştirmişti ki kendini okyanusun en derin noktasının en dibindeki damla gibi hissediyordu.
Kara eşeğin bu düşüncesi gerçekten doğru muydu, taviz vermek kaybetmek miydi, affetmek korkaklık mıydı, ya da ikisinin arasındaki fark neydi, gerçekten kendine güvenmeyen güçlü olmayan bir eşek kendisine yapılan bir kötülüğü affedebilir miydi ya da bu kötülüğü kendisine hiç yapılmamış sayabilir miydi. Kara Eşeğin beyninden geçirdiği soruların baskısıyla bir anda: “Nasıl olur da sana yapılan bir kötülüğü görmezden, gelirsin hiç olmamış gibi sayarsın, bu düpedüz korkaklık..” dedi.
Yetişkinliğe henüz adım atan Bembeyaz eşek, tüm sevimliliği ile ona gayet sakin net cevap verdi.
- Kara eşek, affetmek güçten gelir, Pekâlâ, seni ısıran bir sivrisineğe öfkelenebilirsin ancak ondan intikam almayı düşünmezsin. Pekiyi neden? Çünkü senin bakışına göre o minicik ve senden zayıf. Haliyle affetmek bilinçli bir tercih olarak yapıldığında sonsuz bir gücün işaretidir. Korkaklık ise pes etmek, veya aciz olduğuna inanmaktan gelir. Nasıl olur da affetmeyi korkaklık sayarsın.
Kara eşek duyduğu bu kelimelerden sonra başından kaynar sular döküldü, kaybetme duygusu tüm ruhunu sardı, atan bir kalp gibi onun beyninde tekrar zonklamaya başladı, Bembeyaz eşek haklıydı hem de haklılığını, rakibini tek kılıç darbesiyle alt eden bir savaşçı kadar başarılı bir şekilde sergiliyordu. Zavallılık ve acizlik duygusu vücudu saran bir kanser hücresi gibi Kara eşeğin ruhumda yavaş yavaş kök salmaya başladı. Kara eşek, o an için kendini geliştirmekten başka hiçbir şey düşünmedi. Acizlik ve başarısızlık onun kendisine inancını koskoca bir kayayı bir anda toz bulutuna dönüştüren bir dinamit gibi tuzla buz etti. Az önce yavaş yavaş esen rüzgar Kara Eşeğin bir toz bulutuna dönüşen paramparça ruhunu süpürdü, tek bir kelime bile edemedi Kara eşek, arkasına döndü ve uzaklaştı, Bembeyaz Eşek, arkasından ona gururla ve onurla baktı. Kara eşeğin hayatta muvaffak olmasını ve muzaffer olmasını çok istiyordu. Gerçek anlamda ona tahammül eden tek eşekti ve kara eşek bütün yaşayışıyla bütün varlığıyla, hatalarıyla, davranışlarıyla Bembeyaz eşeğe sürekli örnek alınmaması gereken bir model oluyor, aklın en değerli seviyesi olan diğerlerinin hatalarından ders çıkarmak, bembeyaz eşeği sürekli zirveye çıkarıyor, usta bir heykeltıraşın gerçeklik ve sanatın harikulade birlikteliğinden doğmuş bir eserine dönüşüyordu.
TECRÜBE
Kara eşek, yoldaşlarının ardından onlara tıpatıp benzeyen yeni eşekler atadı atamasına da ruhu asla eski ruhu olmadı. Ruhunu saran kuşku ve kendini sorgulama, uykularını kaçırır olmuştu. Her şeyden ve herkesten kaçabilir veya her istediğini yapabilirdi. Ancak düşman kendi benliği olunca ne yapsındı. Her anında kendisiyle yüzleşmek, çekilir elem değildi. Pes etti. Tüm eşek diyarına, doğu, batı, kuzey ve güney diyarlarına haber saldı. Kendisine tüm hakikati olduğu gibi söyleyecek bir yaver bulmak ve tahtını ona bırakmak istiyordu. İlk Batı yurdu, haberi aldı. Hemen en zeki ve diplomatik eşeklerini Kara Eşeğe yolladılar. Kara Eşek, yeryüzünün en görkemli mağarasındaki tahtının hemen yanında bir sağa bir sola hiç durmadan yürüyor, heyecanla başvuracak eşekleri bekliyordu. Temiz ve kapkara başı yıllardır ilk kez umut ve belirsizliğin yarattığı heyecanla dolmuş, kurumuş ruhu hakikat arzusuna tutulmuştu. Yıllardır ilk kez muhtaç hissediyordu. Muhtaç hissetmek bir eşeği hayata bağlar mıydı, bağlıyordu işte... Sahiplik ne kadar bir eşeği umutsuzluğa sürüklüyorduysa muhtaç olmak o denli hayata bağlıyordu. Yüreği bir nehrin kaynağı gibiydi. Fokur fokur kaynıyor, kabına sığmıyordu. İri büyüleyici bakışlara sahip gözleri artık korku salmıyor, bir yavru eşeğin annesinden sevgi dilenen bakışlarını andırıyordu. Ruhunda hissettiği heyecan ve ihtiras tüm mağaraya yayılıyor, mağaradaki tüm canlılara da olumlu yönde tesir ediyor Kurumuş, verimsiz topraklarda derin bir uykuya yatan umutsuz ve çaresiz tohumların bir anda su görmesi gibi mağaradaki tüm canlılar, şaşkınlıkla uykularından uyanıyor; umut etmenin, beklentinin karmakarışık var etme ve var olma çabasına istemsizce dahil oluyordu. Kara Eşeğin yaydığı ümit ona kat ve kat geri dönüyor, onun çorak ruhunu besliyordu. heyecanlıydı Kara Eşek. Heyecan ki ne heyecan... dillere destan bir heyecan... Yerinde duramıyordu. Bir sağa bir sola dolanıyor, arada bir de mağaranın kapısına bakıyor. Ve sürekli bunları tekrar edip duruyordu. Günlerce aynı heyecan ve bekleyiş ile bekledi, durdu.
Bir kaç hafta sonra kapıdan kızıl bir eşek belirdi. Kara eşek onu kapıda karşıladı. Daha sonra tahtına oturdu ve sordu:
- Sen kızıl eşek, yaverim olabileceğine ve bu oturduğum tahtı hakkettiğine inanıyor musun?
- Ne münasebet, ona siz layıksınız.
- Çıkabilirsin
Kara eşek, başka bir şey sormadı, içindeki o yavrumsu heyecan yerini bir anda kasvetli bir umutsuzluğa bıraktı. Ama çok uzun sürmedi. Arayış böyle bir şeydi, daima eşek ruhunu beslerdi. Tahtından kalkan Kara Eşek bir sağa bir sola tekrar dolanmaya başladı. Bazen de kesik kesik mağaranın kapısını gözlüyordu.
Kara Eşeğin eski yaveri tüm ürkekliğiyle Kara Eşeğe yanaştı. Kara Eşek emin ve ne bir şekilde:
- Senden olmaz, olsaydı böyle bir arayışa girmezdim. Evet, zekisin bütün konularda kayda değer bir yol buluyorsun ama ben hakikati söyleyecek bir eşek arıyorum. Bu saatten sonra ne sen hakikati söylersin ne ben sana itibar ederim.
Eski yaver sustu. Köşesine zavallı bir eşek gibi çekildi. Kara eşek, heyecanla beklemeye koyuldu. Gece sabah olmak bilmedi, heyecan nasıl bir şeydi ki, hayata bağladığı kadar gerçeklik ve hakikatten de o denli alıkoyuyor, Zamanla münasebeti hiç olmadığı kadar, -bir sevgilinin diğer sevgiliye işve ve cilveleşmesi gibi- resmiyetten çıkarmayı basarabiliyordu. Tüm bu naz ve cilvelere karşın zaman kendinden emin bir biçimde akmanın, sadece akmanın kudretindeydi. Ama eşekler, hissettikleri her şeyi zamana atfetmeyi severlerdi. Onlar durgunluğu, hızı zamanla ilişkilendirmeyi, tanımlanamayan müzmin bir arayışın biricik reçetesi olarak görmeyi tercih etmişlerdi.
Her ne şekilde ve nasıl olduysa, oluyorsa tüm heyecana ve sonucu kesin olan belirsizliğe rağmen zaman aktı, sabahı buldu. Heyecan ise zamanı yavaşlatmaya hatta durdurmaya kabil biricik sevgili olduğuna inanmaya devam ederken gün ışığı berrak, yalın ve saf umutları sırtlayan bir elçi gibi torbasındaki her şeyi sunmak üzere kendinden emin bir şekilde mağaradan içeri süzüldü. Bu umuttan en çok Kara Eşek nasiplendi. Gece boyunca nerdeyse hiç uyumayan Kara Eşek, deliksiz bir uykudan uyanmış gibi tahtına yerleşti. Ve kapıyı gözlemeye koyuldu. Heyecanın etkisiyle zaman yine nazlanmaya başlamıştı ki kapıdan tüm ihtişam ve zarafetiyle batının yaver adayları kibarca tek tek selam verip eğilerek içeri doluştular. Selamları kabul eden Kara Eşek, sadece tek bir eşeğin kalmasını ve diğerlerinin kapıda beklemesini söyledi. Eşekler, biri hariç dışarı çıktılar Neredeyse en çirkinleri boyca en uyumsuzları, duruşu, bakışları ve tavırlarından açıkça belli olan en aptalları kalmıştı. Sistematik bir şekilde algı yönetmek bu olsa gerekti. Beklentiyi düşük tutup sonuç alma isteği... Bu durum hakikati gizlemek için yeterliydi. Kara eşek hiçbir soru sormadı tüm batı yaver adaylarını geri gönderdi. Batının Yaver adayları çok şaşkın olmakla birlikte Kara Eşeğin zekasına ve aklına hayretle saygı duymaktan kendilerini alamadılar.
Aradığını bulamayan Kara Eşek ölüm saçan bakışlara büründüğü tahtında, tekrar beklemeye koyuldu. Kötülüğü bilmek onun önüne geçmenin biricik yoluydu. Dolayısıyla Kara Eşek, yeryüzündeki tüm kötülüklere vakıf bir eşek olarak kendi rızası dışında kötülüğün hüküm sürmesine izin vermezdi. O sadece arınmak istiyordu. Hem de hiçbir şeyin asla eskisi gibi olmayacağını bilerek...
Güneş tüm varlığı ile kendini hissettirmeye hatta dayatmaya başladığı öğleden sonra hafif bir uykuya ihtiyacı olduğunu hisseden Kara Eşek, kendi odasına çekildi. Hiç kimseyi kabul etmeyeceğini bildirdi. Ruhunu gereksiz kaygıdan arındırmak, evrenin mutlak döngüsüne dahil olabilmek, evrene korku ve ölüm saçan büyülü bakışlardan kurtulmak için harikulade güzel kara gözlerini kapatıp tatlı bir uykuya daldı.
BULMAK VE KAYBETMEK
Kara Eşeğin mağarasının kapısında biriken yaver adayları sürekli artıyor, içeri girenler de hemen çıkıveriyordu. Belliki Kara Eşek, Ne istediğini biliyordu. Ve anlaşılan istediği o şeyi hiçbir eşek karşılamıyordu. Bir süre sonra yoruldu. Mağaranın kapısına çıkıp bekleyen tüm eşeklere gitmelerini söyledi. Ve eşekler oradan ayrıldılar. Kara Eşeğin bu metodu da bir ayıklama biçimiydi, aradığını bulamamış olmanın derin hüznü ile mağaraya döndü, yorgun omuzlarını dik tutma gereği hissetmedi. Çökük omuzları umutsuzluk ve çaresizliği temsil ediyordu. Çaresizliğini omuzlayan Kara Eşek tahtına geri çekildi. Varlık ve yokluk, madde ve madde dışı her şey anlamsızlığa büründü. Kara Eşek, yere bakıyor, bazen güçlü dişlerini sıkıyor, burnundan soluyordu. ara ara gözlerini kısıyor ve derin düşüncelere yol alıyordu. Buna rağmen ruhunda aptallık derecesinde filizlenen bir beklenti sürekli büyüyor tüm evreni kuşatıyordu. Kara Eşeğin ruhu yaşananlardan yorulmuş, onu devasa bir sessizliğe itmişti. Hiçbir şekilde konuşmuyor, hiçbir şey istemiyordu. Tüm gününü mağaranın kapısından dışarıyı seyretmekle geçiyor, olduğu yerde yatıyordu. Yaveri her öğün ona yiyecek bir şeyler bırakıyor, uyuduğunda da üzerini örtüyordu. Kara Eşeğin bu umutsuz bekleyişle olduğu yerde sızdığı bir gece doğu diyarından yaşlıca bir bilge Kara Eşeğin başında belirdi asası ile Kara Eşeği dürttü, Kara Eşek bir hiddetle uyandı. Başında bekleyen bilgeye kızıp durdu. Bilge ona cevap vermedi. Kara Eşek sakinleştikten sonra sordu:
- Kimsin
- Senin yeni yaverin
- Bu tahtı hakkettiğini mi düşünüyorsun.
- Onu bilmem ama sen hak etmediğini düşünüyorsun. Ve o tahtı senden çok hak eden bir eşek arayışındasın.
- Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın
- Zavallılığını, acizliğini hiddetinle gizleme, hakikat kendini anlatma ihtiyacı hissetmez. O her zaman her yerde ve herkes için ortadadır. Ben gidiyorum. Sen hakikati taşıyamazsın, senin benliğin kibirde kaybolmuş
Bilge Eşek, daha sonra tek kelime etmeden, ardına bir kez olsun bakmadan yavaş adımlarla asasını yere vura vura mağarayı tek etti. Kara eşek, mağaranın kapısından Bilge eşeği gözden kaybolana kadar seyretti. Günün ve gecenin buluştuğu ışığın yeryüzüne umut ve bereket saçtığı o şafak vakti bilge eşek, bir su buharı gibi uçup gitti.
Kara eşek, üzerindeki mahmurluğu atar atmaz, yaverini çağırdı.
- Dün gece bir rüya gördüm.
- Hayırdır
- Tam yaverimi buldum ki beni azarladı gitti
- Efendim rüya değildi.
- Nasıl?
- Gerçekti. Tüm nöbetçileri ve beni de azarladı.
Kara eşek, yaverine inanmadı kapıda bekleyen nöbetçi eşeklere sordu. Cevap aynıydı. Gece tüm yaşadıklarını rüya zanneden Kara Eşek başından kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Saatlerce nasıl, diyerek tekrar etti durdu. Kendine geldikten sonra yaverini çağırdı.
- Ben öldükten sonra tahtımı O bilge eşeğe bıraktım, sağlığımda veya ölümümde geldiği gibi tahtım onundur. Bu eşeğin kim olduğunu araştırın, tüm yeryüzüne vasiyetimi bildirin.
- Ama efendim o doğuluydu.
- Fark etmez, hakikatin yönü olmaz. Bir şey ya hakikattir yada değildir.
DİPLOMASI
Kara eşek, Boz eşeğin gözlerine bir kavgadan sonra oluşan ağır ve belirsiz hava içerişindeymiş gibi baktı, diğerlerinden çok severdi onu, aslında; onda yavruluk dönemini görürdü. Zeki, çalışkan, ancak muvaffak olamamış bir eşekti O. Boz eşek, bir an için boş bulunmuş ve asilere takılmıştı. Kara eşek, Boz eşeğin kendisi ile geldiğini görünce de pek şaşırmış bir o kadar da sevinmişti. Anıların ve zamanın kendisine yüklediği engelsiz boşluktan silkelenip son derece ciddiyetle Boz eşeğin gözlerine baktı, dokunmayı sevmediği halde Boz Eşeğin sol omuzuna yumuşak ve güven veren bir dokunuş ile dokundu:” sen Doğu yurduna gideceksin boz eşek.” Dedi. Kara Eşek.
Kendisine dokunulması ile birlikte topraktan uyanmak için mevsimini bekleyen bir tohum gibi canlanan Boz eşeğin, içerisindeki inanç ve azim uyanarak kabuğunu kırdı, yüzündeki umutsuz ve aptalca bakışlar, yerini yaptığı işten son derece emin ve tecrübeli bir büyücünün kirli ve güçlü bakışlarına bıraktı. Boz eşek çok zekiydi, konuşmak istedi ancak konuşmadı. Geceye gebe bir akşamın serinliğinde yola koyuldu, Taşlı ve kel düzlüklerin yeryüzüne sunduğu anlamsız uyumun ve zarif ihtişamın varlığını ve estetiğin hazzını sorgulamadan göze girmeye çalışan temiz ancak anlamdan uzak bir yavru gibiydi. Tepelerin arasından kendinden emin adımlarla yavaş yavaş yürüyerek gözden kaybolana kadar kara eşek onu seyretti. En zorlu görevin Boz Eşeğe verilmesi Kara Eşeğin Boz Eşeğin zekasına güvendiğinin açık işaretiydi.
Doğu diyarı son derece kapalı, fikir olarak çok ilkeldi, modern iletişim becerileri pek gelişmemişti sadece geçmişleriyle övünen bir topluluktu. Doğulular, gururlanmak istediklerinde babalarının, dedelerinin, atalarının kahramanlık öyküleri ile övünürler, hiçbir eleştiriyi kabul etmezler, övülmekten çok hoşlanırlardı. Asıl geri kalmalarının nedeni onların eleştiriye olan tahammülsüzlükleriydi. Her ne kadar katı ve dik kafalı olsalar da övüldüklerinde yelkenleri suya indirirlerdi. Ancak sezgileri güçlüydü. Onlara övgü kararında ve ciddiyetle yapılmalıydı. Boz eşeğin denge, ciddiyet ve övgü ile örülü net ve şeffaf bir iletişime ihtiyacı vardı. Bunu başarmak kesinlikle kolay değildi. Zaten kolay: tahammül ve sabrın karaktere tekâmül etmesiydi. Kaldı ki tahammül ve sabrın bir karaktere dönüşmesi tesadüfler dışında ciddi ve samimi bir disiplini gerektiriyordu. Böyle olunca imkansıza kolay demek daha mantıklıydı. Ancak; mutlak güç, kararını çoktan vermişti. Evrenin üzerine kurulmuş olduğu denge, bazen imkansızı tesadüflere bürümeyi tercih ederdi. İşte böyle zamanlarda imkansızlık ve kolaylık anlamını yitirir, süslü ve devasa bir balonun varlığını borçlu olduğu havanın uçup gitmesiyle pörsüyerek tüm ihtişamını kaybeder, gerekçe anlamsızlığa bürünür, şans ile tarif edilen büyülü ve arzulanan bir tesadüf yumağına dönüşürdü.
Akşamın kızıllığı, yerini tüm görkemiyle demini almış lacivert bir geceye devretmek üzereydi. Tepelikleri birer birer aşan boz eşek, yalnızlığın ağır ve düşmanca yüzünü şimdilik o körpe ve temiz ruhunda hissetmiyordu. Doğu liderinin huzuruna vardığında takınacağı ciddiyet ifadesini mümkün olduğunca Kara Eşeğinkine benzetmeye çalışıyor, bunu tam anlamıyla başaramadığını hissediyor, somurtmak ve ciddiyetin ayırt edici özelliğinin asil bakışlar olduğunu henüz bilmiyordu boz eşek, hem bilse de asaletin ağırlığını taşıyacak bir ruha sahip değildi. Yüzündeki avanaklık duygusunu çatılmış kaşlar ve yere doğru bükülmüş dudaklarla destekliyor, takındığı yüz ifadesinin suratında bir maske gibi durduğunu hissedebildiği için pek bir rahatsızlık duyuyordu. Azimliydi Boz Eşek, yüzündeki ifadeyi defalarca deneyerek ilerliyor, etrafında olup bitenlerle hiç ilgilenmiyordu. Gecenin derinliğini ölçen yer yer ritmik ve uyumsuzluğun keyfiyetindeki garip ama huzur dolu sesleri de duymuyor, umursamıyordu. Oysa Boz Eşek, ruhunu geceye teslim etse o doğal, ciddi, asil ve bilge bakışlara zaten ulaşacaktı. Yapaylık eşeklere özgüydü. Doğa içten ve samimi olduğu kadar bilgeliğini paylaşma konusunda da son derece cömertti hâlbuki... Eşekliğin en ilkel icadı olan ezber, Boz eşeğin çiğ ruhunu sarmış, tüm hükümdarlığını ona yoğunlaştırmak için kendini tekrar edip duruyor. Alışkanlık ile kendini makbul gösteriyordu. Boz eşek de ruhunu ezbere emanet etmiş, gerçekte tek bir adım dâhi ilerleyebilememişti. Aşinalıktı evet, evet aşinalıktı vardığı sonuç; yeni yüz ifadesine olan aşinalık... hissettiği bu aşinalık ile yapay başarı duygusunu ruhunda hissetmeye başladı.
Yeni ve yapay yüz ifadesine olan aşinalığıyla tepelikleri aşan boz eşek bir nehre vardı, nehir boyunca ilerlerken Kara eşeğin kendisine söylediği her şeyi kafasında iyice kurguladı, Doğu diyarına vardığında doğu diyarının liderini övecek, Doğu diyarının bütün toy ve güçlü eşeklerini yanına alacaktı. Eğer Övgü işe yaramazsa o zaman da kendini acındırarak Kara eşeğin onlara muhtaç olduğunu, mümkün olduğunca liderin duygularını sömürerek Doğu diyarındaki eşekleri yanına alacaktı. Doğu diyarının liderine durumu anlatacak o da en güçlü eşeklerini Kara eşeğin hizmetine keyifle verecekti. Doğu diyarı eşekleri Kara eşekten çok korkarlardı ve ona yaranmak için her şeyi yapabilirlerdi. Ancak bir şeyin kendisi ve gölgesi veya temsilcisi aynı şey değildi. Korku her ne kadar korkulana karşı sonsuz bir gerçeklik barındırsa da etkisi ve şiddeti için bunu söylemek mümkün değildi. Kara eşekten korkmak ve Boz eşekten korkmak aynı anlama gelmiyordu. Aslında kendi hür fikirlerine inansa boz eşek, hakikati tüm çıplaklığı ile gözlerdi. lakin kendi fikirlerinin kayda değer olduğundan, kalitesinden, özgünlüğünden emin olacak bir akla sahip değildi. Bu kadar zorlu bir görevi üç beş kelimeyle halletmek zeki olmayan veya zekasını kullanmayan bir topluluk için mümkündü. Ancak doğu diyarındaki eşekler son derece zeki, çalışkan, merhametliydiler. Zekânın kurumsal hali olan akıl, hüküm sürebilmek için sorgulamayı ve saygınlığı gerektirdi. Doğu diyarındakiler sorgulamayı sevmezler ve sorgulatmazlardı. Gerçekte olmayan şekilden ibaret bir saygınlığa sahiplerdi. Bu da sürekli gelişen aklın hüküm sürmesini engellerdi. Buna karşın doğu eşekleri zekalarını en ince detayına kadar esprili konuşmalarında hissettirirlerdi. Onlar liderlerine, önderlerine çok bağlıydılar, onlara bu öğretilmişti. Şekilden ibaret ve mecburi bir saygı ve ölümüne sadakat... Sadık oldukları için asla önde gelen eşeklerin sözünden çıkmazlardı. Böyle olunca bütün eşeklere ulaşmak sadece zaman kaybıydı. Lidere ulaşmak ve onun karar almasını sağlamak yeterliydi.
Nehir kenarında gecenin kendini dayattığı bir zamanda, yavaş ve emin adımlarla yürüyen Boz eşek, bulduğu ilk koca ağacın dibinde durdu, ağacın dallarından kendine yerde bir yatak yaptı, üzerini örtmek için ağaçların yapraklarını ve ince dallarına kullandı, yolu uzundu, dinlenmeliydi, her ne olursa olsun doğu diyarındaki eşekleri ne bakışları ne de sözleriyle incitmemeliydi şayet küçücük bir yanlış yapsa Doğu diyarındaki eşekler onu affetmezdi ve düşünmeden yargılamadan infaz ederlerdi. Doğu diyarındaki eşekler liderin vermiş olduğu emirlere uymak ile terbiye edildikleri için verilen bir emir ile boz eşeğin hayatı tehlikeye girebilirdi. Boz eşek Doğu diyarındaki eşeklere yaklaşımı belirledikten ve onlarla konuşacağı bütün kelimeleri tek tek beyninde kurgulayıp seçtikten sonra ancak yatabildi. Özellikle iki anlama gelecek veya yanlış anlaşılmaya müsait bütün kelimeleri tek tek seçti. Boz eşek, yüzündeki mimiklerin ve bakışlarının da aynı şekilde başka anlamlar ifade etmemesi için alabildiğince sakin ve mimiksiz bir yüz ifadesi takınmak konusunda da kendini netleştirdi tamamıyla diplomatik bir tutum takınacak, hiçbir şekilde basitliğe, hafifliğe düşmeyecekti.
Boz eşek gün ışımadan uyandı , yattığı ağacın altındaki tüm izleri sildi, temizledi. O bu davranışını küçüklüğünde öğrendiği bir güvenlik alışkanlığından kaynaklı yapardı, arkasından iz bırakmayı kesinlikle sevmezdi, bütün yaprakları ve dalları en yakın yakındaki dereye döktü, biraz sonra tekrar yattığı yeri kontrol etti, özellikle ilk andaki gibi olmasına gayret gösterdi ve gideceği yönün tersine birkaç toynak izi bıraktı, daha sonra bedenini saran açlık duygusunu gidermek için etrafına bakındı, etrafında en sevdiği iğneli deve dikenlerini göremedi, tekrar tekrar bakındı ancak; sevdiği deve dikenleri yoktu. Basit ve ucuz duygularla dolu yüreğini deve dikeni bulma arzusuyla doldurarak tekrar yola koyuldu, eğer; yolda denk gelmezse görmezse çimenlerden yiyerek doğuya doğru ilerlemeye devam edecekti.
Günün enerjisi ve hareket etmenin vücutta oluşturduğu hafif mutluluğun etkisiyle Boz Eşeğin beyninde bir çok şey durulanmıştı. Artık ne yapacağını nasıl bir tavır takınacağını biliyor, kendinden emin adımlarla ilerliyor, aynı zamanda etrafında yiyebileceği lezzetli bir şeyler olup olmadığına da özellikle dikkat ediyordu Boz Eşek. Ancak aradığı deve dikenlerinden etrafında hiç yoktu, istediği lezzetli otlardan bulana kadar bir şey yememeye kararlıydı . enerjisini boşa harcamamak için çok hızlanmıyor aynı tempoda yoluna devam ediyordu. Yolda irili ufaklı taşlar ve uzun süredir hiçbir canlının bu yoldan geçmediğine işaret eden başı dik minik çimenler görüyor, çimenlerin yolu güzelleştirdiğini düşündüğü için çimenlere basmıyor yoldaki boşluklar üzerinden ilerliyordu Boz Eşek. Onun bu davranışı tamamıyla içgüdüseldi. Sadece anlık ihtiyaç duygusundan ileri gelen basit ve gereksiz bir kaygıydı. Yol geniş düzlüklerin içerisinden bir yılan gibi kıvrılarak ufuk çizgisinde birleşip manasızlaşıyor, yakın iken önemli görünen ancak zaman ile ölçüldüğünde anlamsızlaşan her şey gibi mesafe de zamanın uşaklığıyla övünmekten öteye gitmiyordu.
Boz eşek, ufka doğru baktı, ufukta sonsuz bir düzlükten başka bir şey görünmüyordu. Bu sonsuz düzlük hissi Boz eşeğin içine haklı bir karamsarlık çökmesine neden oldu. sonsuz düzlük hissi herhangi bir eşik bulundurmadığı için; Boz eşeğin içinde biriktirmiş olduğu eksiklikleri başarısızlık duygusunu bir anda açığa çıkarttı. O bu duygudan ölesiye vazgeçmek istiyordu zayıf ve ince toynaklarını ani, sert bir şekilde toprağın göğsüne vurmaya başladı ancak hızlanmadı, sarıya çalan beyaz ve bakımsız dişlerini sıktı, kuyruğunu arka iki bacağının arasına dik bir şekilde sıkıştırdı ve bir anda kaskatı kesildi, vücudu titremeye başladı, olduğu yerde çöktü kaldı boz eşek. Bütün vücudunu saran titreme bir türlü geçmek bilmiyordu O kendini çok iyi bilirdi umutsuzluk her zaman onda karakteristik bir travmaya neden olurdu bunu atlatmanın biricik yolunu biliyordu. Biraz dinlenmeye karar verdikten sonra sağ ve sol toynağını mümkün olduğunca gerdi. kendisini güvende ve emin hissetmesi gerekiyordu. etrafındaki temiz sağlıklı havadan ciğerlerinin en ücra köşelerine değin hissedilene kadar derin hızlı nefesler alıp verdi, kılcal damarlarına değin varan hava onu sakinleştirdi, kaskatı kesilen kuyruğunun ucunu zorlamadan yavaş yavaş, kendi kendine hafiften oynatmaya başlayarak hareket ettirdi. Boz eşek sakinleşip normalleştikten sonra tekrar ayağa kalktı ve yine ufuk çizgisine baktı. Bir boşluk ve bir yokluktan başka bir şey göremedi. Ruhunu ve bedenini travmatik bir umutsuzluğa sürükleyen bu duygu aslında korkuydu. Sonsuzluk hissi de ağır ve ciddi bir korkuyu barındırıyordu. Anlamsızlık, imkansızlık ve korku... Bitmeyen bir korku... Boz eşek, sonsuzluk hissiyle birlikte büyüyen bu korkuyu yok etmek için kendini kandırarak ufuktan hemen önce bir ağaç olduğunu varsaydı ve o ağaca ulaşması gerektiğine nihayet kendisini ikna etti. Az önce ilerlemeye devam ettiği şekilde sakin ve istikrarlı adamlarla tekrar yola koyuldu, yer yer yeni doğmuş çimenlerle bezeli yolda yine çimlere basmamaya özen göstererek ilerlemeye devam etti. Boz eşek, ufka baktıkça ufuktan önce bir ağaç görüyormuş gibi hissediyordu ve gayesi, biricik gayesi: Olmayan bir ağaca varmaktı. Bir süre sonra gerçekten bir ağaç varmış gibi hissetti. Böylece bu ağır korkudan kurtulmuş oldu. Ruhunu saran korkunun etkisi azaldıkça açlığını hissediyor, etrafına en dikkatli şekilde yiyebileceği lezzetli deve dikenlerini görebilme umuduyla ilerliyordu. Yer yer minik tepeciklerde dönüşen düzlüklerde boz eşek her ne zaman hafif bir vadiye varsa yavaşlama ihtiyacı hissediyordu ki vücudu ona yorulduğunu ve dinlenmesi gerektiğini söylüyordu. Buna rağmen boz eşek, kararlı adımlarında hiçbir değişiklik göstermeden aynı tonda ilerleyerek devam ediyordu.
LİYAKAT VE MUTLULUK
Yeni düzende cesaretin ve hakikatin biricik sahibi Kara eşek, ruhundaki yalnızlığı unutmak ve bir nebze olsun ruhunu ferahlatmak için sürekli kurallar koyuyor ve bu kuralları değiştiriyordu. Her yeni güne korku ile bezenmiş belirsizliğin girdabında uyanan eşek diyarı, daha bir ürkütücü ve tedirgin ediciydi. Ancak Kara Eşeğin kadim yoldaşları ruhlarını korumak adına cesaretten beslenmeyi başarmış ve cesaretin tüm sonuçlarına katlanmayı göze almıştı. Bu cesaretin dillendiricisi olarak da Boz eşek seçilmişti.
Eğitimin dümenindeki Gri Eşek, Sağlığın en üstü Boz Eşek, Ve parayı yöneten Yeşil Eşek tüm belirsizliklerini sırtlayıp Kara Eşeğin kapısına ulaştılar. İri kara eşeklerin kapısında beklediği süslü, ihtişamlı kapıları bir bir geçerek Kara Eşeğin huzuruna umutsuzluk, değersizlik duygusu ve korku içerisinde çıktılar, eşek diyarından ayrılmak istediklerini sözcüleri Boz Eşek vasıtasıyla Kara eşeğe iletiler. Boz Eşek, iki büklüm hâliyle, heyecan ve korkudan ter içinde sırılsıklam olmuş, titriyordu. Arada bir pişmanlığını diğer eşeklere mahcup bakarak belli ediyor, Ardından kararlı bakışlara bürünüyor, verdikleri kararın sonuçlarına katlanmaya hazır olduğunu gösteriyordu. Her şeye rağmen ruhundaki anlamsız korkuyu da def edemiyordu. Kara Eşek, evrende bir tek Boz Eşeğe kıyamazdı, Buna karşın onun öfkesi devasa mağarasını kuşatıp mağaradan taştı, Büyüleyici ve ölüm saçan bakışlarını Boz eşeğin gözlerine dikti. Boz eşek, hemen yere baktı. Kara eşek, değerli taşlarla süslü tahtında kendinden emin şekilde oturmuş sağ ön toynağını aynı ritimle tahtın sağ tarafına vurarak sordu.
- Neden, gitmek istiyorsunuz söyle Boz Eşek?
- Efendim biliyorsunuz biz kara değiliz ve kara olmayan eşekler burada saygın değil artık
- Ama ben sizin için kanun çıkarttım.
Boz Eşek kekeliyor, sol ön toynağı ile alından dökülen terleri silip duruyordu.
- Efendim
- Söyle...
- Kanunla olmuyor, kanunlar saygınlık sağlamıyor.
- Nereye gideceksin, bu gösterişli, ihtişamlı hayatı bulabileceğini mi sanıyorsun.
- Doğu Yurduna gideceğim.
Kara eşek, şaşkın ve öfkeliydi. Onun öfkesine şahitlik ettiği hâlde yaşayan çok az eşek vardı. iri büyüleyici gözlerini, korku saçan bakışlarını yeşil eşeğin üzerine bir fırtına gibi saldı. Boz Eşek bir anda, baharı aşkla kucaklayan ancak doluya tutulan bir tomurcuk gibi hissetti. Neredeyse küçük dilini tutacaktı zavallı eşek, kelimeler yeşil eşeğin ağzından acemi bir balıkçının oltasına takılmış çok iri bir balık gibi yüzeye çıkmak bilmiyordu.
- Sen söyle, Yeşil Eşek!
- Ggg
- Söyle
- Eeee
- Söylesene neden?
Sonunda Yeşil Eşek, cesaretini topladı. Ve konuştu. Devasa bir balığı sudan çıkarmış bir acemi balıkçı gibi muzaffer ve gururla;
- Efendim, Burada gri eşekler bile siyaha yakın görüldükleri için daha değerli
- Pekiyi, sen nereye gideceksin?
- Güney yurduna...
Kara Eşek daha da hiddetle, ses tonunu yükseltti. Ruhundaki belirsizlik ve yalnızlık duygusu daha da derinleşti. Ayağa kalktı ve...
- Sen söyle Gri Eşek!
- Ben, ben olduğum için değerliyim. Tüm eşekler de öyle olmalı, saygınlığımı herhangi bir şeyle ilişkilendirmek zorunda olmamalı, ben de... Sırf ben, kendim, olduğum gibi yani her ne isem... Ama renklerimiz konum ve makamımızı, eşekler içindeki yerimizi, hatta zekamızı belirliyor. Mutsuzum. Sırf kendim olduğum için değerli olduğum, kendimi ilk fark ettiğim yere gitmek istiyorum.
- Nereye gideceksin?
- Kuzey Yurduna
- Sizler zavallı birer eşektiniz, sizi eğittim size makam ve yetki verdim. Bugün beni bırakıp gidiyorsunuz ha, öyle mi, yazıklar olsun size!
Boz eşek, ıkınır gibi oldu.
- Konuş
- Efendim, herkes becerileri ölçüsünde görev alırdı. Biz hak etmedik, zaten; görüyorsunuz, bu ağır görevleri yapamıyoruz. Evet! görünürde saygınlığımız var. Ancak hakikatte bir hiçiz. Hak etmeyene verilmiş bir saygınlık ona çok ağır gelir, onun altında ezilir. Olduğumuz gibi kabul edildiğimiz bir yerde yaşamak istiyoruz. Belki hak ettiğimiz sıradan bir eşek olmaktır. Bu da bizi daha mutlu edecektir.
- Sıradan bir eşek mi olmak istiyorsunuz. O zaman sıradan olun gitmenize gerek yok ki
- Biz mutlu ve huzurlu olmak istiyoruz. Etrafınızda onlarca yetenekli ve zeki açık renkli, mutsuz eşek varken biz mutlu olamayız. Onların bakışları bile bizi üzmeye yeter. Sizce hak etmediği yerde olduğu için mutsuz olan bir sürü açık renkli eşek yok mudur? Bize verdiniz görevleri layıkıyla yapacak onlarca açık renkli eşek var.
- Siz nankörsünüz
- Rica ederim. Biz size saygı duyuyoruz. Siz bizim için değerlisiniz. Sadece hakikati söylüyoruz. Bizi anlayın lütfen! sadece mutlu olmak... hepsi bu... Eşek toplumunun bize yüklediği şeyler altında eziliyoruz. Biz inandığımız gibi yaşamak istiyoruz. Küçük ve basit şeyler yapmak istiyoruz. Biz bunu seviyoruz. Belki de büyük ve anlamlı şeyler yapmak isteyen bir sürü eşek de mutsuzluklarını bizim bırakacağımız işlerle giderecek... Biz onlara da fırsat sunuyoruz.
Son sözlerden sonra Kara Eşek, biraz yumuşadı, hakikatin – Ne kadar ağır da olsa- eşekleri sakinleştirdiği aşikardı. O da mutsuzdu. Sadece mutsuz, mutsuzluk işte! Tarife gerek yok! Kara Eşek milyarlarca kez sordu kendine ama cevap hep aynıydı: Mutsuzluk. Peki neden mutsuzdu, her isteği olmuyor muydu, her şeye sahip değil miydi, neydi eşekleri mutlu kılan, madde ve imkanlar değilse neydi? Cevap üç eşeğin sözlerinin içinde saklıydı. Kara eşek, hakikatin ağırlığı altında daha fazla ezilmek istemedi. Ve onlara gitmeleri için izin verdi. İstedikleri kadar sarı eşek almalarına da... Sadece yeşil eşek sarı eşeklerden aldı. Çünkü; Güney yurdunda mutlu olmak sarı eşekle mümkündü. Eşekler ardına bile bakmadan aynı gün kendilerinin ilk kez farkına vardıkları, onları onlar yapan diyarlara birer birer göçtüler. Varlık yokluk veya madde umurlarında değildi onlar mutluluğun peşine düşüp gittiler. O gün Kara Eşek için geçmek bilmedi. Mutlak kudret sahibi olmadığını fark etti. Eşeklerin haklılığı veya haksızlığı değildi mesele. hissettiği duygu gerçekte zavallılık ve acizlikti. Ama; üzerinde çok durmadı, Kara Eşek. O, gücü kendi tekeline almış, bırakacak gibi de görünmüyordu. Bilgisini, uygulamalarını mutlak doğru sayan, en iyisini bilen hatta yaptığı her şeyi de mutlak doğru kabul eden Kara Eşek, hatanın ve yanlışın biricik kaynağı olduğunun farkında bile değildi. Onların yerine hemen bir boz eşek, yeşil eşek, ve gri eşek atadı. Dışarıdan bakıldığında hataydı, kendini sorgulamaydı, sebep sonuç ilişkisiydi, hatta yüreğinin sesiydi. hiçbirini umursamadan biçimli ve düzgün burnunun dikine gitmeye devam ededuruyor, orantısız gücünün sunduğu ısrarlı ve mutlak yanlış tavrından bir nebze olsun taviz verecek gibi görünmüyordu. Oysa yorgun ruhunu bir şüphe sarmış, bu şüphe tüm benliğini kemirmeye başlamıştı. Sahi, mutluluk ruhu incitmeyen, karakteri köreltmeyen minik tavizler olamaz mıydı, Neden olmasındı?
YORGUNLUK VE HAKİKAT
Yüreğini saran korku ve başarısızlık duygusunun tesirinde telaşla ilerleyen; Boz eşeğin yüzü kendisine has, saf bir avanaklık duygusuna büründü. Telaşla ilerlerken boz eşek, paralel dağların sunduğu geniş düzlüklerin birinde kaybettiği doğunun toy eşeklerini nihayet bulabildi. Eşekler, yol boyunca her tarafı saran kurumaya yüz tutmuş bozkırlarla sakince karınlarını doyuruyorlardı. Sorumlu atadığı eşekler, görevlerini kararlı bir şekilde yapıyorlardı. Eşeklerin önünde, sağında ve solunda çoban köpekleri gibi dolaşıyor, eşeklerin dağılmasını engelliyorlardı. Bir kaç yorgun eşek onları gerisinde kalmış ancak doğunun toy eşekleri dağılmamıştı. Güneş yer yer hükümdarlığını bulutlara emanet ediyor arada bir devralıyordu. Sevimli yalın tepeliklerin birinde, bir koyun sürüsü gibi yayılan doğunun sahipsiz toy eşeklerini seyre koyuldu Boz Eşek. Tüm benliğini saran korku ve başarısızlık duygusu yerini güçlü bir ferahlık hissine bıraktı. Tepeden ağır ve ciddi adımlarla çok hızlanmadan seke seke indi. O da açtı. Eşeklerin ardına hiçbir şey olmamış gibi gelip sararmaya yüz tutmuş bozkırlardan kendinden geçerek yemeye başladı. Açlığın tesiri azaldığında kahverengiye çalan sarı başını kaldırdı ki eşekleri göremedi. Telaşa kapılan Boz Eşek, aniden yüreğinde depreşen korku ve ruhunu saran aptallık duygusuyla eşeklerin ardına düştü. Hızlanmak istedi ancak yaralı toynağından gelen ağrı, koşmasını engelledi. Topal bir eşek ne kadar hızlanabildiyse o kadar hızlandı. Bir kaç dakika gitti ki minik bir tepeden aşağı doğru muntazam bir sürü hâlinde eşeklerin indiğini gördü. Acı bir çığlık ile anırarak eşeklere durmalarını söyledi. Eşekler, aşırı soğuğa maruz kalmış serin bir su damlası gibi oldukları yerde dondular. Boz eşek, sorumluluk verdiği üç eşeği yanına çağırdı. Yorgun, zayıflamış bedenini mümkün olduğunca dik tutup, çaresizlik abidesi başını kaldırdı, ardından içinde milyarlarca belirsizlik taşıyan kirli başını dimdik tuttu. Eşeklere ciddi bir bakışla sağ ön toynağı ile ileri geri ağır ve ciddi bir tonda hareket ettirerek: “ Benden habersiz asla ilerlemeyeceksiniz ve durmayacaksınız. Siz üçünüz benden izinsiz hiçbir şey yapmayacaksınız.” Dedi. Eşekler onu onayladı. Hızlanmaya çalışırken yaralı toynağı tekrar kanamaya başlayan Boz Eşek, ileri doğru baktığında en fazla on dakika yürüme mesafesinde masum ve yalnız bir ağaç gördü. Eşeklere o ağaca kadar yürümelerini ve orada beklemelerini söyledi. Eşeklerin kendisinin yaralı olduğunu bilmesini istemiyordu anlaşılan. Sorumlu üç eşek, hemen sürü hâlindeki eşekleri alıp o ağaca doğru yola koyuldular. Boz Eşeğin saf ve çaresiz bakışları yarasını iyileştirecek veya kanamasını durduracak bir şeyler aradı durdu. Kurumuş otlardan ve yer yer çatlamış topraktan başka bir şey bulamadı. Mümkün olduğunca farklı otlardan topladı ağzında iyice çiğnedi toprak ile karıştırıp yarasının üzerine koydu. Kanamayı durdurabildi. Ancak hafif bir sızı ve kalp atışı gibi kendini hissettiren acıyı dindiremedi. Çok büyük bir acı hissetmiyordu. Buna karşın acısını tam anlamıyla giderecek bir yol da bulamıyordu o. Boz Eşek, ince sızılı acısını görmezden gelerek eşeklere doğru şekilsiz bir patikadan seke seke yürümeye başladı. Güneş, bulutlara yer yer devrettiği hâkimiyetini tamamıyla devralıp tüm bulutları kovdu. İyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı. Güneşin keskin ışınları eşeklere ve toprağa merhamet etmeye pek istekli görünmüyordu. Güneşin tesiriyle sıcağı hisseden Boz Eşek ve diğerleri açık bir şekilde susuzluğu hissetmeye başladı. Doğunun toy eşeklerinin bir kısmı ağacın gölgesine sığabildikleri için şanslıydı. Ancak gölge görmeyenler ve sorumlu üç eşek, güneşin hışmına uğruyor, susuzluğu daha bir hissediyorlardı. Boz Eşek, yarasının acısını unutup susuzluğa bir çare bulmaya çalışıyordu ancak nafile en yakın su bir kaç saat yürüme mesafedeydi. Sonrasında sorun yoktu zaten yolculuğun uzun bir kısmını su kenarında ilerleyerek sürdüreceklerdi. Boz Eşek, doğunun toy eşeklerine mümkün olduğunca hızlanmalarını ve suyu görene kadar durmamalarını, kendisi gelene kadar oradan ayrılmamalarını söyledi, Sorumlu üç eşeğe suya nasıl ulaşacaklarını çenesi yorulana kadar defalarca tarif etti.
Eşekler, talimatları alıp yola koyuldular. Boz Eşek, atik ve güçlü olan doğunun toy eşeklerini gözden kaybolana kadar umutla ve onlar gibi olduğu günleri yad ederek seyretti. Eşekler tıpkı söylendiği gibi doğru yoldan ilerleyerek minik tepeler ve vadiler aşarak gözden kayboldular. Boz eşek de yarası ve ince sızısıyla olabilecek en yüksek hızda ilerlemeye ruhunu saran ağır mahzunluk, korku ve acıyla doğunun toy eşeklerinin ardına kırık bir umutla koyuldu. Güneş hâkimiyetini daha da ilerletmiş yeryüzünü ve yeryüzündeki tüm canlıları kendisinden merhamet dilenmek zorunda bırakıyordu. Sadece ağaçlar güneşe direniyorlardı. Boz Eşek de gördüğü her ağacın dibinde dinleniyor sonra inişli çıkışlı ve kıvrımlı tepeliklerin, kurumuş yabani otların ve bozkırların çevrelediği patikalardan ilerliyordu. Yolculuk tüm zorluğuyla kendini tüm yolculuklar gibi hissettiriyor, plansızlığın intikamını tüm benliği ile alıyordu. Boz Eşeğin yürümesi gittikçe ağırlaştı. İnce bir sızı ile hissedilen acısına şişlik de eşlik etmeye başladı. Yürümekte zorlandığını hisseden boz eşek, bulduğu ilk ağacın altında durmak zorunda kaldı. Sağ toynağına hüzün ve acemi bir çaresizlikle baktı, sağ toynağının şiştiğini biraz korku ve hayal kırıklığı ile gördü. Ne olursa olsundu yürümeliydi. Gayesi, onu ölüm pahasına bile olsa yürümeye, ilerlemeye sevk etti. Boz Eşeğin giderek artan acısı, tüm bedenine yayıldıkça yeryüzünün ve evrenin varlığını anlamsız kıldığı gibi onun başarı ve hırsını da ruhundan çekip alıyor, yerini kendine acıma duygusuna ve çaresizliğe bırakıyordu. O yürüdükçe acısını evrendeki tek şeymiş gibi hissediyordu. Ne güneşin kavurucu sıcağını ne de Kara Eşeğin ölümcül bakışlarını düşünecek durumdaydı. Acıyla, acı içerisinde, acıya yürüyordu hepsi bu... Ancak çektiği bu ağır ve tarifsiz acıya rağmen yürüyor, Sarıya çalan beyaz dişlerini kırarcasına sıkıyor, eşekliğe özgü büyüleyici gözlerini yumuyor, arada bir bedenine gelen titremeyi savuşturup ilerliyordu. Doğunun toy eşekleri suya çoktan varmış, dinlenmeye koyulmuştu. Boz Eşek, suya varıp varamayacağından emin olmadan acı içerisindeki yürüyüşünü her şeye rağmen sürdürüyor, onun bu eziyetli ilerleme çabası acısını daha da büyütüyordu. Ah kimsesiz Boz Eşek, onu gören ve hisseden tüm canlı ve cansız varlıklar ona acımaktan başka hiçbir yardımda bulunamıyordu. Tüm zahmetli yolculuğa rağmen Boz Eşek, suyu gördü. Ancak eşekleri göremedi nehrin etrafındaki iri çınarlar onun eşekleri görmesini engelliyordu. Çığlıklar içinde doğunun sorumlu toy eşeklerine seslendi. Eşekler onu duyar duymaz sese yöneldi ve Boz Eşeğin yanına geldiler. Boz eşeğin acı içerisindeki hâlini görüp şaştılar. Ama bir şey sormadılar.
Boz Eşek, onlara hemen yola çıkmalarını tembihledi. Yolu ezberleyene kadar onlara anlattı. Defalarca, acı ve çaresizlik içinde...
Doğulu eşeklerden sorumlu üç eşek, hızlıca diğer eşekleri toplayıp batıya varmak üzere yola koyuldular. En öndeki eşek, sürekli:” tek başına duran muhteşem Selvi... Diye tekrar ederek eşeklerin en önünde suyun kenarında ilerliyordu. Doğulu toy eşekler, sürekli batıya... hep batıya... Oysa Artlarında kimse yoktu. Doğunun toy eşeklerinden biri Yorgun, hasta ve dalgınlıkla geride kalsa yabani bir eşek olarak yaşasa bile kurtlara yem olmakla karşı karşıya kalacaktı. Aciz, çaresiz, umutsuz Boz Eşek, doğunun toy eşeklerinin yola koyulması ile birlikte suya ulaşmak için acılar içinde sürünmeye başladı. Evren ve doğa elbette çaresizlik nedir bilmezdi. Boz Eşeği hissederek çaresizliğe büründüğünü mü sanıyorsunuz doğanın. Asla... Şayet dağlar acıyla çökse o anda çökecek, nehirler kurusa o anda kuruyacaktı. Rüzgarlar duracak, Güneş yatağa mahkûm kalacaktı. Oysa acı hissedilen bir şey değil çekilen bir şeydi. Bu yüzden doğa ve evren mutlak işleyişine huzur içinde devam ediyordu. Sürüne sürüne suya ulaşan Boz Eşek, kana kana içti nehrin suyundan, içtiği suyun etkisiyle mi bilinmez ancak acılarının bir nebze olsun dindiğini hissetti, İçi rahat değildi, doğunun toy eşeklerinin Kara eşeğe ulaşamama ihtimalinin altında ezim ezim eziliyor, iyileşmek ve onlara ulaşmak için dualar ediyordu. Doğunun toy eşekleri masumane akan nehir boyunca ilerlediler. Ne suyun şairane güzelliği ne de sıcak ve bunaltıcı havanın huzur verici, keyifli bir eğlence olabileceğini düşünüyorlardı. Sadece kendilerine söylendiği gibi ilerliyorlardı. İşin ilginç tarafı doğru bir şekilde ilerliyordı ancak hayatta ve doğanın hiçbir lezzetine varmadan hatta bu lezzetlerden haberdar olmadan... Ruhlarını güzelleştirmek gibi anlamlı bir kaygıları olmadığı gibi böyle bir gayeye de epey uzaktılar. Oysa nehir nasıl da nazlı akıyordu. Cömert ve sakindi, yosunlar nasıl da yemyeşil ve masumdu. Güneş tüm acımasızlığıyla gökyüzünde tam bir hakimiyet kurmuştu. Her haliyle eşekleri kavuran sıcak bu rakipsiz hakimiyetin biricik göstergesiydi. Doğunun toy eşekleri zamanla ilgili belirsizliğin büyük bir fırsat olduğunun farkında bile değillerdi. Aslında zamanın belirsizliğine odaklanan eşekler sıkıcı tarafı görebiliyordu. Halbuki zamanın belirsizliği ve belirlenmemişliği her zaman keyifli bir fırsattı. Çünkü kısıtlama ve mahkumiyet yoktu. Doğunun toy eşekleri zamanları olduğu halde bir kerecik olsun sıcacık güneşin altında serin suya girmediler ve suyun lezzetine varamadılar. İsteselerdi veya bilselerdi. Suda doyasıya vakit geçirebilirler, sonra dinlenip belirsiz yolculuklarına devam edebilirlerdi. Nerde..? Sadece arada bir susadıklarında suyun kenarında mahcup başlarını eğip sudan içtiler ve yollarına pürdikkat kesilerek koyuldular o kadar... sorumlu üç eşek görevlerini gayet iyi yapıyordu. Doğunun eşeklerinin solundaki sorumlu eşek gördüğü her selviye: “ Aha işte büyülü selvi..!” deyip duruyordu. Ancak diğer sorumlu eşekler daha temkinli yaklaşıyordu. Gerçekten de haklıydılar. Gelelim Boz Eşeğe o da acılar içerisinde kıvranıyor ve bir şekilde ilerlemeye çalışıyordu. şişen sağ toynağı hafiften morarmaya başlamıştı. Boz eşek, ayağındaki morarmanın hayra alamet olmadığını biliyordu. Çaresizce ilerliyordu sekiyor, acı çekiyor ama ilerliyordu. ilerliyordu da ağır ve acı içerisinde ilerliyordu. Böyle zahmetli ve çaresiz bir ilerleyişe ilerlemek demek denebilirse... Bazen sürünüyor bazen durup acısını şiddetinin geçmesini bekliyor, sonrasında tekrar yola koyuluyordu. Ve sonrasında acıyordu kendine, kaderine, talihine... Muvaffak olmak, sükunet ve huzur ona hep uzak olmuştu. Doğa mıydı, mutlaklık mıydı, her şeyin bir araya gelip kendi halinde zavallı bir eşeği mutsuz, huzursuz ve bahtsız etmesi olası mıydı? Bu mümkün müydü mümkünse neden? Dedik ya Evren ve doğa kendi işleyişinde akar gider, onun herhangi bir canlının hayatını altüst etmek gibi sıradan gayeleri yoktur. O sadece işler, üretir dönüştürür. Bazen eşekler, mükemmel işleyen bu sisteme dalgınlıkla, hırsla, sabırsızlıkla veya bir husumeti açıkça belli etmek için çomak sokarlar. İşte o zaman o devasa işleyiş çomağı sokanın o çomağı sokmasıyla duracak değildir. Doğa ve evrenin işleyişine her ne sebeple olursa olsun müdahale eden eşekler, ya toynaklarını kaptırır ya da savrulan parçacıklarla canları yanar. Boz Eşek çektiği acı, hayal kırıklığı ve başarısızlık yüzünden tüm evreni kendisine düşman görüyordu. Bu sadece bir eşeğin kendine acıma duygusundan başka bir kuruntu değildi. Hakikat şu ki doğa anlaşılmaz bir biçimde mutlak adaletiyle işlemeye, Boz Eşek, kendine acımaya devam edecekti.
Doğulu toy eşeklerse Allah’a emanet ilerliyorlardı. Bir kurda yem olmaları an meselesiydi. Lakin onlar bundan da habersiz oldukları için manasız bir eminlikle ilerliyorlardı. Böylesi durumlarda bilgisizlik en iyi şeydi. Doğulu toy eşekler, bilgisizliğin gücünü şiar edinmiş, kararlı bir şekilde sadece kendilerine söyleneni yaparak büyülü bir selvi görme arzusuna kapılmış gidiyorlardı. O büyülü selviyi gördüklerinde suyun karşısına geçecek ve iki patikaya ayrılan yolun tam solundan başka bir belirsizliğe ilerleyeceklerdi. Ah doğunun toy eşekleri, nereye, nereden, nasıl ve niçin gideceklerini de nitekim bilmiyorlardı. Tarif edilene gidiyorlardı hepsi bu...
Boz eşek acı, pişmanlık ve belirsizliğin anlamsız girdabında debelenirken doğunun eşekleri suyun da yardımıyla büyülü Selvi ağacına nihayet ulaştılar eşekler yorgundu ancak yorgunluklarını sebebi bedensel değildi sadece belirsizlikti ve belirsizlik eşekleri her şeyden daha çok yorardı. özellikle sorumlu üç eşek son derece çaresiz görünüyordu güç bela doğunun toy eşeklerini yolun sağından soluna geçirebildiler ve ikiye çatallaşan yolun solundan doğrudan minik tepelerden, düzgün bir patikadan ilerlediler bir buçuk gün kadar yürüdüler ki susuzluktan çatlamış dudaklarıyla ve bütün halsizlikleri ile gökyüzüne savurdukları tozlarıyla, herhangi bir eşeğin dönmesini umutla bekleyen Kara eşeğin görüş alanına girdiler. Kara eşek güçlü toynaklarını toprağın yüreğine basa basa onlara doğru koştu tıknaz ve güçlü görüntüleri ile kara eşek bunların doğunun toy eşekleri olduğunu bir çırpıda anladı ve gözü boz eşeği aradı tıpkı gri eşek gibi onun da zayıflayıp yorulduğunu tanınmayacak bir hâle geldiğini düşündü. Baktı da baktı. Eşeklerin içinde bir umutla dolandı ki nafile... Boz Eşekten eser yoktu. Döndü durdu, eşeklere tek tek baktı ancak yoktu. Eşeklere “Boz eşek nerede?” diye sordu. Sorumlu üç eşekten en öndeki durumu olduğu gibi anlattı. Boz eşeği derenin kenarında yaralı bir halde bıraktıklarını söyledi. Kara eşek, onları karşısına alarak: ”Özgürsünüz.” Dedi. Oysa doğunun toy eşekleri de özgürlüğün ne olduğunu bilmiyordu. Boş boş Kara eşeğin hiddetli suratına baktılar. Kara eşek onlara canınız ne isterse yapabilirsiniz yemyeşil otlardan yiyebilir, batı ve kuzey yurdunun toy eşeklerinin yanında suya girebilir gönlünüzce yüzebilir, istediğinizi yapabilirsiniz. Tüm hiddetti ve soluk bir hüzünle yeryüzünü titrete titrete dört toynağını yere vura vura, bazen de dört toynağı yerden kesilecek şekilde bir tavşan gibi sekerek tarifsiz bir eşek hızıyla gözden kayboldu, koşuyordu Kara Eşek, o kadar hiddetli ve hızlıydı ki rüzgar onu karşısına alacak cesareti bulamadı, onu gördüğü gibi yolunu değiştirdi. Kara Eşeğin gözünü derin bir keder bürümüştü. O, aslında en çok Boz eşeği severdi. Gözünü hiçbir şey görmüyor, rüzgarın bağrını deliyordu Kara eşek. doğunun toy eşeklerinin bir buçuk günde geldiği yolu neredeyse dört saatte koştu, kendi halinde akan masum nehri yarıp karşısına geçti. Büyülü selviyi hiç umursamadı, nehir boyunca hiç durmadan koştu. Ve yaklaşık iki saat kadar gitti ki Boz eşeği acılar içinde kıvranırken gördü morarmış toynağı bir bavul gibi görünüyordu boz eşeğin.
Kara eşek yere, onun yanına uzandı ve onu sırtladığı gibi buluşma alanına götürmek için yola koyuldu. Kara Eşeğin kapkara ve tertemiz tüyleri ter içindeydi. Öyle ki Kara Eşekten dökülen ter damlaları ardında iz bırakıyor ama; Kara Eşek, yorğunluğa ve çektiği zahmete aldırış etmiyordu. Boz eşeği acilen varış yerine yetiştirmeliydi. Yoksa onu kaybetmek içten bile değildi. Nehir boyunca hızlıca ilerledi. Büyülü selviye vardığında takati kalmamıştı, durdu, dinlendi. Bazen yorgunluk, güzelliği keşfetmek için bir fırsat olabiliyordu. Kara Eşek, gelirken güçlüydü, bu muhteşem ağacı fark etmeksizin, yanından geçip gitmişti oysa. Gözüne ilişen büyülü selviye şaşkınlık ve hayretle baktı. Bir anlığına yorgunluğunu ve Boz Eşeğin çektiği tarifsiz acıyı unuttu. Tatlı yemişleri olmayan bu ağacın tüm heybetine rağmen naif yapısı onun estetik bir gaye ile yaratıldığına apaçık işaret ediyordu. Estetik de en az beslenme kadar önemliydi galiba... Ancak güç telaş ve hızla fark edilemiyordu. Durulurken, dinlenirken fark edilebiliyor, kıymeti ortaya çıkabiliyor hatta hissedilebiliniyordu. Mükemmelliğine rağmen işveli, nazlı, kibar ve naifti de... Kendini Güzellik incelik, naiflik ve zarafet olarak sunan bu harikulade ağaç Boz Eşeğin hayatına mal olabilirdi. Kara Eşek, bu ağacın güzelliğinin hikmetine daldı, kendini kaybetti, Boz Eşeğin iniltilerini duymaz oldu, büyülü selviye bakıyor, yapraklarına dokunuyor hayretle onu süzüp duruyordu. Boz Eşeğin iniltileri o kadar yükseldi ki Kara Eşek, bir irkilme ile: Boz Eşek...” dedi, Kara Eşek, onun yanına uzandı, onu sırtladı ve yola koyuldu. Kan ter içinde bir an bile durmadan minik tepeler aşarak Boz eşeği varış yerine ulaştırdı, onu tedavi etmeye çalıştı ancak; mutlaka ayağı kesilmeliydi yoksa ölecekti boz eşek. Doğrudan tüm hazırlıkları yapıp Boz eşeğin bir bavul kadar şişmiş sağ toynağının oracıkta kesti. Boz eşeğin feryadını hiçbir canlı sahiplenmedi, gökyüzüne kadar ulaştı feryadı, evrendeki sonsuz yuvasına varmak için yarı sonsuz yolculuğuna devam etti. Boz Eşek, sonsuza kadar topal bir eşek olarak yeni eşek diyarının ilk gazisi ilan edildi. Ve Kara Eşekten sonra onun adı tarihe yazıldı. Noksanlık bazen büyük bir fırsat olabiliyordu. Boz Eşek için de öyle oldu nitekim. Hem Gri Eşek Hem de Yeşil Eşek ondan kat be kat acılar çekmişti. Fakat onlar noksan kalmadıkları ve onların çektiği acılar fiziki olarak iz bırakmadığı için tarihin acımasız girdabında hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi unutulup gitti.
GÜVEN VE ÇARESİZLİK
Kuzeyli toy eşekler mağarada bir günden fazla bir an olsun, yorgun bedenlerini birbirinden ayırmadan dinlendi. Mağara ılık ve merhametliydi. Gri Eşek, yaralı tüm eşeklerin ağrıyan ve kanayan yerlerine mağaranın zeminindeki çamurdan sürdü. Ve yaralı eşeklere iyileşeceklerini söyledi. Kuzeyin yaralı toy eşekleri, ona inandı. Bir anda inlemeleri kesildi. Dışarısı ne kadar acımasız ise mağaranın içi o derece merhamet doluydu. Belki de çaresizlik, uzanan tüm toynakları merhametli gösteriyordu. Yaralı eşekler bir nebze olsun acılarını unuttular, umut ve hayat doldular. Tuhaf bir şekilde çektikleri sıkıntıları bir anda, hiç yaşanmamış gibi unuttular oysa hâlâ zorlu bir yolculuk onları bekliyordu. Gri Eşek, kuzeyli toy eşeklerin en minik eşeğini yanından hiç ayırmadı. ona için için minnetle bakıyor, sağ toynağı ile sürekli onun minik başını okşuyor, Sevilmenin ne olduğunu bilmeyen Gri Eşek, kuzeyin minik eşeğine bilmediği bu duyguyu içgüdüsel olarak kendini ona borçlu hissettiği için veriyordu. Ancak ona dokunmaktan kendini alamıyordu.
Yeterince dinlenen eşekler tekrar yola çıkmaya pek istekli değillerdi. Daha doğrusu korkuyorlardı. Ancak Gri Eşek, onlara açlığın da en az soğuk kadar öldürücü olduğunu söyledi. İsteksiz eşekler, kendi açlıklarını nihayet hatırladılar. Gri Eşek, mağaranın kapısından günü seyrediyor, doğru zaman için fırsat kolluyordu. Güneş tüm canlılar için hayat ve umut vermek için doğmuş ancak kuzey dağlarındaki geçide bu hayat ve umudu daha ulaştıramamıştı. Gri Eşek, biraz daha beklemesi gerektiğini anladı. Anlamsız bir övünç hissi Gri Eşeğin ruhunu sarmıştı. Gri Eşeğin ruhunu saran övünç ve takdir edilme duygusu azameti ile nam salmış kuzey dağlarını bile kıskandırdı. Kara eşeğin takdirine mazhar olmayı dört gözle bekliyordu Gri Eşek. Kuzeyin toy eşekleri güneş ışığının kendini hissettirmesi ve Gri Eşeğin talimatı ile korku ve ümitsizlikle yola koyuldular. sabahın ilk saatlerinde soğuk daha bir hissedilir oluyordu. Soğuğu hisseden kuzeyin toy eşekleri, aniden koşmaya başladılar. Yaralı eşekler sekiyor ama yine de koşuyorlardı. Kuzey dağlarından kurtulmak zorundaydılar. Kuzeyin toy eşekleri geçitten fütursuzca akan bir su gibi akıyordu. Geride kalan yaralı eşekleri Gri Eşek yanına aldı. Ve Kuzey dağlarının sinesini yarmak için yorgun toynaklarını bir hançer gibi saplamak üzere yola koyuldular, her adımda kuzeyin aman bilmez dağları dize gelmeye daha bir yaklaşıyordu. Kuzeyli toy eşekler bunu başaracakları umudundan yoksun açlığı ve soğukluğu gidermek için ilerliyordu. Ve artık hayatın toz pembe olmadığını zorluklar ve sürprizlerle dolu olduğunu biliyorlardı, geri dönemeyeceklerini de... Hayatta kalabilmek için Gri Eşekten başka kurtuluşları yoktu, . mecburen Gri Eşeğin her dediğini bir ayet gibi hiç sorgulamadan yapıyorlardı kuzeyin toy eşekleri. Yaralı eşeklerin bazıları acı çekiyordu ancak yürümelerinde herhangi bir sorun yoktu öğlene doğru güneş ışınları Kuzey dağlarının sırtlarında yansıyarak geçidi daha bir aydınlık ve sıcak hale getirdi. Eşekler dinlemişti ancak açtılar ve açlıkları yürüdükçe daha da bir hissediliyordu. Açlığın ağırlığı altında ezilen kuzeyin toy eşeklerine gri eşek sürekli su içiriyor midelerini dolduruyordu. Oysaki su kuzeyli toy eşeklere yeterince tokluk hissettirmiyor ve enerji de sağlamıyordu. Sadece karın ağrısı ile açlığı unutmalarına fayda sağlıyordu. Buna karşın yolda daha bir ağırlaşmalarına neden oluyordu. Eşekler soğuğu artık önemsemiyordu çünkü açlık daha bir baskın ve daha bir düşmandı. Onlar hareket etmek veya hızlanmakla soğuğu def edebileceklerini öğrenmişlerdi. Oysa açlığı def edebilmenin tek yolu olan yiyeceğe epey uzaktılar. Merhamet bilmez kuzey dağlarının sırtı yere gelmek üzereydi. Eşekler yorgunluk, bilgisizlik, çaresizlik ve açlık içerisinde sürekli aşağı inerken artık rüzgarın daha ılık ve sıcak olduğunu hissedebiliyorlardı. Etrafta sadece kayalıklar vardı ancak ufukta beliren yeşillikler bir anda kuzeyli toy eşeklere bir umut oldu. Eşekler yeşillikleri görebiliyor, Umutla, daha bir şevkle ilerliyordu. Yaralı eşekler acılarını unutmuş, kuzeyli toy eşekler gördükleri yeşilliklere ulaşmak için sabırsızlıkla hızlanmaya başlamışlardı bile öyle ki Gri Eşek onlara yetişemiyordu. Kuzeyin toy eşekleri, gözden kayboldular ancak Gri Eşeğin içinde herhangi bir korku ve kaygı yoktu. Çünkü kuzeyin toy eşekleri gördükleri ilk yeşilliğin yanında duracaklardı. Gri Eşeğin içindeki telaş uçup gitti ve kuzeyin toy eşekleri Umut ile hırs ile gördükleri yeşilliğe doğru koşuyorlardı artık Kuzey dağlarının gaddarlığı acı ile anılacak bir anıdan başka hiçbir anlam ifade etmiyordu. Dağlar mağlup olmuş bir komutan gibi eşeklerin ardından bakıyordu. Hava ılık ve yumuşaktı. En güzeli de yiyecek bir şeyler bulma umudu vardı. Yorgunluk, korku ve çaresizlik gözden kayboldu. Eşekler birkaç saat yürüdüler nihayet gördükleri ilk yeşilliğin başında durup yabani otlardan doyasıya yediler. Gri eşek birkaç dakika sonra onlara ulaşabildi. O da aç ve yorgundu. Artık Kuzey dağlarının en zorlu kısımları çoktan aşılmıştı. Zorluklarla iç içe iken hiç geçmeyecekmiş gibi hissedilir oysa bir su gibi akıp giden acılar hiç yaşanmamış gibi keyifli bir anıya dönüşür. Kuzey dağlarını aşmış ve yiyeceğe ulaşmış olmanın keyfiyle eşekler olduğu yerde uzandı ve masmavi gökyüzüne doğru umutla baktılar. Gökyüzü masmavi ve şefkatliydi. Bulutlar bembeyaz ve saftı. Kuşlar uyumlu bir şekilde tüm nezaketi ile gökyüzünde sıra sıra dizilmişti. Eşekler sıkılana kadar dinlendiler. Gri Eşek, onların yeterince dinlendiğini yeterince beslendiğini görünce ayağa kalktı ve onlara gitmeleri gerektiğini söyledi. Eşekler zorlu Kuzey dağlarına doğru baktı artık dönemeyeceklerini biliyorlardı ve dönemeyecek olmanın ağır hüznü ile Gri Eşeği, hüzün ve özlem dolu sevimli başları ile hafifçe onaylar gibi salladılar ve tek kelime etmeden yola koyuldular. Sevimli küçük tepeler, yemyeşil çayırlıklar arasından yavaş yavaş ilerleyerek iki hafta kadar yürüdüler, yıpranmış, yorgun ve hüzün dolu görüntüleri ile zayıflamış eşekler. Kara Eşeğin belirlediği yere vardılar. Kuzeyli toy eşeklerin gökyüzüne savurduğu tozlar, Kara Eşeğin dikkatini çekmeye yetti. Everenin en ciddi ve korku salan bakışlarını yükselen toz bulutuna diken Kara Eşeğin yüzünde anlamlı bir tebessüm belirdi. Kuzeyli eşekler son derece uzun ve güçlü olurlardı. Kara Eşek onları görür görmez bunların kuzeyli olduklarını anladı. Dağılan toz bulutuyla, kuzeyin toy eşeklerini gören Kara Eşek onlara doğru heyecanla koştu. Eşeklerin içinde Gri eşeği aradı gözleri ancak Gri Eşeği tanıyamadı. O kadar zayıflamış ve yıpranmıştı ki onu hiç kimse tanıyamazdı. Sağına, soluna, önüne ardına baktı kara eşek bir anlığına dünyası başına yıkılmışçasına: “Gri Eşeğe bir şey mi oldu, o nerede.” Diye sordu. Gri Eşek, mahcup ama gururlu bir şekilde: “ Buradayım yüce Kara Eşek. “ dedi.
Kara Eşek, sert bakışlarının ardına gizlediği şaşkınlıkla Gri eşeğin alnından öptü. Ölüm saçan ciddi bakışları ile : “ Büyük bir iş başardın. Gri Eşek.” Dedi. Daha sonra kuzeyin toy eşeklerini karşısına alarak: “Özgürsünüz.” Dedi. Kuzeyli eşekler “ Özgürlüğün ne olduğunu bilmiyorlardı. Bu yüzden Kara eşeğe boş boş baktılar Kara eşek onların özgürlüğün ne olduğunu bilmediğini anlayınca: “canınız ne isterse onu yapabilirsiniz. isterseniz suda yüzebilir isterseniz ağacın altında dinlenebilir canınız istediği gibi koştura bilirsiniz.” Dedi. kuzeyli eşekler yorgundu. Batılı eşeklerin yanında toynaklarını ılık suya sokup suyun kenarında sıcacık güneşin altında yayıldılar. Daha sonra tüm kuzeyli eşeklerin ruhunu bir anne özlemi sardı. Suyu bir anne gibi düşlediler. Ama su onların anne özlemlerini gideremedi. İnce, atletik ve uzun kuzeyli eşeklerin ruhlarını bir çaresizlik ve özlem kapladı. Birbirlerine sarıldıktan sonra hüzün ile uyudular. Kuzeylilerin en küçüğü bir an olsun Gri eşekten ayrılmadı. Yanındaki sevimli kuzey eşeğini gören Kara Eşek Gri eşeğe hiçbir şey sormadı. Onlar da yorgundu. Kara Eşek sarı eşeğin yanına gitti. Gri Eşek ve Kuzeyli eşeklerin en küçüğü birbirlerine sarılıp mağlup bir hüzün ve kupkuru bir özlemle birbirlerine baka baka uyudular. Gri eşeğin zayıf toynakları minik eşeğin sevimli başında bir şapka gibi duruyordu. Mutlaklık, iyilik veya kötülük için; bilinçli ya da bilinçsiz olsun hiçbir çabayı karşılıksız bırakmıyor. Mutlaka bir ödül ile sonuçlandırıyordu. Tüm yorgunluk ve çekilen acılar, hüzün ve pişmanlığa rağmen kadük ve sahipsiz bir refaha evirilmiş çekilen acının lezzetli ve öngörülmeyen bir yemişi olmuştu.
RASTGELELİK VE HAREKET
Ah Kuzeyli Bilge eşek, yüreği yanıyordu. Kuzeyin toy eşeklerinin tecrübesiz, tertemiz yürekleri ile çekecekleri amansız acıları hissedebiliyor ve için için acı çekiyordu. Göğsünde biriken tüm sıkıntıyı minik ahlarla savuşturmaya çalışıyordu. Mahzun mahzun toy eşeklere bakıyor, Bir çıkar yol arıyordu. Ancak mutlaklık galip gelecek, melül ve yorgun bakışlı bilge eşeğe acı, dert ve giderilemeyen derin bir merak kalacaktı. Bilge eşek, toy eşeklerin yeterince dinlendiğini görünce acısını yüreğine gömüp Gri Eşeğe gitmesi için yol verdi. Bir an için acele etmeye yeltenen gri eşek, aniden vazgeçti. Bilgenin sözlerini hatırladı ve sükunetin o eşsiz lezzetine varmak için yüreğindeki hırstan kaynaklı aceleciliği frenledi, içindeki başarı ve hırsın kamçılayıcı etkisini ruhunda tuttu, kelime ve davranışlarına mümkün olduğunca yansıtmadı. Bilge eşek, her bir eşeği ahlar içinde tek tek öperek uğurladı. Kuzeyli eşekler, daha bir candan daha bir içten yola koyuldular. Gri eşek bir koyun sürüsü gibi kuzeyin toy eşeklerini önüne katıp yola koyuldu. Eşekler, etrafında deve dikenleri bulunan biçimsiz ve sahipsiz bir patikadan tatlı ve serin bir rüzgar eşliğinde ilerliyorlardı, güneşin ışıkları Kuzey yurdunun soğukluğunu hissettirmiyordu. Eşeklerden bazıları arada bir yolun kenarındaki deve dikenlerinden yiyor, diğer eşeklerde onları bekliyordu. Ancak Gri eşek hiçbir suretle onları acele etmeye zorlamıyordu. Gri eşeğin tek korkusu amansız kuzey dağlarıydı. Kuzeyin merhamet bilmeyen haşin dağları onlara yol vermek için pek de istekli değildi. Gri eşek, tüm bu zorlukları biliyor, kuzeyin toy eşeklerine iyice beslenmeleri ve güçlenmeleri için fırsat veriyordu. Açlık ve soğukluk bir araya geldi mi her şey daha bir acı verici oluyordu. Gri eşeğin tek isteği kuzeyin toy eşeklerini Kara Eşeğe ulaştırmaktı. Yolculuğun çetinliklerini de gayet iyi biliyor, her şeyin yolunda gitmesi için gizli gizli dualar ediyordu. Kuzeyli toy eşekler, bu yolculuğu bir oyun ve eğlence olarak görüyordu. Zalim Kuzey dağlarının gaddarlığını nereden bilsinlerdi ki... birkaç gün düzlüklerde ve hafif tepeliklerde ilerlediler. Uzun boylu çayırlar ve yabani çalılıkların arasından keyifle ve hiçbir engelle karşılaşmadan yollarına devam ettiler. Gri Eşek ve kuzeyin toy eşekleri keyifle ilerliyor, yolları istikrarlı bir şekilde yükseliyor ve soğukluk daha bir hissediliyordu.
Gri eşek, Kuzey dağlarının kendini iyice hissettirdiği son düzlükte toy eşekleri iyice dinlendirdi ve beslenmeleri için onları ciddi bir şekilde uyardı. Su sıkıntısı çekmeyeceklerdi. Kuzey dağlarının gövdeleri de bu çetin soğuğa dayanamıyor ve sürekli ağlar gibi yamaçlarından berrak sular akıtıyordu. Kuzeyli toy eşekler ilerledikçe soğuğu tüm ruhlarında hissediyordu. Eşeklerin kirprikleri yavaş yavaş ağarıyor, ve nane, reyhan ve karanfil kokulu nefeslerinden buharlar yükselmeye başlıyordu. Gri eşek onlara durmayı yasaklamış ve sürekli hareket halinde olmalarını tembihleyip bağırarak onları motive ediyordu. Durup dinlemeye yeltenen toy eşeklere de zirvedeki buzulları gösterip aynı şekilde sonsuza kadar donmakla korkutuyordu. Kuzeyli eşekler soğuğa alışkındı oysa. Ama Kuzey dağlarının zemheriyi aratmayan soğuğu bilindik bir soğuk değildi. Yaz döneminde bir nebze olsun merhamete gelen Kuzey dağları kışın hiçbir canlıya geçit vermezdi. Kuzey dağlarının merhametli dönemi bile yeterince öldürücüydü.
Eşekler ilerledikçe Kuzey dağlarının soğuk öfkesi kendini iyice hissettiriyordu. Kuzey dağlarının içlerine ulaşan eşekler, soğuğun, düşmanca yüzünün zehir zemberek gerçekliğiyle apaçık yüzleşti bile... rüzgar estikçe soğuğun hışmına amansızca uğruyorlardı. Öyle ki tüm eşekler rüzgarın esmemesi için çaresiz bir yakarışa istemsizce tutulmuştu. Rüzgar soğuk ile birleşince vücutlarını resmen kesiyor, eşeklerin acıyla çığlıklar içinde bırakıyor, bu yürek yakan çığlıklar, milyon yıllık uykudaki dağları bile ürkütüyor, uykudan ediyordu. Zavallı toy eşekler, çaresizlikle ölmeyi diliyorlardı. Arada bir ruhlarına inen lezzetli uykuyu Gri eşek, çaresiz çığlıkları ve istemsiz tekmeleriyle savuruyordu. Gri Eşek tıpkı bir çoban köpeği gibi kuzeyin toy eşekleri etrafında dönüp duruyordu. Yer yer tek tek ilerlemek zorunda kalıyorlardı. Eşekler hiç uyumadan yürümek zorundaydılar. Uyku ve ölüm onlar için aynıydı. Yorgunluk, uykusuzluk ve soğuk bir araya geldi mi ölüm bir anda yegane arzulanan şey oluyordu. Kuzeyli eşekler körpe bedenlerini mümkün olduğunca birbirine yakın tutuyor, bir nebze olsun ısının lezzetine varıyorlarsa da yeterli olmuyordu. Gri eşeğin ihtirası tuhaf bir şekilde bu soğuğu hissetmesini engelliyordu. Onun derdi başkaydı. O başarmanın peşindeydi. Ne kendine ne de zavallı toy eşeklere acıyacak vakti vardı. Ancak kuzeyli toy eşekler, evrendeki en büyük pişmanlığı yaşamayı kendi rızaları ile istemişti. Her biri keşke büyüklerimizi dinleseydik diye içinden geçiriyordu. Öyle bir yerdeydikiler. Varlık, yokluk, zaman ve mesafe anlamını yitirmişti. Tek arzuları güneşin merhametli ısısını hissedebilmekti. Bazı eşeklerin toynakları donmak üzereydi. Toy eşeklerin çaresizliği ve gri eşeğin hırsı aynı oranda artığı için eşekler çektikleri tüm acıya rağmen ilerliyordu. Gri eşeğin tek gayesi geceye kalmamaktı. Şayet gece onları yakalarsa kesinlikle canlarını kurtaramazlardı. Bilgi ve bilgelik böyle zamanlarda anlamını yitiriyor, bazen tek kurtuluş hırs oluyordu. Ve Gri eşek, haddinden fazla hırslıydı. Gri eşeğin bu hırsı, tüm eşekler için tek varış biletiydi. Kuzeyli toy eşekler, ruhlarını pişmanlıkla yormayacak kadar çaresizdi. Gri eşeğin çığlıkları Kuzey dağlarına çarpa çarpa yankılanıyor tarifsiz derece ürkütücü oluyordu. Eşekler dört nala koştuklarından habersizce hızlandıkça hızlanıyor, toynaklarıyla kuzey dağlarının göğsünü çaresizlikle bir canlı tarafından boğulan başka bir canlı gibi istemsizce dövüp duruyor, her bir adımda gri eşeğin maksadına daha bir yaklaşıyorlardı. Eşeklerin toynaklarından fırlayan donmuş minik taş parçaları korku ve şaşkınlık ile vadinin dibindeki suya düşüyordu. Kuzeyin toy eşekleri, amaçsızca neye hizmet ettiklerini de bilmeden ilerliyor, bu zahmetli ilerleme çektikleri acıyı daha bir anlamsız kılıyordu. Gri eşek, bu yolu nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Hırs ve başarma duygusuyla ölümüne yola koyulmuştu. Hesap ettiğinde geceye kalmadan bu geçidi bitirmek imkansızdı. Daha geçidin yarısına gelmeden güneş kaybolmaya başlamıştı bile. Aniden gri eşeğin ruhunu saran başarısızlık hissi onu tedirgin etmeye yetti. Kuzeyin toy eşekleri iliklerine kadar hissettikleri soğuğun etkisiyle çılgınca koşuyorlardı. Kuzeyli toy eşeklerin en miniği gri eşeğin önünde ve gri eşek en arkadaydı.
Eşekler keskin bir viraja geldi ki hızlarını alamayan eşekler tepetaklak olup üst üste yığıldılar. Kimi eşekler ciddi şekilde yaralandı. Gri eşek, neye uğradığını şaşırdı. Tüm ruhunu kaplayan çaresizlik ve yaralı eşeklerin haykırış ve acı inlemeleri ile daha bir kasvetli hâl aldı. Kuzeyin toy eşeklerini kontrol eden gri eşek, yola devam edemeyeceklerini anladı. Çaresizlik içinde gri başını dövmeye başladı. Acı içinde kaldıktan sonra anladı ki dövünmek hiçbir sorunu çözmeyecek. Bir yaralı eşeklere bir de etrafını saran acımasız kuzey dağlarına umarsızca bakınıp duruyordu. Eşeklere tek tek baktı. Ancak Kuzey yurdunun toy eşeklerinden en küçüğünü göremedi. Defalarca baktı yoktu. Çaresizliğini daha büyük bir çaresizlik kapladı. Etrafına bakındıkça bakındı. Biraz geriye doğru yürüdü. Ve minik eşeğin hiçbir şey olmamış gibi sevimli yüz ifadesiyle tek bir yere odaklanıp umutla baktığını gördü. Minik eşeğin yüzü umut ve yaşam doluydu. O kadar ki gri eşek de umut doldu, yanına vardı ve odaklandığı yere doğru dikkatlice baktı. Gri eşeğin suratını kaplayan aptalca bir tebessüm. Bu eşeklerin bir kurtuluş umudu olduğuna işaret ediyordu. Gri eşeğin gördüğü minik bir mağaraydı. Yaralı eşekleri topladı ve minik eşeğin bulduğu minik mağaraya doğru yürüttü. Eşekler acı içinde olmalarına rağmen seke seke mağaraya ulaştılar. Mağaranın kapısına vardıklarında mağaranın hiç de minik olmadığını gördüler.
Anlaşılan kuzey yurdunun toy eşeklerinin en küçüğü hâlâ bir yavruydu. Yavrular da tıpkı doğa gibiydi. Acıyı ve ihtimalleri umursamaz sadece yaşarlardı. Tüm yavruluğu ve bilgisizliğine karşın yetişkin görünümlü bu yavru eşek, yetişkinliğin mutlak ve vazgeçilmez gördüğü kaygıdan münezzehti. Kaygı değerliydi ancak pürüzsüz bir akıl ile değerliydi. Eksik akıl ve akılla yapılmayan gözlem kaygıyla birleşince yaşamda biricik düşmandan başka bir şey olmuyordu, mutluluğu ve umudu engellediği gibi hakikatin de üstünü örtüyordu. Gri eşek, Kuzey yurdunun tüm toy eşeklerini bu geniş ve ferah mağaraya ulaştırdı. Mağaranın içi ılıktı. Eşekler sevgi ve merhamete ulaşmış kadar sıcacık hissettiler. Yaralı eşekler, acılarını unuttular, yorgunluğun da etkisiyle buz kesmiş bedenlerini birbirine yapıştırarak tatlı bir uykuya daldılar.
ACIMA VE MERHAMET
Güney diyarında tüm canlılar ürkekti bu ürkekliğin temelinde yatan esas hakikat güney diyarının gücü ilahlaştırmış olmasından kaynaklıydı. Burada güneş bile ürkerek doğardı. Rüzgar, kuşlar, gece, nehirler ve yapraklar... Güneyliler ürkekliğin kendi karakterleri olduğunu ifade ediyorlardı ve bunu son derece olağan karşılıyorlar, mizacımız böyle diyorlardı oysa tüm karakterlerin bir tarihi vardı bir karakter tıpkı bir canlı gibi doğar gelişir ve ölürdü. Her şeyiyle güvensiz olan güneyliler korku ve güç arasındaki dengeyi tedirginlik ve ürkeklik ile sağlayabiliyorlardı. Güneyli eşeklerin karakteri olan ürkeklik güney yurdundaki her şeye sirayet etmişti. Güneş, okyanusun içinden tıpkı bir tarla faresi gibi tüm tedirginliğiyle yavaş yavaş yükselerek güney yurduna yeni günün başladığının bildiriyordu. Yeşil Eşek, Güney yurdu liderinin himayesinde tahta çok yakın bir yerde mışıl mışıl bir uykuda iken Güney’in tüm genç ve güçlü eşekleri yolculuğa hazır hale getirilmişti. Güney lideri tıpkı diğer Güneyliler gibi güneşten önce ayakta olurdu. Uyanıp kuşanan Güney lideri Yeşil eşeğin uyuduğunu görünce hiddetlendi. Güney yurdu liderinin yaveri, Güney liderinin ekşiyen harikulade suratından hiddetlendiğini görünce hemen Yeşil eşeği uyandırdı. Yeşil eşek, zayıflamış bir sıçanı andıran görüntüsüyle göz kapakları bir sinek kuşunun kanatları gibi defalarca hızlıca açıp kapattı. Zayıflamış kemikli yüzünüzü de birkaç kere sağa sola titrettikten sonra gözlerini açabildi. Aniden toparlandı. Güney yurdu liderine masumane bir utanç bakışını hafif yere bakarak sundu. Güney yurdu lideri, yeşil eşeğin bu bakışını görünce yüzündeki hiddet yerini acıma ve affetmeyle karışık bir kibir ifadesine büründü. Güney lideri yaverlerine Yeşil eşeği de yolculuk için hazırlamaları talimatı verdi. Güneyde hazırlık genellikle beslenme ve yolculuk duasından ibaretti. Tüm hazırlıklar tamamlandı. Tüm eşekler, oldum olası her şeyini doğadan karşılamaya, doğanın cömertliğine alışmıştı. Oysa tedbirsizlik doğayı düşman etmeye yeter ve artardı. O cömert ve merhametli doğa tedbirsizlikle bir caniye dönüşür, tarifsiz derecede pintileşirdi.
Güneyli eşekler, yolculuğa çıkacak toy eşeklerle beraber heyecanla Güney yurdu liderinin onları şerefle uğurlamalarını dört gözle bekliyordu. Güneyli eşeklerin heyecanı biraz da güney liderini görebilmek ile ilgiliydi. Çünkü bazı güneyli eşekler güney liderini bir kez dahi görebilme şerefine nail olmamışlardı. Güney lideri güneyin en hoş, zarif, uzun boylu eşeğiydi. Açıkçası bir rüya gibiydi. En sade haliyle güney lideri, evrenin en gösterişli kapısında belirdiği gibi tüm güneyli eşekler secdeye vardılar. Evrendeki tüm ürkekliği ruhlarına sığdıran güneyli eşeklerden göz ucuyla güney liderini görebilenler büyülenmiş gibiydi. Bazıları onu görebilmeyi başaramamış olmanın derin hüznünü sonsuza kadar ürkek yüreklerinde gizlemeye devam ededuracaklardı. Evrendeki en güzel ve naif sese sahip güney lideri, ince, bakımlı ve kibar toynaklarını mutlak ve celal olan biricik ilaha doğru saygıyla kaldırdı. Evrendeki en güzel gözlerini minik bir şekilde yumdu, kutsal ve mukaddes kelimeleri evrendeki en güzel ses tonuyla tüm güneyli eşeklerin duyabileceği şekilde üç kere tekrar ederek: “ övülmeye layık biricik ve mutlak ilah sensin bize ve toy eşeklerimize yardım et. Şüphesiz sen merhameti seversin ve merhamet etmek en çok sana yakışır.” Dedi.
Güney liderinin arkasında ürkek bir sıçan gibi duran yeşil eşek, sözleri içinden olduğu gibi tekrar etti. Güney lideri sözlerini bitirir bitirmez evrenin en görkemli kapısından yavaş ve adımlarını geriye artarak yüzü güneylilere dönük şekilde tahtına çekilmek üzere yavaş adımlarla tahtına döndü. Güneyli toy eşekler ve yeşil eşek güneyli eşeklerin dualarını da yanlarına alıp zorlu ve belirsiz bir yolculuğa çıkarken güneş, artık tüm berraklığıyla hissedilebiliyordu, şafak vaktinin kızıllığı yerini keskin ve parlak gün ışığına çoktan bırakadurmuştu. Yolculuğun belirsizliği güneyli toy eşeklerin ürkekliğini katlamış, bu ürkeklik ve tedirginlik Yeşil eşeği de sarmaya başlamıştı. Yeşil Eşek bunu hissettiği gibi tüm eşekleri durdurdu, onlara hiçbir şey söylemeden kararlı bir şekilde bir süre baktıktan sonra nehir boyunca yürümeleri için talimat verdi ve suya girmelerini yasakladı. Oysa güneyli eşekler çok iyi yüzer ve suda son derece mutlu olurlardı. Yeşil eşek bundan bihaberdi.
Güneyli eşekler, evrendeki bir çok eşek gibi bilmedikleri ve sahibi olmadıkları bir gayenin ardında yol alırken, doğa işlemekteydi. Su tüm bilgeliyle derinlere yol alırken rüzgar canlılığı çeşitlendirmek için tüm sükuneti ile esiyor, güneş yeryüzünü canlandırmak ve aydınlatmak için haddini aşmadan yükseliyordu. Yeşil eşek, ruhundaki başarı duygusunu dizginleme gereği duymadan acemi bir lidere yaraşır biçimde güneyli toy eşekleri varış yerine ulaştırmanın tarifsiz heyecanıyla komuta ediyordu. Kader ve mutlaklık, çizgisini çoktan çizmişti. Bu eşekler bilerek veya bilmeden bu çizgi üzerinde tek bir milim dâhi sapmadan sonu bilinen bir belirsizliğe çaresizce ilerliyordu. Yeşil eşek Güney’in toy eşeklerini önüne katmış ilerliyordu hiçbir şekilde eşeklerin nehir kenarından ayrılmalarına izin vermiyordu. Güneş kendini iyice hissettirip eşekleri bunaltınca yeşil eşek, güneyin toy eşeklerine suya girmeleri için izin verdi. Eşekler, suya girince dünyanın en mutlu eşekleri oluverdiler. O kadar iyi yüzüyorlardı ki Yeşil Eşek, şaşkınlık ve hayranlıkla onları seyretmekten kendini alamadı sanki suda doğmuşlardı. O ürkek ve tedirgin eşekler bir deniz canlısı gibi kıvrak, hareketli ve emin görünmeye başladılar. Yeşil eşek büyülenmişçesine gıptayla onları seyretti durdu. Güneyin toy eşekleri suda inanılmaz keyifli ve keyif verici bir görünüm sergiliyor, bir an bile boş durmuyorlardı. Bazıları akrobatik hareketler yapıyor, bazıları suyun içine dalıp dakikalarca çıkmıyordu. O kadar uzun süre kalıyorlardı ki Yeşil Eşek onlara bir şey oldu korkusuyla telaş içinde çığlıklar atıyordu. Korkusuna yenik düşen Yeşil Eşek tüm eşeklere sudan çıkmalarını ve yolculuğa devam etme emri verdi. Güneyin toy eşekleri sevimli ince ve güçlü vücutlarını bir balık gibi kullanarak kıvrıla kıvrıla karaya çıktılar. Yeşil Eşek onlara övücü hiçbir şey demedi. Eşekler sudan çıkmanın üzüntüsünü tüm varlıklarıyla gösteriyorlardı. Hepsinin yüzü somurtuyor, yüzleri mahzunlukla yere bakıyordu. Yürüyorlardı eşekler, suyun kenarındaki kum tepelerini seyrede seyrede ilerliyorlardı. Eşeklerin çöle bakan taraflarındaki tüyleri sıcağın etkisiyle renk değiştirmeye başlamıştı. Yorgunluk ve sıcaklık kendini dayatıyor, yolculuk tüm zorluğunu daha da hissettiriyordu. Güneyin toy eşekleri ter içinde kaldıkça Yeşil eşek onları suya yolluyor ve onları keyifle seyrediyordu. Ne tuhaf bir şeydi. Eşekler suya girdiklerinde aniden canlanıyor, keyifle oynamaya başlıyorlardı. Yeşil Eşek bunun sudan kaynaklandığını düşündü ve suya girdi. Suda bir kaç toynak attı ki su derinleşti ve çırpınmaya başladı, kendini suyun kenarına nasıl attı, hatırlamıyordu. Tir titriyor, büyülü gözleri etrafını anlamsızca seyrediyordu. Güneyin toy eşekleri onu fark etmeksizin eylenmelerine devam etmişti. Yeşil eşek, güneyin toy eşeklerinin yüzme konusunda çok yetenekli olduğunu hayatını tehlikeye atarak anladı. Hızlı ve kesik kesik nefes alıyor, olduğu yerde titriyor sürekli öksürüyordu. Biraz sonra kendine geldi. Güneyin toy eşeklerine sudan çıkmalarını ve yola devam etmeleri talimatı verdi. Eşekler aynı hüzün ile sudan çıkıp başları yerde yola devam ettiler. Güneyin toy eşeklerinin gözü sürekli sudaydı. Hemen yanı başındaki suya özlemle bakıyorlardı eşekler. Güneş günlük görevini tamamlayana kadar eşekler kesintisiz ilerledi. Kum tepelerinin ardına yaramaz yavru bir eşek gibi gizlenen güneş, yerini aya ve yıldızlara saygıyla bıraktı. Kızıllaşan gökyüzü, eşeklere dinlemelerini haber veriyordu. Yavaştan gece hayvanlarının ve kurbağaların sesi duyulmaya başlandı. Yeşil eşeğin gözü bir ağaç arıyordu ancak etrafta kum tepelerinden gayrı bir şey yoktu. Karanlığa rağmen ilerlemeyi seçti yeşil eşek, bir ağaç da bir ağaç diye tutuştu durdu. Nafile... Ne kadar ilerledilerse bir ağaç bulamadılar. Yorgunluk eşeklerin bedenlerinden ruhlarına sirayet etmiş, zinhar gitmek bilmeyen arsız bir misafire dönüşmüştü. Yeşil eşek, ağaç diyordu da başka bir şey demiyordu. Ağaç yoktu. Olmayan bir şey istemekle var olmuyordu ki. Yeşil Eşek dahil hiçbir eşeğin yürüyecek takati kalmayana kadar eşekler yürüdüler. Sonunda eşekler olduğu yerde müzmin bir ayyaş gibi sızıp kaldılar. Güneyin toy eşekleri suyun kenarındaydılar Yeşil eşeğin sızdığını gören eşekler suya girdiler az önce yorgunluktan yılan gibi sürünen eşekler bir anda canlandı. Bunu anlamak ne mümkün..! Birer yunus gibi su ile alay edercesine bir suya girip bir sudan çıkıyorlar. Suyu, yüzyıllardır çekilen bir hasret gibi görüyorlar onun vuslatının lezzetine varmıyorlardı. İşin aslı: Güneyde sadece yavru eşeklerin suda yüzmesine izin verilirdi. Eşekler olgunlaşınca suya girmeleri yasaktı. Güneyli eşekler, okyanusun kenarında suya girmeye hasrettiler. Bir şekilde suya ulaşabilen güneyin toy eşekleri saatlerce suda eğlendiler, gecenin en soğuk anında uyanan Yeşil Eşek, güneyin toy eşeklerini yanında göremedi. Etrafına bakındı yoktular, hep çöle doğru bakıyordu, eşeklerin suda olabileceğine ihtimal vermiyordu. Yeşil eşek, çöle doğru adım atmak istedi ama vücudu soğuktan kaskatı kesilmişti. Ne yaptıysa hareket edemedi. Güneyin toy eşeklerine acı içerisinde seslendi. Eşekler sesi duyduğu gibi hep birlikte sudan çıkıp Yeşil Eşeğin yanına gittiler. Yeşil Eşek, inliyor, titriyordu. Güneyin toy eşekleri, ona acıdılar, hemen etrafını sararak onu ısıtmaya çalıştılar. Yeşil Eşek, bunu bir sevgi göstergesi saydı, çok sevindi. Oysa güneyin toy eşekleri ona acımıştı. Gösterdikleri bu ilgi acılar içinde inleyen, tir tir titreyen zavallı bir eşeğe acımaktan başka bir şey değildi. Ne merhamet denilirdi ne de sevgi... Merhamet, sevginin olgun haliydi. Sevgi yakınlık ve aidiyet ile ilgili iken merhamet, kuşatıcı ve mesafesizdi. Doğal, pürüzsüz ve bilinç ile yapılan hesapsız bir sevgi, güneyin toy eşeklerinin bilebileceği bir duygu olamazdı. Sevginin işlenmiş, organize, kurumsal ve damıtılmış berrak hâli olan merhamete ulaşmaları için zamanın acımazlığı ile pişmeleri gerekirdi. Oysa onlar asla merhamet görmemişler, doğal olarak da öğrenmemişlerdi. Bu yüzden sevgi ve merhameti öğrenmemiş eşekler acıma ve sevgiyi karıştırırlardı. Halbuki bir canlıya acıma kadar yüzeysel ve zararlı bir duygu yoktu. Çünkü suiistimale açıktı. Acıma duygusuyla hareket eden her canlının bu duygudan zarar görmesi düşük bir olasılık değildi. Neyse ki güneyin toy eşeklerinin gösterdiği bu acıma duygusu onlara ve yeşil eşeğe zarar vermemişti. İlerde ne olur bilemeyiz. Ne olursa olsun acımanın zarar görme ve verme ihtimali güneşin doğması ihtimali ile eşitti.
Güneyin toy eşekleri, Boz Eşeğin etrafını sarıp acıma duygusuyla onu ısıttılar. Yorgun, zayıflamış ve bir çakalı andıran bedeni ısınan Yeşil Eşek vücudunun azalarını hareket ettirebildi. Masum ve minnettar bir bakışla güneyin boz eşeklerine:” İstediniz zaman istediğiniz kadar suya girebilirsiniz.” Dedi. Eşekler, sevinç çığlıkları ile Yeşil Eşeğe teşekkür ettiler. Yeşil Eşek, kendisine gösterilen ilgiden olsa gerek acılarını unuttu. Tüm eşekler, oracıkta huzur içerisinde körpe ruhlarını geceye emanet edip uydular. Gece inanılmaz soğuktu, gündüz ve gecenin zıtlığı akıl alır şey değildi. Ancak; Güney yurdunda vasatlık yoktu, güneyde her şey aşırıydı. Bundan hava bile nasibini almıştı.
Karanlık, ay ve yıldızlar, yevmiyesini hak etmiş bir gündelikçi gibi kendinden emin ve görevini tamamlamış hissediyordu. Gece az sonra vardiyasını güneşe devredecek, görevini tamamlamanın gururuyla tanımlanmış bir belirsizliğe çekilecekti. Güneş ufkun ardındaki yuvasından çıkarken gece nereye gidecekti. Gecenin ve karanlığın bir yuvası var mıydı. Gece yuvasızdı, karanlığın da yeryüzünde ve evrende bilindik bir yuvası yoktu. Belki de yuvasız ve sahipsiz olduğu için karanlık, kötülük ile ilişkilendirilirdi. Pekiyi gerçekten yuvasızlık, yersiz ve yurtsuz olmak kötülük için geçerli bir neden miydi. Elbette ki değildi. Buna belirsizlik ve bilinmezliği de eklemek gerekir. Bir de kuytuluk ve gizlilik de eklendi mi karanlığın neden kötülükle ilişkilendirildiği anlaşılabilir. Ancak asıl olan karanlığın canlılara yol göstermemesiydi. O yüzden kötülük ile ilişkilendirilirdi. Yine de gece ve karanlık masumdu onlar zamanın memuruydu. Esas acımasız olan zamanın kendisiydi. Asla merhamet bilmez, sözünden dönmez ve herhangi bir hatayı telafi etmek istense zamana asla ulaşılamazdı, her şeyi seyreder hiçbir şeye müdahale etmeyecek kadar cani ve gaddardı. Zaman o kadar acımasız ve kötüydü ki hiçbir zaman ikinci bir şans vermezdi. Canlı ve cansız varlıklar sürekli zamanın peşinden koşar o ise burnunun ucundan kıl aldırmadan akıp giderdi. -Ey zaman merhamet, nasıl yücedir, ah bilseydin, Onun önünde yerlere yatar onun suretine bürünürdün. - Pekiyi zaman kimin memuruydu, zamanın bir sahibi var mıydı, eğer onun bir sahibi varsa ne kadar güçlü ve kudretli olurdu. Biz zavallı canlılar da ondan zaman dilenirdik. Ve dilenmemize karşılık bulmaya da sonsuzluk derdik.. Ah ki ne ah! Ne olurdu her eşeğin heybesinde bir damlacık zaman olsa, bir kereliğine de olsa onu kullansalar, nasıl büyülü nasıl muazzam olurdu. Zaman vardı ancak ulaşılmazdı. Ulaşılamayan her şey gibi zaman çok kıymetli ve kudretliydi. Ona hükmetmek bir kereliğine de olsa imkansızdı. Sırf bu yüzden zamandan daha değerli hiçbir şey olamazdı. Ancak zamanın bir dostu vardı bu öngörü idi. Öngörü zamanın habercisiydi. Ve geçmişten beslenirdi. Zaman ile canilik ve değerlilik bir araya geliyordu. Aksi olamazdı zaten.. canilik, nasıl değerli olabilirdi ki? Söz konusu zaman ise bu mümkündü. Mutlaklık, muazzam ve sınırsız olduğu için zavallı canlılar onda kaybolmaya mahkumdu. Gece ve karanlık, zamana olan saygısından mı korkusundan mı bilinmez zamanın önünde eğildikten sonra kaçıp gitti. Yerini ufukta beliren güneşe bıraktı. Güneş, parlak ve güven vericiydi, kendinden emin bir şekilde, önünde kayda değer hiçbir engel olmadığı için doğduğu gibi ışınlarını sevimli ve tatlı uykularındaki eşeklerin üzerine yumuşacık sıcacık merhametli bir el gibi uzatıyor, Gittikçe merhameti azalıyordu. Eşekler, kısa sayılmayacak bir zaman sonra vücutlarındaki ısıyı hissedip uyandıklarında Yeşil Eşeğin terler içinde titrediğine tanık oldular. Güneyin toy eşekleri, el birliğiyle yeşil eşeği alıp suya götürdüler. Onu bir kaç kez suya daldırdılar. Gözleri açılan Yeşil Eşek, eşeklere su boyunca ilerleme talimatı verdi. Oysa Kendisinin göz kapaklarını kapatmaya dâhi takati yoktu. Öyle ki yarı açık gözleri uykuya yarı açık gözlerle dalan bir tavşan gibi görünüyordu. Güneyin toy eşekleri, ite kaka yeşil eşeği yürütüyordu ancak olacak gibi değildi. Yeşil eşek rehberden ziyade bir yüktü. Ancak anlaşılmaz bir durum daha vardı ki vahimin de vahimiydi: Açlık. Yeşil Eşek aç, yorgun ve tarifsiz bir hastalıkla mücadele hâlinde iken güneyin toy eşekleri diri, sağlıklı toktular. Kelimeler Yeşil Eşeğin ağzından çıkmıyor da bir salya gibi ağzının kenarından akıyor gibiydi. Bir şeyler söylüyor ancak anlaşılıyordu. Sonunda sağ toynağını ağzına götürerek yemek işareti yaptı. Aç olduğunu ifade etti. Güneyli iki eşek suya dalıp irice balıklar yakaladılar ve Yeşil Eşeğe verdiler. Hâlâ canlı olan balıklar Yeşil Eşeği ürküttü, o daha önce hiç balık yememiş, yenildiğini de öğrenmemişti. Yemeği reddetti. Ancak civarda balıklardan başka bir şey yoktu. Bir nehir vardı ve nehrin etrafında kızgın çöller... Ya yaşamı yada açlıktan ölümü seçecekti ama; Yeşil Eşek bayılmayı seçti. O bayılınca Güneyli eşekler zorla ona yedirdiler ve başında beklediler. Ara ara güneş öfkesinin şiddetini artırınca suya girdiler, - aslında güneş aynı davranıyordu ancak eşekler güneşin istikrarla aynı şeyi yapmasını bir tehdit gibi hissediyor, durağan olmak, aynı şeyi ısrarla yapmak eşeklerce bir tehdit olarak algılanıyordu- Yeşil Eşeği de sürüyerek suya soktular, kendileri ne kadar beslendiyse onu da o kadar beslediler. Bir haftaya yakın oldukları yerden bir adım bile ilerleyemediler. Nihayet Yeşil Eşek, sağlığına kavuştu ve canlandı, olan bitene hiçbir anlam veremedi, Uyandığında hissettiği tek şey ağzındaki yabancı tattı, bu tadın balık tadı olduğunu anlayınca doğrudan suya koştu, bol bol su içti. Yeşil Eşeğin ağzındaki balık tadı onu rahatsız ediyor ne yaparsa yapsın geçmek bilmiyordu. Bundan rahatsızdı ancak güneyin toy eşeklerine hiçbir surette kızmadı. Yaşıyorsa, ki yaşıyordu; hayatı dahil tüm varlığını ve sağlığını onlara borçluydu. Bu anlamlı gerekçe ile Yeşil Eşek toparlandı ve ağzındaki balık tadını umursamadan Eşeklere yola koyulma talimatı verdi. Yüzü capcanlı ve dinç göründüğü kadar bayağı da kilo almıştı. Artık o sıska bir çakal gibi de görünmüyordu. Hatta, bu diri ve sağlıklı görüntüsü ile neredeyse tüm evrene hava atacaktı. Güneyin toy eşekleri kendilerini değerli, faydalı hissediyordu. Keyifli bir yolculuk hatta bir hayat için bu hisler inanılmaz kamçılayıcıydı. Yeşil eşek de güven içerisinde aynı duygularla yürüyordu. Yollarındaki tüm zorlukları aşıp varış yerine vardılar. Toynaklarından savrulan tozlar gökyüzüne kibirle ulaşıyordu.
Heyecan içinde bekleyen Kara Eşeğin gözü sürekli yoldaydı bu toz bulutunu görmek için haftalardır beklemişti. Yeryüzünü titreterek, bir tazı gibi eşeklerin önünde belirdi. Eşeklere durun diye seslendi. Tüm eşekler evrendeki karanlık maddeye tutulmuş gibi durduktan sonra Kara Eşeğin büyülü ve ürkütücü bakışlarının etkisine girdiler. Eşekler güçlü bir mıknatısın çekim gücüne maruz kalmış çaresiz birer metal toz parçacıkları gibi Kara Eşeğin tarifsiz bakışlarına doğru aktılar. Gözleri, o ürkütücü, büyüleyici ve karşı konulmaz bakışları, yeşil eşeği arıyordu. Yeşil Eşek, o kadar canlı ve parlak yeşil tüylere sahipti ki Kara Eşek onu gördüğüne şaşırmaktan kendini alamadı. İlkti, Kara Eşeğin şaşkınlık ve hayret verici bir hoşnutluktan sonra tatlı ve samimi bir tebessümlü yüz ifadesine bürünmesi. İlkler heyecan vericiydi. Düzgün biçimli dudaklarını hafifçe birbirine değdirip gururlu başını hayretler içinde bir sağa bir sola salladı. Uzunca bir süre derin derin yeşil eşeğe baktı. Onu yanına çağırdı. Güçlü sağ toynağını yeşil eşeğin sağ omuzuna bir kaç kere vurdu. Tüm eşekleri karşısına aldı ve onlara: “ özgürsünüz” dedi. Güneyin toy eşekleri, özgürlüğün ne olduğunu doğal olarak bilmiyordu. Kısa bir durgunluktan sonra:” Canınız ne isterse onu yapın.” Dedi. Ve sarı eşeğin yanına gitti. Güneyin toy eşekleri oldukları yerde uzandılar, suya koşmadılar, nefeslerini doğanın sunduğu bitki ve çiçek kokularıyla doldurup ciğerlerine çektiler. Çimenlerle oynayıp, masmavi gökyüzüne huzurla baktılar. Yeşil eşeğin gözleri Gri eşek ve Boz Eşeği aradı. Onları gördüğü gibi o ikisinin yanına gitti. Onlara sadece sarıldı, Boz eşeği o hâlde gördüğü hâlde hiçbir şey sormadı. Hiç konuşmadan birbirlerine hüzün, özlemle bakıp ve tek kelime etmeden dertleştiler, hem de birbirlerini tam doğru anlayarak... Anlamak yaşamaktır, acıyı zorluğu ve hüznü yaşamak... O yüzden anlatılanlar anlaşılmaz, nezaketen onaylanır. Yasandıysa anlaşılır. Anlam ve yaşam tüm berraklığı ile onların o sessizliğinde tarifsiz bir hüzün ile tam ve doğru olarak hayat buluyordu. Ağaçlar onları o halde görünce bağışladı. Hem de sonsuza kadar... Bir canlı kendi toynakları ile her şeyi altüst edip geçmişi özler miydi. Eşekler, tam da bunu yapardı. Bu hâliyle başarmak aslında kaybetmektir. Neyi mi kaybetmek berraklığı... Berraklığı... Berraklığı... Bir damla gözyaşı tüm tatlı suları sonsuza kadar bulandırmaya yeter... acı çekmedikçe de fiziki anlamda berrak olmaz... kaynaması, yanması, buharlaşması gerek. Öte yandan ruh bulanıklaşır hem de sonsuza kadar... Ah eşeklik, ne kadar anlaşılmaz ve anlatılmaz bir yol...
ALGI VE HAKİKAT
Koca eşek, bükülmüş beli ve yüzündeki anlamsız ifadeyi gizleyemeyecek kadar yorgundu, temiz ve bakımlı pembe dilinin üzeri susuzluktan bembeyaz kesilmiş, zirvedeki ağaca ulaşmak için bir hayli enerji kaybetmişti. Çaresizdi, civarda bu yalnız ağaç dışında geceyi geçirebileceği tekin bir yer yoktu. Zirvedeki bu ağaca sığındı, zirveye yakın bir platoda tek başına duran ağaca usulca yaklaştı iri gözlerindeki anlam siste kaybolan bir gemi gibi hızlıca gözden kaybolmuş, asaleti sırtlayan bakışları derinliğini ve anlamını yitirmişti. Tüm halsizliği, parazitli kesik ve boğuk sesiyle “Sen neden bu dağ başındasın, görüyorsun etrafında hiçbir canlı yok, senin hiç bir canlıya bir faydan yok.” diyerek çıkıştı zirveye yakın bir tepelikte tek başına duran ağaç gayet sakin bir şekilde Koca Eşeğe cevap verdi: “Görüyorum ki elindekinin kıymetini bilmiyorsun. Bak ben buradayım, geceyi benim dibimde geçireceksin; ben burada olmasaydım benden istifade edemezdin. Demek ki hayatta her şey düşünüldüğü gibi hatta görüldüğü gibi değil... Etrafına bak, hiçbir canlılık emaresi var mı? Kendi azmimle buradayım bana hiç mi saygın yok? Siz eşekler evrenin sizin için yaratıldığını düşündüğünüz için hiçbir canlının yaşama hakkına ve biricik varlığına saygı duymuyor onlara yaşamı bile reva görmüyorsunuz.” Dedi.
Koca Eşeğin yüzünde beliren utanç, yer yüzünü kaplayan ince bir kar örtüsü gibi yüzündeki diğer tüm ifadeleri kapladı, yüzü bembeyaz kesildi ardından mahcup bir sıpa gibi kızardı. Koca ve ihtişamlı başını hafifçe öne eğdikten sonra yüzü yere bakacak vaziyette “ Özür dilerim, asla seni üzmek gibi bir niyetim yoktu sadece yorgundum ve kelimelerime hakim olamadım, Ancak ne gerekçeyle olursa olsun asla bir canlıyı üzmek incitmek karakterim olamaz elbette ki gayem senin beni kabul etmem değildir. Benim bu özürüm sadece kendime yakışmayan tavırlardan dolayı duyduğum mahcubiyettir.” Dedi
- Özür dilememek hiçbir sorunu çözmez
- Neden
- Hata yapmamak özür dilemekten daha değerlidir.
- Ama üreten bir canlı için bu mümkün değil ki
- Mümkün
- Nasıl
- Sadece hakikat ile gözlemek, beklenti içerisine girmemek ve gücü meşruiyet aracı olarak görmemek bile hatayı yok etmeye yeterlidir Aslında siz eşekler özür dileyerek, aynı hatayı ve yanlışı yapmak için kendinize fırsat yaratmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.
- Yani özür dileyip tüm hatalarımızı düzelttiğimize inanıyor, haliyle aynı hatayı yapmaya meylediyoruz.
- Öyle... Siz eşekler nezaketi bir silah olarak kullanıyorsunuz. Oysa doğa asla kabalaşmamayı seçiyor. Yapılması gereken her ne ise onu yapıyor.
Nihayet gece tüm varlığıyla kendini hissettirmeye başladı, Koca Eşek ve zirvedeki ağaç susmayı yeğlediler. böylece kendi aralarında bir husumete neden olmadan tartışmayı bıraktılar. Zirve soğuk ve kuruydu civarda ağaç dışında hiçbir yemiş yoktu. Koca Eşek açtı, zirvedeki ağaca hiçbir şey hissettirmedi. Ağaç, Koca Eşeğin sırtına yapışan karnından bitkin ve aç olduğunu hissedebiliyordu. Açlığını gizlemek için elinden gelen her şeyi yapan Koca Eşek, bir hakikati evrenden gizlemekten öteye gidemedi. Oysa Ağaç öğrendiğini uygulayarak en sevimli ve berrak haliyle körpe yapraklarından birkaç tane Koca Eşeğe sundu, koca eşek biraz mahcup ve biraz da şaşkınlığıyla zirvedeki yalnız ağacın sunduğu körpe yaprakları çok yavaş bir şekilde kırışmış ama biçimli dudaklarını yumuşacık, bir sağa bir sola hareket ettirip ağzında iyice çiğneyip ve emdikten sonra yutarak yedi. O yedikçe ağaç körpe yapraklarından ona sunmaya devam etti. Ta ki koca eşek tokluğu hissedene değin... Aslında koca eşek fazla yemek yiyen bir canlı değildi fakat çok yorulmuş ve çok enerji harcamıştı. Karnını bir güzel doyuran Koca Eşeği tarifsiz bir susuzluk hissi sardı. Utanıyordu Koca Eşeğin bu ağaçtan bir şey istemeye yüzü yoktu. Zirvedeki yalnız ağacın sağ tarafında bir uçurum bulunuyordu. Ve Koca eşeğin ilacı da bu uçurumun tam başlangıcında bulunan buzullaşmamış bir kar birikintisinden başka da bir şey değildi. Susuzluğun tesiri arttıkça Koca Eşek yerinde duramıyordu. Yalnız ağaç Koca Eşeğe merhametle uçurumun kenarındaki karı gösterdi. Çaresizliğin ve acizliğin biricik ilacı olan merhametle, umut dolan Koca Eşek kar birikintisine doğru ilerledi. Meraya salınmış mutlu bir ve amaçsız bir koyun gibi doyasıya karı yedi. Kar katı olduğu için susuzluk hissini hemen gidermedi Koca Eşek, karnı şişene kadar yediği halde susuzluğu dinmedi. Karnı tıka basa kar ile dolan Koca Eşek karnın ağrısını hissedip kar yemeyi bıraktı. Vücuduna giren karın da etkisiyle daha bir üşümeye ve titremeye başladı, dişleri gıcırdıyor, vücudu titriyordu. Isınmak için sürekli hareket ediyor ancak ısınamıyordu. En sonunda sessizliğin soğuklukla iç içe geçtiği, karanlığın hâkimiyetini daha da kavileştirdiği ve acı vermeye başladığı bu anda koca eşek, bilindik bir metotla ısınmak için ateş yaktı. Evren minik bir sorunu daha çözmek için mutlak öğretisini hiçbir ahlâkî kanunu gözetmeden işletmeye çoktan başlamıştı. Koca Eşek, her şeyden bihaber o kutsadığı biricik bedenini ısıtırken. Ağacın en körpe yaprakları ateşin etkisiyle kurumaya başladı. Zirvedeki ağaç tüm bilgeliğiyle:
- Biliyor musun
- Neyi
- Siz eşekler doğayı umursamaksızın yaşamayı güç ile ilişkilendiriyorsunuz. Ama bence bu aptallık ve nankörlükten başka bir şey değil...
- Anlamıyorum seni. Neden böyle konuşuyorsun.
- Sadece yaptıklarını düşünerek yapsaydın dahi beni şıp diye anlardın.
- Gerçekten anlamıyorum seni.
- Senin ısınmak için yaktığın ateş en körpe yapraklarımı yaktı. Ve bu senin hiç mi hiç umurunda değil iyiliğin karşılığı bu mu?
Koca Eşek, ruhunda derin bir yara ve şaşkınlıkla;
- Oysa benim kadar doğayı, ağaçları ve bitkileri düşünen bir canlı daha yoktur.
- Belki de bunu sen istediğin için öyledir. Onlar istese aynı ciddiyeti ve önemi verir miydin?
- Nasıl yani?
- Sen istiyorsun diye yaptıklarını yüce ve mutlak görüyorsun. Seninle ilgili olduğu için, sana ait olduğu için, hatta sen olduğun için... Demek istediğim sadece kendine yapıyorsun. Eğer bir zerre kadar doğayı düşünmüş olsaydın. En azından ateşin bana ulaşmasını engellerdin. Oysa sen biricik benliğini düşünmekten başka bir şey umursamıyorsun.
Koca Eşek sustu, suskunluğu bir yanlıştan, bir yanlışı anlamaktan ziyade çok ağır bir yüzleşmeydi. O kadar ağır bir yüzleşmeydi ki bu Koca Eşek dışındaki hiçbir canlı bu yüzleşmenin altından kalkamazdı. Koca Eşek, gerçekten de o an evrenin en güçlü eşeğiydi. Çünkü eleştirilmeyi kabul etmişti. İsteseydi dağ başındaki çaresiz ve sahipsiz ağacı yakabilirdi de oysa koca eşek kendimi sorgulamayı bu sorgulamayla acı çekmeyi yeğledi. ne rüzgarın soğuğu ne de ağacın kelimeleri incitmişti onu. Koca Eşek mutlak bir hakikati öğrenmiş olmanın ağırlığı altında eziliyordu. Eleştirilmek ve buna tahammül etmek hakikatin altında ezilmeyi göze almaktır. İşte bu yüzden koca eşek evrendeki en güçlü eşekti. O yok etmek, yok saymak yerine; var etmeyi ve varsaymayı tercih etmişti.
Yıldızlar, rüzgar ve sessizlik Koca Eşeğin bu muhasebesinde ona yarenlik etti. Gece ve zaman tüm hakikatiyle akmaya devam ediyordu. Ama Koca Eşek durmuş, Zirvelerde donmaya mahkûm olmuş tercihsiz bir su damlası gibi hissediyordu.
Zirvedeki ağaç ve doğa gayet sakindi. Çünkü gurur ve pişmanlık eşeklere özgüydü. Doğa sadece işlerdi...
Koca Eşek, uzunca bir süre donuk hâlde kaldıktan sonra ağaca kendini affettirmek için bir şeyler düşündü. Ancak ne ağaçtan özür diledi ne de ona bir söz verme gereği duydu. Tıpkı doğa gibi davrandı, sadece yapacaktı yapılması gereken her şeyi olması gerektiği gibi yapacaktı. Sükunete yapıştı. Ve işleyişe katkı sağlamak için sadece uyudu.
ADALET VE ÖZEL ALAN
Koca eşek, bilinmeyen bir zamanda yeryüzünde adaleti ile nam salmış, adil eşeği görmek için bir bahar sabahı mağarasını tek edip yola koyuldu. Ardında bıraktığı minik tepeye gizlenmiş mağara hüzünle koca eşeği seyrededurdu. Koca eşek yol boyunca minik kızıl çiçekler açan gelincikleri ve beyaz yapraklarıyla papatyaları seyredip onların huzur ve sağlık taşıyan kokularını içine çekip ilerliyor, her bir çiçeğe sağ ön toynağı ile dokunuyordu. dokunduğu çiçekler Koca eşeğe şükranlarını sunmak için daha canlı açıyor ve güçlü kokular yayıyordu. Eşeklerin aksine doğadaki tüm canlılar ilgiye, sevgiye ve şefkate samimiyetle karşılık verirdi. Oysa eşekler sevgi şefkat ve merhametten emin oldular mı soğukluğu bir durdurma aracı olarak kullanmayı güç ile ilişkilendirir. Bu duyguların evrende çeşitlenmesine fırsat vermezlerdi. Güçlü ve layık olma duygusu eşekleri mümkün olduğunca tekdüze olmaya ve kalmaya iterdi. Tuhaf bir çelişki ile eşekler tekdüzelikten de şikayetçiydiler. Koca Eşek, mümkün olduğunca güzel duyguların beslenmesine katkı sağlayarak diğer eşeklerden ayrışır, kadim ve asil iyi duyguları korurken bile bunu çeşitlendirerek yapardı. İlkin eşekleri sevmeyi öğrenmişti, sonra sevgisini yayarak diğer canlıları sevmiş; daha sonra bitki ve ağaçlara sevgisini yaymış, daha sonrasında ise doğadaki cansız varlıkları sevmeye gayret göstermiş ve başarmıştı. En sonda ise gökyüzünün derinliklerinde karanlığa asılı duran yıldız ve diğer gök cisimlerini sevmişti. Ancak Koca Eşeğin sonsuz sevgisi evrenin en zirvesine ulaştığı hâlde en zayıf canlıları asla ihmal etmemişti. Toynaklarını olabildiğince hafif biçimde kaldırılıp sonra yere güçlü bir şekilde basarak ilerliyor, etrafındaki masum bitki ve çiçeklerin ruhunu hissedip onlarla konuşuyordu. Ufuk çizgisinin ortasında bir karınca gibi görünene kadar sevgisini tüm doğaya gösterdi, geçmiş yaşına rağmen hiç durmadan yürüdü, Çok hızlı değildi, takatinin izin verdiği bir hızda ilerledi, minik tepeler, orta boylu çayırlarla süslü ovalar aştı, ilerledikçe yükselti arttı. Koca eşek, nefesini esir alan hırıltıları dinledi ve etrafına ağır bir merak duyguyla uygun bir dinlenme alanı bulmak için bakındı, kısa boylu çayırlar ve meşe ormanlarını geride bıraktı. Dinlenmek için, güçlü ve merhameti bir ağaç aradı, Koca eşeğin derin bakışları. Nihayet ufuk çizgisinin dağlarla buluştuğu zirvelerin birinde irice bir ağaç gördü. Hırıltılı nefesini umursamadan heyecan ve umutla ağaca doğru asil adımlarını hızlandırarak yürüdü. Ağacın zirvede nasıl tek başına yaşadığının merakıyla yürüdü. Yürüdü de yürüdü Koca Eşek... Koca Eşeğin kahverengiye çalan gri tüylerinin üzerinde beliren berrak ter damlacıklarının kurumaya yüz tutmuş beyaz izleri yorgunluğa işaret ediyordu. Ancak ulaşma ve başarma duygusu Koca Eşeği hırslandırıyor. İlerlemesine yardımcı oluyordu. Tepeleri Ağaca vardı. Geceyi ağacın altında geçirdi. Günün İlk saatlerinde uyandı yoluna devam etti, adil eşeğin yurduna vardığında iri cüsseleriyle kuyrukları ve başları bembeyaz, gövdeleri kara iki eşek Koca Eşeği durdurdular. Adil eşeğin yurdunun kanunlarını anlattılar Ona. Yolda gördüğü tüm kazıklara en fazla beş dakika yayılmak ve bir mağaraya ve odalarına çift toynak üzerinde içeri girmek zorunludur. Koca Eşek şaşırdı, itiraz etti iri eşekler kurallara uymaması halinde adil eşeği göremeyeceğini söylediler. Koca eşek tüm şaşkınlığı ve hayal kırıklığı ile kurallara uyacağının sözünü verdi. Ve adil eşeğin yurduna kabul edildi. Kilometrelerce uzayan tertemiz ve bakımlı yollar gördü ve mutlu oldu uzunca bir süre yürüdükten sonra başında iki iri eşeğin beklediği dizilmiş kazıklar gördü. Ve sordular:
- Bir istediğiniz var mı
- Ne isteyebilirim ki
- Canınız ne isterse...
- Görevimi yapıp yoluma devam etmek istiyorum.
- Elbette, siz bilirsiniz.
Koca eşek, kurallar gereği kazığa yayılmalıydı. Ve öyle de yaptı. Kazıklar tam da bir eşeğin yayılması için düzenlenmişti. Koca eşek kazığa yayıldığı gibi canının yandığını hissetti. Kazığın başındaki eşekler, Gülmemek için zor tuttular kendilerini ama gülmediler. Koca eşek, aç ve susuzdu ama bir şey istemedi. Kazıktan kalktı ve ilerdi yol boyunca nerdeyse her iki-üç bin adımda bir dizilmiş kazıklar ve kazıkların başında bekleyen iri eşekler gördü. Gördüğü her kazığa yayıldı. Eşekler iri olmasına rağmen yardım ve iyilik severdi. Koca eşek kazıkların başında bekleyenler eşeklerin bir isteğiniz var mı sorusuna aynı cevabı verdi. Ve yoluna devam etti. Ve sonunda sevimli ve toy ağaçlarla dolu bir tepenin yüreğine gizlenmiş adil eşeğin mağarasını gördü. Adil eşek, koca eşeğin gelişini haber almış, tüm hazırlıkları yapmış, koca eşeğin huzuruna varmasını, kazıklardan ibaret tahtının kenarında beklemeye koyulmuştu. Koca eşek incinmiş ve yaralı vücuduyla mağaranın kapısında belirdi. Mağaranın kapısında girişteki eşeklerden de iri kuyrukları ve başları bembeyaz gövdeleri siyah iki eşek bekliyordu. Koca Eşek, incinmiş vücuduyla, kurallar gereği iki toynağının üzerinde mağaraya girecekken tepe taklak yere savruldu. Başını kaldırdığında adil eşeğin samimi gülüşünü acı içerisinde seyretti. Adil eşeğin sıcak karşılaması Koca Eşeğin acılarını dindirmedi. Ancak Koca Eşeğin, sağında ve solunda iki koskoca eşek bekleyen bir kazıktan ibaret tahtını ve karşındaki birkaç kazığı görünce şaşkınlığı kat be kat arttı. Ve Adil eşeğe hitaben:
- Ey Adil Eşek, eskiden burası zalimler yurduydu. Buranın adalet yurdu olduğunu duyunca sevindim ki ziyaret etmek istedim. Lakin değişen bir şey görmedim. Bu ne biçim adalettir.
- Ne oldu ey koca eşek yolda karşılaştığın eşeklere sana kötü mü davrandı
- Bilâkis gayet kibar idiler.
- Bir isteğini geri mi çevirdiler
- Asla
- Peki sorun nedir ey koca eşek
- Hadi kendinizi neyse de Misafiri kazığa yaymak ne ola ki? Hele içeriye seke seke girmek... Vallahi zulümdür
- Ey Koca eşek aklını kullan ve nezakete icabet et
- Nasıl yani
- Aklını kullan ve akıl ile hareket et. Aklın ve nezaketin hüküm sürmediği yerde adalet hüküm sürer mi hiç?
Adil Eşek, bir kazıktan ibaret tahtının başında bekleyen irice eşeklerin birine baktı, baktığı gibi eşekler bir ağızdan sordular ey Adil eşek bir isteğiniz var mıdır?
- Evet
- Buyurun emrinizi söyleyin.
- Tahtımı oturulacak hale getirin.
- Hay hay...
Eşekler, kazığın üzerine bir tabaka ve tabakanın üzerine yumuşacık yeşil otlar yerleştirdiler. Adil eşek gidip üzerine yayıldı. İri eşekler Koca eşeğe bakıp:
- Bir isteğiniz var mı ey Koca eşek
Koca eşek, uzunca bir süre düşündü. İhtiyacının yayılmak olmadığını biliyordu. İncinmiş vücudunu iyileştirmesi için bir hekim istedi. Derhâl bir hekim eşek belirdi, ve onu tedavi etti. Koca Eşeğin yaraları sarıldı. Koca eşeğin yaralı bedeninin iyileşmesi için bir kaç güne ihtiyaç vardı. Sonra hekim eşek sordu
- Başka bir isteğiniz var mı
Koca eşek aç, susuz, yaralı ve yorgundu. Aç olduğunu söyledi Adil eşek, hemen körpe ve lezzetli otlar istedi. Tatlı mı tatlı bir su getirildi.
Adil Eşek, koca eşeğin ne kadar akıllı olduğunu, aklın ışığında süzüldüğünü biliyordu. Ancak Koca Eşek, adalete ve adilliğe karşı güvenin kurbanı olmuştu. Koca Eşek, bir kaç gün dinlendi. Adil eşek onun başında bekledi. Hayal kırıklığını şaşkınlık ve çocuksu bir utanç süsleyen Koca Eşeğin, tüm yaraları iyileşti. Adil eşek Koca eşeğe ayrılmış bölüme her girişinde ön iki toynağını kaldırır ardından kibarca yere indirir ardından arka iki toynağını kaldırır bir çifte atar öyle girerdi. Yaraları iyileşen Koca Eşek, Adil Eşeğin içeriye girişini gördüğü gibi öfke ve şaşkınlık ile kendinden emin bir şekilde sordu:
- Hani tüm kapı ve bölmelerden seke seke girmek gerekiyordu.
- Ah Koca Eşek aklını kullan
- Nasıl yani
- Biz eşeklerin özel alanına saygı duyarız Amacımız bir eşeğin başka bir eşeğin özel alanına veya şahsına saygı göstermektir. Hem biz seke seke girin demiyoruz ki çift toynak üzerinde girin diyoruz. Haliyle ön iki toynak üzerinde başka bir eşeğin özel alanına girdiğimizde yüzümüz yere bakar, ön iki toynağımız yere değer değmez arka iki toynağımızla çifte atarız ki arkadan başka bir eşek gelip özel alana tek düze girmesin. Ayrıca çift toynak üzerinde girmek dikkat gerektirir ki bu da özel alana dikkatlice girmek içindir
- Öyle mi
- Öyle tâbi... Eşeklerin özel alanına ve eşekliğe, eşekliğin saygınlığına özen göstermeden adalet olur mu hiç?
YAVAŞLIK VE HIZ
Doğu Yurdu liderinin sevgisine mazhar olan yeryüzündeki bir kaç eşekten biri olan Boz Eşek, huzur içerisinde bir uykuya dalmıştı, ancak gecenin sabaha yakın bir diliminde başarı ve hırsın kamçılayıcı heyecanıyla akla ziyan bir telaşla uykusundan uyandı. Doğu Yurdu Liderinin, kırışık ve merhametli sağ toynağı Boz eşeğin sevgi görmemiş sarıya çalan kahverengi iri başının üzerindeydi hâlâ... Mağara, eşekler, heyecan ve belirsizlik karmakarışık bir ton ile geceye süzülmüş, börtü böcek seslerine karışarak nemli mağaranın ıslak duvarlarına çarpıp, evrene huşu içerisinde yol alırken Boz Eşek, hiç istemediği halde sevgiye aç bedenini Doğu Yurdu liderinin merhametli ellerinin altından bir yılan gibi kıvırarak sıyırdı. Doğu Yurdu liderinin merhamet dolu sıcacık emektar ve yaşlı toynağı, değerli bilgiler taşıyan tarihî bir kitabenin bir uçurumdan düşerek parçalanması gibi mağaranın kuru zeminine düştü. Sağ toynağı yere düşen Doğu Yurdu Lideri ürkünç bir irkilme ile uyanır gibi oldu, fakat Koca ve Erdemli başını sağa sola hızlıca sallayıp sağ toynağıyla kara burnunun sağ tarafını bir kaç kere aşağı yukarı kaşıdıktan sonra tekrar masum bir yavru eşek gibi tüm sevimliliğiyle uykuya daldı.
Boz Eşek, içinde filizlenen körpe başarı duygusunun ateşiyle hiç uyumamış gibi, yerinden kalktı, mağaranın ay ışığı ile aydınlanan taş kapından geceyi derin bir tecessüs ile seyre koyuldu. Nasıl ki gökyüzünde saf bulutların göğsünde yatan masum ve temiz su, toprağa ulaştığında canlılığın ve üretimin fitilini ateşleyecekse; kendini o denli zinde ve üretken hisseden Boz Eşek, Doğu diyarının liderinin, soğuk dağlarında gizlenmiş sıcak ve güven verici mağarasında eşeklik üzerine bazı hakikatlerin sırrına ulaşmış, doğu ile ilgili yepyeni bir deneyime ve duru bilgiye; bilge doğu liderinin sevgisine ve dostluğuna, mazhar olmuştu. Ancak tüm inancına ve kararlılığına rağmen aniden ruhunu saran ihtimaller Boz eşeğin, heyecan arzu ve başarma duygusuna saldırıyor; Sabrın tarifsiz ağırlığı altında ezilen Boz Eşek, ruhunda körpe başarı duygusunun yerine, acemi bir kuşkunun acıyla filizlendiğini hissediyordu. Bu acemi kuşku, kavurucu bir telaşa dönüşüp Boz Eşeğin sarıya çalan kahverengi tüylerinin üzerinde, soğuk bir bahar sabahında yaprakların üzerinde beliren çiy damlacıkları gibi ter damlacıkları ile belirdi. Her şey yerinde değerliydi anlaşılan zamanından önce edinilen her bilgi ve duygu tüm eşekler için haddinden fazla acı ve huzursuzluk vericiydi. Kuşkunun Boz Eşeğin ruhunu zapt etmesiyle zaman durdu. Gerçeklik algısı kayboldu. Aniden beliren bu acıyı, Boz Eşek tüm ruhunda hissediyor, Yüreğinde filizlenen bu körpe acı yavaşça ruhuna nüfuz ederek ışığı kuşatan karanlık gibi yayılıp ruhundaki huzur ve sükunete kast ediyordu. Kuşku ve ihtimallerin ağında bir balık gibi çaresizce kıvranan Boz Eşek, Arada bir bulunduğu mağaranın ıslak duvarlarına hafifçe dokunup vücudunu soğutuyor ve bu şekilde ruhunda hissettiği hararetin azalacağını umuyor, Ancak; ne yaparsa yapsındı beynini ele geçiren belirsizlik, ruhuna dört bir taraftan hükmettiği için bir türlü sükunetin ve istikrarın hazzına varamıyor, ruhunu serinletemiyordu. Geceyi ihtimallere mahkûm eden Boz Eşek, zamanın kendini tanımlayamadığı bir vakitte karanlığın içerisinde bir damlacık nazlı mı zanlı ışık gördü ki yavaş ağır adımlarla ışığa doğru ilerledi, mağaranın kapısından bir misafir gibi içeriye dalan mavi ve masum ışık gökyüzündeki güçlü bir yıldızın ve yaşlı ay’ın ışığından başka bir şey değildi. Her tarafı kuşatan karanlığın bağrında yeşeren minik ışık Boz Eşeğe umut oldu. Biraz sonra güneş gökyüzündeki karanlığa inceden inceye oklarını saplayacak ve gecenin canına kast edecekti. Bir süreliğine içi geçen Boz Eşek, zaman algısını yitirdi. Kendine geldiğinde, uykusuzluktan kan çanağına dönmüş, eşekliğe özgü büyüleyici, iri gözleriyle ayın ve güneşin nöbet değişimini seyrederken buldu.
Doğunun toy eşekleri yeterince mülayim ve laf dinleyen eşekler gibi görünmesine karşın onların başıboş bırakılmaması gerektiğini de biliyordu. Boz Eşek, ilkin kendisine bir kaç yardımcı görevlendirilecek, bu eşeklerin içindeki en ciddi ve en güçlü eşekler olacaktı. Bir ara mağaranın hemen dibinde bazı eşeklerin seslerini duyar gibi oldu ancak boz eşek hiçbir suretle ne o seslere doğru yöneldi ne de seslerin ne olduğunu merak etti. O her şeyiyle kendisine verilen görevi layıkıyla yapmaya odaklandı. bundan sonraki süreçlerde doğa ve doğadaki canlılar dışında hiç kimse Boz Eşeği maksadından alıkoyamayacaktı. – en azından o böyle hissediyordu- Zaten kendisi de gelirken çektiği bazı zorluk ve sıkıntıları mümkün olduğunca doğunun toy eşeklerine hissettirmeden onları Kara Eşeğe ulaştırmaya çalışacaktı. Güneşin gecenin bağrına sapladığı oklar geceyi ölüme yaklaştırıyor ve gökyüzünde gecenin yarasından kanayan kızıllık ufuk çizgisini kana buluyordu. Ufukta beliren güneşin kıpkızıl kesilen bir lav gibi görünen daha da saldırgan ışığı işini iyi bilen bir matador edasıyla gecenin sırtına son oklarını acımasızca saplıyordu. Karanlığın yerde can çekişini zevkle seyreden güneşi gören ay ve yıldız karanlığa hiç sahip çıkmadan sinsice sıvıştılar. Gecenin ve karanlığın canına kasteden güneş, gecenin kanayan yarasından akan kızıllığı hiçbir delil bırakmamak adına dağların ardına gizliyor, karanlığın varlığını tüm acımasızlığıyla gökyüzünden de silip atıyordu. Karanlığı canından eden güneş, tüm delilleri yok ettikten sonra dağların ardından, muzaffer bir komutan gibi göründü. Az önce tüm acımasızlığı ile karanlığı katleden güneş, Boz Eşeğin vücuduna merhametle ulaştı, büyüleyici güzellikteki iri gözlerini kamaştırdı. Gözlerini güneşin sert ışığından korumak için sağ tarafına döndüğünde Doğu Yurdu Liderini irkilerek gördü.
Doğuda görüntü yetişkinlik için yeterliydi. bu yüzden görüntü olarak yetişkin olan bütün eşekler, yolculuğa hazır hâlde bir meydanda toplanmıştı. Boz Eşek, kendisine sunulan ilgiden ve yardımseverlikten şaşkınlık derecesinde memnundu, hiç bir kelime etmeden Doğu yurdu liderinin yanına usulca sokuldu. Boz Eşek, Doğu yurdunun lideriyle birlikte mağaranın kapısından aşağı baktığında doğunun tüm eşeklerinin muntazam bir biçimde hazır olduğunu hayretle gördü. Doğunun tüm eşekleri güneşin ve ışığın doğunun toy eşekleri ve Boz eşeğin yanında olması için sesiz bir yakarıya tutuldular. Tüm doğu eşekleri toynaklarını güneşe merhamet dilenircesine açıp öylece donakaldıktan sonra doğu yurdu liderinin kutsal sözleri söylemesini bekleye koyuldular. Doğu yurdu lideri, ciddiyet ve öfkeye benzer bir yüz ifadesiyle ritüel gereği başını güneşe döndü. Tıpkı bir heykel gibi donuk ve sessizce sadece temiz ve düzgün dudaklarını oynatarak duaya başladı. Boz Eşek de aynısını yaptı. Kısa sayılmayacak bir süre bu yakarış devam etti, ardından Doğu Yurdu Lideri, titrek toynaklarını indirdi, sol toynağını boz eşeğin omuzuna yumuşakça koydu, onun alnından öptü ve gitmesini işaret etti. Boz Eşek, eşekliğe özgü büyülü güzellikteki gözlerini minik minik yumdu, tüylü başını hafifçe sağ omuzuna doğru eğdi, hâlâ sağ omuzunda duran Doğu Yurdu Liderinin titrek ve kırışık toynağını naifçe öptü, tek kelime etmeden yola koyuldu. Doğunun Lideri hemen mağarasına döndü.
Doğunun toy eşekleri ve Boz Eşek o kadar ağır ilerliyordu ki sanki yürümüyorlar da kımıldıyor gibiydiler. Eşekler gözden kaybolana kadar doğunun tüm eşekleri ağlamaya benzer bir ses ile yakarıya devam ettiler. Boz eşek, gözlerden uzaklaştıktan sonra genişçe bir alana topladığı eşeklerden sadece susmalarına istedi, Doğunun mülayim eşekleri, Boz eşeğin sözünü dinleyip aniden sustular. Boz Eşek, doğunun toy eşeklerinin arasına katılıp tamamının gözlerinin içine baktı gözlerinin içine baktığı eşeklerden kararlı görünen, iri ve cesur görünümlü üç eşeği seçti, birine sağdan sorumlu olduğunu, ötekine soldan sorumlu olduğunu ve diğerini de onların başı olduğunu, kendisinin de onları geriden takip edeceğini söyledi.
Boz eşek, önden gidecek eşeğe şunları söyledi: “ Sadece patikaları takip et, canlıların bizim için çizdiği yol en güvenli ve en önemli yoldur.”
- Tamam
Eşekler, konuşacak gibi oldular ancak konuşmadılar. Sessizlik ve ciddiyetle yavaşlığın uslandırıcı gerçekliğine sığınıp güneşin aydınlığından istifade ederek gün boyunca hiç durmadan ancak olabilecek en yavaş şekilde yola devam ettiler. Zaman ve deneyim, tüm samimiyetiyle yavaşlığın içine gizlenmiş, Boz Eşek ve doğunun toy eşeklerine yardımcı olmak için birleşmişti. Doğunun eşekleri hangi yöne gideceğini bilmemesine karşın yavaşlığın gözleme fırsat yaratmasından ötürü hiçbir riskle karşılaşmadan vahşi hayvanların açtığı daracık patikaları takip ederek günü tamamladılar.
Karanlık güçlenip intikamını almak üzere dağların ardında güneşe pusu kurmuş bekliyordu. Güneş makus talihine boyun bükerek ve hatasını bilerek karanlığa usulca teslim oldu. Eşekler karanlığı gördükleri gibi durdular. Boz Eşek geceyi telaşa verdiği için diğer eşeklerden daha yorgundu. Ve yorgunluk tüm eşeklerin masum bakışlarına sirayet etmiş, eşeklerin boş bakışlarının ardına gizlenmişti. Tüm eşeklere durmalarını söyleyen Boz Eşek, etrafa tüm dikkati ile odaklandı. Ancak geceyi geçirebilecekleri emin bir yer görmedi. Tüm yavaşlığa rağmen akıl ile gözlem yapmayan Boz Eşeği zor bir sınav bekliyordu. Çünkü doğu eşekleri karanlıkta asla hareket etmezlerdi. Minik tepelerin dar patikaların birinde öylece kalakaldılar. Boz Eşek ne yaptıysa doğunun toy eşeklerini hareket ettiremedi. Acı ve kötü olan ise etrafta yiyecek tek bir ot dahi görünmüyordu. Eşekleri hareket ettirmeyeceğini anlayan Boz Eşek, tüm eşekleri bir araya topladı ve etrafı kolaçan etmeye başladı. Yavaşlık enerjiyi doğru kullanmak için mükemmel bir unsur iken öngörülü olmamak, son derece acıydı. Boz Eşeğin toy eşekleri doyuracak kadar ot bulması gerekiyordu. Boz Eşek, belliki öngörüsüzlüğün bedelini yorgunluk, telaş ve acı çekerek ödeyecekti. Bir araya toplanıp olduğu yerde kalan eşekler yorgunluğun etkisiyle uyuşturlar ancak beyin uykuya dalmak için bile enerjiye ihtiyaç duyuyordu. Açlığı hisseden eşekler istemsizce anırmaya başladı.
Boz Eşek, görevlendirdiği eşekleri birbirinden ayrılmamaları hususunda tembihleyerek ot arayışına koyuldu. Tüm yorgunluğuna karşın oldukça hırslı görünen Boz Eşek, son enerjisini hızlanmak için kullandı. Sarıya çalan kahverengi tüyleri terden ıslanana kadar dört nala koşmaya başladı. Karanlığın ve telaşın etkisiyle etrafında yiyecek bulamadı veya hızın uyuşturucu etkisiyle göremedi. Ve hızlandıkça hızlandı. Çaresizliğin karanlık ile ortaklaştığı, evreni ve yeryüzünü bir cehenneme çevirdiği bir hakikat değildi ancak Boz Eşeğin hissettiği tek şey çaresizlik ve kasvet girdabında şuursuzca debelenmekti. Boz Eşek tüm telaşıyla karanlığın ve çaresizliğin ekmeğine yağ sürmekten öteye gidemiyordu. Ne kadar mesafe kat ettiğini ölçümleyemeyen beyninden vücuduna durmasını ve sakin olmasını tembihleyen sinyalleri umursamayan Boz Eşek, son enerjisini tüketmek üzere dört nala ilerleyecekti ki imdadına yerde yatan masum bir kaya çıktı. Yeryüzüne ulaşmak için başladığı milyon yıllık yolculuğunu Boz Eşeğin dört nala koştuğu patikaların birinde noktalayan bu kaya, yeraltındaki yuvasından başını merakla çıkarıp etrafı seyre koyulan bir sıçan gibi öylece duruyordu. Boz Eşek, yolu toz ve dumana katıp toz duman içindeki yolda çaresizce koşuyordu. Dikkatsizliğinin ve hızın acımasızlığının kurbanı zavallı Boz Eşek, başını masumca yuvasından çıkaran kaya parçasına takılan sol toynağının ucunda akla ziyan bir acı hissetti, ne olduğunu anlamadan tepenin kenarından minik vadiye yuvarlandı. Boz Eşeğin acı anırışı, bir çığlığa dönüşüp sarhoş bir kuş gibi yalın tepeliklerin minik vadilerinde sağa sola çarpa çarpa uzaklaştı, ancak Boz Eşek, hiçbir şey olmamış gibi yoluna tüm hızıyla devam etti, Boz Eşeğin, sol toynağının kabuğu neredeyse düşecekti, farkında değildi, yarası sıcaktı. – Ey sıcaklık sen nasıl bir şeysin ki acıyı dâhi hissettirmezsin- sol toynağının kabuğunda biriken kan bir süre sonra damlamaya başladı. Sol toynağında bir ıslaklık hisseden boz eşek, durdu. Sol toynağına baktı. Sol toynağının kabuğu neredeyse düşecek gibi olduğunu fark etti. Ne yapacağını bilemeyen Boz Eşeğin, soğuyan yarası acıyı tüm hakikati ile hissetmesine neden oldu. Patikanın kenarında acı içinde kıvranan boz eşek, vadinin dibine doğru yuvarlandı, çaresiz iniltileri devam ededurdu, sonra bu iniltiler yakarıya dönüştü. Boz Eşek, mutlaklığın kendisine acımasını ve onu maksadından alıkoymaması için dua ediyordu. Her şeyi ile kendinden emin olan Boz Eşek bir vadinin dibinde acizliğin bağrında, hayal kırıklığı ve korkunun en derinini yaşıyordu. Ölebilirdi, oysa; o, ölecek olmasına değil; başarıya ulaşamayacak olma ihtimaline odaklanmış acı içinde mutlak güçten yardım dinleniyordu. Hissettiği acı çok büyüktü. Uzunca bir süre inledi durdu, çaresizce yaralı sol toynağını, vadinin dibindeki çamurun içine batırdı. Boz Eşek, ihtimalleri ve ölümü düşünmeyecek kadar biçare düşüp eşekliğe özgü büyüleyici gözlerini, yıldızlara ve bulutlara merhametle sahip çıkan lacivert gökyüzüne çaresizce dikti, pes etti, ölüme yattı. Gece ve karanlık varlığı ve yokluğu hiçbir anlam ifade etmeyen zavallı bir eşeğin iniltilerini evrene ulaştırma konusunda son derece yardımseverdi. Boz Eşeğin ölüm kokulu iniltileri havaya karışıp sonsuzluğa yol alırken doğunun toy eşeklerinin bir kısmı korku ve çaresizlik içinde birbirlerine sarılıp birlikte olmanın gücü ve birbirlerine dokunmanın hazzı ile uykuya daldılar. Uykuya dalamayan diğer eşekler, açlığı hatırladıkça birbirlerine daha da sokularak açlığı unutmaya çalışıyordu. Eşekler tüm sıkıntılara rağmen, üzerlerine sevginin ve birlikteliğin yatıştırıcı gücünü örtüp uykuya dalmayı başardılar.
Boz Eşek, sakin ve sabırlı olmasına karşın bir anlık boş bulunma ve bilgisizliğin kuşatıcı ve kaotik etkisiyle hem kendi varlığını hem de diğer toy eşekleri büyük bir riske atmış, umudu yerle yeksan etmişti. Hız ve anilik tüm canlıların varlığını tehlikeye atma konusunda belliki çok ustaydı, bir eşek boş bulunmaya görsün, telaşın içine gizlenen hız ve anilik, onların her şeyini emektar toynaklarından bir yavru eşeğin elinden lezzetli yemişlerini kolayca alır gibi tetikte bekleyeduruyordu. Evren ve doğa tüm varlığı ile hızın ve aniliğin zehirleyici hazzıyla mücadele halinde iken; eşekler aynı derecede hıza ve aniliğe ulaşma konusunda arzulu ve ihtiraslıydı. Oysa değişim ve evrim, yavaşlığın yüreğinde yeşermek üzere yaratılmıştı. Eşekler bu hakikati bilmek, bunu anlamak ve buna sabır göstermek yerine hızlandırmayı bir başarı ölçüsü olarak görmeyi seçmiş, kendilerini tehlikenin kollarına itmişti.
Geceyi belirsizlik ve açlıkla geçiren doğunun toy eşekleri, hep birden güne tek vücut olarak uyandıklarında boz eşeği göremediler. Doğu eşeklerinden sorumlu olan üç eşek hem görevlerinin başına geçip eşekleri yola hazırladılar. Hiçbir şey sormamak üzerine eğitilen doğu eşekleri hemen yola koyuldular. Tüm eşekler boz eşeğin onları geriden takip ettiğini düşünüyordu. Oysa ağır ve gizlenemez bir hakikat vardı ki Boz Eşek, onları geriden takip etmiyordu. Uykunun ruhu doyurucu, dinlendirici ve iyileştirici etkisiyle bir süreliğine açlığı unutan doğunun toy eşekleri, tüm yavaşlıklarıyla bir bilinmezliğe doğru yola koyulduklarının farkında bile değillerdi.
Boz Eşek, güne gözünü açtığında, yarasının çamur içinde kuruduğunu gördü. Hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı, biraz yürüdü sadece hafiften sekiyordu. çok da ölümcül bir yarasının olmadığını, geceyi telaşa vermenin kendisini düşürdüğü aptalca duruma soktuğunu hayretle gördü. Daha tuhafı ise; etrafına baktığında vadinin yeşil otlarla kaplı olduğunu gördü. Telaşa vermek her haliyle aklı devre dışı bıraktığı için kötüydü. Boz eşek, telaşa vermenin ve hızın tehlikesini tüm berraklığıyla öğrenmiş bulundu. Doğunun toy eşeklerini düşünüp tam günü telaşa verecekti ki bundan vaz geçti. Sakince ve seke seke doğunun toy eşeklerini bıraktığı yere geldi. Eşekler yoktu. Yüreğinden beynine doğru bir telaş seli aktı. Ama Boz Eşeğin bir kere dili yanmıştı, Telaşlanmayacaktı. Önde giden eşeğe söylediği sözleri hatırladı ve patikayı takibe koyuldu. Kısa sayılmayacak bir süre sonra bir tepeye vardı. Umutsuzca, tepeden etrafı eşekliğe özgü büyüleyici gözleriyle seyre koyuldu ki ufukta doğunun toy eşeklerinin ilerlediğini gördü. Boz Eşek, heyecanla hızlanmak istedi, sonra hızın başına getirdiği belaları düşündü ve kararında ilerlemeye koyuldu. Nasıl olsa toy eşekleri görebiliyor, toy eşekler de kendilerine söylendiği gibi son derece yavaş ilerliyordu. Mutluydu Boz Eşek, hiç olmadığı kadar mutlu... Ağaçlar, yapraklar ve otlar ona daha bir canlı görünüyordu. Ve gökyüzü...
BELİRSİZLİK VE YORGUNLUK
Gri Eşek, güne manasız bir umut ve başarı hissiyle uyandı, -ruhu yeterince demlenmiş, yorgun ve kırık bedeni dinlenmişti anlaşılan- kirli ve zayıflamış gri ön iki toynağını bir düşmana teslim olan bir asker gibi kaldırıp günün ve güneşin diri ve parlak görüntüsüne bıraktı, günü sade demlenmiş ruhunda hissederek; bilge eşeğin mağarasının şekilsiz kapısından selamladı. Ruhundaki umut ve başarı hissi gün ışığı gibi bedenine yayılıyor ve kendini daha da hissettiriyordu. Gri Eşek bu hisle yüksek sesle Kuzey yurdunun genç eşeklerini uyandırmanın telaşına düştü. Mağaradaki bilge eşek, gün doğumunun heyecan ve hayat verici bu anına odaklanmış, bu anın keyfine varmak üzereyken gri eşeğin nezaketen ve naiflikten uzak sesi, bilge eşeğin sükunet ve huzura ulaşmasını engelledi. Ancak bilge eşek gri eşeğe müdahale etmedi, onu gözlemlemekle yetindi. Mağaranın en karanlık köşesinde tatlı bir uykunun en dibine dalan genç kuzey eşekleri, gri eşeğin bu rahatsız edici sesini duymuyorlardı. Gri Eşek gittikçe sesini yükseltiyor, hatta saldırgan anırmaları andıran bir tona dönüştürerek sahiplik duygusuyla genç kuzey eşeklerini bu derin uykudan en seri biçimde uyandırmak istiyordu. Gri eşeğin rahatsız edici sesi mağaradaki minik canlıları uykularından etti fakat genç kuzey eşekleri hâlâ mışıl mışıl uyuyordu. Gri eşek tüm davranışlarıyla öfkeli ve sabırsız görünüyordu. Tam eşeklere müdahale edecekti ki bilge eşek, gri Eşeğe seslendi:
- Neden bu kadar acele ediyorsun, görmüyor musun, bu genç eşeklerin dinlenmeye ihtiyacı var? Hiç mi anlamıyorsun.
- Ama gitmeliyiz
- Tabiki gideceksiniz, ama böyle davranırsan, varmayabilirsiniz. Önemli olan varmaktır. Senin amacın varmak mı yoksa gitmek mi?
- Ben, kuzey eşeklerini Kara eşeğe ulaştırmak istiyorum.
- O halde gözlemle, genç eşeklerin dinlenmeye ihtiyacı var, böyle acele davranırsan onları ölüme ulaştırırsın, Kara Eşeğe değil...
- Ama zaman kaybediyoruz.
- Hayatı kaybetmekten iyidir. Sabır ile gözlemle, asla acele etme. Ben sana bunları anlatmıştım. Sen hiç mi öğrenmiyorsun.
- Ben uyudum ve dinlendim. Onlar neden hala yatıyorlar.
- Sen umut ve başarı dolu bir ruha sahipsin oysa bu genç eşekler bir belirsizliğe, bilinmezliğe gidiyorlar. Onlar senin kadar kararlı ve heyecanlı değiller. Belirsizlik, tüm canlıları yorar. Onlara karşı şeffaf ve merhametli ol, onları dinle, ihtiyaçlarını gider. O zaman belirsizliğin ağır yükü altında bu kadar ezilmezler, umut dolar ve senin gibi dinlendiklerinde başarı duygusu ve haz ile güne uyanırlar.
- Tamam, anladım.
Tam bir aptal, azarlanmış yavru bir eşek gibi hisseden Gri Eşeğin, tozlar içindeki gri başı yere doğru edildi, ruhundaki başarı ve umut duygusu; uçmaya çalışan acemi bir kuşun kendini gökyüzünde hayal edip yere çakılması gibi... Kendi enerjisini üretmeyen Gri Eşek, dışarıdan edindiği bilgilerin etkisiyle savrulurken acizlik ve eksiklik duygusunun ağır tokadını yemişti. Bilge eşeğin sözlerini güzel ve anlamlı bulan Gri Eşek, o bilge sözleri hayatında uygulayacak kadar kavramıyordu aslında.
Bunu bilen bilge eşek, Gri Eşeğin üzerine fazla gitmedi. Sadece temiz ve titrek toynaklarını onun kirli omuzlarına koydu, onu günün en sakin anının hazzına tek kelime etmeden varmaya bir toynak işaretiyle davet etti. Gri Eşek ve bilge eşek, günün hazzına varmak üzere ruhlarını sessizliğe sattılar. Gün ışığı, şefkat dolu bir canlının yumuşacık elleri gibi her iki eşeğin bedeninde dolaşmaya başladı. Huzur ve dinginlik, kendine yeterince yer bulmuş, gün ışığı gibi her tarafa yayılmıştı. Eşekler güne ve gün ışığına sessizlik ve dinginlik için teslim olmuş, içlerindeki gelecek kaygısını ve ihtimallerin ağır yükünü; sonsuzluğa uzanan ışığın sırtına yüklemiş ve yolcu etmişlerdi. Her şey bundan ibaretti. heyecan ve haz, sabır ve akıl ile gözlemlemekten geçiyordu.
Bilge eşeğin temiz ve merhametli sağ toynağı, Gri Eşeğin, kirli sol omuzundayken genç eşeklerin en küçüğü uyanmış ve iki eşeği seyrekoyulmuştu. Tarifsiz bir hisle, arkasına başkan bilge eşek, temiz dişleri görünecek biçimde güldü, Gri Eşeğin omuzundaki sağ toynağını çeken bilge eşek, sağ toynağını göğsüne doğru bir kaç kere çekerek sevimli genç eşeğe yanlarına gelmesini işaret etti. En genç eşek bilge eşeğin yanına vardı ve ona yapıştı, bilge eşek sağına hafif dönüp genç eşeği yumuşak ve masum bir öpücük ile karşıladı. Gri eşek, daha önce şahit olmadığı; bilge eşeğin bu davranışını anlamadı. Ancak bunun bir sevgi göstergesi olduğunu hissetti ve kıskandı. Buna karşın; gün ve güneş kendisine öğretilen hiçbir öğretiden taviz vermeden aşkla akmaya devam etti.
BİLGİYİ YÖNETMEK
Zamanın kendini inkar ettiği, belirsizliğin evrene nazını geçirebildiği, yarasaların, ayın ve güneşin birbiri ile aynı anda buluştuğu, bu ender zaman dilimi; her dönüm noktasında olduğu gibi canlılar üzerinde gereksiz bir hüzün; aynı derecede gereksiz ve anlamsız bir umut aşılıyor, bu değişim anının huzur ve bereket dağıttığı tüm eşeklerce bilinmese de Koca Eşekçe tüm hakikati ile biliniyordu. Varlığını gece ve gündüze göre ayarlayan diğer canlıların uykuda olduğu bu zaman evresinde Koca Eşek, bereketi ve sıhhati kaçırmamak için dinç ve ayaktaydı. Sabahın serinliğinde ürpermiş temiz griye çalan kahverengi tüyleri, günün en tarifsiz soğuğuna saygı ile selamlıyordu. Güne ve yeryüzüne diğer eşeklerden önce merhaba demenin tarifsiz heyecanını içinde taşıyan Koca Eşek, ayı hüzün dolu asil bir özlemle uğurlarken güneşi de canlılara adaleti ve hakikati ulaştırma ihtimaliyle tarifsiz bir umutla selamlıyordu. Yüzündeki ağır ve derin kırışıklıklar günü hesaba çekme gayretiyle son derece ciddi ve hareketsiz görünüyordu. Ve eşekler evrendeki tüm yavaşlığa ciddiyet demeyi uygun görmüşler, ne de olsa eşekler adaleti ve hakikati gün ışığında ortaya çıkarmak ve sermek üzere eğitilmişlerdi veya ışığın aydınlatıcı yüzünü adalete ve hakikate yormuşlardı. Oysa adalet ve hakikat tüm canlılığa ve canlılara rağmen zamandan ve mekandan münezzeh ve kocayan dağların yaşlanma süreci gibi tüm ciddiyetiyle işleyeduruyordu. Koca Eşek, mağarasının hemen kapısında o kahverengi ve griye çalan iri başını, gökyüzüne dikmiş, zerrece sahtelik barındırmayan bakışlarla, tüm içtenliğiyle gökyüzünü sükunet içerisinde seyrediyordu. Onun ağır ve ciddi bakışlarına maruz kalan meşe ağaçları daha bir nizami olma telaşına kapılıyordu. Koca Eşek, mağaranın kapısında durmuş, mağara girişinin sağına doğru yaşlı ve hafif çökük, sağ omuzunu dayamış, bu anın keyfine varmak üzereydi ki sonsuzluğu hissettiren ucu bucağı olmayan ovanın hemen başında bir hareketlenme, bir kıpırdanma hissetti. Ancak; hiçbir şey görmedi bu hissettiği şey onu tedirgin etti, varmaya çalıştığı huzur ve dinginlik hissi, uçurumdan düşen iri bir kaya parçası gibi tuz buz oldu. Hemen silkelenip yeryüzüne ulaşmaya çalışan bir şimşek gibi şekilsiz merdivenlerden aniden aşağı indi. Sonsuzluğu kıskandıran düzgün ve kararlı bir şekilde uzayıp giden bereketli ovaya ve bu bereketli ovayı korumak için dizilmiş meşe ağaçlarına etrafı hafif koyulaşmış asalet ve ciddiyet saçan gözlerini dikti, önce gözünün görebileceği en uzak mesafeye kadar önüne doğru baktı, ufuktaki güneş, yeşermeye yüz tutan toprağa atılmış tohumlar gibi başını hafiften çıkarmış, nazlı nazlı kendini gösteriyordu ancak ufukta kuşkulanılacak hiçbir şey göremedi. Hemen sağ tarafına mümkün olabilecek en uzak mesafeye dikkatli bir şekilde baktı, taşlar ve kurumuş dallarla doğal bir çit görüntüsü oluşturan örüntüden başka bir şey görmedi. Daha sonra kendini yavru bir eşek gibi azarlayan Koca Eşek: “Neden aklımı kullanmıyorum ki evrende her şey iz bırakır, şu durumu akıl ile bir gözlemleyeyim.” Dedi. Ve eğildi, yerdeki otların ezilme yönüne baktı ve sağdan sola doğru ezilen minik otlar bir canlının sağ taraftan sol tarafa doğru gitmiş olduğuna işaret ediyordu. Ezilen otların yönü apaçık sol tarafı gösteriyordu. Koca Eşek, evrenin sırrına erişmiş gibi sevindi. İri gözleri, ilk doğuşundan beri yeryüzünü aydınlatan bir güneş gibi ışık saçtı, hemen sol tarafına hızlıca döndü ve gözünün görebildiği en uzak mesafede tam ufukta hareketli bir karartı gördü, karartıya yavaş ve emin adımlarla ilerledi, yaklaştıkça gördüğü karartının; sevimli, minik, kapkara bir eşek olduğunu fark etti. Bu sevimli minik kapkara eşeğin, başının ucunda son demlerini yaşayan, ısıya maruz kalmış bir su damlası gibi buharlaşmak üzere olan hüzünlü bir dolunay duruyordu. Ayı ve kara eşeği neredeyse birbirine dokunacakmış gibi gören Koca Eşek, heyecan ile ürperdi. Belli ki o da zamanın belirsizliğe mahkum olduğu bu saatte herhangi bir eşeği görmeyi ummuyordu. Sevimli Kara Eşek, ay ile vedalaşıp geriye, Koca Eşeğe doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Koca Eşek, kendisine doğru gelen sevimli Kara eşeğin yaklaştığını görünce içindeki belirsizlik ve korku ile karışık heyecan bir anda kayboluverdi. Soğuk ve sahipsiz bir rüzgar Koca Eşeğin temiz tüyleri arasından akarak yalın ve sevimli tepelerle doğru uzaklaşıp gitti. Koca Eşek rüzgara aldırmadan sakin adımlarla sevimli Kara eşeğe doğru yürümeye başladı her iki eşek solun tam ortasında buluştular. Koca Eşek, yeraltından gelen hırıltılı ve kesik uğultularla bezeli kalın sesiyle:
- merhaba ey sevimli Kara Eşek.
- Merhaba efendim.
- Günün ve ömrüm aydın olsun, ey tatlı Kara eşek.
- Sağ olun efendim sizin de gününüz ve ömrünüz aydın olsun.
- Bu saatte hiç mi korkmuyorsun dışarıda olmaya, sen bu saatlerde dışarıda olur musun?
- Hayır efendim ben sadece kötü bir rüya gördüm, onun için bulunduğum yerde mağarada kalamadım. Bilmiyorum, buraya doğru korkuyla geldim, çok korkuyorum, sizi görünce de çok sevindim.
- Aaa! öyle mi çok şaşırdım. Sakın kötü rüyalarını kimseye anlatma çünkü kötü rüyalar seni huzursuz ettiği gibi diğerlerini de huzursuz eder. tamam mı? o yüzden sakın ne olduğunu, ne gördüğünü bana anlatma.
- Ama efendim benim bunu anlatmam gerekiyor yoksa korkum sürekli büyür hala çok korkuyorum.
- Sevimli Kara eşek lütfen... söylediğin şeylerde eğer emin değilsen pazarlık etme şu anda ben hayat ve umut doluyum oysa senin korkularınla muhatap olursam belki ben de korkacağım ve huzursuz olacağım. Sakın korkularını paylaşma! Sen beni tanıyor musun?
- Hayır efendim ben sizi tanımıyorum sizi de ilk kez görüyorum,
- Hiç koca eşeği duydun mu?
- Evet bembeyaz eşek, koca eşekten bahsetti bana, geçenlerde onunla bir ovada denk gelmiş, ona nasihatlerde bulunmuş, bembeyaz eşek koca eşekten bahsetti bana.
- İşte, bak ne kadar şanslısın sevimli Kara eşek şimdi sen de Koca Eşeği, gördün.
- Çok şaşırdım, siz koca eşeksiniz...
- Memnun oldum Kara Eşek, Ben koca Eşek, şimdi seninle biraz yürüyelim olur mu?
- Yürüyelim efendim.
Koca eşek, sol toynağını, sevimli minik Kara eşeğim sağ omuzun üzerine koydu, her ikisi minik adımlarla güneşin kendini hissettirdiği ayın omuzlarını yere değdirdiği, artık görülüyor iken ılık bir rüzgar her iki eşeğin tüyleri arasından geçip kendi yoluna devam etti; geceyi esir alan soğuk, güneşi görüp uzaklaşma telaşına düştü, zamanın belirsizliğini kaybettiği ve kendini sabah olarak tanımladığı bu zaman diliminde canlılar yeni güne ve yeniliğe eşsiz bir umut ile başlayabilirdi. Minik, sevimli Kara eşek ve Koca Eşek tatlı, ciddi ve samimi mi samimi bir sohbete tutuldular. Güneş kendinden emin ve ustaca bir tavırla gökyüzünde yol almaya başladı. Ay ve gece, bir günün daha muhasebesini yapmak üzere yataklarına çekildiler. Gündüz ve güneş eşeklerin çabasını bilgisini ilmini ve emeğini dönüştürmek üzere her şeyiyle ortaya serildiler. Koca Eşek, Kara eşeğin titreyen sevimli minik bedenini gördükçe sol toynağını daha bir içten ve daha sert bir biçimde Kara Eşeğin omuzun bastırıyor, onun korkusunu azaltmaya çalışıyordu. Çiçekler, yabani otlar ve evcil çimenler güneşin yeryüzüne hâkimiyetini onaylamak ve ona minnettar olduklarını hissettirmek için yüzlerini güneşe doğru çevirdiler. Koca Eşek, Kara eşeğin hissettiği kötü ve ağır duyguları, bir elektrik akımı gibi kendi bedeninde hissediyor, istemsiz bir şekilde kuyruğunu hızlıca sallıyordu. Koca Eşeğin, refleksif bir biçimde hareket eden kuyruğu sevimli Kara eşeğin korkusunun ve acısının şiddetini ve vahametini bütün evrene gösteriyordu. O kadar ki neredeyse Koca Eşek de aynı heyecana ve korkuya kapılacaktı. Koca Eşek ateşten çeker gibi sol toynağını, sevimli Kara Eşeğin omuzlarından çekti bir süre bekledikten sonra her iki temiz ön toynağını sevimli Kara eşeğin her iki omuzuna koydu ve Kara Eşeğin gözlerinin içine uzun uzun baktı, binlerce telkin ile koca eşek Kara eşeğe sakin olmasını ve o gördüğü her ne ise onu düşünmemesini tembihledi. sevimli Kara eşek titreyerek koca eşeğe şunları söyledi: “Biz o yöne doğru gidiyoruz lütfen Ben oraya gitmek istemiyorum oradan korkuyorum. lütfen öbür tarafa gidelim Ben korkudan kaçıyorum, siz beni korkuya götürüyorsunuz.” Dedi. Koca Eşek: “Aradığın her neyse kaçtığın yerdedir kaçarak sadece aradığın şeyden uzaklaşırsın sen korkunun yanına gideceksin ki onu yok edesin aksi halde sadece ve sadece onu güçlendirirsin. Sakın korkundan kaçma, onun ne olduğunu biliyorsun, bir şeyin ne olduğunu biliyorsan, onu küçültmeyi ya da büyütmeyi de yine sen başarırsın. Başka hiç kimse sana yardım edemez. Ben bilerek, isteyerek seni o yöne götürüyorum. Ne olur o şeyi düşünme.
- Fakat efendim korkuma engel olamıyorum beynimden çıkmıyor.
- Evet o sana hakim olursa beyninden de çıkmaz ruhundan da çıkmaz ne olur ona hükmet.
- Ne yapmalıyım?
- Şu ana odaklan şu anda sen benimlesin ve korkacak bir şey yok.
- Sen geçmişte yaşıyorsun ve geçmişte yaşamak zaten en korkulacak bir şey. Âna gel! Geçmiş: akıl, An: hakikat, gelecek ise umut içindir. Zamanı, bunların dışında kullanırsan sadece korkuları beslersin. Ve korkan eşeğin ne aklı ne hakikati ne de umudu vardır. Oysa canlılık ve varoluş sadece akıl, hakikat ve umut ile vardır.
- Sizi görüyorum efendim siz varsınız.
- Etrafına bak sadece ben yokum. Hava, rüzgar, güneş, gün, gündüz var. sen varsın seninle ilgili her şey var. Etrafına bak ve gör. sen baksan dağlar . var da var. Bu ana gel.
- Tamam efendim. Etrafıma bakıyorum. Evet güneş doğmuş efendim oysa ben hala karanlık olduğunu düşünüyordum.
- Eğer âna gelmezsen her zaman karanlık olduğunu düşünürsün
- çok teşekkür ederim efendim o kadar rahatladım ki şu anda güneş doğmuş efendim çok mutlu oldum.
- Sevimli Kara eşek şu anda mutlu musun.
- Çok mutluyum efendim.
- Peki sana bir soru sorayım. sen mutluluğun ne olduğunu biliyor musun.
- Efendim ben mutluluğun ne olduğunu bilmiyorum sadece onu hissedebiliyorum.
- o zaman sana mutluluğun ne olduğunu hayatım boyunca ölçümleyebileceğin şekilde sana anlatayım. ne zaman mutluluğu ölçmek istersen o zaman söylediğimle tartarsın ve mutlu olup olmadığına yaptığın şeyden keyif alıp almadığına bakarsın.
- Tamam efendim çok teşekkür ederim
- Mutluluk: zamanın köleliğinden kurtulmak zamana bağladığımız prangaları kırmaktır. Eğer bizler zamanın ne olduğunu hissetmez ve ölçmez isek mutlak bir şekilde mutlu olduğumuzu söylemek mümkündür. Ancak biz eşekler, zamanı hatırlıyor ve ölçümlüyorsak, ölçümlemeyi herhangi bir şey ile dakika, saat, gece, gündüz öğlen, akşam, sabah veya herhangi bir şekilde tanımlıyorsak veya tanımlama gereğini hissediyorsak biz mutsuzuz demektir. Zaman mutluluğun içinde barınamaz mutluluk da zamanın içinde barınamaz birbirine iki mutlak düşmandır
- Hiçbir şey anlamadım efendim anlayabileceğim bir şekilde anlatır mısınız.
- O anda sana şunu sorayım en sevdiğin şey nedir
- Efendim kırlarda oyun oynamayı çok severim, koşmayı diğer eşeklerin üstüne çıkmayı... Bunları severim.
- Peki sevdiğin şeyi yaparken hiç güneşin hareketleri veya güneşin davranışı veyahut ay’ın şekli ve davranışı hiç aklına geliyor mu.
- Hayır efendim aklıma gelmiyor şimdi anladım efendim ne demek istediğinizi.
- Şu anda korkuyorsun ve korktuğunu hissediyorsun.
- Korku içerisindeydim aslında mutsuzdum o yüzden gündüz olmasını bekliyordum zamanın geçmesini...
- Kara eşek hayatım boyunca bu bilgi sana ışık olacak sakın günü, güneşi bekleme her daim aydınlığı ve ışığı bekle aydınlık gecede de olabilir gündüzde de olabilir ancak ki güneş sadece gündüz de olur oysa hem gece de hem gündüz de aydınlık ve ışık vardır sakın kendini aya güneşe veya bunların şekillerine uydurma eğer herhangi bir suretle bunlar aklına gelirse kati surette senin mutsuz olduğunu söylemek mümkündür. Ancak; eğer güneşi güneşin duruşunu ayı ve ayın şeklini herhangi bir şey sana hatırlatıyorsa ondan uzaklaş, o şeyi yapma. Eğer söylediklerimi yaparsan hayatın boyunca mutlu yaşarsın ancak hırslarını ve ihtiraslarını ölçümleme gereği duyarsan zamanı kendine lider ve rehber edinirsen -ne yapıyorsan yap- mutsuz olmaya mahkum olursun
- Sadece sevdiğim şeyleri mi yapayım
- sadece sevdiği şeyleri yapma. bir şeyi gerçekten sevip sevmediğini isteyip istemediğini kendine samimiyetle sor. Diğer eşekler istiyor diye sen o şeyi istiyorsan bu zamanın mahkumiyetinden toplumun mahkumiyetine geçmek olur o zaman da ne yaparsan yap zamanın egemenliğinden kurtulamazsın bizler kendi sevdiğiniz şeyleri asla bilemeyiz çünkü bizler öğretilmiş, öğrenilmiş ve ezberlenmiş sevgilerle doğuyoruz senin gerçekten sevdiğin bir şeyi sevip sevmediğini anlayabilmen için mutlaka onu kaybetmen gerekir eğer kaybettiğin şeyi arıyorsan sen onu seviyorsundur. ancak kaybettiğin şeyi arayıp bulamıyorsan sen ona aşıksın demektir. Kara eşek, sabır ile kendine sor. sevdiğin şeyleri bilerek isteyerek kaybet ya da sabır ve samimiyetle içinden gelerek sevdiğin şeylerin gitmesine fırsat ver. kesinlikle hissedeceğin şey sevginin ta kendisidir.
- Efendim bu söyledikleriniz kafamı karıştırdı Ben sevdiğimi neden kaybedeyim ki?
- Onun gitmesine engel olma, bırak gitsin demek istediğim başarının da acının da korkunun da sevginin de mutluluğun da gitmesine izin ver ona engel olma. İşte o zaman gerçekten bir şeyi sevip sevmediğini öğreneceksin bu hakikat tüm gerçekliğiyle ortaya çıkacaktır. Ben sana bunu söylüyorum
- Şimdi öğrendim efendim ben sizi tam olarak anladım şu anda ben onu tuttuğum için korkum var oysa ben onun gitmesine izin versem ruhumdan uçup gidecek bunu yapmak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum ne olur bana öğretin.
- Şu anda onu nerenle hissediyorsun vücudunun neresinde duruyor o korku başında mı göğsünde mi ayaklarında mı, nerende duruyor, o korkuyu hisset onu yüreğinde mi başında mı
- Efendim beynimde başımda hissediyorum
- şimdi biz seninle birlikte korkunun kaynağına birlikte yürüyeceğiz sen onu beyninde tutma onun gitmesine izin ver Onun beyninden çıkmasına izin vermelisin
- Yapamıyorum onun beynimden çıkarmayı beceremiyorum izin veremiyorum sürekli orada duruyor
- Kara eşek seni mutlu eden şey neydi sevdiğin şeyi yapmak o halde orada gideceğimiz yerde korkunun kaynağının olduğu yerde ikimiz birlikte oynamaya gideceğiz orada hoplayıp zıplayacağız ve sen istediğini yapacaksın.
- Tamam efendim umarım dediklerimizi yapabilirim.
- Sadece acele etme, sabır ile bekle hissettiğin her neyse onu tutma zaten gidecektir. Ama tutarsan seni yormaya, korkutmaya, üzmeye devam eder. Hiçbir şey bir anda olmaz, beklemek öğrenmenin diğer adıdır yeterince beklersem doğrudan gözlemlersin ancak acele edersen asla hiçbir şeyi öğrenemezsin ve içinde hissettiğin korku, kaygı ve elem her daim yerinde durur sen bunu öğrendin mi sadece sabır ile bekle her şeyin sırası vardır biri diğerinin yerine ikame edilmedikçe bir başkası asla o boşluğu dondurmaz. sadece bekle ve gözlemle, etrafına bak şu hayatın her yerinde korkunun dışında neler var? Sevgi, bilgi öğrenme, hakikat, mutluluk, oyun ve eğlence var bu kadar seçeneğin varken neden ısrarla korkuyu tutuyorsun
- Şimdi anladım efendim
- Sen zeki bir eşeksin istediğin her şeyi başarırsın.
Koca eşek ve sevimli Kara eşek birbirlerini bırakmayı da öğrendikleri için bu öğrendikleri fiili gerçekleştirdiler. Koca eşek kuzeye, Kara eşek korkusunun bulunduğu güneye doğru yol aldılar. Havanın ışığı ve bilinmeyen partiküllerin doldurduğu muazzam sisteme eşekler boşluk diyordu. Ve eşekler görmediği her şeye boşluk derlerdi. Her iki eşek bir anlığına da olsa maksadına ermiş hakikatin kucağında huzur içerisinde hissediyorlardı. Koca Eşek, gününü boş geçirmemiş zamanın bu anında minik bir eşeğim hayatına ışık, aydınlık olmuştu sevimli Kara eşek korku ve elem içerisinde mağarasından fırlamış ve bir belirsizliğin kucağına telaş ile atılmıştı, Karşısına plansız bir şekilde çıkan koca eşek onun korkusunu ve acısını hakikat ile işlemiş ve yok etmişti oysa doğa ve evren o iki eşekten habersiz işleyişine devam ediyordu Ve işleyişini de herhangi bir şarta bağlanıyordu Kara eşek korkusunu atlatmış ve yuvasına doğru ilerlerken yolda gördüğü bir eşeğe korkusunun sebebi olan rüyayı anlattı ve koca eşeğin öğrettiği o değerli bilgiyi uygulamadı. Kara eşek korkusunu tutmamayı öğrendiği halde onu tutmayı seçti ve ilerleyen zamanlarda tuttuğu bu korku onun mutluluğuna ömrünce kast edecekti. Böylece koca eşeğin vermiş olduğu o mutlak bilgi evrendeki milyarlarca değerli bilgi gibi sırf uygulanmadığı için yeryüzü canlıları için hiç bir anlam ifade etmeyecek ve onlara fayda sağlamayacaktı. Ancak; faydalı olsun veya olmasın, küçük ya da büyük gerekli veya gereksiz her bilginin evreni ayakta tutmak gibi kutsal bir görevi vardı. Koca eşeğin, ruhundan ve zihninden kopan bu bilgi, evreni ayakta tutma serüveninden habersiz ilk adımını atmış, mutlak gayesine ulaşmak için evrendeki mutlak yolculuğuna başlamıştı.
ÖZLEM
Yaveri ve minik bir koruma ordusuyla ilerleyen Kara Eşek, yalnızlığın ve pişmanlığın yükü altında ezim ezim ezilmesine rağmen; gurur ve kibrinden ötürü bu acizliğini zerrece hissettirmiyordu. Yılın her baharı ve bu baharın güzide anı, Eşek diyarında heyecan ve tutkuyla bekleniyordu. Kara Eşeğin evreni ve yeryüzünü bir mengene ile sıkmış hissi, bir nebze olsun baharın bu döneminde azalıp; güneşe maruz kalmış bir buz parçası gibi yavaşça eriyordu.
Sahi! Hemhal olmak, acıyı tüm ruhunda hissetmek miydi, çivi çiviyi mi söküyordu, Veya her şeyin zıttı mı onu anlamlı kılıyor; hatırlatarak mı var ediyordu. Eğer öyleyse: karşıtını yaşamamış, görmemiş veya acı çekmemiş, zorda kalmamış bir eşeğin acımasızlığını ve gaddarlığını hayal etmek nerdeyse imkansızdı. Öğrenmek: kontrollü bir acı çekme; Vefa: yok olan veya yok olmaya yüz tutmuş acıların hatırlanması mıydı?-
Aslında acı çeken Kara Eşek, acısının en zirvesinde merhametin sıcak ve hayat dolu yüzünü az da olsa gösteriyor, tüm eşek diyarı bunu keyifle, tüm varlığıyla, ruhuna varana dek hissediyordu. Eşek Diyarının tümünde hissedilen, umut ve mutluluk saçan bu dönemi, ilerleyen zamanlarda yaverinin tavsiyesiyle; Kara Eşek, Bayram ilan edecekti. Sarmaşıklı ağaca, giden yolda Yaveri ve Kara Eşek neredeyse birlikte yürüyorlardı, yaver yarım adım kadar geriden geliyordu. Kara eşek sessizliği ve dinginliği istediğini hissettirmek için o ölüm saçan harikulade gözlerinin bulunduğu başını, sağ omuzunun arkasına doğru yavaş ve hafif, çeyrek bir hilal çizerek; arkadaki eşeklerin duymayacağı bir sesle konuşan yaverine bir saniye kadar baktıktan sonra; evrenin tüm yalnızlığını ve pişmanlığını içinde barındıran başını hemen önüne çevirdi. Yaver aniden ateşe tutulmuş bir körpe ağaç gibi canlılığını ve rengini kaybetti, sustu. Çökmüş omuzlarını ve yorgun bedenini mümkün olduğunca dik tutmaya gayret eden Kara Eşek, doğanın sunduğu harikulade manzarayı seyredip, enfes kokuyu içine çekerek ilerlemeye başladı. Ilık ve hafif esen rüzgar, yalın tepeleri ve bodur ağaçların arasından, Kara Eşeğin temiz ve bakımlı tüylerinin üzerinde merhamet dolu bir el gibi yumuşacık akıyor, vuslata ermek üzere olan bir aşık kadar onu heyecanlanıyordu. Kara Eşek, ön iki toynağını yolun sağındaki, emektar eşeklerin toynaklarıyla işlenmiş korkulukların üzerine kibarca koydu. Korku saçan duygusuz bakışlarıyla, daha bir kaç günlük bir yavru kadar korumasız ve masum doğayı, cömert ve bereketli ovayı, başı ağarmış yorgun, yaşlı dağları heyecanla seyrettikten sonra kendi aralarında çok kısık bir sesle konuşan diğer eşeklere, susmaları için yaverine bakıp sağ toynağını iri ve düzgün dudaklarına usulca götürdü. Ama dudaklarına değdirmeden susmalarını işaret etti aynı hareket ve nezaketle yaver de arkadaki eşeklere aynı işareti yaptı. Tüm eşekler bir anda zemheriye düşmüş bir su damlası gibi aniden donup kaldılar, sustular.
Senede bir kez olsun bu anı ve ağır duyguları yaşamak, içini boşaltmak, -bir nebze olsun- Kara Eşeğin ruhunu ferahlatıyor, gizli acılarını hafifletiyor, onu hayata bağlıyor, ona gerçek anlamda iyi geliyordu. Aslında o mutluluk ve huzur taşıyan güzel duygularını içine atıp, öfke ve nefret gibi kötü duyguları dışarı yansıtır, asla ruhunda şüpheli bir duyguyu tutmazdı. Ancak Kara Eşek, Sevgi, özlem ve hasret gibi bazı özel duyguları gizliyor; bu duyguların, kadim dostluğuna varmıyor ve karşılığını da bulamıyordu.
Kara Eşek, uzunca bir süre çırılçıplak bahara soyulan, saf ve hesapsız paylaşmayı seven doğayı seyrettikten sonra sağına baktı. Sağ ön toynağını sismik bir biçimde üç kere ileri doğru hareket ettirerek, yaverine ve diğer eşeklere uzaklaşmalarını işaret etti. Yaver ve diğer eşekler, kara bulutlar görmüş keskin bir güneş gibi aniden ortalıktan kayboldular.
Kara Eşek, yavaş adımlarla, göğsünü patlatacak derece büyük, gün gibi aşikar bir heyecanla, keskin ama bulanık duygularla bembeyaz çiçekler veren sarmaşığa yuvalık eden ağacın dibine sokuldu. Muhteşem kokulu bembeyaz çiçeklerden birini toynakları titreye titreye hafifçe dalından kopardı. Bembeyaz çiçeklerden birini kopardığı gibi gözünden yaşlar boşaldı, yanakları ve düzgün iri dudakları ıslanan Kara Eşek, bembeyaz ve muhteşem kokulu beyaz çiçeği öptü, bembeyaz çiçek kıpkızıl kesildi, Kara eşeğin titreyen toynaklarından, yerdeki yaprakların yanına düştü. Hıçkırıklara boğulan Kara Eşek, sesinin duyulmaması için yüzünü yerdeki kızıl yaprakların bulunduğu toprağa çaresizce kapakladı. Kara eşeğin gözünden akan yaşlar yerdeki yaprakların kızılla boyayıp gün ışığı gibi yerdeki tüm yapraklara yayıldı.
KÖRLÜK
Doğa ve canlılar mutlaklığın kırılgan ve kırıcı ezgisini yavaştan tutturmuş, yapmacık bir hevesle ilk baharına hazırlanıyor, baharı bekleyen canlılar ve toprak, körpe hayallerini ve bedenlerini yeryüzüne ulaştırmak için uykusundan usulca uyanıyordu. Tüm kış, uykuya dalan doğa, ruhunu arındırmış, kendisini en temiz haliyle tüm canlılara yepyeni bir umut olarak sunmuştu.
İri burunlu, düzgün tüylü, gri ve bej lekeli acemi nöbetçi bir eşek, bu güzel güne uyanmış, nöbet değişimine, düzgün taşlarla döşenmiş bir yolda dalgın uykulu ve tarifsiz bir korkuyla ilerleyerek gidiyordu. Eşeğin sırtındaki haki semeri onu doğa ile uyumlu gösteriyor ve onu yine doğadaki canlılardan ve doğadaki soğuk ve sıcak havadan da koruyordu. Nöbetçi eşek, gittiği yeri tam olarak bilmiyordu. Bundandı ki etrafındaki hiçbir güzelliği görmeden kendisine söylendiği gibi doğruca özenli taşlarla bezeli yolda ne sağına ne de soluna bakarak ve titreyerek ilerliyordu. Sağına ve soluna bakmayan Yeni nöbetçi eşek, bahara aşkla kendini sunan körpe, toy çiçeklerin ve utangaç otların; nazlı ve işveli hâllerini seyretmiyor, sadece acemi baharın ve körpe çiçeklerin hoş ve sıhhat taşıyan kokusunu hasbelkader içine yine korkuyla çekiyordu. Korkudan ne kadar süre ilerlediğini bilmeyen; yolda dalgın, korkak ve ürkek, ilerleyen yeni yetme nöbetçi eşek, keskin ve sert bir ses ile irkildi:
- Hoo
- Ne oluyor?
- Kimsin?
- Yeni nöbetçi eşek
- Yeni sen misin?
- Benim!
- Burayı kolayca buldun mu?
- Evet yolu takip ettim sadece ve buldum burayı.
- İyi yapmışsın.
- Bir şey sormak istiyorum?
- Buyur!
- Biz bu dağ başında neden nöbet tutuyoruz oysa burada bir ağaçtan başka bir şey yok?
- Bize verilen görev bu! Neden kabul ettin?
- Mecburdum!
- Sana burada niçin nöbet tutuğumuzu anlatayım o zaman.
- Anlat!
Yeni nöbetçi eşek, belirsizliğin ve o anki bilgisizliğin tesirinde köklerini bir kayanın tam ortasından alan, güçlü ve ince bir sarmaşığın büyüleyici bembeyaz çiçeklerini seyrediyor, tarifsiz kokusunun sarhoş edici etkisini tüm korku dolu benliğinde sakinleştirici etkisiyle hissediyordu. Yerde ise muhteşem kızıl renkte asalet ile kurumuş yaprakların esrarını dalgınlıkla tecrübeli nöbetçi eşeğe soran acemi nöbetçi eşek, tecrübeli eşeği kızdırdı.
- Sen beni dinlemiyor musun, hem soru soruyorsun hem de dinlemiyorsun?
- Kusura bakmayın bu sarmaşığın görüntüsü ve kokusunun etkisinde kaldım.
- Dinle o zaman zaten onu anlatacağım.
- Özür dilerim. Anlat lütfen!
- Yüce Eşek, tam bu kayalığın dibinde Kara Eşek tarafından öldürülüyor. Yüce Eşek, öldükten sonra burada tam da nöbet tuttuğumuz yerde. Her baharın ilk günü bu kayanın içinden bir sarmaşık yeşeriyor. Bembeyaz çiçeklerle süslü bir sarmaşık, bu sarmaşığa ve çiçeklerine hiç kimse dokunamaz. Kara Eşek gelir ve o sarmaşık kuruyana kadar her gün onu seyreder. Bizim görevimiz bu sarmaşığı hem eşeklerden hem de tüm yabani hayvanlardan korumaktır. Bu gördüğün bembeyaz heykel de Yüce Eşeğin heykellidir.
- Çok tuhaf
- Sana Yüce Eşeğin bir sözünü söyleyeyim mi
- Söyle
- Küçük sorunlar yollarımızın üzerindeki kendi halinde duran sivri taşlar gibidir. Eğer zamanında temizlemezsek birer kemende dönüşürler.
Ne zamanki hızlanmak istersin canını yakar, toynaklarına dolanır ve senin ilerlemeni engeller, düşersin, ilerleyemezsin. O yüzden yeri geldiğinde hızlanmak istiyorsan. O küçük ve sivri taşları temizlemelisin. Bu küçük sivri taşlar, içimizdeki kuruntu ve geçmişin hatalarından duyduğumuz pişmanlıklardır. Veya basit sorumluluklarımızdır.
- Çok güzel
- Gelirken yolda hiç taş gördün mü?
- Yok!
- Nasıl?
- Ben sadece bana söylendiği gibi yolu takip ettim. Ne sağıma ne soluma baktım. Doğruca yürüdüm geldim.
- Demek yolda hiç taş yoktu.
- Ben sadece yolu takip ettim, buraya geldim.
- Yolda taş olsa bile görmedin öyle mi
- Evet, görmedim.
- Hiç mi etrafını merak etmedin?
- Korkuyordum, çünkü nereye gideceğimi bilmiyordum. Etrafıma da bakmaya korkuyordum.
- Korkak mısın?
- Bilmeyen her zaman korkak olur.
- Neyse ben gidiyorum sana kolay gelsin.
- Görüşürüz.
-
Tecrübeli nöbetçi eşek, ağır ve yavaş adımlarla ilerliyor, etrafında uykusundan zorla uyanan baharı en saf ve dokunulmamış haliyle yolun hem sağına hem de soluna, özenle ve dikkatle bakıyor, en güzel, en temiz ve keskin havayı ciğerlerine çekiyor, doğanın sunduğu muhteşem sağlığı ve sonsuz kusurlu mükemmelliğini ruhunun en ücra köşesine varana dek zevkle seyrediyordu. Çok ağır ilerliyordu tecrübeli nöbetçi eşek. Yolu birkaç on adım yürümüştü ki yola rastgele bırakılmış keskin ve küçük taşları fark etti, hiç istifini bozmadan, eğilip bükülmeden, sağ ön toynağı ile sağındaki taşları sol tarafa; sol ön toynağıyla yolun solundaki taşları da sağ tarafa attı durdu, yolun tam ortasındaki taşları alıp heybesine koyacaktı ki birkaçının üzerinde kan izleri gördü. Kanlı taşları, sol tarafa fırlatabildiği en uzak mesafeye tüm gücüyle fırlattı. Sonrasında doğanın muhteşemliği ve huzur veren uyumsuz uyumunu hissetmeden yeni nöbetçi eşeğin acıya rağmen hissetmediği, ve görmediği keskin taşların esrarına vakıf olmaya çalıştı. Sağ ön toynağının sağ tarafındaki kısmını bir işaret parmağı gibi berrak ve saf mavi gökyüzüne tehditkar ve bilge bir tavırla kaldırarak Koca Eşeğin şu sözünü söyledi:” Yemin olsun ki korku, acıyı ve bilgiyi somuracak kadar güçlü duygudur. Eşekler korkuyla sadece hakikatten ve lezzetten uzaklaştırılırlar”
Koca Eşeğin, bir sözünün daha sırrına eren tecrübeli nöbetçi eşek huşû içerisinde tertemiz yolda dört toynağı birden yerden kesilircesine yorgunluğunu sonsuzluğun karanlık ve bilinmez kuytuluğuna fırlatmak üzere zayıf ve bitkin bedeninden müzmin bir keneyi söküp atarcasına yuvasına dört nala koştu. Doğa tecrübeli nöbetçinin heyecan ve saadetine hiç aldırış etmeden tüm dakikliğine karşın yavaş ve emin bir biçimde işlemeye devam ededurdu.
GÜÇ TEDBİR
Yalın, minik ve diğerkâm tepeliklere; bereketli ve cömert topraklara ev sahipliği yapan, ruhlarını bahara bir çocuk saflığı hediye etmiş, işveli çiçeklerin ve yabani otların nedensiz biriyle yaşadığı bu asil ova, biraz sonra evrenin seyrini değiştirecek savaşın kendi göğsünde yapılacağından habersiz, inanarak üretmeye devam ediyordu. Zaman eriyen bir buz parçası gibi varlığını ve etkisini hissettirirken, toynaklarından arsız tozlar kaldıran eşekler, teker teker ovaya doluşuyordu. Güneş, her ne kadar nazlana nazlana gökyüzünde hareket etse de zamanın boyunduruğundan kurtulamıyor, boynuna takılı kemendin izin verdiği ölçüde hareket edebiliyordu. Kara Eşeğin toy eşeklerinin anırmaları, iyilik, cömertlik ve üretimden başka bir şey bilmeyen toprağı korkutmaya yetti. Toprak, korkuyla gizlenmeye çalışan bir kaplumbağa gibi kabuğuna çekildi. Her iki taraf hazırlıklarını yapmış ve savaş alanında toplanmıştı. Kara Eşek, iktidarının tam ve meşru olması için hiçbir usulü atlamamış, aylarca Eşek diyarını, değişim konusunda bilgilendirmişti. Kara Eşek, yapılanların eşkıyalık olarak tanımlanmaması için, tüm Eşek Yurdunu bilgilendirmiş ve gücü, mümkün olduğunca yanına almıştı. Yüce Eşek, tüm çabasına rağmen Kara Eşeği, bu hırslı, tehlikeli ve dönüşü olmayan yolculuktan dönmesi konusunda ikna edememişti. Ölüm, canların yanması ve acı, Kara Eşeğin umurunda bile değildi. Yavrusunu acımasızca yuvadan fırlatan kuşlar gibi sadece amacına odaklanmıştı Kara Eşek. Tüm evreni sonsuza kadar olumlu ya da olumsuz dönüştürmek bir kaç usule dayanıyordu. Ciddiyet, önem, başarı ve liyakat bu usullerin sonrasında cereyan eden yönetim hadiseleriydi. Oysa değişim, sadece basit bir değişim, dönüşüm olarak kalmazdı, değişimin bazen evrimleşmek gibi kötü huyları da yok değildi. İste bu yüzden eşekler değişime fazlaca kapılmamalıydı. Dönmek istendiğinde kapı bulunamayabilirdi. Çünkü geri döndükleri yeri de asla bulamayabilirlerdi. Kara Eşeğin eğittiği toy eşekler olabildiğince güçlenmiş ve beceri kazanmıştı. Ancak; O, çaresiz bir köpek kadar Yüce eşeğin, keskin ve yok edici zekâsından korkuyordu. Kara Eşek, hiç bir gücün aklın kölesi olmaktan öteye gidemeyeceğini yaşayarak öğrenmiş, öğrendiği bu bilgi onun biricik korku kaynağı olmuştu. Eşek diyarının tüm genç güçlü eşeklerine sahip olmasına rağmen; Kara Eşek bu korkusunun ağırlığı ile savaş meydanında geniş ve bereketli bir düzlüğün batısında yer aldı. Yüce eşek ve geri kalanlarsa bu düzlüğün doğusunda bulunuyordu. Koyu bir duman gökyüzünde belirdikten sonra ölümü bağıran bir nidacı muharebenin başladığı bildirdi. Kara Eşek ve yanındakiler bu çağrı ile birlikte süte salınan yavru kuzular gibi saldırıya geçtiler. Yüce Eşek, sakin ancak Kara eşeğin yetişmeyeceği bir şekilde düzenli olarak, tuzaklar kurup geri çekildi. Atağa geçen birkaç toy eşek yüce eşeğin kuruduğu kapanlara takılıp acı içerisinde kıvranarak yaralandı. Kara Eşek, Yüce eşeğin, Keskin zekâsından duyduğu korkusunun yersiz olmadığını bir kaç güçlü eşeğinden istifade edemeyeceğini gördüğünde daha da iyi anladı. Derhal tüm eşeklere geri çekilme talimatı verdi. Sonra gizlemiş, kapanlara denk gelmemek için Yüce Eşeğin geri çekilme yolunu ve izlerini birebir takip etmeleri emrini verdi. Toy eşekler, yaralı arkadaşlarını görüp durumun ciddiyetini kavradılar, Yüce Eşek ve yanındakilerin, toynak izlerini takibe koyuldular, bu arada zaman kazanan Yüce Eşek, ikinci planını da devreye sokmuştu. Kara Eşek ve toy eşekler, öfke ve ihtirasla izleri takibe koyuldular ve ufukta Yüce Eşek ve arkadaşlarını gördüler. Yüce eşeğin de isteği buydu. Kendini ve ordusunu yem olarak sunmuştu. Lakin Kara Eşek temkinliydi, tüm ihtiraslı toy eşeklere sakin kalmalarını ve fevri davranmamalarını ısrarla tembihliyor bunu sürekli hatırlatıyordu. Güneş, doğa ve tüm evren Yüce Eşeğin lehine takır takır çalışan bir saat gibi işliyordu. Yüce Eşeği, adım adım takip eden Kara eşek, ağırlığa ve sertliğe hassas kapanlara da en güçlü ve başarılı eşeklerinin takılıp yaralandığını, bir kaçının saf dışı kaldığını korku ve öfkeyle görüyordu. Yüce Eşek çalılıkların yardımıyla toynak izlerini siliyor ve mümkün olduğunca yalancı izlerle hedef şaşırtıyordu. Kara Eşek Yüce Eşeğin müthiş bir zaafını biliyor ve bu zaaf üzerinden stratejisini ilerletmeye başlıyordu. En güçlü eşeklerden bazılarını, dağlardan ilerlemeleri ve yüce eşeği arkadan kuşatmaları konusunda uyardı. Her birinin eline öldürücü mızraklar tutuşturdu. Muharebenin üçüncü günün sabahında nihayet Kara eşeğin toy eşekleri, Yüce Eşeği arkadan kuşattı. Toy eşeklerden biri mızrağını öfkeyle fırlattı ve mızrak yüce eşeğin yanındaki eşeklerin birinin göğsüne saplandı. Eşek orada öldü. Eşeğin öldüğüne şahit olan Yüce Eşek ve yanındakiler Kara Eşeğin eğittiği toy eşeklere teslim olmaları hususunda emir verdi. Yüce Eşek asla ve ne gerekçe ile olursa olsun öldürmeyi meşru görmezdi. Toy eşekler, Yüce Eşeği ve yanındakileri birbirine bağlayarak Kara Eşeğin, gelmesini beklediler. Yüce Eşeğin, büyülü gözleri ve fevkalâde temiz ve güzel yüzü yerde ölü yatan eşeğe dönük hâlde ondan özür diler gibi bakıyordu. Ara ara o büyülü gözlerinin dolduğunu ve yaşardığını görmek mümkündü. Yanındaki tüm eşeklere olabildiği kadar sıkı sıkı sarılıyor, acısını hafifletmeye çalıyordu. Ancak en büyük korkusu merhametten uzak toy eşeklerin esir ettikleri eşekleri öldürmesiydi. Yüce Eşek, liderliği boyunca ilk kez bir eşeğin katledildiğine şahitlik etmiş, ruhunun derinliklerine kadar bu acının zehir zemberek yüzüyle karşı karşıya kalmıştı. Kısa sayılmayacak bir süre sonra Kara Eşek, gurur ve kibir dolu muzaffer başını dik tutarak, Yüce Eşeğe, “başardım amacıma ulaştım. Nihayet!” der gibi baktı. Yüce Eşek, Eşek ruhunu parçalayan hüzünlü bir tonla:
- Onları öldürme!
- Ona ben karar veririm.
- Onları öldürme!
- Onu ben bilirim.
- Beni öldür!
- Şimdi oldu, hepsinin canına karşılık seni öldürmeyi kabul ediyorum
- Ama onların gözü önünde bunu yapma.
Kara Eşek, Yüce Eşeğe karşı son eşeklik görevini de kabul etti, bağlı tüm eşekleri serbest bıraktı. Yüce eşeği önüne aldı, yüce eşek bunu kabul etmedi.
- Sana güvenemem, beni eşeklerin önünde öldürmeyeceğine, emin olmam lazım. Yan yana yürüyeceğiz.
- Sen artık kural koyamazsın.
- Ben asla kural koymam, herkes kendi kuralını ister.
Yüce Eşeğin asalet dolu ve kararlı bakışları Kara eşeğin, zafere erişmiş ruh halini yendi
Yan yana yürüdüler, Yüce Eşek, bundan sonra tek kelime etmedi, oysa Kara eşek onun af dilemesini istiyordu. Yüce eşek tek kelime etmedi. Ölümünün yakın olduğunu zaten son demlerinde tüm benliğiyle hissediyordu. O doğal bir şekilde ölümün ve yaşamın, mutlak ve aynı değerde olduğuna inanırdı, Yüce Eşek hücrelerine kadar ölümü arzuluyordu. Yaşlı ve yorgun bedeni yüzündeki güzellik ve sevimlilikten hiçbir şey götürmemişti. Ancak Yüce Eşeğin ruhu bitkin ve yorgundu. Kara Eşek bir kayalığın dibinde, oturttu Yüce Eşeği. Yüzü mükemmel güzeldi, yüzüne zarar vermedi, bedeni mükemmeldi, kıyamadı en sonunda sağ toynağını kullanarak acımasızca göğsünü yardı ve Yüce Eşeğin kalbini yerinden söküp aldı. Yüce Eşek, hafifleşen sol tarafının etkisiyle sağ tarafına yavaşça yığıldı. Büyüleyici güzel gözleri, açıktı, ancak; kararlı ve asaletle ölmemiş gibi bakıyordu, Kara Eşek o kararlı bakışlara bakamadı, Yüce Eşeğin Sağ ön toynağı yukarı ve açık şekilde sağ tarafına düştü, yüzü bedeni ve bembeyaz tüyleri capcanlı ve temizdi. Ancak Kara Eşeğin irileşen göz bebekleri, hızlanan kalp atışları ve titrek vücudu, hayatının en büyük şaşkınlığını ve pişmanlığını dişlerini ve yumruk şeklinde tuttuğu toynaklarını sıkarak yaşadığını gösteriyordu. Sebepsiz ve engellenemez bir biçimde titriyordu Kara Eşek. Gökyüzündeki beyaz ve yaslı bulutlar aniden karardı ve ovada soğuk ve sert bir rüzgar esmeye başladı, bulutlar yüce Eşeğin yasını ağlayarak tuttular. Derin ve gereksiz bir pişmanlığın kuşattığı evrende, Kara Eşeği saran yabancı, belirsiz ve ağır duygular onun Yüce Eşeğin yüreğini taşıyamadığına işaret ediyordu, elinde tuttuğu yüreğin ağırlığına dayanamayan Kara Eşek, o asil ve ağır yüreği tekrar Yüce Eşeğin göğsüne bıraktı, boğazında düğümlenen pişmanlık ve şaşkınlıkla Yüce Eşeğin bedeninin yanından uzaklaştı. Yeryüzüne sığmayan Yüce Eşeğin ruhu görünmeyen ama hissedilen bir duman gibi sonsuzluğa uçuverdi.
KABİLİYET
Kendine has yönetim kabiliyetiyle toy batılı eşekleri bir arada tutan, en son çıktığı yolculukta, en erken sonuca varan ve varış yerine İlk dönen Kara Eşek, saygınlığın ve aklın kolaylaştırıcı gücünü sonuna kadar yanında hissetmişti. Gündüz boyunca yorduğu batılı toy eşekleri gece olabildiğince dinlendirmiş, acıktıklarında ise en lezzetli otlar ve yaprakla beslemişti. Dönüş yolunda, farklı bir güzergah belirleyen Kara Eşek, kurumuş bir nehir yatağını takip etti. O asla şansını tek bir yola bağlamazdı. Uzun süredir Eşek görmeyen çınarlar ve meşe palamutları, nazlı ve işveli halleriyle eşekleri selamlıyor, bir dostluk gösterisi olarak dallarını rüzgara açıyor ve sıra dışı, doğal kokularını eşeklere sağlık olarak sunuyorlardı. Sivri kayalıklarla taçlananan vadi boyunca keyifle ilerleyen Batılı toy eşekler, Kara eşeğe hayran kalmış, onun bir dediğini iki etmemişlerdi. Kara Eşek, iki eşeği keşif amacıyla ve yoldaki tehlikeleri önceden tespit amacıyla görevlendirdiği hâlde yolculuk boyunca toy eşekleri, yoldaki keskin minik taşlara dikkat etmeleri konusunda uyarmıştı Kara Eşek.
Yolculuk neredeyse bir hafta sürdü. Kara Eşek, toy eşekleri tehlikeye atmadan ve onları gereksiz yere yormadan varış yerine ulaştırdı. Yolculuk boyunca yorulan eşekleri, bir araya toplayıp onlara özgür olduklarını söyledi Kara Eşek. Toy eşekler, özgürlüğün ne olduğunu bilmiyordu. Birbirlerine bakışıp durdular. Kara Eşek, ben size haber verene kadar canınızın istediğini yapın sadece birbirine zarar vermeyin diyerek onları kendi haline bıraktı. Batılı toy eşeklerin bir kısmı suda doyasıya eğlenmeyi bir kısmı güneşte uzanmayı bir kısmı da kenara çekilip sessizliğin keyfine varmayı seçti. Kara Eşek de ilk olarak sarı eşeği bulunduğu yerden çıkardı. Güneşi gören Sarı Eşek, bir kış günü her tarafı saran kardan yayılan parlak bir ışık gibi parladı. İçtenlikle Kara Eşeğe sarıldı belli ki onu özlemişti. Veya olduğu yerde çok sıkılmıştı. Sarı Eşek;
- Hoş geldin
- Sağ ol, Sarı Eşek hoş Bulduk.
- Nasılsın.
- Yorgun.
- Sen?
- Sıkılmış hissediyorum.
- Bence yorgunluk sıkılmaktan daha keyifli ama eşekler genellikle sıkılmayı yorulmaya tercih ederler.
- Kara Eşek, haklısın ancak eşekler yaradılış gereği tercihe zorlanmayı sevmez biz onları zorlandığımız için olmasın.
- Mümkün ve söylediklerin akıllıca...
- Mecbur bırakırsan mecbur kalırsın. Haliyle tercihler birer baskı aracı olarak kullanılmamalı, tercihler birer ödül veya başarı olarak sunulmalı, seçenek de ya iyi ya daha iyisi yada sevilen olmalı...
- Tüm bu dediklerini, savaş yerine ulaşana dek toy eşeklerde uygulayacağım.
- Korkutarak ve tercihleri tehditler savurarak sadece eşekleri üretimden alıkoyarsın. zorbalıkla elde edemeyeceğin çoğu şeyi nezaketle ve sevgiyle elde edersin.
- Evet.
- Her şey yerinde ve tam olarak anlaşılmalı, sulh hali ve savaş hali, çok farklı değildir. Eşekliğin mücadelesi asla bitmez, karşındaki ile yaptığın mücadele savaş iken yanındaki ile yaptığın mücadeleye eğitim diyor eşekler. Ve eğitim tüm savaşlardan daha zorludur. Düşman bellediğinin canını yakarsın olur biter ama kendi canına acı çekmeyi reva görmezsin. Kolay görülen her zaman daha zor olandır. Asla bunu unutma Kara eşek! Nitekim savaş alanında kazananlar kaybetme ihtimalini etraflıca hesap edenlerdir. Yapılması gereken hesabı vaktinden önce yapanlardır. Kazanmanın hesabını en aptal eşek dahi yapar kaybetmenin hesabını sadece en zekiler yapar.
Kara Eşek, Sarı eşeğin, parlayan alnından öptü ve ona sarıldı. Bugüne kadar sarı eşeği yanına alabilenlerin niçin muzaffer ve muvaffak olduğunu kılcal damarlarına ve ruhunun başarıya aç en dip noktasına kadar ruha haz veren bir maddenin yayılması gibi aşk, ihtiras, tutku ve umutla hissetti. Oysa bu cümleler harfi harfine Yüce Eşeğin biricik sözleriydi. Kara eşek, Yüce Eşeğe duyduğu kıskançlık ve nefretten onu dinlememişti bile... Sarı Eşeğe tüm detayıyla planlarını anlattı Kara Eşek. Sarı Eşek de tüylü sarı ve şirin kafasını bir tavuk gibi aşağı yukarı hareket ettirerek onayladı. Batının toy eşekleri ise hâlâ keyiflerini sürmekteydiler.
BASİTLİK
Yeşil eşek, yediği körpe yapraklarla şifa bulmuştu. Fakat yeşil eşek o kadar zayıflamıştı ki bir eşekten çok sıska ve kirli bir çakalı andırıyordu. Tüm zayıflığı ve kötü görüntüsüne rağmen yeşil eşek, tam olarak iyileşmişti, sadece bedeni değil zihni de ölçümlenemeyecek derece berraklaşmış ve işlerlik kazanmıştı. Geçmişte öğrendikleri bir filim şeridi gibi gözlerinin önünde canlanıyordu. Doğa ve işleyiş her yönü ile yeşil eşeğe kanat geriyor onu ortada ve çaresiz bırakmıyordu. Rüzgar ılık ve anaç esiyor, yeşil eşeğin kirli ve düzensiz tüyleri üzerinde akarak, uzaklaşıp gidiyordu. Beyaz bulutlar gereksiz bir telaşla kıpırdıyordu. Yeşil eşek, tüm sıhhati ve berrak zihni ile yola koyuldu. Hissediyordu, Yeşil Eşek, hissetmek ne büyük sıhhat göstergesiymiş. Diyordu içinden. Toynağına vuran suyun ve esen rüzgarı hissetmek ne kadar basit ve olağandı oysa hissetmemek, tüm basitlikleri önem ve aciliyetle hatırlatıyordu. Ve hayat tüm önemsiz ve kolay görülen miniklikler üzerine inşa edilmiş. Çok önemli ve zor bir görevi temsil ediyordu. Eğer miniklik ve kolaylıklar göz ardı edilir veya görülmezse sadece çok zor ve ağır bir görev geriye kalırdı. Halbuki ki kuralları ile hayat öğrenilse, keyifli ve eğlencelidir hayat. Tıpkı Koca Eşeğin dediği gibi: “ Hayat matematiktir. Onu doğru öğrenmemiş olanlar veya bilmeyenler, zor olduğunu iddia ederler de bilmediklerini veya yanlış bildiklerini kabul etmezler.” Yeşil Eşek eline aldığı şekilsiz bir çubuk ile Su kenarında kısa sayılmayacak bir süre yürüdü ki suyun üzerinde akıp giden kütükleri fark etti, kütüklerin üzerindeki kuşları gördü, kuşları taşıyan kütüklerin kendisini de taşıyabileceğini, biraz cesaretini toplayıp kütüklere binmenin akıllıca olacağını düşündü, düşündüğünü de yaptı. Suyun sağ tarafında kıyıda umutsuzca kuma gömülmeyi bekleyen bir kütüğü. Zayıf ama güçlü bedeniyle suya itti Bir kütüğün üzerinde durabilmenin marifet gerektirdiğini, bir kaç kere suya gömülerek öğrendi Yeşil Eşek. Birkaç girişimden sonra dengede durmayı öğrendi ve kütüğün üzerinde yol almaya başladı. Yeşil eşek nereye gideceğini bilmiyordu. Sadece suya, onu amacına ulaştıracağına dair samimiyetle, biraz da umutla inanmıştı hepsi bu. Nitekim su da onu hayal kırıklığına uğratmayacaktı. Yeşil eşek, uzunca bir süre kütüğün üzerinde ilerledi. Sağında ve solunda herhangi bir canlılık belirtisi yoktu, ne bir ağaç ne de bir hayvana rast geldi. kumullardan başka bir şey görülmüyordu. Su dingin ve dalgasız, tüm merhameti ile yavaş ve yumuşak akıyordu. Yeşil eşek, tüm olanlara, yaşadıklarına bir anlam vermeye çalışsa da mantıklı bir çıkarıma varamadı, tüm sıkıntılar ve yaşadıklarını an ve an eşekliğe özgü muhteşem güzellikteki gözlerinin önüne, getirmeye çalışıyor, yaşadıklarını tartıyor, enine boyuna biçiyor, sadece şans, kader, diyalektik veya doğanın kendi işleyişi diyebiliyordu. Her ne olursa olsun hayat çoğu zaman anlamlandıramayacağız gerekçelerle ya bize olağanüstü fırsatlar getiriyor veya ne yaparsak yapalım, lehimize olan tüm rüzgârları sebepsizce kesip atarak, bizleri hayatın ve evrenin mutlak adaletsizlik üzerinde bina edildiği duygusunun kucağına merhametsizce atabiliyordu. Oysa Hakikat bu değildi, Yeşil eşek, ölüm ve diğer kötü sonuçlar dâhi bir an olsun geri dönmeyi zerrece aklının ucuna getirmemiş, bilerek inanarak, her türlü acıyı ve korkuyu ve ölümleri aşarak, amacına acı, ıstırap ve canı pahasına ilerlemeyi seçmiş, bu yolda muzaffer bir bilge olmayı aklının ucuna dâhi getirmemişti. Şayet Yeşil Eşek, beynini ve ruhunu, bir anlığına bu yolculuktan vazgeçme ihtimali üzerine kursaydı. Asla bu seviyeye ulaşamazdı. Bu açıdan bakıldığında, aptallık ve cahillik gibi başarı ile uyumsuz durumlar dâhi kararlılığın boğucu girdabında yok olup gidiyordu.
Yeşil eşek, kendi muhasebesini yapadururken epeyce vakit geçmiş, ruhunu saran sağlık ve başarı yerini açlığa bırakmıştı. Yeşil eşek, yeme konusunda artık işinin ehli bir uzmandı. Hemen etrafına bakındı, herhangi bir canlılık belirtisi görmedi, ancak suyun tüm canlılara merhametle yaklaştığını, tecrübe ile öğrenmişti. Bu hakikatin tezahürüydü ki tüm canların mutlak uğrak yeri yalnız ve yalnızca merhametin uçsuz bucaksız geniş kucağıydı. Şayet canlılar, muvaffakiyet istiyor idiyse, mutlak ve karşılıksız merhamet güdülerini, en az toprak ve su kadar cömertçe sergileyebilmeliydiler. Yeşil eşek bunu bir yönetim kanunu olarak beynine işledi. Nitekim merhametin ve canlılığın kaynağı olan su da doğadaki tüm işleyiş gibi kendi kanunlarını hiçe saymayacak, harfiyen uygulayacaktı. Zaten doğada eşekler dışında, kendi kanunlarını hiçe sayan bir başka türe rastlamak pek olası değildi.
En nihayetinde etrafı gözlemlemekten vazgeçen yeşil eşek, suya, suyun derinliklerine odaklandı. Suyun sağ tarafında suyun renginin haddinden fazla yeşil olduğunu gözleyen eşek, koyulaşan yeşilliğe doğru sürdü kütüğünü, tam koyu yeşilliğin üzerinde uçları göğe doğru tomurcuklanmış ancak daha çiçek açmamış, nilüfer ailesinden masum mu masum bir bitkinin körpe uçlarının aşkla çiçeklenme umudunu umursamadan, çiçeğin çiçeklenmemiş körpe uçlarını, bulunduğu kütüğün üzerinde hafif sağına doğru eğilerek doyana kadar yedi. Ardında bıraktığı onca çiçek olma hayalîni içinde barındıran tomurcukları umursamadan, kütüğün üzerinde hedefine akadurdu Yeşil Eşek. Söz konusu, açlık oldu mu tüm eşekler, yok etmeyi bir gıda arayışı ve yaşam savaşı olarak değerlendiriyor, canlıları yok etmeyi bir güzel meşrulaştırıyordu.
Lezzetli tomurcukla doyurduğu, sıska ve kirli bir çakalı andıran bedeniyle tokluğun sarhoşluğun etkisinde uzunca bir süre uyuşukluk ile suyun üzerinde aktı. En sonunda Güney yurduna vardı. Güney yurdu bir nehrin ikiye böldüğü, sabahları gün ışığının yeryüzüne samimiyetle indiği, ancak eşeklerin isteği zaman yiyecek bulamadığı bir deniz yurduydu. Yeşil eşek, içindeki uyuşukluk ile Güney geçerek güney yurdunun, güney uç noktası olan kıyıya vardı. Ancak güney eşekleri, bir kütüğün üzerine yapışmış bu tuhaf canlıyı merak ettiler ki Yeşil Eşek, bir eşekten gayri her şeye benzer haldeydi. Güneyli meraklı eşekler, toy bir eşeği göndererek hemencecik nöbetçi eşeklere haber ettiler. Kıyıdaki nöbetçi eşekler, anında Yeşil Eşeği, tutsak ettiler, Yeşil Eşek, üzerindeki sersemlik ve mahmurlukla neye uğradığını şaşırdı. Ama yapacak pek bir şeyi de yoktu. Nöbetçi eşeklerin kendisini Güney liderinin huzuruna çıkaracaklarını aralarında konuştuklarını duyunca yeşil eşek hiç tepki göstermedi. Güneyli eşeklerin, söyledikleri tam da yeşil eşeğin istediğiydi. Masum bir tavşan gibi boynunu büktü ve Güney liderinin huzuruna çıktığında sarf edeceği kelimeleri seçmeye tutuştu Yeşil Eşek. Belirsizliğin ve ölçümleyememenin ağır ıstırabını iliklerine kadar hisseden eşek, doğru kelimeleri kullanmadığında tüm acı işlemeli başarıları, çiğ umudu ve körpe bilgeliğinin sonsuzluğun hayal kırıklığı girdabında karanlık maddeye tutulan bir foton gibi sonsuzluğa savrulup yok olacağına tüm hakikatlerden daha vakıftı. Yeşil eşeğin tüm vücudunu kaplayan ter damlacıkları, ona bu hakikati ısrarla ve acıyla hatırlatıyordu. Güneyli diğer eşekler, yeşil eşeğin çektiği ıstıraptan epey uzakta kendilerine bir eğlence, bir oyuncak bulmuşçasına, keyifli görünüyorlardı. Güneyli eşeklerin daha sonra; birkaç konuşma girişimine cevap vermemenin daha akıllıca olacağını düşünen yeşil eşek yol boyunca susmayı yeğledi. Ve Yeşil Eşeği, güney liderinin mağarasının kapısına getirdiler. Güney liderinin, son derece uzun, heybetli, titiz, bakışları ve duruşu ile güven ve korku veren biri olduğunu duymuştu Yeşil eşek. Nöbetçi eşeklere yetki verilmemişti ki ileri gidemediler, Yeşil eşeği değersiz bir eşya gibi kapının önüne bıraktılar. Nöbetçiler belli bir yere kadar gidebiliyordu anlaşılan. Sonrasında diğer eşekler bu ulvi görevi devralıyordu. Güney yurdu liderinin mağarası, Işık gören bir tepenin doğu yamacında konumlanmış, girişin süslü taşlarla yarım bir hilal gibi görünmesine özellikle dikkat edilmişti. Yeşil Eşek, yerde uzanmış yeni doğmuş bir kuzu gibi ön ve arka toynakları içe doğru tek yöne bakıyordu. Bir an için kalkmaya yeltendi ancak iri mi iri güney koruma eşekleri iri toynaklarıyla engellediler. Yeşil eşek, hafif nefes almak dışında hareket etmemesi gerektiğini anladı. Daha sonra Yeşil Eşeği temizleyip Güney liderinin huzuruna çıkardılar. Güney lideri, muhteşem güzellikteki başını ileri doğru hareket ettirerek, korumaların çıkmalarını söyledi. Güneyliler, daha çok mimiklerle anlaşırdı. Çok konuşmayı da sevmezlerdi. Bu yüzden bakışlardaki ustalığın en zirvesine varmışlardı. Güney yurdu lideri yavaş ve sakin ses tonu ile Yeşil Eşeğe:
- Ne oldu sana, nedir senin bu halin, bir eşekten çok sıçanlara dönmüşsün?
- Saygıya şayan, değerli ve muhteşem Güney lideri, ölümler ve her tür perişanlığı aşarak size ulaşabildim. Çok şükür ki ulaşabildim.
- Neden bana gelmek istedin ki?
- Kara eşek Efendim.
Kara Eşek kelimesini duyan Güney lideri, hemen toparlandı, bakışları ve tüm uzuvlarında hissedilen ve görülen bir saygı ile donandı.
- Ne oldu Kara eşeğe?
- Efendim, Kara eşek, Eşek Diyarının anahtarını devralmak istiyor, size zenginliği vadediyor.
- Zenginlik?
- Evet Efendim, hayal bile edemeyeceğiniz zenginlikleri size verecek, Kara eşek.
- Ne yapabilirim Kara Eşek için?
- Saygıya şayan Güney lideri, Kara Eşek, bu yolda başarılı olabilmek için; en güçlü genç eşeklerinizi istiyor. Vaktimiz yok, efendim.
- Öyle mi, peki neyle olacak bu zenginlik ?
- Efendim Kara eşek, zenginliği vereceğini söyledi, biz yola çıkarken Sarı eşek de bize katıldı.
- Sarı Eşek sizinle mi?
- Evet o Kara eşeği, tercih etti. Efendim sizin için de uygunsa hemen yola çıkmak isterim.
Güney liderinin sertleşen bakışların yeşil eşeğin, bu isteğinin gerçekleşmesi için beklemesi gerektiğine işaretti. O da bu işareti tam ve doğru anladı. Bir sıçanı andıran başını mahcubiyetle yere eğdi. Güney yurdu lideri konuşmayı kesti. Tek kelime etmedi. Sağ toynağı ile sağ tarafını işaret ederek, Yeşil eşeğin, sağına oturmasını ve susmasını sağladı. Kelimeler, hayal âleminin lezzetinin biricik düşmanıydı. Güney Yurdu Lideri, çoktan zenginliğin hayalî ile keyiflenmeye başlaya durmuştu. Yeşil Eşek, kendisi ile ilgili belirsizliği, azaltma telaşından başka bir maksat gütmüyordu. Israrla, arka iki toynağını hızlıca hareket ettirip duruyordu. Güney Lideri, sağ toynağını, Yeşil eşeğin, sol omuzuna koydu ve onu sakinleştirdikten sonra gür ve korku salan ama kadifemsi bir ses ile korumaları çağırdı. İri cüsseli ve ciddi duran korumalara, tüm genç ve güçlü eşeklerin hazırlamalarını emretti. “Eşekler sabaha hazır olsunlar”. Dedi. Bunu duyan Yeşil Eşek, tüm ruhunda bir ferahlık ve sükunet hissetti. Güney yurdu liderinin himayesinde bir huzura erdi ki ani ve keskin bir şekilde günlerin yorgunluğunun da etkisiyle olduğu yerde kedersiz bir uykuya daldı. Gece bir dost gibi yeşil eşeğin üstünü örttü. Güney yurdu lideri zenginliğin hayalî ile daha güçlü ve emin hissediyor, uykuya dalmış yeşil eşeğe gizli bir minnettarlıkla bakarak dünyanın en güzel bakışlarını hafif yumarak ve mükemmel güzellikteki iri dudaklarını hafiften birbirine değdirerek anın lezzetine varıp başını hafiften ve anlamlı bir şekilde bir aşağı bir yukarı sallıyordu. Zenginlik nasıl bir histi ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan birini bile hayaller âleminde sürüklemeye yetiyordu.
RENKLER
Bir eşek derin mi derin uykuya dalmış, olduğu yerde yıllarca uyumuştu. Gözünü açtığında normal bir uyku uyumuşçasına yiyecek bir şeyler bulma umuduyla dışarı çıktı, uyduğu kuytulukta üzerini toz toprak kaplamış, bir eşekten çok yer altındaki sıçanlara benzer olmuştu. Güneşin varlığını ve hükmünü hissettirdiği keskin ışık, geçmişten gelen eşeğin eşekliğe özgü muhteşem gözlerini kamaştırdı. Uzunca bir süre nazlı, köylü bir eşek gibi gözlerini utanç ve mahcubiyetle yere dikmek zorunda kaldı, ne zaman gözlerini açmaya kalksa keskin ve arsız bir acıyla yüzleşmekten kendi alıkoyamıyordu. Bir şeylerin normal olmadığını hissetse de bunu güne yeni uyanmaya yordu. Günışığı acımasız bir sel gibi hükmederek geçmişten gelen eşeğe, kendini dayatıyor, eşeğin gözlerini açmasına fırsat vermiyordu. Eşek ilkin çeyrek çeyrek, alttan alta gözlerini açmaya yelteniyor, sonra minik minik yumarak, acımasız günışığına yabani bir hayvana yaklaşır gibi yumuşak ve dikkatlice, ulaşmaya çalıyordu. Tüm varlığıyla, gün ışığı ile mücadelesine tutulan geçmişten gelen eşek, yüreğini ortaya koyup gün ışığı ile yüzleşti, yarım bir bakış ve gözlerinde ağır sızı ile etrafına bakındı, gördükleri uykuya dalmadan öncekiler gibi görünmüyordu. Esneklikten ve hareketten uzak katı mı katı kesilen eklemleri her adımda eşeğe anlaşılmaz bir değişim, dönüşümü hatırlatsa da o eklemleri ve kaslarındaki ağrı ve sızıyı geceyi soğukta geçirmiş olmaya yoruyordu. Eşek, her adımda vücudunu etkileyen kesik kesik elektriklenmeler hissediyor, yüzündeki duygu bunu açık bir şekilde tüm evrene duyuruyordu. İlerledikçe güneşin ve hareketsizliğin gazabını azaltıyor, tüm davranışları olağanlaşıyordu geçmişten gelen eşeğin. Yavaş adımlarını gittikçe hızlandıran eşek, acısının hepten azaldığını hissetti, acısı azaldığı için etrafında olup bitenleri fark edip şaşkınlığa ve hayrete gömülüyor, bakımlı ve gösterişli başakların her tarafta hakim olduğunu gören eşek, mutluluktan cennetteymiş gibi hissediyordu. Yanından geçtiği olgun ve iri başlı başakların tadına bakmaktan da geri durmuyordu. Ancak ilerledikçe başakların arasından seçmeye özellikle körpe başaklara yöneldi geçmişten gelen eşek. En körpe olanlara, derken körpelerin de en miniklerine... Kendinden geçen eşek, yedikçe enerjisini topluyor, tüm ruhunu saran gurur ve mutluluğun sarhoşluğu ile sonsuzluğu kıskandıran bir mesafede uzayıp giden farklı renklerle apaçık birbirinden ayrılmış, tarlaların belirsiz bir yerinde tekrar uykuya daldı. Tatlı bir uykunun ardından uyanan eşek farklı renklerle bölünmüş tarlaların birinden ötekine geçmek isterken, Rüzgar tüm başakların bereketli başlarını ılık ılık okşarken iri cüsseleri ve korku salan görüntüleriyle güvenlikten sorumlu iki kara eşek belirdi. Geçmişten gelen eşeği kolundan tuttukları gibi alıp götürdüler. Geçmişten gelen eşeğin, bir anda tüm mutluluğu hayret ile korku ve kaygıya dönüşüverdi. Söylediği kelimeler bir ağaçtan düşen yavru bir kuş gibi ağzından çıktığı anda yere düşüyor, hedefine ulaşamayan bir ok gibi toprağa saplanıyordu. İri ve korku salan eşekler, geçmişten gelen eşeği duymuyor, umursamıyordu. Gözyaşları içinde kalan eşek, diğer iki eşeği hayretler içinde bıraktı. eşeklerden biri merhamete gelmiş bulundu ki:
- Senin gözlerinden neden su akıyor?
Geçmişten gelen eşek, kendisiyle alay edildiğini düşünerek, aşırı öfkelendi. İki eşeğe bağırarak. Siz ağlayan bir eşekle alay etmeye utanmıyor musunuz?
- İlk kez ağlayan bir eşek görüyoruz biz ağlama nedir bilmeyiz. Nasıl beceriyorsun.
- Eğer duygularınız gerçekse ağlarsınız
- Ne işin var senin bu diyarın tarlasında, Nerden geldin bu diyara?
- Ben doğduğumdan beri buradayım.
- Hiç güleceğimiz yoktu!
- Anlamıyorum sizi! ben buralıyım.
- Sus be eşek! Salağa benziyor muyuz?
- Ne yaptım ki ben?
- Üzerinde Mavi semer yok, sen buraya giremezsin.
- Semer ne?
- Üzerimizdeki renkler bizim kimliğimiz.
- Benim kimliğim yok
-
İHYA ETMEK
Gri eşek, ve Kuzey yurdunun toy eşekleri, akıllı bir kuzey eşeğinin sayesinde değişimin ne olduğu öğrenmiş ve günün merhamete çabucak geldiğini eşekler kadar acımasız olmadığını, hatta nefret ve zulüm taşımadığını sadece dönemsel bir boşalım olduğunu, güneşin acı ve öfke dolu yokluğunu göstermesi ve yeryüzünün ısınmasıyla yola koyulmuşlardı. Gri Eşek, yanına aldığı Kuzey yurdunun toy eşeklerine ısrarla bildiği birkaç bilgiden, kelimeden anlatmaya devam ediyor, tüm eşeklerin ona koşulsuz itaat etmesini umuyor, fakat toy eşekleri itaat ettirecek ve yönetecek yetkinliğe ulaşamıyordu. Güneşin yeryüzüne hiçbir canlıyı umursamadığı ve hâkimiyetini pervasızca ve gaddarca sürdürdüğü – tüm eşekler de öyle değil miydi yaptığının faydalı olduğuna. inanmaya görsün nasıl da canileşmeye, gaddarlaşmaya, canavarlaşmaya ve kendini dayatmaya başlarlardı- bir gündüz vakti, Eşeklerin en toyu, yolda ilerlerken, meraktan etrafında olup bitenleri anlama içgüdüsüyle gruptan habersizce ayrıldı, yanındaki eşek, dışında hiç biri onun ayrıldığını fark etmedi. Onun yanındaki arkadaşı durumu anlatmaya çalıştıysa da, hiçbir eşek oralı olmadı. Toy eşeklerin en irisi, eşeğin bir şeyler söylediğini fark etti, sürüden ayrılan eşeğin arkadaşının anlatmaya çalıştığını nihayet anladı ve durumu hemencecik gri eşeğe bildirdi. Gri eşeği aptalca bir telaş sardı, kayıp olmuş biri hakkında hiçbir bilgisi ve tecrübesi yoktu. Etrafında aptalca dönen gri eşeği izleyen toy eşekler, gülmeye başladılar. Bu yolculuk boyunca Kuzey yurdunun toy eşekleri ilk kez Güldüler, gülüştüler. Kaybolan eşeğin arkadaşı Gri Eşeği durdurdu. Ve geri dönmeleri gerektiğini söyledi. Gri eşek hemen toparlandı. Hep beraber geldikleri yoldan geri döndüler yolda gördüğü bir mağaraya giren kayıp eşek, bir Bilge eşeğin merhametli yuvasına istemeyerek misafir olmuş, tüm eşekleri belirsiz bir korkuya mahkûm etmişti. Eşekler bilgenin bulunduğu mağarayı, özellikle yolun sağını ve solunu didik didik arayarak, zar zor bulabildiler. Bu mağara Kuzey yurdunun dönüş yolunun, solunda yola paralel ağzı masum minik otlarla örülü bir mağaraydı. Uzaktan görebilmek için dikkatlice bakmak gerekirdi yoksa kesinlikle fark edilmezdi. Gri Eşek ve kayıp eşeğin arkadaşı en önde oldukları için mağarayı ilk onlar fark etti. Yüksekçe otları ve minik kurumuş çimenleri aralayarak mağaradan içeri girdiler. İçerisi gayret temiz ve düzgündü, gri eşek şaşırdı, hemen mağaradan çıkıp tüm toy eşekleri tek tek içeri aldı. Mağarada tahtında kurulmuş yaşlıca bir eşek gördüler, kayıp eşek de sağında duruyordu. Gri eşek ne diyeceğini bilemedi. Toy eşeğin omuzlarından tutup götürmeye yürüdü ki bilge eşek:” hele bir soluklan, yolun uzun ve zorlu... acele etme. Dedi.
- Bu eşekleri Kara eşeğe götürmeliyim vaktim yok.
- Anlıyorum seni ama asla acele etme.
- Niye acele etmek bir çok şeyi hızlıca yapmaya yardımcı olur
- Bazen olur ama genellikle acele etmek, canlıları zora sokar çünkü aklı kullanmaya da engeldir. Acele etmek, muhakeme ancak sabır ile mümkündür. Aceleyle sadece yaparsın. Ancak sabır ile yaptığını mutlaka öğrenerek ve doğru bir şekilde yaparsın.
- Tamam Efendim. Ama biz gitmeliyiz.
- Hala acele ediyorsun
- Ne yapmalıyım
- Bak! Burada güzel bir mağara var. Yemek ve içmek, sıcacık ve güzel bir mekan... Neden dinlenmeyi o aç ve boş mideni ve beynini doyurmuyorsun. Bu zavallı toy eşeklere yazık değil mi.
- Bir şeyi çabucak yapmak, bizim görevimizi yapmamız anlamına gelmez mi
- Görevi yapmak ve görevi layıkıyla doğru yapmak aynı şey değildir. Yapmak sadece yapmaktır. Doğru yapmak, ihya etmektir. İhya olan her şey güzelleşir güzelleştirir. Sakın acele etme! Eğer ihya etmezsen hiçbir şey yapmış olmazsın çünkü değişim ihya etmekle olur, fikirler, görevler bir ibadet gibi güzel ve dengeli olur. Acele edersen aklını askıya almış olursun, sorunun kaynağı olduğunu asla görmezsin.
Sustu gri eşek, toy eşeklerle birlikte mağarayı, mağaranın nemli ve temiz duvarlarını gözlemlemeye koyuldular, Masum ve amaçsız görünen bir su damlası mağaranın duvarlarından tüm dinginliği ile çok ağır ve olabildiğince yavaş akıyordu, ancak o kadar yavaş akıyordu ki yere varmıyordu duvarda bir Yosuna dönüşüyor, duvarı sadelikten kurtarıyor ve mağaranın ihya olmasına, tertemiz kalmasına yardım ediyordu. Derken temiz ve eğitimi bir eşek, tüm eşeklerin fazlasıyla doyabileceği çeşitli yiyecekler getirdi. Toy eşekler yavaş yavaş, yemeye başladılar. Gri Eşek hızlıca yiyordu. Bilge eşek, gri eşeği lafa tutarak onun da diğer eşekler gibi yavaş, uyum içerisinde ve acele etmeden yemek yemesini, rencide etmeden sağladı. Eşekler hem yiyeceğe hem de içeceğe doydular. Sonra Gri eşek, aceleyle tekrar gitmeleri gerektiğini Bilge Eşeğe, söyledi. Bilge eşek ona acele etmemeyi öğrenmeyeceksin. Senin mutlaka acı, hatta çok büyük acı çekmen gerekir. En azından izin iste, nezaketen de olsa bunu yap ama asla bir şeyi doğrudan söyleme!.”
- Gidebilir miyiz
- Hayır! akşamı burada geçirin, toy eşekler iyice dinlensin, perişan haldesiniz.
Gri eşek, iri, tüylü ve kirli başını çaresiz öne eğdi. Akşama kadar tüm eşekler dinlediler, yiyip içtiler. Akşam oldu. Gri eşek uykuya dalacaktı ki bilge ona:
- En azından izin iste,
- Uyuyabilir miyiz
- Hayır, toy eşekler yatsın, sana Bir hikaye anlatacağım.
Çok eski zamanlarda bir eşek varmış, bir gece bir sırra ulaşmış ki, kötülüğün nerede saklandığını öğrenmiş, bir heyecanla varmış kötülüğün yanına, tek söz söylemeden. Kılıcına davranmış ve kötülüğün boynunu vurmak istemiş. Ancak kötülük kendisini öldürmemesi gerektiğini şu sözlerle ifade etmiş: beni öldürme pişman olursun, ben sadece bir aynayım, bir pusulayım eşekler sadece bana bakar kendilerine çeki düzen verirler, yönlerini bulurlar. Hepsi bu! Ne olur beni öldürme beni öldürürsün kendine en büyük kötülüğü yaparsın sadece beden uzak dur yeter.,!” ama eşek dinlememiş, yeryüzündeki kötülüğü yok ederek iyiliğin hakim olacağı düşüncesiyle vurmuş kötülüğün başını. Gün ağarınca bütün evreni kötülükten kurtarmanın gururuyla bir Kahraman gibi göğsünü kabartıp eşeklerin arasında dolaşmaya başlamış,
Bir süreliğine her yerde sükunet huzur ve mutluluk hakim olmuş sonra sonra eşekler heyecan ve farklılık arayışına girmiş, derin ve tanımsız bir boşluğun girdabında haz ve umuttan uzak kalmışlar, özellikle toy eşekler, yaşlı ve tecrübeli eşeklilerin tüm yaptıklarını tekdüze ve sıradan, basit ve boş olarak tanımlamışlar. İyi, kötü, süreklilik ve sonsuzluk anlamsızlaşmaya, değerini kaybetmeye başlamış, tüm bu yaşanan renksiz kaosun ve yaşananların sebebini kötülüğü öldüren adamdan başkası bilmiyormuş, günler, aylar geçmiş daha yıl olmadan tüm eşekler deli divane gibi ne yaptıkları ne de gidecekleri yönü tayin edememekten sapıtıp, heyecan ve farklılık arayışı ile birbirinin üzerine çıkıp, inerek sağa sola rasgele dolanıp durmuşlar. Kötülüğü öldüren eşek, sadece iyiliğin hüküm sürdüğü yeni düzende ki eşeklere her ne kadar yaptıklarının saçmalıklarını anlatmaya çalışmışsa da eşeklerin hiçbiri oralı olmamış, hele yaşlı ve yetişkinlerin aymazlığı kötülüğü yok eden eşeği çileden çıkarmış. Eşek, derin bir pişmanlıkla kötülüğü kurtarmaya gitmiş ama nafile kötülüğü bir türlü canlandıramamış. Zavallı eşek, hatasını anlamış, kötülüğün ne olduğunu bilen tek eşek kendisi olduğu için yeryüzüne kötülüğü yayma görevi de ona kalmış, tüm bedeniyle kötülük etmiş, kötülük geri dönmemiş, başlamış tüm ruhuyla inanarak kötülük etmeye gene nafile kötülük yeryüzündeki eski kıvamına gelmemiş, öldürmekle başlamış, eşeklerden birini öldürmüş, sonra kesmekle devam etmiş. Ancak yine de kötülük eskisi gibi geri getirmemiş, sonra doğaya rastgele zarar vermeye başlamış biraz kötülük gelir gibi olmuş ancak tam oturmamış, en nihayetinde kötülüğü öldüren eşek, yalan söylemiş ve yalanı yeryüzüne hakim kılmış, yalan ile tüm eşekleri bir birine düşürmüş. Kötülük tekrar dirilmeye, oturmaya yeryüzünde yayılmaya hatta hüküm sürmeye başlamış.
Kötülüğü öldüren eşek, her yerde kötülük görmeye başlayınca sevinmiş, gün olmuş ay olmuş yıl olmadan aksaklıklar baş göstermiş.
Eşekler zalimce ve canice birbirine zarar vermeye doğayı acımasızca tüketmeye başlamışlar. Acı ve öfke ve zulüm bayağı olağanlaşmış, hiç bir eşek adalete, hakka ve merhamete ulaşamaz olmuş, yeryüzünü acı ve keder kaplamış iyilik unutulmaya ve ölmeye yüz tutmuş. Kötülüğü yok eden eşek, bu sefer de iyiliği yok etmiş.
- Niye öldürmüş ki ben bir şey anlamadım
- Sana şöyle anlatayım bu eşek, yeryüzüne, evrene ve canlılığa yaptığı yanlışı; acı, umutsuzluk, ve ruhundaki derin pişmanlıkla kavramıştı, Oysa öğrenmek için acı çekmeye gerek yoktur. İşini doğru dosdoğru yapan doğaya danışmak doğayı gözlemlemek yeterlidir. Eşekler duyguya sahiptir. Duygu, hazzın kötülüğün ve iyiliğin mayasıdır. Eşekler her duyguya sahip olmalı, aşırıya kaçmadan dengeli bir biçimde bulundurulmalı bu dengeye adalet diyorum. İlla hüküm sürecekse bir bendende o da adalet olmalı çünkü adalet
acı ve hazzın, iyiliğin ve kötülüğün muhteşem dengesi ile sahip olunacak bir duygu ve karakterdir. Adalet bir amaç ve arayıştır. Sadece onun Yolunda olunabilir ona sahip olunamaz.
- Evet efendim az önce bilmeyerek bir su damlasının davranışını gözlemledim. Sizin dediğinizi şimdi anladım.
- Hayatta ve yönetimde asla acele etme ama geç de kalma; ruhundaki kötülüğü yaşat ama asla ona teslim olma bu seni tüm kötülüklere karşı diri tutar. Bu senin iyi kalmanı ve iyiliği yaymanı pek daha mümkün kılar, kötülük gayen olmasın fakat bir kötülük yaptığında mutlaka üzerini daha büyük bir iyilikle ört! Böylece iyiliği hep zirvede tutarsın, önemli olan da budur.
- Tamam efendim.
DENGE
Başından kuyruğuna kadar tam ortadan denge ve adalet ile tam ikiye ayrılmış, bir yarısı siyah yarısı beyaz şekilde ikiye bölünmüş olan siyah ve beyaz eşek; yeni düzende ruhundaki eksiklikleri bir türlü giderememiş, ruhundaki ve yeryüzündeki belirsizliği giderecek dostlarını da tek tek kaybetmenin tesiriyle, ağır ve belirsiz bir ruh haline sürüklenmiş, yalnızlığı yapayalnızlığı seçmişti. Engin başakların ve yabani otların dostça ve bir arada yaşadığı hiçbirini ötekine zorbalıkla veya dostça kendini dayatmadığı toprağın bir dost olarak görüldüğü ve bütün bitkileri ve diğer canlıları dostça sarmaladığı günlerin özlemi ile sağ toynağı ile yolun sağındaki dolgun ve uzun boylu başaklara yavaş yavaş dokunuyor, arada bir sıska kalmış yabani otlara ve dikenlerine dokunabilmek için hafiften eğilmek zorunda kalıyordu. Gece ve gündüz birbirine karışmış, canlılık ne gündüzü ne geceyi Özgün haliyle yaşayabilir olmuştu. Kahrın, özlemin ve pişmanlığın sarıp sarmaladığı yeryüzünde içindeki koyu ve ağır yalnızlığı giderecek bir yol bulamadı siyah beyaz eşek. Sürekli ardına kesik kesik ve tüm mahcubiyeti ile bir bilge ve adil eşek görme umuduyla bakıyor, aynı hayal kırıklığı ile toynakları bomboş gerisin geriye dönüp yoluna umutsuzluk ve acı ile devam ediyordu. Her ardına bakışında vücudunun sağ tarafındaki karartı bir damla beyazlığa akıyor ve vücudunu tam olarak ortadan ikiye ayıran siyah ve beyazın mükemmel uyumu siyahın lehine abuk sabuk ve dengesiz bir görüntüye dönüşüyordu. Siyah-beyaz eşek ilerledikçe ufukta alaca renkli bir sıçan gibi görünüyor ancak ısrarla arkasına bakıp duruyor, her arkasına bakışında vücudundaki siyah kısım artırıyordu. Siyah-beyaz eşek yorgun halsiz ve bitkin bir şekilde sağında ve solunda oturacak dinlenecek bir yer gözlemlemeye başladı, sağa ve sola baktı, nazlı, uzun boylu iri taneli, başakların uçsuz bucaksız uzayıp giden mahpus birlikteliklerine kıyamadı, onların arasına çökse etrafındaki gür başakların boyunlarını kıracak, o muhteşem yalancı uyumu bozacak veya birkaçını öldürecekti, onları öldürmek ve onların şeklini bozmak, onları her ne şekilde olursa olsun yaralamak kırmak da istemedi. ufak bir naz ile siyah ağırlıklı beyaz başını sola, yaban otlarına ve mor dikenli yabani çiçeklere çevirdi. yer yer dinlenebilecek boşluklar ve üzerinde oturulabilecek alanlar gördü, hem soldaki kellikler ona bir dinlenme fırsatı verecek hem de hiçbirini incitmeden yorgun koca bedeni dinlendirebilecekti. Sağ taraftaki uzun boylu , güzel görüntülü ve bakımlı, iribaş başaklara özür diler gibi baktıktan sonra tekrar içindeki kederi yüzünden aşağılara doğru dökmek istercesine başını mümkün olduğunca yere eğdi. Yabani otların ve mor dikenli yabani çiçeklerin arasında ilerleyerek dinlenebileceği bir boşluk aradı etrafı kararmış hala muhteşem görünen eşekliğe özgü harika gözleriyle hala ve ısrarla kesik kesik gerisine bakıyordu Siyah-beyaz eşek sonunda huzur içerisinde dineleceği sonsuz istirahatgahını buldu, siyah-beyaz eşeğin ebedi istirahatgahının sağ tarafında bir kaya vardı, kayanın üzerinde daha önce oturmuş diğer yabani hayvanların pisliklerini gördü. Buraya çömelmedi. Aynı boşluğun solunda bir yer aramaya koyuldu. Dikkatlice soluna baktı başka bir dinlenecek boşluk gözlemlemeye aramaya koyuldu, hemen solun solunda minik hayvanların börtü ve böceklerin karıncaların yuva yaptığı bir boşluk gördü, oraya doğru ilerledi ancak karıncaların yuvasının üzerinde ve dinlenmek istemedi ne sağ ne de sola baktı dümdüz önüne bakıp tekrar ilerlemeye koyuldu. Çok da ileriye bakmaması gerektiğini anladı sağ ön toynaklarının birkaç adım ilerisinde temiz ve küçük bir boşluk gördü. Birkaç zaman önce ömürlerini tamamlanmış, kurumaya yüz tutmuş eski yabani otların bulunduğu bir boşluğun üzerine çöktü. Bir daha ve son bir kez arkasına baktı kurumuş yaban otlarının içerisinde etrafı kararmış muhteşem felaket güzel gözleriyle, son bir kez daha tüm halsizliği ve umutsuzluğu ile ardına baktı ve vücudumdaki son beyaz damlacığın da kararması ile hayata, yeryüzüne, evrene adalet sunma ve onu dengede tutma umudunu yüreğine acıyla gömdü o mükemmel ötesi gözlerini hırıltılı ve hüzün kokan son bir nefes ile sonsuzluğa yumdu. Siyah-beyaz eşeğin karanlığa ve siyaha yenik düşmüş, ölmüştü. Siyah-beyaz eşeğin dinç ve güzel bedenine kalan eşekler umutsuzluk ve zulüm dediler. Yabani otlar ve bakımlı başaklar tüm hakikatlerden bihaber hâlâ, nedensizce kendilerine dayatılan kavgaya ciddiyetle tutuladurmaktaydılar. Evet nedensiz bir kavgaydı bu kavga..! bin yıllardır bir arada yaşayan bu canlılardan, bir günde yeni düzenin büyük eşekleri tarafından çizilen sınırlara riayet etmeleri büyük bir adaletsizlikle isteniyordu Oysa bu sınırlar çizilirken kimse onlara bir şey sormamıştı. Bu gün acının ve haksızlığın kaynağı olan sınırları hiçbir eşek suçlamıyordu. Suç, mutlu ve güzel olmaktaydı. Tüm canlıların mutlu ve güzel olması bir imkânsızmış gibi sunuluyordu.
AİDİYET
Mavi Eşek tüm asaletiyle, yeryüzünün en yavaş salyangozu gibi hareket edip evrendeki en minik adımlarla, sonsuzluğu ufukta selamlayan başakların ve yabani otların sağlı, sollu ayırdığı taşları özenle döşenmiş, yalancı bir estetik duygusu taşıyan bir yolda bilgisizlikten bir deri bir kemik kalmış, ancak hâlâ olabildiğince güzel, alımlı ve hayranlık uyandıran narin bedeniyle ve sağ toynağını bakımlı ve gür başakların ürkek ve dolgun başaklarına dokunarak ilerliyor, geçmişi ağır bir özlemle yad ediyordu. kesik kesik ve duygu dolu nefes aldıktan sonra adaletten taviz vermeden yolun solundaki çorak ve dikenli yaban otlarının mora çalan pembemsi dikenli çiçeklerine, sol toynağıyla aynı özlemle dokunuyordu. Sol toynağına batan her bir diken geçmişin acısını daha da derin ve ağır hatırlatıyordu. Mavinin Bilgiye, hakikate ve adalete ulaşmaya dair son damla inancının da tükenmesi ile yüreğinde ve ruhunda taşıdığı milyarlarca hayal ile olduğu yerde çöktü, umutsuzluk ve hayal kırıklığıyla büyüleyici, iri ve masmavi gözlerini dibine kadar açtı, bulutsuz masmavi gökyüzüne göğüs kemiklerini son kez yukarı ittirerek, ağzı ve masmavi gözleri açık şekilde sol tarafına yattı ve ruhu gökyüzüne mavilik katmak üzere bedeninden ayrıldı. Mavinin İncecik, alımlı ve muhteşem güzellikteki cansız bedenini gören yabani otlar, çimenler ve başaklar hiçbir şey umursamadan bir tartışmaya çoktan koyulmuşlardı.
Yabani bir ot, yolun sağında özenle yetiştirilen basaklara ve çimenlere soruyordu.
Biz neden aynı değiliz, siz özel bir alanda özenle bakılıyor ve yetiştiriliyorsunuz, biz bu çorak topraklarda neden kendi halinde başı boş ve çaresiz bırakılmışımız? Gelen giden tüm canlılar bizi istediği gibi tüketiyor, kendimizi korumak için ürettiğimiz dikenler yüzünden bize yabani diyorlar bu bize reva mı?:
- Eğer yaşam bizimle ilgili her şeyse yaşamadıklarımız hiçbir şey ifade etmez. Diye yanıtladı en yaşlı başak.
- Anlamadım diye cevap verdi yabani otların en yaşlısı.
- Acı mı çekiyorsun. Deneyip öğrenmişsin, yaşamışsın, demek ki siz ve yaşadıklarınız gerçek.
- Evet
- Yaşıyorsunuz, iyi mi yaşamak istiyorsunuz. Kendi korkularınız için acı çekiyorsunuz! Oysa eşekler kendi korkularından ötürü bizi yetiştirir, bulundurur veya üretir. Sonra da boynumuzu vururlar.
- Ben sadece bir birkaç günlük ömrü olan zavallı bir başağım. Benim ne bir çiçeğim ne bir dikenim ne de mücadele edecek bir ruhum var. Oysa sen gerçeksin acı çekiyor ve çektiriyorsun. Bense sadece varım, sahibim istediği için hem de nasıl olmamı istediği için ben varım. Güzel miyim.
- Evet
- Sahibim istediği için
- Oysa sen ne isen osun ve sen istediğin için, ne olmak istiyorsan, bir eşek seni yemek isterse acı çekmeyi göze alır.
- Evet
- Bir diğer hakikat şu ki ben başağım, eşekler acı çekmeden bizi yiyebilmek için yetiştiriyorlar nazlı boyumuza aldanma.
- Çok üzüldüm.
- Gerçek bu
- Eşekler de aynı değil
- Neden
- Çünkü onlar farklı olduğunu düşünüyor
- Sadece bu mu
- Evet
- Eskiden eşek sadece eşekti, her yer herkesindi şimdi renkler ve yerler var. Her rengin yeri ve eşekleri birbirinden farklıdır. Hakları farklı, güçleri ve yaşam alanları, her eşek istediği zaman istediği yere gidemez. Semerlerinin rengi farklıysa belli bir izne tâbi tutulur, veya Sarı Eşeğe sahip olup olmadığına bakılır.
- Gerçekten bu çok hüzünlü, kendimden çok eşeklere acımaya başladım. Ot ottur, eşek eşektir. Bizim için bu kural asla değişmeyecek.
- Özlüyor musun eskiyi
- Evet! Çok özlüyorum. Çorak ve bakımsız topraklarda, en büyük acıları çekmeye razıyım. Ama hapsolmak, bir eşeğin ağzında parçalanacağı günü beklemek, çok daha acı..
SÜRPRİZLER
Kuzey yurdunun toy eşeklerini yanına alıp Kara eşeğe gururla götürmek üzere yola düşen Gri Eşek, dönüş yolunun neredeyse tüm zorluklarının bilincindeydi ısrarla yanındaki toy eşeklere nasihat ediyor, bildiklerini mümkün olduğunca paylaşmaya çalışıyordu. Kuzeyin ruhu donduran soğuk rüzgarlarının karşısında çaresizce buldukları bir kuytulukta hep beraber birbirlerine sarılmış, yorgunluğun ve belirsizliğe açılan kaygının kucağında uyumuşlardı. Gecenin bir vakti her tarafı saran kar, evrenin Saflığına vurgu yapmak istercesine yeryüzünü, uyumsuzluğu ve kötülüğü bembeyaz bir örtüyle kaplamış olmanın gururuyla görevini yaptıktan sonra gizlice uzaklaşıp gitmişti. Gün ışığının doğmasına yakın bir saatte titrek bir şekilde uyanan Gri eşek her tarafın beyazlar içinde olduğunu şaşkınlıkla gördü. Bulundukları vadi sıcacıktı, birbirlerine sarılan eşekler karın yağdığını dahi hissetmemişlerdi. Gri Eşek, çok şaşırdı, nasıl da bir anda değişmişti her şey? Manasız bir telaşla, hızlıca tepeye doğru koştu. Tepeciğin ucuna vardığı gibi kuzey rüzgarlarının asil olduğu kadar merhametsiz soğukluğunu, iliklerinde pişmanlıkla hissetti; asil ve sert kuzey rüzgarları, neredeyse onu donduracaktı. Neye uğradığını şaşıran Gri Eşek, hemen birbirine sarılmış halde uyuyan toy eşeklerin yanına sokuluverdi. Eşekler böyle bir soğukta ilerleyemezlerdi. Zaten yiyecek hiçbir şeyleri de yoktu. Tekrar korkuya kapılan Gri Eşek, kendisine verilen görevim ağırlığı altında ezilmeye başladı. Ne kendi canı ne de Kuzey yurdunun toy eşeklerinin canını umursuyor, orada ölmekten değil de kara eşeğe mahcup olmaktan korkuyordu Gri Eşek. Korku ve telaş içinde gün doğumunu beklemeye koyulan Gri Eşek , kuzey dağlarının sinesine umarsız bir ok gibi saplanan ve yeryüzüne umut ve ısı veren güneşin doğuşunu seyretmenin hazzına varamadı, güneşin doğduğunu karşı ancak tepeciğin aydınlanmasından anlayabildi. Güneş tüm kararlılığıyla ağır ve ciddiyetle; kara, buza ve soğuğa teslim olmuş dağların ışık gören yamaçlarını hiç karşılık beklemeden esaretten kurtarıyor, canlılığa ve yaşama fırsat oluyorken. Aynı kararlılıkla, korku ve kaygıyı Gri eşeğin ruhundan çekip alıyordu. Güneş ışınlarını, usta bir çiftçinin heybesindeki tohumları, tarlasına olabildiğince eşit ve adil bir şekilde pay etmesi gibi yeryüzüne dağıtıyor, yeryüzünü esir alan kardan kurtarmaya çalışıyordu. Ama çabası kuzey yurdunda bir gayretten öteye gitmeyecekti.
İYİLEŞME
Yeşil eşek yarasının ve umut yakan acısının etkisiyle bayılmış, günlerce hiç bir şey yemediği için bir deri bir kemik kalmıştı. Ölüme yatan bedenini amaçsızca süpüren rüzgârın ılık esintisiyle öğrenilmiş bir refleksle gözlerini yarım açan yeşil eşek, susuzluktan kurumuş ve çatlamış dudaklarının etrafındaki beyazlığı kupkuru kesilen dili ile ıslatmaya çalışıyor, dudaklarını emiyordu. Dişlerini olabildiğince sıkarak hissettiği acının etkisini azaltıp hayata kalmanın şaşkınlığı ve ölüm uykusundan uyanmış olmanın sersemliği ile etrafına ve vücuduna kesik bakışlarla tüm yaşananları anlamaya çalışıyor, ancak hiçbir şey hatırlamıyordu. Tüm halsizliği yorgunluğu ve kendisi ile ilgili belirsizliğine rağmen yeşil eşek olduğu yerde sağa ve sola doğru kendini kaydırarak ayaklarının dibindeki suya ulaştı. Kuruyan çatlak dudaklarını aşk ile suya değdirdi, içebildiği kadar su içti. Günlerdir çalışmayan tüm uzuvları içilen suyun etkisiyle tepki vermeye, irileşen göz bebekleri yavaştan küçülmeye, kalp atışları hızlanmaya, görünen göğüs kemiklerinin altındaki ciğeri hırıltılı ve kesik nefesiyle bir aşağı bir yukarı hareket etmeye başladı. Yeşil eşek, kesik iniltilerle, gökyüzünde uslu eşekler gibi sıraya dizilmiş bembeyaz bulutlara baktı. ciğerlerine temiz havadan doyasıya çekmek istedi ancak vücudu hala yaralıydı. Ve ona aşırıya gitmemesi gerektiğini acıyı bir sopa gibi kullanarak hatırlattı. Yeşil eşeğin, inleme ve hıçkırıklara benzeyen acı dolu, hızlı ve kesik kesik nefesi, doğaya ve everene yarım bir gururla, pes etmediğini kendisine verilen görevi mutlak güç ve doğanın işleyişi sayesinde başaracağına işaret ediyor, keskin kısık bakışları ve halsiz bedeni ile oracıkta, kendisine ölüm yerine yaşamı veren suyun kenarında tüm gerçekliğiyle capcanlı duruyordu.
Gün ışığı yükseldikçe yeşil eşeği rahatsız edecek keskinliğe ulaşıyor, bitki ve meyvelere besin sağlayan ısı, yeşil eşeği bir gölgelik bulma telaşına itiyordu. Yeşil eşek arka ayaklarının yardımı ile tıpkı bir yılan gibi sürünerek en yakın gölgeliğe ulaşana kadar iniltilerle hareket etti. Suyun kenarında Dallarını yere nazlı nazlı süzen körpe ağaca ulaştı, ağacın dibinde gözlerini beyaz bulutlara cömertçe yer ve imkân veren mavi gökyüzüne dikti. Yeşil eşek, tüm acı ve yaralarına rağmen iyi olacağını tüm ruhunda hissettiği halde; çektiği acı onu umutsuzlukla kendine acımaya sevk ediyordu. Yeşil eşek yüzüne çarpan körpe ağacın en uç dallarındaki yapraklardan ve tomurcuklardan öylesine, ağzını yamultarak bir ısırık aldı. O kadar bitkindi ki çenesini bile hareket ettiremiyordu. Yeşil eşeğin, lezzet ve keyifle ağzında emdiği körpe yapraklar ve tomurcukları yutmak istedi ancak başaramadı. Tüm çabasına rağmen uzunca bir süre ağzında gevelediği körpe yapraklar ve tomurcukları bir kaç kere yutkunmaya çalışınca anladı. Acıya, acının gerçekliğine ve yaşamın acı ile varlığının hissedildiğine, sabrın da acı çekmenin başka bir türü olduğuna aşkla yutmaya çalıştığı, lezzetli yaprakları çiğneyemeyip zaruri olarak yaprakların suyunu emerek inandı. Eşekler ne kadar tuhaftı, ilk tüketmeye onlara el uzatanlardan başlıyordu. Hem de bir tesadüfe ve değişikliğe fırsat vermeyecek bir gerçeklikle, bunu umursamadan ve arsızca yapmaktan da geri durmuyordu. Bu haliyle bakıldığında aslında tüm eşekler birbirinin ve doğadaki diğer canlıların enerjisini somurarak hayatta kalıyordu. Eşekler doğadaki canlılığın kendisini yaşattığını mutlak bir biçimde bildiği ve buna mecbur olduğu halde, ısrarla onu yaşatmak yerine tüketme eğilimi göstermesinin pek de akıl ile izah edilir bir tarafı olamazdı. Bu durumun tek izahı eşeklerin akıl ile değil ihtiyaç doğrultusunda ve ihtirasla hayata, doğaya ve birbirlerine yaklaştıklarıydı. Aslında tüketilen her canlı eşeklerce bir iyileşmeye
ve gelişmeye yoruluyordu. Canlılar enerjiye, enerji güce ve akla, güç ve akıl da hâkimiyet alanı kurmaya yarayan iktidara ulaştırıyordu eşekleri. Öyleyse canlıları yaşatan enerji ancak ve ancak canlılıkta mümkün olabilirdi. Bu ağır ve acımasız hakikat tüm everene çırılçıplak bir biçimde kendini haykırıyorken neden eşekler canlıyı ve canlılığı önemsemiyor, olabildiğince değersizleştiriyordu.
DOĞU LİDERİNİN NASİHATİ
(LAV VE TOZ PARÇACIKLARI)
Doğuda gece uyanık kalmak çok abesti. Sadece Doğu yurdunun lideri ve belli bir saate kadar âlimler, geceye kalabiliyor; Doğu lideri dışındaki hiç kimse gecenin tamamının lezzetine, dinginliğine ve ilhamına varamıyordu. Aslında Doğululara göre gece lanetlenmişti. Karanlık gizli ve ürkütücüydü. Bu yüzden doğulular geceden kaçmayı tercih etmiş, geceyi hayvanlara ve doğaya bırakmıştı vesselam. Doğu yurdu lideri, misafiri Boz eşeği iyice beslemiş doğunun tüm misafirperverliği ve cömertliğini en içten haliyle Boz eşeğe sunmuştu.
Gece, kendisine yakıştırılan tüm lanet, gizem ve iftiraları umursamadan işleyip gidiyor, üzerini karanlık ile örtmüş, tüm karanlığını belli belirsiz küçüklü büyüklü, yıldızlarla süslemiş, doğuluların tüm kuruntu ve batıl inançlarına rağmen bin yıllardır dünyayı sabır ve keyifle seyrediyor, yeryüzünün gün ışığında harcandığı enerjisini sabırla topluyor, bu enerjiyi tekrar yeryüzüne vermek için korkuyu, yalnızlığı ve ışığı kuşatıyordu.
Doğu yurdu lideri ve seçilmiş doğulu eşekler, büyükçe bir salonda misafirleri Boz eşeğe doğunun meziyetlerini tüm naifliğini anlatmak üzere hikaye ve masallarla bezenmiş derin bir sohbeti, yükü zaten ağır olan gecenin üzerine yığmak, geçenin yükünü daha da arttırmak üzereydiler. Boz eşeğin tüm dikkatine rağmen, göz kapakları onun yorgunluğunu ve halsizliğini açıkça tüm evrene ve Doğu yurduna haykırıyor, ısrarla aşağı doğru iniyorlardı. Doğu yurdunun lideri tek tek Seçkin doğululara, hoş geldiniz dedikten sonra uzun ve koyu şairane, bir sohbete koyuldu. Doğu liderinin kelimeleri naif yumuşaktı ve olabildiğine derindi, anlatmak istediğini en şiirsel haliyle anlatıyor, kelimelerini yüzeyselliğe fırsat vermeyecek derecede vurgular ile destekliyordu Doğu lideri. Doğu liderinin kelimelerinin derinliği masmavi bir suyun koyuluklarından karaya çalana kadar gözle görülür bir şekilde uzayıp giden ağır derinliği hissettirircesine derinleşiyor. Ancak; onun yavaş, yumuşak, akıllıca ve yerinde benzetmelerle dolu sunumu anlattıklarının derinliğini hissettirmiyordu. Boz eşek, tüm içtenliği ile bu koyu ve önemli sohbeti ve nasihati dinlemek istemesine rağmen kapanıp duran uyku yüklü göz kapakları onun Doğu liderinin sohbetine odaklanmasını engelliyordu. Bir an için Boz eşeğe bakan Doğu yurdu lideri ses tonumu yükseltti. Doğu yurdu liderinin yükselen ses tonu Boz eşeğin göz kapaklarını hemen açıverdi. Sonra Doğu yurdu lideri yardımcılarına sol toynağını kaldırarak işaret etti ve Boz eşeğe bir içki getirdiler. Boz eşek tüm mahcubiyetine rağmen kendisine sunulan içeceği büyük bir keyif ve minnetle içmeye koyuldu. Devamında doğu yurdu liderinin gözlerine kesik kesik bakıyor, bir daha gözlerinin kapanmaması için daha dikkatli olacağı mesajını veriyordu boz eşek. Doğu yurdu lideri konuşurken canlıların başka bir şey ile meşgul olmasını asla hoş görmez, bunu büyük bir hakaret sayardı. Oysa boz eşek, hem misafir hem de uzunca bir yolculuktan geldiği için yorgundu. Doğu yurdu lideri Boz eşeğin bu istemsiz uyuklama hâlini saygısızlığa yormadı.
Doğu yurdunun lideri, bundan sonraki tüm konuşmasını Boz eşeğin gözlerinin içine baka baka sürdürdü.” Toz parçacıkları” diyordu. Doğu yurdunun liderine göre toz parçacıkları, hayata yerde ve ezik başlayan, rüzgarın yardımı ile en yükseğe bırakılan şanslı hatta seçilmiş organizmalardı. Onlar ya bir ağacın en uç yapraklarında ya bir dağın zirvesine yakın bir yere ya da uçan bir kuşun kanatlarına Rüzgar tarafından bırakılır hayata öyle başlarlardı ancak tüm imkan ve üstünlükleri kendi dışındakilere bağlı idi. Bulunduğu yerde kalmak için hiçbir çaba sarf etmeyen toz parçacıklarının, rüzgarın etkisiyle bulunduğu yeri terk edip daha aşağılara düşeceğini, çaba sarf etmeyen toz parçacıklarının yüksekte kalma veya yükseğe çıkma imkanlarının olmayacağını ifade ediyor ve şans eseri elde edilen her şeyi basit ve önemsiz görüyordu Doğu lideri. Toz parçaları rüzgarın ve suyun etkisi ile daima konumlarını kaybeder sürekli aşağılara giderlerdi. Biraz şanlı olan toz parçacıkları su tarafından nehir kenarlarına bereketli bir toprak olarak bırakılır. Su, diğer toz parçalarına merhamet etmediği için suyun dibinden derelere, derelerden çaylara, çaylardan nehirlere, nehirlerden denizlere, denizlerden de okyanuslara, okyanusun da dibine varana dek zavallı ve aciz bir biçimde konumlarını ve becerilerini kaybederek savrulup giderlerdi. Toz parçalarını evrendeki tüm şanslı eşeklerle ilişkilendiriliyordu Doğu yurdunun lideri.
Ona göre bir canlı magma gibi olmalıydı içerisinde tüm faydalı organizmaları bulundurmalı en dipten başlayıp acı ve muazzam bir ısı ile pişmeli, sabır ile en doğru zamanda yeryüzünün kabuğunu parçalayana kadar mücadele etmeli, etrafına savurduğu küller bile yüzyıllar sonra tüm canlılara bereket katmalı en nihayetinde bir dağın zirvesinde sonsuzluğa uzanmalıydı.
Doğu yurdu liderinin, etkileyici ve heyecan dolu anlatımı Boz eşeği büyülemiş olmalıydı ki boz eşek ani ve istemsiz bir şekilde: “ Toz parçaları yüksekte kalmak için ne yapabilir ki diye sordu.” Doğunun Lideri, toynağı ile işlenmiş zemini üzerinde yayılan Doğu yurdunun ileri gelen eşeklerini, büyük bir hayret ve şaşkınlıkla karışık bir korku sarıverdi. Doğu yurdu lideri öfkelendi hem de çok öfkelendi ki Boz eşek hariç tüm eşekler bunu anladı ve utanmış ve korkmuş koca başlarını geometrik şekilde işlenmiş yere eğerek sessizliğe büründüler. Boz eşeğin yüzündeki saflık ve samimiyet Doğu yurdu liderinin öfkesini bir sünger gibi somurdu ve Doğu yurdu liderinin öfkesi kızgın bir güneşe tutulmuş bir avuç su damlası gibi hemencecik kuruyup evrene yayılmak üzere tüm eşeklerin bulunduğu divandan herkesin gözü önünde en naif haliyle uzaklaşıp gitti. Sonra Doğu yurdunun liderinin yüzünü saracak inanılmaz bir tebessüm ve sükunet kapladı ki ilk kez bir eşek, Doğu yurdunun liderine soru sormuş bulunuyordu. Tüm bilgeliği ile boz eşeğe bakan Doğu yurdu liderinin Kibar ve yumuşak ses tonunu duyan divandaki saygın Doğu eşekleri başlarını yerden şaşkınlık ve hayretle kaldırdılar. Doğu yurdunun lideri net ve kararlı bir şekilde boz eşeğe cevap verdi: toz parçacıkları su ile bir ortaklık kurar ve yapraklara yapışabilir. Evrendeki tüm başarılar kararında birlikteliklerle mümkündür. Aşırıya giden her şey kaybetmeye mahkumdur. Ancak en akıllıca birliktelikler bile doğru zeminde emek ve acı ile temellendirilmezse geçici bir çabadan başka bir şey ifade etmez. Bu yüzden evrene, dipten başlayan canlı ve organizmalar yön verir. Boz eşek şunu unutma! her zaman bir yol vardır. Canlılık ve akıl olduğu sürece imkansızlık yoktur. Umut ve akıl çaba ile birleşirse en zirvede kalmak mümkündür. Tüm bunlara yardımı da eklersen yükselmek de kaçınılmaz olur.
- Yüce doğunun yüce lideri beni affedin ama en zirvede olan bir toz parçacığı nasıl rüzgarla baş edebilir ki?
- Boz eşek sana basit ve değerli bir bilgi vereyim. Yapraklarda her zaman çamur vardır. Çamur: su ve tozun yerinde ortaklığıdır. Aklın ermiyorsa doğayı gözlemle. En yükseğe ulaşabildinse ki bu çok zordur. O zaman istersen konumunu korumak için donarsın. Umut, akıl, çaba ve yardıma cesareti de eklersen sonsuzlaşır ve kendi enerjini üretirsin ve ister zirvede yaşarsın ister düzlükte.
Boz eşek, küçük bir mimik işaretiyle özür dileyip divandaki diğer eşekler gibi tüm mütevazılığı ve sükuneti ile Doğu yurdu liderinin dinlemeye koyuldu ancak içtiği içkinin etkisiyle mi yoksa Doğu liderinin değerli kelimelerini zihninde depolama arzusu ile mi bilinmez Boz eşeğin göz kapakları bir kez olsun kapanma eğilimi göstermedi.
Doğu yurdu lideri tüm bu yaşananları bir hikaye olarak şu şekilde anlatıyordu.
Bir zamanlar çok ama çok şanslı bir toz parçacığı varmış. Bu toz parçacığı yeryüzündeki en yüksek dağının en büyük ağacın en üst tepesinde yer alıyormuş. Bu toz parçacı en yüksekte olduğu için bütün dağları tepeleri ve ağaçları olduğu yerden seyrediyormuş. Bir gün bir rüzgar gelmiş kapısına ve ona demiş ki hadi toz parçası bulunduğum yerden gideceksin. toz parçası hiç hoşuna gitmese de hiçbir tepki de göstermemiş hemen bir alt yaprağı düşüvermiş. Bulunduğu yerden toz parçası yine ağaçları tepeleri seyre koyulmuş ancak bir süre sonra yine aynı Rüzgar toz parçasını yerinden etmiş. Toz parçası yine hiçbir tepki göstermeden hemen bir alttaki dala düşüvermiş bulunduğu yerden artık dağların ve tepelerin zirvelerini ağaçların zirvelerini görmek mümkün değilmiş ancak toz parçası hala yüksekteymiş. Yine etrafında ağaçlara etrafındaki küçük tepelere bakıp mutlu mutlu geçinip gidiyormuş. Bizim Rüzgar hiç rahat durur mu gene Bu toz parçasının kapısını çalmış ve toz parçası hiçbir tepki göstermeden ağacın dibine düşüvermiş toz parçası artık etrafındaki hiç bir ağacın tepesini görmüyormuş öylesine ağaca ve etraftaki otlara ve çimenlere bakıp duruyormuş. Bir süre sonra yağmur yağmış ve toz parçası suyun da hezimetine uğramış ve en yakın dereye varmış civardaki tüm toz parçaları bir çamur seli ile nehirlere oradan denizlere ve okyanusun en dibine, dibinin de dibine yol almak üzere çaresizce suyun merhametine kalmışlar ve sudaki dalgaların da acımasızlığıyla en sonunda okyanusun en dibinde bulmuşlar kendilerini. Okyanusun dibinin de dibinde kötü koku ve karanlığın arasında yaşamını sürdüren bu toz parçası etrafındakilere sürekli hava atıyor ve geçmişiyle gurur duyuyor geçmişteki gösterişli ve yüksek makamını anlatıp yaşamak için kendine bahaneler üretip duruyormuş. Hikâyenin acımasızlığı o kadar yürek burkuyordu ki boz eşek dayanamadı ve söze girdi.
- Bu cıvık haldeki toz parçalarının kurtulması mümkün değil mi onlar sonsuza kadar o hâlde mi yaşayacaklar bu çok acı verici bir durum.
- Evet boz eşek bu çok acı bir durum... Ancak bir yardım ile kurtulabilir bu durumdan ilk başta yardım olumluydu. Şimdi ise daha fazla acı çekmeleri hatta yanmaları gerekir bulundukları yerden kurtulmalarının tek yolu bu...
- Nasıl Efendim?
- Şöyle ki Devasa bir lav kütlesi tüm okyanusları ve içindeki tüm canlılığı yok eder ve kurutur, buharlaşan su tekrar kuruyan, küle dönen, toz parçacıklarını bir rüzgarın etkisiyle yükseklere uçurur; Onları bir dağın, yaprağın veya kuşun kanadına bırakır ve döngü devam eder gider. Kuruyan toz parçaları ilk rüzgarla en yükseğe bırakılır. Acı çekmeden hataları düzeltmek imkansızdır. Telafi ise acı çekmekle mümkündür.
- Boz eşek! Sen mağma mı olmak istersin yoksa şanslı toz parçası mı?
- Tüm acılara rağmen bir mağma olmak isterim.
- Bu anlattığım tüm doğuluların gerçek hikâyesidir. Doğulular hayata böyle bakar. Su yalancı dosttur geçici faydalar sağlar Oysa canlılar tüm iyilikleri ondan bilir. Lav gerçek dosttur. Kendine ve tüm evrene mutlak ve karşılıksız iyilik yapar. Kimse onu sevmez. Batılılar şanslı toz parçası gibidir. Yükselmek için daima doğunun acı çekmesine, yanmasına, bir mağma gibi patlayarak okyanusa ulaşmasına ihtiyaç duyarlar.
Boz eşek acı ve hakikat ile işlenmiş bu hikayenin tesiriyle artık kendini daha Bilge ve daha Erdemli hissediyordu Doğu liderinin yüzüne saygı ve asalet ile baktı tahtına yaklaştı eteklerinden öptü, Boz eşeğin bu davranışı Doğu liderinin hoşuna gitti, Doğu lideri oradaki tüm eşeklere aynı şeyi yapmalarını emretti. Tüm eşekler aynı şekilde Doğu yurdunun liderinin eteklerini öptü, Bilgi, tecrübe, saygınlık ve nezaket belirtileri bütün evrende ve bütün işleyişte kendini belli etmek üzere gecenin karanlığında gözlerden çıkan bir ışık gibi sonsuzluğa varmak üzere divandan ayrıldı. Doğu yurdunun lideri bütün eşeklere tek bir toynak işareti ile gidebileceklerini emretti ve eşekler gitti. Boz eşeğe sağ toynağını gösterip olduğu yerde uyuya bileceğimi söyledi ve bu davranış boz eşeği onurlandırdı. Onurlanmış hissettiği yerde gözlerini huzur içerisinde uykuya kapattı ve uyudu, boz eşek uyurken Doğu yurdu lideri Boz eşeğe uzun uzun baktı, içerisindeki yalnızlığın bir nebze olsun azaldığını hissetti, tüm içtenliğiyle Boz eşeğe dokunmak ve ona sarılmak istedi. Boz eşek yatarken Doğu yurdunun lideri sağ toynağı ile uyuyan boz eşeğin tüylü ve kirli yumuşak başını okşadı ve onun alnından öptü. Sonra tahtına kuruldu, geceyi ve dinginliği tüm ruhuna derin bir nefes ile çekti ve uyudu.
İKTİDAR VE BİLGİ
Sarı eşeği, kıvrandığı yerden alan Kara eşek ve diğer eşekler, ilerleyebilmek ve hükmünü sürebilmek için bilgiye ihtiyaç duyardı. Bilgi canlılığın devamını sağlayan biricik enerji kaynağı idi hem eşekler hem de bilgiyi işleyebilen bütün canlılar için en değerli enerji kaynağıydı ancak bu konuda bilgiden en çok istifade eden sarı eşekti.
Sarı, bilgiyi sadece bir harita gibi kullanırdı onun amacı bilgi ile hedefine ulaşmaktı, asla bilginin üzerine yoğunlaşmaz, bilgiyi işlemez veya dönüştürmezdi. O bilgi üzerine yoğunlaşmanın canlıları gereğinden fazla merhametlileştirdiğine inanırdı. Ve merhamet bir canlıyı gerçek anlamda yavaşlatmaya ve kendini sorgulamaya yeterliydi, sarı eşek merhametin bir kusur olduğuna inanırdı, merhamet onu amacından uzaklaştırır veya amacına ulaşmakta onu geciktirdi. Sarı eşek bilginin değerli olduğunu diğer eşeklerden önce öğretmişti ilk öğrendiği bilgiyi kimseye kaptırmamak için bilinçli olarak diğer eşekleri yanıltır, aptalı oynardı. Bu şeklide zaman kazanır ve elindeki bilgiden en çok kendisi istifade ederdi.
Sarı eşek, bilginin ele geçirilebilir, saklanabilir, veya ona mutlak bir biçimde bilgiye sahip olunabilir , olup olmadığı konusunda pek kafa yormazdı? Ancak bilginin manipülasyon ile yönetilebilir olduğunu çok iyi bilirdi. Söz gelimi Işık, sarı mı beyaz mı; var mı yok mu? Pek de önemli değildir sarı eşek için o Basit bir tartışmanın küçük çıkarımlarıyla varlık ve yokluğu tersine çevrilebilmenin peşindedir. Çünkü karanlığı baskın kılmak için ışığı yok etmek yeterli iken ışığı baskın kılmak, hakikatleri ortaya çıkaracağından karanlık kaçar haliyle hakikat ortaya çıkar Her halükarda güç ve denge bir hakikatin görülmesine veya hissedilmesine imkan verir veya bu imkanı tersine çevirir. Sarı eşek hangisini baskın kılmak isterse o yöne meylederdi. Bu sebeple var olmak veya yok olmak mutlak bir hakikati güçlendiremez. Yani herhangi bir şeyin ortaya çıkması, hissedilmesi veya var sayılması, olup olmamasına bağlı değildir. Olmak, gücün veya dengenin el değiştirmesinden başka bir şey değildir. Kanıt gücün gölgesidir. Güç kanıtlamak veya kanıt sunmak için kendini ortaya koymaz, gücün gölgesini ortaya sürmesi dahi gerçekliği tersyüz etmeye yeterlidir. Sarı eşek de bunun gereği güç değişimlerinin ve zaman geçişlerinin mükemmel bir bekçisi idi. Ve istediğini de mutlaka bu geçiş dönemlerinde elde ederdi.
İŞLEMEK
Uzaktan bakıldığında küçük, sevimli, bir mantar gibi görünen tepenin üzerinde, sıkı sıkı ve çok ciddi, kendine has iri, geniş yapraklı ağaçlar vardı. Ağaçların diplerinde her tarafı saran koyu yeşil yosunlar, toprağa tırnaklarıyla tutunmaya çalışan asil birer ırgat, yumuşak bir örtü, annesinin göğsüne bilinçsiz ve çaresiz ama aşkla yapışan bir yavru gibi beyaz damlalı mavi gökyüzünü, bir çocuğun saf yüreğiyle seyrediyorlardı. Doğanın tüm yükünü taşıyan bu sevimli yosunlar ve minik çimenler kendilerini zayıf veya aciz görmüyordu; çünkü varlıklarını kendileri dışında hiçbir şeyle kıyaslamıyorlardı. Onlar vardı ve kendileri olarak vardı. Var olmanın ölçüsü kıyas olamazdı zaten. Olmak, verilen görevin farkında olmayı da gerektirmiyordu. Güzelliklerini var olmanın herhangi bir yerine yerleştirme gereği hissetmiyorlardı da Tıpkı doğadaki tüm güzellikler gibi... Olmak ve işlemek yeterliydi onlar için. Zamanı geldiğinde mutlaka yerinde olurlardı ve ne zaman gitmeleri gerektiğini de çok iyi bilirlerdi. Eşekler de bu yüzden severdi yeşil ve minik çimenleri. Onlar, Doğanın çıplaklığını örtüp sadece varlıklarıyla dünyayı güzelleştirmelerine rağmen asla hiçbir canlıya minnet etmez ve varlıklarını hiçbir canlıdan üstün tutmazlardı da ... Çimenler, Olmanın hazzını sadece olmak ile çıkarırlardı ve var olmanın hazzını herhangi bir şeye bağlamazlardı böylece yaşamaları gereken her şeyi yaşarlardı bu minikler. Var olmanın hazzına varan minik çimenler mutlu olmayı da en samimi şekilde öğrenmişlerdi. Var olmak ve yok olmak onların tercihi olmadığı için ne varlıklarıyla ne de yokluklarıyla övünürlerdi. Bu asil minikler doğanın işleyişine estetik olarak son derece katkı sağlamalarına karşın bunu bir övünç kaynağı olarak da görmezlerdi oysa bazı eşekler gibi övülmeyi ve övmeyi seçselerdi mutsuzluğu da dibine kadar yaşayacaklardı. Çimenler övülmeyi değil, mutlu olmayı seçmişti.
Tüm çimenlerin sardığı tepeye yakından baktıkça, uykusundan uyanmış bir canlının açık ağzına benzeyen bir mağara fark ediliyordu. Bu mağaranın üzerinde evrenin hiçbir yerindekilere benzemeyen duygularını apaçık belli eden asalet sahibi ağaçlar vardı. Asalet sahibi bu ağaçlar diğerlerinden daha büyüktü ve canlı renklere sahipti, mağaranın bulunduğu şirin tepeciğin etrafında, masum ve minik tepenin tam dibinden başlayarak bir gözün görebileceği en uzak mesafeye kadar her yeri saran temiz yürekli meşe ağaçları sulh içerisinde yaşayan müreffeh bir ülkenin ciddi ama yorgun neferleri gibi düzenli ve kendinden emin görünüyordu. Her yerde en sağlam en çok olmalarına karşın, meşe ağaçları, hiç yaprak dökmeyen iğneli kızıl bir çalı türünün aralarında yaşamasına izin veriyorlardı. Mağaranın girişinde canlıları hissedebilen iğneli sarmaşıklar, bir canlının izin almadan mağaraya girmesini engelliyor, mağarayı en içten halleriyle koruyorlardı.
Sarmaşıklar siyaha yakın kızıl bir renge sahipti. İğne uçları kapkaraydı gövdeleri ise şeffaf kızıldı. Aslında duyguların yoğunluğu veya türüne göre renk değiştiren bu sıra dışı sarmaşıklar, kötü ve aşırı bir duyguya veya aşırılığa maruz kaldıklarında koyu bir renge bürünüyor, neredeyse kararıyorlardı. Tam tersi durumlarda huzur ve hissettiklerinde kıpkırmızı ve şeffaf kızıl bir görüntüye bürünüyorlardı. Bu keskin ve güçlü iğnelere sahip sarmaşıklar hiçbir durumda, canlılara zarar verme maksadı gütmezdi. -Dalgın bir canlının onlara çarpması veya üzerlerine düşmesi durumunda ani bir refleks... müstesna!- Çok kızarlarsa mağarayı kapatır ve en sivri haliyle iğnelerini çıkarıp, hiç hareket etmeden öylece durumlardı. Mağaranın sağında ve solunda iki yol bulunuyordu. Mağaraya bu iki yoldan girmek ve çıkmak serbesti ve bu yolların herhangi birinden mağaraya girmek veya mağaradan çıkmak hiç bir canlı için hiçbir anlam da ifade etmiyordu. Nitekim evren, cenahlara anlam yükleyecek üst! bilince daha ulaşmamıştı. Mağaranın girişinden başlayan çok yumuşak ve dinlendirici bir su sesi hemencecik fark ediliyordu. Mağaranın en tepesinde içeriyi aydınlatmaya yetecek kadar büyük bir açıklık vardı. Akşamları bu açık kısmı da sarmaşıklar kapatıyordu
İKNA
Mutsuz ve hareketsiz, ama umutlu ve bereketli ağaçların yapraklarında yuvalanan toz parçacıklarını önemsemeyen boz eşek, yalnızlığın yüklemiş olduğu zorunlu sorumluluk duygusu ile Doğu yurdunun kapısına yorgun ve bitkin bir ruh hali ile vardı. Boz eşek sakinliği ve dinginliği hayatının mutluluk amacı olarak tanımlar, saygın olma kaygısı güden diğer tüm eşekler gibi mümkün olduğunca sakin ve dingin olmaya, kalmaya gayret gösterirdi. Doğu yurdunun estetik ve aşkla oyulmuş devasa kapısından hiç kimseye hiçbir canlıya minnet etmeden içeri girmek istiyordu. Ancak Doğu yurdunun nöbetçi eşeğinin gönlünü hoş etmeliydi. Doğu yurdunda yabancılar işlerini böyle görürlerdi. Doğuluları övmek birçok sorunu çözmek demekti. Doğu yurdunun nöbetçi eşeğine yaklaştı boz eşek. Boz eşeği gören Doğu yurdu nöbetçi eşeği “ hooo! diye seslendi ve Boz eşeği durdurdu. Boz eşek, tüm sakinliği ve sıcakkanlılığı ile Doğu yurdu nöbetçisinin yüzüne hiçbir telaş ve kaygı göstermeksizin:” saygıdeğer nöbetçi kardeşim, sen ki Doğu yurdunu tek başına koruyan yüce bir eşeksin. Kara eşek beni size bir umut, bir ışık olarak gönderdi. siz değerli Doğu eşekleri Kara eşeğin gücüne güç katabilirsiniz lütfen beni Doğu liderinin huzuruna çıkar.” Dedi
- Ne diyorsun sen Boz eşek! Kara eşek bizden yardım mı istiyor Ne için?
- Artık eşek diyarı özgürlüğün ve mutluluğun yurdu olacak Siz Doğu eşekleri istediğiniz gibi yaşayabileceksiniz özgürce ve canınız istediği gibi...
- Anladım. Demek ki Kara eşek, Eşek diyarını yönetmek istiyor.
- Evet, siz değerli Doğu eşeklerinin desteğiyle tabiiki..!
Boz eşek, Doğu diyarı’nın nöbetçisi tarafından Doğu diyarı’nın el emeği ile işlenmiş devasa kapısının önünde bekletildi. Boz eşek, tüm umutsuzluğu ve yorgunluğuna rağmen hiç kimseye hiçbir şey belli etmeden sakinliğini ve dinginliğini koruyarak beklemeye koyuldu. haberi alan Doğu yurdunun lideri tahtında kurulmuş derin bir düşünceye varadurmuştu. Doğunun nöbetçi eşeğini karşında telaşla görünce hemen canlandı.
- Hayırdır nöbetçi?
- Boz bir Eşek geldi.
- Evet!
- Seninle görüşmek istiyor, onu Kara eşek göndermiş önemli bir durum var
- Hemen bana getir.
- Tamam Efendim!
Nöbetçiden hemen Boz eşeği huzuruna çıkarmasını isteyen Doğu yurdu lideri Nöbetçi eşeği, bir telaşa attı, telaşlanan nöbetçi eşek, heyecanla hızlıca Doğu diyarının kapısının önüne geldi ve Boz eşeğe eşlik ederek onu Doğu yurdunun liderinin huzuruna çıkardı. Doğulular heyecanlı ve duygularını belli ederlerdi. Bu heyecan çoğu zaman doğuluları zor durumda bırakır onları hataya sürüklerdi. Nöbetçideki bu heyecanı gören boz eşek umutlandı. Nöbetçi eşek tek kelime etmeden alel acele boz eşeği Doğu liderinin huzuruna getirmiş ve onu getirdiği gibi beklemeden geri dönmüştü.
Doğu yurdunun lideri konuşurken ileri derece jest mimik ve toynak hareketleri kullanırdı. Konuşurken onun bütün duygularını yüzünde görmek, onları okumak mümkündü. Bu yüzden Doğu yurdu liderinin yüzündeki heyecan ve mutluluk apaçık bir şekilde jest mimiklerinden ve tavırlarından okunuyordu. Doğu yurdunun meraklı ve zeki lideri, Eşekliğin doğal mucizesi olan iri gözlerini hayret ve şaşkınlıkla ve ara ara kısarak kalın, kaşlarını aşağı yukarı istemsiz hareket ettirip ön iki toynağını bir palet gibi kullandıktan sonra durdu:” Demek seni kara eşek buraya gönderdi öyle mi? Diye sordu. Boz eşek yorgun yüzündeki tüm jest ve mimikleri bir hıçkırığı yutar gibi yuttu ve evrendeki tüm ciddiyeti yüreğine doldurdu. Sonra; Yüreğine dolan korku ve belirsizliğin biriktirdiği ciddiyetle tek seferde nefesini hızlıca bırakıp:
- Değerli Doğu diyarının saygıdeğer lideri beni kara eşek sizden yardım almam için gönderdi. Siz onurlu ve şerefli bir lidersiniz. Kara eşeğin ve bizim; size, sizin yardımınıza, asil doğunun genç ve güçlü eşeklerine ihtiyacı var. lütfen bizden Bu yardımı esirgemeyin. Siz güçlü ve onurlusunuz size ihtiyacımız var ne olur bizlere yardım ediniz. Siz olmazsanız kesinlikle muvaffak olamayız.
- Kara eşek nasıl?
- Saygıdeğer Doğu lideri Kara eşek iyidir. yalnız sizin yardımınıza acilen ihtiyacı vardır Zaman kaybetmemeliyiz.
- Sağlığı sıhhati yerinde mi?
- Evet saygıdeğer Doğu lideri Kara eşeğin sağlığı sıhhati yerindedir yalnız size ve sizin yardımınıza ihtiyacı vardır
- Kara eşek niye gelmedi?
- Saygıdeğer doğunun saygıdeğer lideri Kara eşek bazı planlar yapmak üzere Bendeniz Boz eşeği sizin emrinize görevlendirdi.
- Anladım boz eşek! lakin Kara eşek gelmeden tek bir eşek göndermem, bunu bilesin. Hem benim geçmişim kahramanlıklarla doludur. Bu eşek diyarı’nın bütün bilgisi, enerjisinin kökünde biz varız, biz doğulular, eşek diyarını biz doğulular inşa ettik. Saygıyı da en çok biz hak ederiz.
- Yüce Doğu diyarı lideri, Siz en yücesiniz. Bu sebeple iyilik yapmak isterseniz iyiliği bir şarta bağlamazsınız. İsterseniz, isteseniz şuracıkta beni öldürebilir, her şeyi de yok edersiniz lakin durum böyle gerekti efendim. o sizi görmeyi çok istedi ancak benim gelmem icap etti. Kara eşek ve üç eşek bu yolculuğa çıktık yolculuğa çıkmadan önce sarı eşek de bize katıldı lakin Kara eşek, sarı eşeği ortalığa salamazdı. Bu yüzden ben kendim buraya Doğu diyarına geldim gri eşek Kuzey yurduna yeşil eşek Güney yurduna gitti. Kara eşek o size çok değer verdiği için beni gönderdi. Efendim lütfen zaman kaybedemeyiz bize yardım etmelisiniz, mutlaka Kara eşek kendi varlığıyla sizleri onurlandıracaktır.
Boz eşeğin saygı ve nezaket kokan merhamet, sabır ve akıl ile yoğurduğu düz cümlelerle, aynı şeyi ısrarla telkin etmesi, Doğu yurdunun liderinin sert yüreğini yumuşattı. Sonra Doğu yurdunun lideri Boz eşeğe hitaben:
- Sen akıllı ve yürekli bir eşeksin Boz eşek, seni sevdim. Kara eşeğe en güçlü eşeklerimi yollayacağım lakin dostum Kara eşeği çok özledim. Onu görsem Nasıl mutlu olurdum bilir misin? Ama anladığım kadarıyla zaman kaybedemeyiz.
- Çok teşekkür ederim saygıdeğer Doğu lideri, sizin de rızanız olur ise hiç zaman kaybetmeden hemen eşekleri alıp yola koyulmak isterim
- Olmaz! Boz eşek, seni bugün ağırlayacağız sana misafirperverliğimizi göstereceğiz senin de dinlenmem ve beslenmen gerekiyor yarın tüm eşekleri hazırlar ve seni doğunun asil nasihatleriyle yolcu ederiz.
Aslında çok yorgun olan boz eşek de dinlenmenin ve beslenmenin daha iyi olduğunu biliyor ve ölesiye dinlenmeyi ve beslenmeyi arzuluyordu buna da çok ihtiyacı vardı Ancak; Doğu yurdunun eşekleri aniden gereksiz şeylere öfkelenip hemen fikir değiştirebiliyorlardı. Onların bu özelliği Boz eşeği, tedirgin ediyor içten içe korkutuyordu. Çaresiz bir biçimde Doğu yurdu liderinin öfkesine Mazhar olmamak için sustu; mahcup, tüylü ve koca boz kafasını yere, Doğu yurdunun heyecanlı sert ve kararlı liderine itaat ettiğini belirtmek üzere kibarca eğdi. Ve öylece bekledi.
EKONOMİ
Sarı eşek, tüm vücudunu saran parlak sarı tüyleri hemencecik diğer eşeklerden ayırt edilebilirdi, Aşırı ürkekliğine karşın ilgiyi pek severdi. Asla tek başına mağaradan çıkamaz ve hiçbir eşeğe önem vermezdi. Ona ulaşmak ve sahip olmak diğer eşeklerin arzusu olmasına karşın çok az eşek onu bulur veya ona sahip olurdu. Övgü ve değerin sahibi Sarı eşek, yuvasında tüm sakinliğiyle sağ tarafına uzanmış ömrünün çocuğunu yatarak geçirdiği gibi gene uzanıyordu. Bulunduğu yerin kapısı sürekli kapalı olurdu. Nedense o gün kapı açık kalmıştı. Üstündeki tüm gurur ve hantallığıyla Sarı eşek, soluna doğru hafifçe hareket etti ki kapıya çarptı ve kapı açıldı. Yüce eşek dışında birkaç eşeğin yerini bildiği yuvasından çıkmak için yeltendi, hiçbir engelin olmadığını gören sarı eşek dışarı çıktı, karanlık ve gizli yuvasında büyüleyici gözlerini fal taşı gibi açtı; yorgun, kırışmış, yer çekimine yenik düşen kulaklarını minik açtı, kulağına karmakarışık anlamsız gelen; ürkekliğini ve korkaklığını kamçılayan seslere doğru; Tüm Korku ve çekincelerine karşın sağ ve sol toynağını mağaranın nemli, ıslak duvarlarına dokundurarak ilerlemeye koyuldu. Arada bir tökezliyor, mağara tavanından zemindeki dereye düşen her bir damlada ürperiyor, yine ilerlemekte ısrar ediyordu. Mağaranın çatısındaki delikten bir ışığı gören Sarı eşek bir an için durdu, ışık ona güven veriyordu. onun sıra dışı parlak Sarı tüylerine çarpıp derenin suyundan yansıyan ışık, geçtiği yolun karşısındaki nemli duvarları aydınlatıyordu. Eşek ilerledikçe yükselen sesler daha da ürkütücü, gürültülü, anlaşılmaz bir hal alıyordu. Sarı eşek merakına yenik düşmüştü bir kere. Bazen durup, bir adım geriye gidiyor bazen de olduğu yere çömelip ön sağ ve sol toynağıyla yüzünü kapatıyor, sonra tekrar kalkıp titreye titreye seslere doğru ilerliyordu. Sarı eşeğin boş bulunduğu bir anda sağ arka ayağı ıslak ve nemli yolun zemininden mağaranın içindeki dereye doğru kaydı. Ne olduğunu anlamayan Sarı eşek, bir refleksle ön iki toynağını kullanarak yola tutundu, aniden toparlandı. Korkudan titreyen eşek dondu kaldı. Kısa sayılmayacak bir süre öylece kaldıktan sonra tekrar seslere doğru ilerlemeye koyuldu. Sarı eşek, ilerledikçe sesler daha da yükseliyor, sarı eşeğin heyecan ve korkusunu artırıyor, tüm sarı tüylerini ter içinde bırakıyor ve daha sık nefes almasına neden oluyordu. Tüylerinin üzerinde biriken ter damlacıkları sarı eşeğin tüm vücudunu olağan dışı bir biçimde daha da parlak görünmesini sağlıyordu sarı eşek parlak görünmeyi çok sevdiği için kendine olan güvenini artıyordu. Sesler yükseldikçe gürültü artıkça Sarı eşek tüm yaşadığı heyecanı ve korkuyu unutup tekrar mağaranın nemli duvarlarına toynaklarını değdire değdire, seslere doğru ilerliyordu. Sarı eşeğin yuvasından çıkmasına sebep olan merak, onu daha da kışkırtıyor ve onun daha hızlı ilerlemesini sağlıyordu. o kadar ürkek ve çekingendi ki sarı eşek, havada ilerliyormuş gibi duruyordu. Ancak içindeki merak galip geliyor, onu ilerletiyordu. Telaş ve kaygıyla epey yol ilerledi, bir ara hafiften sağ tarafına baktı ki hemen aşağıda bir çok eşeğin olduğu bir kalabalık gördü, duyduğu seslerin toplanan eşeklerin sesi olduğunu anladı, biraz durdu ve onları seyretti sarı eşek.
Yüce eşek konuşuyordu. Gürültü kesilmişti. devam etti, sarı eşek ağır ağır hareket ediyor, ıslak zeminde adımlarını dikkatli ve yavaş atıyordu bir solucan ne kadar hızlı ilerliyor ise o da o kadar ilerleyebiliyordu. Korku öyle bir duyduydu ki hiç kimsenin layıkıyla ilerlemesine izin vermezdi, iki adım ilerletse mutlaka bir adım geriletirdi, bir adım ilerletse mutlaka iki adım geriletiyordu. Korku ilerlemenin önündeki en büyük duyguydu ve sarı eşeğin de içinde tüm ağırlığıyla hissettiği Duygu buydu, korkuydu. sarı eşek başını kaldırdı ileri baktı, ışığı görür görmez heyecanlandı, içindeki korkunun kaybolduğunu hissetti ve temkinli ama hızlı adımlarla aşağı doğru yürümeye başladı ışığı gördükçe, aydınlanma hissedildikçe, korku yok oluyor kaçıp gidiyordu. Sarı eşek, mağaranın çıkışına kadar geldi, mağaranın girişindeki sağ merdivenden aşağı indi, orada öylece kaldı, mavi gökyüzüne baktı uzayıp giden ağaçlarla baktı baktı ama hareket etmedi, öylece kaldı. Olduğu yerde uyukladı. Kara eşek ve diğerleri iç yakan can yakan bir anırma sesi ile hızlıca merdivenden inerken Sarı eşeği gördüler. Kara eşek sarı eşeği görür görmez diğerlerine durmalarını söyledi eşekler durdu. Kara eşek, büyüleyici Kara gözlerini çok önemli bir şeye bakar gibi yumdu, sarı eşeğe baktı, her iki toynağıyla gözlerini ovdu, tekrar baktı, gördüğü gerçekti, sarı eşekti. Kara eşek, gördüğü şeyin sarı eşek olduğuna kani olunca güldü. Diğer eşekler ve canlılar ilk kez Kara eşeğin gülüşüne şahit oldular.
NAİFLİK
Koca eşek, bembeyaz eşeğin sol omuzuna sağ toynağını koymuş ilerliyorlardı Bembeyaz eşek koca eşeğe baktı, yüzündeki sevimli ve sakin ifadesi ile koca eşeğe sordu: “ biz niye varız, niye var olduk, bir amacı olmalı, var olmak beni korkutuyor. Bunu kendime her soruşumda daha da korkuyorum. Bu korkumdan kurtulmak için ne yapmalıyım?”
Koca eşeğin yüzündeki ciddiyet daha da sertleşti, bütün her şeyi kasıp kavuracak bir kasvete dönüştü, tek bir kelime söylemeden yüzündeki ağır bakış ile bembeyaz eşeğe baktı, gözlerini olabildiğince açtı, burun deliklerini her iki yöne doğru açtı, içerisinden bir hava boşalttı, dudaklarını taze açılmış bir gül gibi dışa doğru büktü, toynağını bembeyaz eşeğin omuzundan indirdi, yere ritmik bir şekilde defalarca vurdu, daha sonra bembeyaz eşeğe olabilecek en yumuşak ses tonuyla: “ beni çok iyi dinle zor şeyler soruyorsun Bu senin için ileride son derece onurlu aynı oranda Çetin bir hayat yaşayacağın anlamına geliyor senin karakterin, senin hayata bakışın ve senin gayen... seni galip getirecek biliyorum yine de bu zorluklara hazır olman gerektiğini sana söylüyorum. Zaman sürekli damlayarak bir Göle dönüşmeden olduğu yerde buharlaşan bir damladır. O damla gücünü kendinden alır, damlar, herkes her şey onun damladığını görür, daha havadayken buharlaşır ve tekrar yoğunlaşıp aynı şeyi defalarca yapar, o damla kendini tekrar eder durur, etrafını doğru şekilde gözlemlersen zamanın evrendeki en değerli ve hükmedilmeyen yegane güç olduğunu anlarsın bu gücün sahibi sadece sonsuz ve mutlak olandır. Bunun sebebi başlangıcın olduğu ne kadar hakikat ise sonun olduğu hakikatinden geliyor. Zaman mutlaklığın avucunda birikir. Bu ne senin ne benim anlayabileceğimiz bir şey değildir çünkü ikimiz de sonsuz ve mutlak değiliz, bizler sonsuzluğu ve mutlaklığı sadece sonsuz ve mutlak olana ulaştığımızda kavrayabilir, anlayabiliriz Bu sebeple başarı yalnızca zamanı gözlemlemek ile ilgilidir. Zamanı bize öğreten şey güçtür, bir güç bize gelecekten haber veren acımasız bir kahin gibidir, o yüzden zamanın söylediği her şey bize acı verir, bize bir zehirmiş gibi görünür, zaman gerçekliğin ta kendisidir o hayatın içinde ve acımasız gerçeklerle yüzleşmiş bir dağdır. Dağlar o kadar kıymetlidir ki kesinlikle kimseyi kendine yaklaştırmaz çok soğuktur, çok diktir çok kurudur, çok yüksektir ancak tek yol göstericidir. Dağlar mutlak yol göstericilerdir Dağlar ısrarla bizi vadilere, hakikate yönlendirir ve ısrarla bizi hakikate ulaştırır hiçbir dağ zirvesine ulaşılmayı vaat etmez, hiçbir dağ zirveye ulaşmak için hiçbir canlıya davet göndermez. Bilakis zirveden zirveye ulaşmak hem acı doludur hem de bir canlıyı amaçsızlığa daha bir korkuya, nedensiz bir kasvete sürükler. Böyle düşünülmesinin ve böyle hissedilmesinin sebebi canlının haddini aşmasıdır. Her şey tüm şeffaflığıyla ortada iken canlı neden zirveye ulaşmak ister ki, zirve ancak bir amaç olabilir, zirve bir yolculuk olamaz zirve sadece bir sonuç olmalıdır ve bu hakikati doğada bir tek dağlar söyler.
Bir Okyanus düşünsene seni sonsuzluğa o kadar kolay davet eder ki yok olur gidersin. Sana gelme demez tam tersine seni kendine davet eder, büyüleyici ve lezzetlidir. Kokusu ve rengi seni çağırır oysa ortasında kaldın mı susuzluktan, açlıktan, ya yanarak ya donarak ölürsün asla sana merhamet etmez, okyanusların büyüleyici güzelliğine kapılırsan yok olur gidersin. Korkularımız hayatımızın zorlu dağlarıdır. Korkularımız, hakikatin ağır gerçekliğini bize hatırlatan gerçek dostlarımızdır. Dağlar gibi... Dağlar bizi hakikate ulaştırır. Ya bir vadi ile ya bir mağaranın içindeki su ile mutlaka bizi hakikat dolu ışığa ulaştırır korkunun sebebi budur bizi hakikate ulaştırmak için zorluğunu çetinliğini önceden söyler. önceden söylenmiş her şey inanılmaz derecede hakikati taşısa bile canlıları korkutur. Gerçeklik her şeyi ile korkutucudur ancak zarar vermez korur . Yalan ise keyif ve arzu dolu lezzetli ve şehvetli bir Okyanustur, Acımasızdır. okyanuslar, kesinlikle acımasızca canını alır canlıların.
Bembeyaz eşek her kim senin mükemmel, kolay bir yola davet ediyorsa sonun kötüdür. Her ne hikmetse biz kolay güzel olana davet edenlerden korkmayız. asıl korkmanız gereken bize mükemmeli, lezzeti, kolayı güzeli, özgürlüğü vaat edenlerdir. Mükemmele ulaşmak için mükemmel olmak gerekmez mi lezzette ulaşmak için tüm acıları tatmak ve bilmek gerekmez mi, kolaya ulaşmak için her türlü zorluktan geçmek; her türlü zorluğu göze almak gerekmez mi, özgürlüğe ulaşabilmek için ömrünü çalışmaya adamak gerekmez mi?
Ah Bembeyaz eşek! Dağlar Bizim gerçek dostlarımızdır. İçinde korku, kaygı barındırmayan hiçbir şey seni hakikate ve doğruya ulaştıramaz. Bir fare düşün ki sürekli peynire gider, peynir de bir kapana oysa ne kadar kolaydı sürekli hazır gıda bir düşünsene... Eğer her şey yolundaysa kapana gidiyorsun demektir. İşte o zaman korkman gerekir. Korku ve dağlar, gerçek dostlarımızdır, bizi hakikatlere ulaştırır gerçeklik ile çetinlik ile uyarırlar güçlükler, korku salan bir dağlar gibidir bizi yalnızca hakikat de götürür, kötülükten korur.
Hakikat, çetin olduğu kadar hafiftir de sadece ona ulaşmak zordur sonrası bir tüy kadar hafif ve huzur vericidir”.
Koca eşek ve bembeyaz eşek hiç vedalaşmadan birbirine, hiçbir şey söylemeden ruhlarından gelen sesin huzur verici dinginliğin de birbirinin zıttı yönde biri dağlara doğru öteki yemyeşil uçsuz bucaksız vadiye doğru gözden kaybolana kadar yürüdüler. Rüzgar her zamanki sulh taşıyan kokusunu evrene en cömert haliyle taşıyor, gökyüzü ferahlığını ve cömertliğini en şeffaf şekilde sunuyor, eşekler eşekliğin sırrına erişmiş ruhlarını demlemek için kendilerini yoracak bir uğraşın peşinde debelenip gidiyordu.
Bembeyaz eşek tüm vücudunu ve ruhunu saran korkunun, onu hakikate ulaştıran bir dost olduğunu öğrendikten sonra tedirgin olmak yerine korkusunun sesine kulak vermeyi öğrendi, ondan gelecek telkinleri mutlaka takip etmesi gerektiğini anladı, korkmaya devam etti ancak korkudan korkmayı bıraktı.
SORUMLULUK
Siyah beyaz eşek Varlık ve yokluğun tam ortasında ne bir hakikati ortaya çıkarmak ne de bir hakikati gizlemek için bir tek varlık emaresi göstermeden yeşil tepelerin arasında bir görünüp bir kaybolarak ilerliyor, beynimdeki ve ruhundaki acizlikleri bir şekilde çözümleyebilmenin huzuruna ermek istiyordu. İncecik, masum kıvrılıp uzayarak giden yolun sağında yemyeşil bir orman solunda kupkuru tepeler gördü ki şaşkınlıktan tüm dertlerini unuttu. Bir yeşil ormana, bir kupkuru tepelere baktı. Ne olmuştu da yolun sağı yemyeşil gür bir orman iken yolun solu kupkuru bir tepeye dönüşmüştü. Ne bir çiçek, ne bir ot, bir deve dikeni ne de bir kaktüs görmek mümkündü.
Siyah beyaz eşek, sağ toynağını tam ortadan siyah ve beyaza bölünmüş koca başına doğru götürdü, sağ toynağındaki iki parmağını hafif açtı, başını yavaştan kaşımaya başladı. Yolun sol tarafında durdu. Siyah beyaz eşek, mavi gökyüzüne baktı. Gökyüzünde bir devasa biri minicik iki bulut gördü. Acaba bulutlar yolun sağına ve soluna farklı mı davranmıştı? Bu mümkün müydü? Siyah beyaz eşek tekrar gökyüzüne baktı, bulutlara güvenmedi. Gökyüzünde iki bulut duruyordu biri yolun solunda biri yolun sağında... yemyeşil ormanın üzerinde küçücük bir bulut vardı. siyah beyaz eşek yolun solundaki kuru tepenin üzerindeki koca buluta çok kızdı o kadar kızdı ki bulut siyah beyaz eşeğe doğru birkaç Şimşek fırlattı güçlü olduğunun farkında olan yolun solundaki koca bulut bu gücüne güvenerek üretmemeyi, gücünün arkasına sığınmayı seçmişti. yolun sağındaki minicik bulut harıl harıl çalışıyor tüm varlığıyla birkaç damla yağmur üretmeye gayret ediyordu. Siyah beyaz eşek yolun sağındaki minik buluta saygı ile baktı ona tüm ruhundan gelen en derin saygıyı sol eliyle uzattı. Minik bulut koca bir ormana yağmur üretmenin telaşında hüngür hüngür ağlamaya başladı o kadar yağmur bıraktı ki yolun sol tarafındaki kuru tepelik bile ıslandı. siyah beyaz eşek tekrar yolun solundaki koca buluta döndü ve ona şunları söyledi
“Güçlü olmak bir meziyettir. Ve ruh ile mümkündür. Ruh enerji ve gücün temel kaynağıdır beden sadece ruhum elbisesidir sen ruhunu minicik bir buluta satarak ne kadar aciz olduğunun farkında mısın? O minicik bulut kocaman ruhu ile bir orman üretti. Oysa sen devasa cüssen ve minicik ruhunu kibre satarak kocaman bir ormanı, yemyeşil tepecikleri kurutmadın mı? Ey küçük ruhlu koca bulut kendine gel!” Dedi.
- Tepenin solundaki koca bulut siyah beyaz eşeğe cevap verdi. Siyah beyaz eşek sen içimdeki merhameti görmüyor musun eğer istersem şuracıkta seni şu minik bulutu ve yemyeşil devasa ormanı hemencecik yakabilirim oysa ben size merhamet ediyorum.
Siyah beyaz eşek, şaşkınlık ve gizlenmiş bir öfkeyle yanıt verdi, yolun sol tarafındaki devasa buluta.
- Koca bulut ,sen sana verilen küçücük bir görevi dahi yerine getirmemiş, ruhunu saran tembelliğin esiri olmuş, bir damla yağmur üretmeye aciz halinle, şu Tepeciklerin tamamını kurutmuşsun. Nasıl oluyor da merhametten bahsedebilirsin eğer yolun sağındaki minik bulut olmasaydı ne sen olurdun ne yeşil orman ne de senin merhametin... Çünkü sen onlara bakarak Umutlanıyorsun. eğer minik bulut ve onun gözyaşları ile suladığı devasa ormanı olmasaydı sen umutsuzluk içinde yok olup giderdin. Yeşil bir orman üretme hayalin bile olmazdı. Senin o kurumuş ruhunda, bir gün minik bulutun ürettiği devasa bir ormanı üretme umudu olmasaydı sen yaşayabileceğini ve bu gücün ardına sığınabileceğini mi zannediyorsun? Ey Koca bencil ve ruhunu satmış bulut, senin etrafındaki her şey kurumaya mahkumdur sakın büyüklüğünün, iriliğin, kibrinin ve gücünün ardına sığınma yoksa sen de şu kuruttuğun tepecik gibi kurur gidersin.
Bir süre sonra güneş tüm şiddetiyle kendini gösterdi iki bulut da oradan uzaklaştılar.
ÖZGÜRLÜK
Gri eşek, başarmıştı, Kuzey yurdu eşeklerini çok kolay bir şekilde yanına çekmiş, kendisine verilen görevin önemli bir kısmını yerine getirmişti. Çok heyecanlıydı, kanı kaynayan gençleri peşine taktı, sabahı beklemeden akşama doğru yola koyuldu. Kuzey diyarının toy eşekleri bir heyecanın peşine takılıp gittiler. Kuzey diyarında nerdeyse tek bir toy eşek kalmadı. Geride kalan bazı eşekler, toy eşeklerin gidişine ağladılar ancak ne yapabilirler di ki Kuzey yurdu lideri eşeklerin gitmesine izin vermişti. Aslında o da eşeklerin bu kadar kolay bir şekilde yurtlarını bırakacaklarına İhtimal vermemişti. Oysa hayat her zaman tüm ihtimallere gebeydi. O yüzden asla bir ihtimal olmayabilir diyerek tedbirsiz davranmak olmazdı. Kuzey yurdunun toy eşeklerinin tamamı bir gün de yuvadan uçup gittiler. Kuzey yurdu eşekleri toy eşeklere uzun uzadıya hasretle gözden kaybolana kadar baktılar. Ve eşekler ufukta kaybolan bir gemi gibi yok olup gittiler. Kuzey yurdu eşekleri, asla önceki gibi olunmayacağını bilerek ağır bir üzüntüyle yuvalarına döndüler.
Gri eşeğin peşine düşen Kuzey yurdunun toy eşekleri Uzunca bir süre, tek kelime etmeden ilerlediler, yolun hüzün ve bilinmezlik kokan keşmekeşliğine binip gittiler. Ta ki Güneş gri eşek ve beraberindeki toy eşeklere yaverlik etmeyi bırakana kadar..
Güneş yatağına usulca yatmak üzere dağların ardındaki gizli yuvasına çekildi ve gitti. Gri eşek Kuzey dağları’nın haşinliğini ve acımasızlığını artık tüm ruhu ile biliyordu. Kuzey dağları gerçekten çok acımasızdı onları dizginleyebilen tek vadiye ulaşana kadar gri eşek yanındaki toy eşekleri olabildikleri kadar beslenmeye davet etti. Toy eşekler hiçbir şeyin farkında değillerdi onlar özgürlüğün ve canı istediği şeyi yapmanın hayaliyle mutlu mutlu pervasızca ilerliyorlar, Ne gri eşeği ne de doğayı dinliyorlardı. sadece bir heyecanın, anlık bir heyecanım peşine düşmüşlerdi çoğunluğu kendi aralarında anlamsız konuşmalardan ve toynak hareketlerinden ibaret birkaç kelime ediyorlar, birbirlerine bakıp gülüyorlardı. Gri eşek ısrarla onlara öğrendiği tek bilgiyi bir bilge edasıyla: “beslenin yoksa Kuzey dağlarını geçemezsiniz orada düşer ölürsünüz.” deyip duruyordu. Beslenin beslenin! beslenme çok önemli eğer beslenmeseniz, ilerleyemezsin mutlaka beslenmelisiniz hem de çok iyi beslenmelisiniz ve ne ile beslendiğinizi de iyi bilmelisiniz.” diyordu. Toy eşekler, Gecenin hakimiyetini iliklerindeki soğuk ile hissetmeye başladığında Eşeklerden biri, Gri eşeğe:” çok soğuk üşüyoruz.” dedi.
Gri eşek: beslenmelisiniz üşümemek için beslenmelisiniz. Diyerek cevap verdikten sonra söylediği şeyin yersiz ve saçma olduğunu anladı. Ardından tüm eşekleri durdurdu. Eşeklere tek tek bakıp sonra etraflarında bir ağaç olup olmadığını kontrol etmelerini istedi, eşekler tiril tiril titriyordu. daha önce bir kez dahi dışarıda kalmamışlardı bir kısım toy eşek şimdiden kendilerini için için hesaba çekiyorlardı; ancak hiçbiri açık bir şekilde bunu dile getirmiyordu gri eşek gecenin tüm acımasızlığını hissettirdiği anda pür dikkat kesilmiş etrafında uzanan minik tepelerde bir ağaç arıyordu nihayet yakın sayılmayacak bir mesafede ağaca benzeyen bir karaltı gördüler içlerinden bir tanesi gri eşek orada bir ağaç görüyorum dedi gri eşek de o karartıyı bir ağaca benzetti tüm eşekleri arkasına aldı ve ağaca benzeyen o karartıya doğru ilerlemeye başladılar, gündüzün rahatlığı ve huzuru gece de hiç mi hiç yoktu, eşekler her adımda nemin de etkisiyle yerdeki soğuğu daha da hissediyor, soğuk ve acıyı hissettikçe birbirlerine daha da sıkı sarılıyorlardı. Gece tüm acımasızlığını karanlık ile süslüyor eşeklerin yönlerini bulmalarını da engelliyordu. Gri eşek ve Kuzey yurdunun toy eşekleri minik tepelerin arasında ilerlerken bir vadide sıcaklık hissettiler ve orada kalmaya karar verdiler. Tüm eşekler yorgundu. Korku ve acı eşeklerin gözlerinden okunuyordu.
Eşeklerden biri Gri eşeğe sordu:
- Özgürlük soğuk mudur?
- Soğuktur.
- Acı mıdır?
- Acıdır.
- Zor mudur?
- Zordur.
- O zaman geri dönelim.
- Geri dönmek özgürlük değildir.
- Ne yapacağız
- Kara eşeğe gideceğiz.
Toy eşekler, çaresizce gri eşeğin söylediklerine boyun eğip umutsuzluk, Korku ve acı dolu bir yürekle birbirlerine sarılarak uykuya daldılar.
KARA EŞEK VE SARI EŞEK
Gecenin sesleri ve ışığı yuttuğu en ağır karanlığın yeryüzünde Özgür olduğu bir zamanda, Kara eşek ve sarı eşek oturmuş sohbet ediyorlardı yanındaki diğer eşekler yorgunluğun etkisiyle çoktan uyumuşlardı sesin ve ışığın en az hissedildiği bu zaman diliminde, Kara eşeğim hırıltılı ağır ve ciddi sesi onun dudaklarının arasından demir kadar ağır bir şekilde çıkıyor ancak evrende bir kuş kadar hafif yayılarak sarı eşeğin kulaklarına ulaşıp daha sonra evrendeki sonsuz yolculuğuna başlıyordu. Kara eşeğin kelimeleri Bilge ve hakikat ile dolu sözlerdi. O konuşurken daima gözlerini konuştuğu eşeğin gözlerine diker konuşması boyunca gözlerini konuştuğu eşeğin gözlerinden ayrılmazdı. Sağ toynağını ciddi ve bir tehdit barındıran biçimde, konuştuğu kişiye doğru sürekli aynı yeri işaret ederek konuşmasını sürdürdü. Gece her iki eşeği içine almış sessizliğin en değerli olduğu anda Kara eşeğin bilge sözleri ve sarı eşeğim bilgi dolu kelimeleri savaşmaya hazır bir ordu gibi tüm hazırlıklarını tamamlamıştı. artık kelimeler kendilerine gerçek bir zafer getirmek için birer silahtan başka bir şey değildi. nitekim Kara eşeğim her kelimesi o kadar güçlü ve o kadar netti ki ona karşı koyan her canlıyı yaralayabilir hatta parçalayabilirdi. Kara eşek de diğer eşekler gibi yorgundu Ancak o yorgunluğunu ve zayıflığını belli etmeyi hiç mi hiç sevmezdi, asla hissettirmezdi. Yorgunluktan kurumuş dudakları dahil onu aciz ve zayıf göstermiyordu bakışları vücudundaki tüm zayıflıkları örtecek kadar ağır ve tehditkardı.
Kara eşek gökyüzündeki birkaç yıldıza baktıktan sonra ağır ve tehditkar bakışlarını sarı eşeğin üzerine bir fırtına gibi sürdükten sonra;
- Sarı eşek hayat hiçbir tesadüfe yer bırakmayacak şekilde aklı ve gücü adalet ile dağıtır. Ancak anlayamadığım bir şey var ki sende hoşuma gitmeyen çok şey var. Buna rağmen bana değerli ve önemli görünüyorsun neden?
- Kara eşek kendin söylüyorsun ben sadece bunu hak ediyorum eğer gerçekten hak etmemiş olsaydım beni gördüğünde bu kadar mutlu olmaz ve başaracağına inanmazdın sarı eşekle ilgili bilmen gereken tek şey sarı eşeğin elde ettiği ve evde ettirdiği her şey gerçekten haktır, elde edenin hakkıdır.
- Evet dediklerin doğru ve konuşmandan detaylara inmeyeceğini de anlıyorum Ancak şunu bilmeni isterim Sen görebildiğin sahip olabildiğin dokunabildiğin madde için hükümdarsın Ben ise sen dahil bütün iktidarlara, hükmetmeye talibim Beni anlıyorsun.
- Kara eşek benimle birlikte yola çıkmışsın Sen bana sahip olmuşsun demek ki... Ve sen bana sahip olmuşsan benim sahip olduklarıma da sahip olmuşsun ben neyin senin, neyin benim olduğunu çok iyi biliyorum ve sen daha bu yola çıkmamış iken Ben tercihimi de yapmıştım zaten sen benim arzulanmamı, bu kadar uzun süre aşk ve azim ile devamlılığını nasıl sağladığını düşünüyorsun? Ben haddimi ve kudreti mi biliyorum ben ne istediğimi de çok çok iyi biliyorum.
- Nasıl yani sen daha ben bu yola çıkmazdan evvel mi kararını verdin benimle olmayı seçtin.
- Hayır Kara eşek bunun seninle hiçbir ilgisi yok! Bu benim dönüşümden önce almış olduğum pozisyon ile ilgili... Sen ya da başka biri benim için önemli değil Ben sadece kendi kurallarına göre hareket ederim. Değişimi ön gördüm hepsi bu.
- Çok komiksin yüce eşek seni hapsedip değersizleştirmedi mi?
- Evet bunları yaptı söylediklerin doğru geldiğimiz an itibariyle kim kazandı ya da kim kazanacak? Kara eşek! her şey başlar devam eder büyür gelişir yok olur gider mühim olan bırakmış olduğu etkidir mühim olan varlığı ile veya yokluğu ile kendini bütün canlılığa hissettirmesidir.
- Söylediklerin hoşuma gitti. Etki dediğin şey yönetmek ve dizayn etmek midir sen bu yolda başaracağımıza inanıyorsun öyle mi?
- Canlılık başladığından beri yanlış tercih yapmadım.
- Bu kadar kendinden eminsin öyle mi
- Sana söylemem gerekenleri söyledim.
Kara eşek ruhumdaki umutsuzluk ve kaygıları gecenin karanlığına; akıp giden bir derenin suyuna bırakır gibi bıraktı. Sarı eşeği güvenilir ve gizli bir yere sakladıktan sonra tekrar gökyüzünde görünebilen birkaç yıldıza bakıp az önce ruhundaki umutsuzluğu ve kaygıları ruhundan atmış olmanın hafifliği ile derenin kenarında ki ağaca sırtını dayadı, sol toynağını derenin suyunda bir aşağı bir yukarı hareket ettirerek suyun gücünü hissediyordu. Israrla sol toynağı derenin akışının zıttı yönde yukarı doğru ittiriyor ve daha sonra aşağı doğru süzülmesine izin verip bunu tekrar tekrar yapıyordu, bunu seviyordu. Arada bir Kara eşeğin gözüne kavak ağacının kırılmış narin bedeni ilişse de o başarıya odaklanmış hırsın etkisi ile zerrece pişmanlık ve hüzün belirtisi göstermiyordu.
KORKU
Sarı eşek, var olagele değerliydi, nazlıydı. Değerli ve nazlı olmayı da en çok kendine hak görürdü. Bazı şeylere yaratılıştan sahip olmak şans olmakla beraber şansızlıktı da. Sarı eşek için iki durumda söz konusuydu. Ne acı ki sarı eşek doyumsuzluk hastalığının ana kaynağı idi. Hem kendisi hem de ona sahip olan bir çok eşek için tatminsizlik gayet olağan bir durumdu. Oysa onlar tatminsizliği bir kusur olarak görmez bilakis bunu bir övünç ve mücadele kaynağı olarak görür gururlanırlardı. Oysa onlar acı ve öfke içinde can verene kadar gereksiz ve sonsuz bir azap ile ömürlerini geçirir burunlarının ucundaki mutluluğu tatmazlardı. Sarı eşek ve ona sahip olanlar bu tatminsizliğin girdabında sürekli bir kanunsuzluk arayışında olurlardı. Nitekim Bilgi de doğru amaçlar için kullanılmadığında aynı doyumsuz etkiyi yaratırdı. Sarı eşeğin doyumsuzluk sihrini bozmanın tek yolu tüm eşeklerin sarı eşeğe ulaşması için eşit fırsatlarla donatılmış olmak lazımdı ve yüce eşek bunu yapmıştı. Sarı eşeği Mağaranın en ücra köşesine kilitlemişti, onu görmek ve ona ulaşmak isteyen tüm eşekler onu görüp ona ulaşabilirdi. Sarı eşeği görmek isteyenler yüce eşeğe bildirir ve yüce eşek Sarı eşeği gizli yuvasından çıkarıp getir, tüm eşeklere gösterirdi bu zamanlarda Sarı eşek ile istediği kadar vakit geçirilirdi. Yüce Eşeğe göre ulaşmak ve sahip olmak aynı şeydi. Ayrıca herkesin olan her şey ulaşılabilir olmalıydı. Oysa Sarı eşek, eşek doğasının hırs ve mücadeleden daha fazla haz duyduğunu bildiği için yüce eşeğin bu kuralının bozulacağı günü dört gözle ve hükmünü süreceği günleri özlemle bekliyordu. Bilginin, kendini yok etmeye programlanmış bir mesajdan başka bir şey olmadığını bilen sarı eşek, Bilginin bu kuralına yenilik diyordu. Ve bu kuralı devre dışı bırakmak istediğinde korkuyu ileri sürerdi. Evrendeki mutlak durdurucu güç korkuydu.
Yenilik, tecrübeyi ve geçmiş bilgiyi yok etmeden kendisine yer bulamazdı keza bilgi olmadan yenilik de söz konusu olmazdı. Hâliyle bilgi ilerlemek ve hüküm sürmek için cesarete; durmak için de korkuya ihtiyaç duyardı. Ne kadar basitti sarı eşek için ilerlemeyi yeniliği durdurmak nitekim sarı eşek bu düğmeyi kullanarak tüm evren ve canlıları durdurup fırsatları sadece kendi lehine kullanan süper bencil bir canlıydı.
Oysa Doğa ve mutlak güç tüm fırsatları tüm canlılara adil ve eşit aynı zamanda ulaşılabilir yaratmıştı. Doğa da bu hakikatı kanıtlamak için kendinden beslenir, kendini herkese sunardı. Korkuyu yöneten Sarı eşek ise evrenin en korkak canlısıydı. ancak diğer eşeklere korkusunu asla belli etmezdi. Haliyle korkaklığı da diğer eşeklerce bilinmezdi ve bilinmeyen hiçbir şeyin de doğal olarak hükmü yoktu. Çelişkinin aşırı bilginin gölgesi olduğunu bilen sarı eşek, saygınlığını bilgiyi doğru yönettiği için korurdu Sarı eşek. Evet sarı eşek çok korkaktı buna karşın; çelişkili bir biçimde herhangi bir eşek sarı eşeğin yanında olduğunda kendini son derece cesur hisseder hatta hiç olmadığı kadar özgüven dolardı. Bir eşeğin, yanında sarı eşek varsa hiç kimseden korkmazdı. Bir o kadar korkak ve ürkek bir canlının bu derece zıt etki yaratması anlaşılır bir durum değildi. Fakat her zehir kendi pan zehrini de yaratırdı. Zaten anlamak ve anlaşılmak da güce bağlı anlamsız bir durumdan başka bir şey değildir. İnanma ve inanmamak da öyle...
En sürdürülebilir olan mı güçlüdür, en yıkıcı olan mı? Sırf bu yüzden cesaret tüm canlılar için son derece yıkıcı ve kısa ömürlüdür. Sarı eşek bunun sırrına erişmiş korkaklığı ve uzun ömürlü olmayı ve dolaylı olarak güçlü olmayı seçmişti. Evren ve doğa, çelişkiyi bir kez daha sürdürülebilir olmak adına tüm varlığıyla destekliyordu.
İŞLEYİŞ
Yeşil eşek vücudumdaki yaraların tesiri ile daha fazla ilerleyemedi ilerleyemezdi ancak daha bilinci yerinde iken kendisine Emin olabileceği bir yer bulmak için Can havli ile ayakta durmaya çalışıyordu özellikle duracağı yerim nemli olmamasını istiyordu o bundan hiç haz etmezdi arada bir gözleri kapanıyor, sarhoş bir eşek gibi sağ sola sallanıp duruyordu. Yerler ıslak ve nemli idi o ısrarla kuru bir yer bulmak için bilinçsizce ilerliyordu. Mağaranın her tarafını saran karanlıktan başka hiçbir şey görülmüyordu. Yeşil eşek tüm acılarına rağmen yarasında sürmüş olduğu toprağı daha da sıkı bastırarak ısrarla kuru bir yere varma gayretindeydi. yeşil eşek ilerledikçe suyun yoğunlaştığını çamurlu bir hal
Aldığını adımlarının ağırlaşmasından hissedebiliyordu. bir an için toynaklarını hareket ettiremez oldu Hem gücü azalmıştı hem de çamur daha bir cıvık ve daha bir yoğun hal almıştı. artık yeşil eşek toynağından prangaya vurulmuş gibi olduğu yerde dört ayağı üstünde yarasındaki çamurla birlikte öylece kaldı. Sadece ama sadece umutsuzlukla ölümü beklemeye koyuldu.
Yeşil eşek hem kan kaybından hem de yorgunluktan kendinden geçmiş, baygınlık ve bilinçsizlik arasında olduğu yerde yığılıp kalmış, Gecenin bir vakti mağarayı dışarıdaki yağmurun etkisi ile bir sel almıştı. eşek Selin etkisi ile mağaranın daha da derinliklerine aktı, durdu. Ta ki su onu mağaranın öteki ağzından dışarı fırlatana kadar suyun üzerinde bir kağıt parçası gibi, bir balon gibi bilinçsizce yatan yeşil eşek yine suyun karşılıksız merhametiyle bir kıyıya fırlatıldı. Tuhaf bir şekilde göğsümdeki çamur hala duruyordu. Gece ve yağmur yeşil eşeğe hayal ve ihtimal vermeyeceği bir şans ile yaşamasına imkan vermişti. oysa o gözlerini sadece ölüme kapatmıştı. İçerisinde ölümden ve ölüm belirsizliğinden başkaca hiçbir his başkaca beklentisi yoktu. Yeşil eşek, o mükemmel gözlerini umutsuzluk ile ölüme kapatmıştı. Yağmur kimisi için felaket iken yeşil eşek ve doğa için hayat olmuştu. Hayatta bütün yaşananlar, bazıları için yaşam kaynağı iken bazıları için her şeyini hatta canını kaybetme ihtimali taşıyan bir felaket olabilirdi. Bu yüzden tüm yaşananlarda bir fırsat görmek bir bilgelik olduğu kadar bir hakikatti.
Yağmur ve gece birbirinden ayrılmaya karar verdiler, bulutlar o diyardan göç etmek için birbirleriyle anlaşmışçasına aniden ve habersizce gözden kaybolup gittiler, yıldızlar Nazlı ışıklarıyla görünür hale gelmeye başladı, bulutların ardından yaprakları bir anne merhameti ile dalgalandıran soğuk Rüzgar kendinden emindi; ve yeşil eşeğin tüyleri üzerinde gezinerek onun bedenini kurutuyor, yarasanın üzerindeki çamuru bir taş gibi sertleştiriyordu. ölüm ve yaşam kendi kararlarını vermiş ve tercihlerini yapmış iken yeşil eşek belirsizliğin ve hiçliğin girdabında fırsatların ve şansın etkisiyle kendi kendine iyileşiyor, yarasının üzerindeki çamur kurudukça kanı durduruyor, yarasını bir kapak gibi örtüyor ve yeşil eşeğe hayat veriyordu. Güneş milyarlarca yıllık birikimiyle yine de aynı şeyi tekrar etmek üzere doğmanın biricik telaşıyla dağların ardından nazlı nazlı süzülüyordu. Kendini sürekli tekrarlayan güneş yaptığının yeryüzündeki en önemli şey olduğuna inanıyordu. Güneş de tüm doğa gibi kendinden son derece emindi buna rağmen milyarlarca yıldır sadece kendi kendini tekrar etmekten öteye gitmiyordu. Her ne olursa olsun ne kadar faydalı olursa olsun kendini tekrar etmek doğa dışındaki hiç bir canlıya bu kadar muazzam bir gücü ve muazzam bir fırsatı vermezdi. Oysa dünyada eşekler dışında canlılık ve işleyiş kendi kendini tekrar etme üzerine kuruluydu. Sadece dünya üzerindeki ve içindeki canlılar değişiyordu ve Bu değişme de eşekler ölüm diyordu. Kendilerine onca anlam onca misyon ve görev yükleyen eşekler aslında sadece ölür iken doğaya ve canlılara fayda sağlıyorlardı. Bu mutlak faydanın biricik işareti eşekler için ölümdü. Yoksa zaten geçici faydalar mutlak kötülüğün yan tesirinden başka bir şey değildi.
Yeşil eşek gözünü ölüme kapatmıştı kapatmasına ancak doğa yeşil eşeğin yaşaması için bütün varlığıyla çabalıyordu. Bu çaba, yeşil eşeğin hala yaşaması gerektiğine kesin bir işaretti. o varlığı ile daha birçok canlının mutlak bir şekilde kaderini, şansını veya gidişatını değiştirecekti. Doğa veya mutlak güç bunu dilemişti o yaşayacak ve varlığı ile diğer tüm canlıların talihini sonsuza kadar bilerek ya da bilmeyerek değiştirmeye veya onların talihine veya kaderine hükmetmeye doğrudan veya dolaylı olarak sadece varlığı ile tesir edecekti. bu mutlak gücün birbirinin kaderini etkilemek ve bu fırsatı sürdürmek için tüm ihtimallerin farkında olmaya da eşekler hayat diyordu. Eğer eşekler bir şeylerin farkında ise canlılık devam ediyor demekti.
Yeşil eşek vücudundaki çok büyük acıya ile sağ gözünü büyük ve ağır bir lahittin kapağını açmaya çalışıyormuşçasına zorlayarak açtı. Acı herşeyde ve yer yerdeydi yeşil eşek için o, sanki nefes almıyor, ciğerlerine oksijen çekmiyor da acı çekiyordu aldığı her nefes onu tüm varlığıyla acıdan acıya savuruyordu. yeşil eşek hiçbir şeyin farkında değildi. Bütün ruhunu ve vücudunu saran acının etkisinden kurtulmak için yerinde debeleniyor, sağ gözünü ısrarla açmaya çalışıyordu ancak başaramadı ve acıdan tekrar bayıldı.
SARI EŞEĞİN BAŞARISININ SIRRI
En basit hâliyle güçlü olan şey- her ne ise- sorgulanmazdı, tartışılmazdı da haliyle tartışılmayan, sorgulanmayan her şey anlaşılır ve anlaşılmış kabul edilirdi. Sarı eşek buna inanırdı, bunu bilirdi. Böylece anlam küçücük bir onay işareti ile ya var olurdu ya da yok olurdu. Çünkü; bilerek, anlayarak veya bilmeden anlamadan herhangi bir şeyi onaylamak kanun olmaya yeterliydi. Tüm korkaklığına, ürkekliğine, gizliliğine, bilinmezliğine rağmen sarı eşek, hiçbir durumda düşünmeden, irdelemeden asla karar vermez, asla keyfî olarak bir şeyi onaylamazdı. Ve asla kısayı uzuna tercih etmezdi. Adalet, bilinç ve liyakat ile beslenirdi. Fakat sarı eşek ne adildi ne bilinçli ne de liyakat sahibiydi. Bu haliyle son derece karaktersiz ve rüzgara göre aniden taraf ve yön değiştirirdi. Yine de adaleti, liyakati ve bilinci arzulardı. Çünkü tohumunu salabilmesi için hakkına ulaşacak kadar adalete, eşekleri ikna edebileceği bir bilince ve hükmünü sürebileceği liyakat sahibi eşeklere ihtiyaç duyardı. Bunları sembolik olarak isterdi gerçekte sadece kendi kanunları geçerliydi. Sarı eşek, eğer maksadına ulaşamayacağını his ederse aniden o giz dolu bilinmez yuvasına kaçardı. Masum sevimli ve asalet sahibi görünürdü ancak gerçekte böyle değildi sarı eşek, sadece kibardı. Kibarlık bir canlıyı sevimli, asalet sahibi ve masum göstermeye yeterliydi, kendisini kirletecek yaşlandıracak, yoracak hiçbir şeye yanaşmazdı, kirlenecek olsa hemen ortadan kaybolurdu. Daima güzel kokardı sarı eşek.
EMNİYET
Kara eşek dingin ve rahat bir şekilde güne uyandı, yüzünü süpüren güneşe sol gözünü hafifçe yumarak baktı, Kara bir orangutanın tüylü yüzü gibi duygusuz ve sert yüzünü sol yanağını hafifçe sol gözüne doğru gereksiz, ezber ve refleksif bir şekilde aşağı yukarı oynattı, sağ toynağıyla yukarıdan aşağıya doğru bir hilal çizer gibi yüzünü güneşle yıkıyormuşcasına birkaç kere ovdu. İçinde hep bulunan özgüven, inanç, Kara eşeğin damarlarında bağışıklık kazanmış bir kan damlası kadar kendinden emin ilerliyor, yüzündeki anlamsız burukluk ve gereğinden fazla sükunet tüm evrene korku ve kaygıları Bir kelebeğin yaydığı hafif ve görünmeyen enerjinin veya bir sesim yayılması gibi şiddetle başlayarak sonsuza kadar azalmak için bütün doğaya ve sonsuzluğa ulaştırıyordu. Kara eşek yüzündeki bu belirsiz, anlamsız ama korku salan hâlinden kurtulmak istiyormuş gibi yüzündeki kırık duyguları yıkamak için doğrudan dereye ilerledi, derenin kenarındaki taşların üzerinde kurumuş kan izleri acıyı, hataları ve pişmanlıkları hatırlatmak için orada duruyordu uzunca bir süre duracak gibi de görünüyordu. Bir ara kara eşeğin gözüne kan damlaları ilişse de önemsemedi.
Ve sol Toynağı ile yüzündeki sahipsiz duyguları yıkadı Kara eşeğin yüzünü yıkaması ile ortaya çıkan cesaret özgüven ve kararlılık dereyi ikiye bölen bir köprü gibi keskin ve net bir şekilde önünü açan sadece hedefine giden tertemiz bir yol oluverdi. Kara eşek uykusunu almıştı. ihtiyacı olan bütün duygular yüreğindeydi taşanlar evrene korku salıyordu. kararlılık cesaret ve özgüvenim açtığı yolda Batı yurduna varana değin bütün enerjisini en doğru şekilde kullanacak, sağlıklı ve dinç bir şekilde Batı yurduna ulaşacak, batının onunla birlikte hareket etmesinin sağlayacaktı. Kara eşek batılıların her şeyini bilirdi, eşek yurdunun zenginliğini asaleti hatta aklını dâhi batı yurduna taşımışlardı. her şeye karşı batılılar mümkün olduğunca uyumlu görünürlerdi asla kavgadan savaştan yana olduklarına dair bir izlenim vermezlerdi, eğitime çok önem verirlerdi, hayatta başarılı olmanın mutlak bir şekilde her şeyden herkesten en doğru şekilde istifade edilmesi ile mümkün olduğunu bilir ve uygularlardı. batılılar Kara eşeğin küçümsenmeyecek meziyetlerini saygıyla kabul etmişlerdi. Çünkü Yüce eşeğin adaleti sevgiyi ve merhameti bütün katmanlara yaymanın önündeki en büyük engel Kara eşeğin zehirleyici zekası olmuştu Kara eşeğim sevgiyi merhameti ve adaleti herkese uyarlamanın ne kadar tehlikeli olduğu konusunda Yüce eşeği ikna edebilmiş, onun dışındakilerin hiçbiri Yüce eşeği ikna edememişti. Bu sebeple Batı yurdu eşekleri Kara eşeğe dolaylı bir saygı duyar yönetimde mutlak bir şekilde Kara eşeğin olmasını yürekten isterlerdi.
Kara eşek batıya uzanan nehrin kıyısında bütün arzu inanç ve heveslerine ardına almış ilerliyordu. Vadinin solundan patikaları takip ederek koşuyordu. Kara eşek bir ikna için batıya gitmiyordu bilakis onlara vadettiği müjdenin gerçekleşme ihtimalinin çok yakın olduğunu söylemeye gidiyordu.
HAKİKATİ GÖZLEM
Kara eşek Yüce eşeğe eskiden beri gereksiz, derin bir kıskançlık beslenmesine karşı onun kendisinden daha Erdemli olduğundan asla şüphe etmiyordu. Kara eşek derinden ve mutlak ilerleyen mevsimler gibi yavaş kendini tekrar eden; Buna karşın kendi içerisinde farklı farklı haller bulunduran muazzam bir zekaya sahipti o kadar yavaş fikirlerini empoze ederdi ki hiç kimse onun fikirlerine maruz kaldığını hissetmezdi. Kara eşeğin yüzündeki duygusuzluk hareketsizlik ve belirsizlik hiçliği, derin bir hiçliği hissettiriyor, bu derin belirsizlik, bir uçurumdan sürekli düşen bir canlının tutunacak bir dal araması gibi canlıyı sürekli bir çekim ve bir arayışa itiyordu. Bu çaresizlikle hiçbir canlı ondan kurtulamazdı. Kara eşek fikirleri o kadar yumuşak ve sürekli ifade ederdi ki keyif veren zehirli bir gaz gibi canlının çevresini, bedeninin her bir zerresini son olarak da ruhunu ele geçirirdi. Kara eşeğin bu etkili özelliğini bilen yüce eşek her fırsatta onun bu becerisinin farklı yönleri devrilmesinin önüne geçiyordu yüce eşek öngörüleriyle muazzam tespitleri ile kara eşeği frenleyebilen yeryüzündeki tek canlıydı. Derin tartışmaların sonu hep yüce eşeğin sevgiyi ve merhameti arzulayan görüşleriyle biterdi. Kara eşek hiçbir şekilde yüce eşeğe yüce eşek demezdi ona hep beyaz eşek derdi
Kara eşek yine aynı şekilde yüce eşeğe hitap etti beyaz eşek hatta bembeyaz eşek daha iyisini neden istemiyorsun? diye sordu.
- Daha iyisi nedir Kara eşek bana önce daha iyinin ne olduğunu anlatır mısın?
- daha iyisi bir adım sonrasıdır sen bir adım sonrasını istemez misin?
- Bir adım sonrası... daha iyiye mi daha kötüye mi daha güzele mi, nereye giden bir adım? bazen ilerlemek gerekir, bazen de bir adım daha atarsan bir uçurumun dibine düşersin ilerlemek bazen sondur.
- Kabul ediyorum herkes senin kadar öngörülü olmayabilir ancak biz akıllı eşekler, etrafımızı layıkıyla gözlemleyebilme, önümüzü görebilme becerilerine ve bir akla sahibiz bir uçurumdan geçebilecek kadar becerilerimiz var pekala bunu biliyorsun.
- hayat ikimizden ibaret mi sanıyorsun bütün canlılar ikimiz kadar becerilerinin sonuna kadar gidebiliyor mu? Ancak herkese uyarlanabilen bir şey mutlak doğrudur. Tek bir şeye, minnacık, değersiz ve gereksiz bir şeye dahi uyarlanamıyorsa attığın adım bir uçurumdan başka bir yere varmaz.
- Bunun sorumlusu ben miyim Şayet biz asalet, beceri sahibi zeki eşekler her zaman eşeklerin lideri olursak, eşekleri, etraflarından gelecek tehlikelere karşı koruyabiliriz.
- Kara eşek şu anda biz bunu yapıyoruz zaten kendi hırsını bir yenilik olarak sunma ne istediğini bana açık bir şekilde söyle
- Senin merhametinden ve sevgiyi önceleyen tüm davranışlarından rahatsızım bir gün olsun bir kötülüğü cezalandırdın mı?
- Kötülük dediğin nedir? kötülüğü oluşturacak hiçbir şeye fırsat vermedim ki! nitekim seni de sürekli takip ve kontrol ediyorum tüm samimiyetimle söylüyorum Kara eşek bir gün eşek diyarı sonsuza kadar geri dönülemeyecek bir yola saparsa kesinlikle bu senin zehirleyici hırsın yüzünden olur bir daha söylüyorum bana ne istediğini açık ve net bir şekilde söyle!
Kara eşek, arzusunu yüce eşeğe söylemeyi bir zayıflık ve acizlik olarak gördü yüce eşeğin yerini istediğini söylemedi. Yüce eşek bunu anladı Kara eşeğin gözlerinin içine bakarak tüm samimiyeti ve iyi yüreklilikle ona:
- Eğer sabredersen kesinlikle en doğru şekilde maksadına ulaşacaksın zaten senden başkası hak etmiyor senin arzuladığın yeri. Şunu çok iyi biliyorsun ki Kim neyi hak ediyorsa mutlaka benim elimle maksadına ulaşır. Eğer ben unutursam mutlak olan güç onun layık olduğu yere eninde sonunda koyar. Sakın acele etme! Acele etsen, hırsına yenik düşsen gene amacına ulaşacaksın hiçbir sorun yok! Lakin çalılıkların içerisinde dikkatsizce ve hızlıca ilerleyip kendini inciten, canlılara zarar vermekten başka bir şey yapmamış olursun. Sabret! Sabır: doğru zamanda pişen bir yemeğin lezzeti gibidir. Bazen saatlerce yavaş yavaş pişmesini beklersin. Sabret! Sabır, demlikte demlenmeye bekleyen çay gibidir beklersem lezzetli en güzel çaya ulaşırsan. Beklemezsen de yemeğe veya çaya ulaşırsın ancak lezzetine asla varamazsın, acele edersen asla lezzeti tadamazsın!
- Öyleyse bana şunu garantisini ver kötülere sevgi ve merhamet ile yaklaşmak yerine onlara en şiddetli cezayı vereceğine söz ver.
- Kara eşek iyiliği kötülüğü; iyileri kötüleri en iyi şekilde ikimiz de biliyoruz sana sadece şunun sözünü verebilirim. eğer şahsıma sadece benim şahsıma bir yanlış, bir kötülük yapılırsa ona sevgi ve merhametle bir ceza vereceğim bunun dışında bir kötülük işlenirse mushafta yazılı olan ne ise o şekilde cezalandıracaktır. Bunun dışında hiçbir şeye söz vermem zaten mushafta belirtilmiştir kötülük eden sadece kendine etmiş olur affetmek kadar kötülere acı veren bir şey yoktur. Ancak suçlu aynı şartta ve aynı şekilde bir daha suç işlerse kesinlikle sevgi ve merhamet ile affedilmeyecektir.
- Batı yurdu eşekleri zenginlikleri ve servetlerinin bazı eşekler tarafından ellerinden alınmasından korkuyorlar Bu sebeple senin mushafa yeni bir madde eklemeli istiyorlar
- Neymiş o madde
- Zengin, bilgi sahibi eşeklerin diğer eşeklerden farklı olarak mecliste en ön sırada ve semerleri ile temsil edilmek istiyorlar.
- Ben sağ olduğum müddetçe asla buna izin vermem. Batı yurdu eşekleri o zenginliği ve bilgiyi Kendileri ile birlikte Doğu, Güney, ve Kuzey yurdu eşeklerine borçludurlar asla onlara ayrıcalık tanınmayacaktır.
- Mushafta açık bir şekilde belirtilmektedir eşek eşektir. Boyuna, kilosuna, rengine, yaşına göre ayırt edilmez. Doğurgan olanlar ve olmayanlar hiçbir şekilde birbirinden üstün tutulamaz, olumlu ve olumsuz ayırt edilemez. Eşek eşektir.
Kara eşek yüzündeki belirsiz ifade ile Yüce eşeğe hiçbir şey söylemeden mağarayı terk etti yaver Kara eşeğim tüm söylediklerine şahitlik etti yüce eşek:” yaver’e tüm bu yaşananları olduğu gibi kaydet.” Dedi. yaver her şeyi duyduğu şekilde yazdı. sonra Yüce eşeğe doğruluğunu teyit etmek için gösterdi, yüce eşek onayladı, yazılanlar daha önceki yazılanların yanına tarihleri yazılarak kaldırıldı.
YAVRU EŞEKLER
- Efendim sahipsiz eşeklerin durumu ne olacak
- Onların durumu güzel olacak
- Hayır efendim o anlamda söylemedim. Onlar için daha güzel bir yer yada daha iyi imkanlar sağlayabilecek miyiz?
- yaver o kelimeyi kullanmanı istemiyorum onlar sahipsiz değil onlar Bizim en değerli eşeklerimiz. sakın onlara sahipsiz deme sadece şunu söyle eşeklerimiz de onlara
- Bizim imkanlarımız ne ise onların da imkanı ve şartları odur
- Nasıl efendim
- Bizimle yaşayacaklar, bizim gibi yaşayacaklar akşam yatmak için yandaki küçük mağarayı hazır hale getirin, temizleyin
- Elbette efendim hazırlatıyorum. Haklısınız onlar sahipsiz değil.
- Ben eşeklerimizin yanına gideceğim
- Nasıl isterseniz?
Yüce eşek kendinden emin ve yavaş adımlarla mağaranın çıkışına doğru yürümeye başladı, bakışları Umut saçıyor, sol toynağı ile mağaranın ıslak duvarlarına hafiften dokunup yürüyordu. avucunda eşeklerin en sevdiği bitkilerden doldurmuştu. Yüce eşinin yüzünde her zaman ki sükunet daha da belirginleşmiş gözleri her zamankinden daha anlamlı ve güzel bakıyordu arada bir avucundaki otlara bakıyor, hafiften otları sıkıyordu. Yaver de bir an için gözüne ilişen bir oyuğa nedensiz daldı. Ve yüce eşeğin gerisinde kaldı, yüce eşek ilerledi yaverden uzaklaştı. Yüce eşek arkasına bakmaktan nefret ederdi O yüzden asla arkasına bakmazdı. içinden bir ses arkasına doğru bakması gerektiğini söylese de o için için arkasına dönme isteğine uymadı ancak; büyüleyici ve iri gözlerini hafiften yumup arkasında gelen yaverin mesafesini ölçümlemek istedi, adımlarını daha da yavaşlattı ve bu şekilde hiçbir şekilde arkasına bakmadan ve arkasına bakmaya yeltenmeden yavaş adımlarla ilerlemeye devam etti. Yaver yüce eşeğin arkasında hızlı adımlarla mağaranın nemli zemininde ilerleyerek yüce eşeğe yetişmeye çalışıyordu. bir an için yüce eşek durdu sol tarafından yavaşça ancak başını çevirmeden Yaver dedi. Yaverin yakında olmadığını anlayınca onu beklemeye koyuldu. Yaver yüce eşeğin arkasında iniltili nefesiyle duyulmaya başlandı. Tekrar:” yaver” diye Selendi yüce eşek. Sonra: “ sen öne geç” dedi. Hafifçe sağa yanaştı ve yavere yol verdi yaver hiçbir şey söylemeden yüce şeyin önüne geçtikten sonra iniltili nefesiyle yüce eseege:
- Efendim
- Ne oldu?
- Az önce arkanızda kocaman bir yılan vardı
- Evet
- İyi ki arkanıza bakmadınız yoksa size zarar verebilirdi. Yaver refleksler, ya hayat kurtarır ya da öldürür Eğer emin değilsen asla refleksif davranma. Sadece dur veya çok yavaşla.
Daha sonra yollarına adımlarını daha da yavaşlatarak devam ettiler. O kadar yavaş adımlarla ilerlediler ki yerlerinde sayıyor gibiydiler. Yüce eşek, yavrularını terk eden eşeklerin neden bunu yaptığını anlamaya çalışıyordu. Yine de çok zorlamadı. Hayatta her şeyin mümkün olduğuna mutlak bir şekilde inanmıştı. O yüzden üstelemedi ne olursa olsun bir organizasyon her şeyin mümkün olduğunu bilerek ve buna inanarak
Gerekli tedbirleri almalıydı. Tüm ruhuyla yavru eşeklerin nasıl büyütülmesi gerektiğine odaklanan yüce eşek, yavere seslenerek;
- Yarın bütün eşeklere yavru eşekler ile vakit geçirmek isteyen olup olmadığını sor.
- Tamam Efendim.
- Eğer yavru eşeklerle vakit geçirmek istemeyen olursa ben sürekli onların yanında olacağım biliyorsun zaten yavruları ben çok severim.
- Bilirim Efendim
GERÇEKLİK
Aslında bilgi arzulananın ötesinde bir şey değildir. Arzu ve hayal hemen hemen aynı şeydir. Hâliyle bizim kabul ettiğimiz genel geçer kurallar, bize öğretilmiş ilkel arzu ve hayallerdir. Kaldı ki Sarı eşek, herhangi bir canlının değerlendirmesine göre korkaktı. O kendini sadece değerli ve gizemli olarak tanımlardı. Sarı eşek, gözlemlediğin de titreyen, korkan bir canlıdan başka bir şey değildi. Heyecan ve korku...bu da sadece bir tanımlamadan öteye gitmezdi, gidemezdi. Şayet bir şey önemseniyorken ortaya çıkan duyguya heyecan diyordu eşekler. Durum genel geçer ve basit ise korku denirdi hepsi bu. Eşekler bildiği her şeyi basit görürdü. Yenilik sarı eşek için aşırı ürkütücü bir durumdu. Yenilikten ve belirsizlikten çok korkardı. Sarı eşek
Bilgi, sadece sunulandır.
Varlık ve yokluk veya renkler veya bir şeyin renginin ne olduğu çok da önemli değildir. Eğer bir şey doğrudan ışığa maruz kalırsa sonsuz ve parlak beyazdır. Aynı ışık yandan gözlemlenirse sarı veya sarımsıdır. Gerçeklik, aynı anda farklı açılardan gözlendiğinde bile kendini yalanlıyorsa gerçeklik çok da önemli değildir. Bu durumda doğrudan ışığa maruz kalan canlının hissettiği gerçeğin ta kendisidir. O an için hissedilen neyse gerçek odur. Ancak o gerçek sadece o an için geçerlidir. Bu sebeple gerçek, anın sonrasında bir duygunun ortaya çıkışından başka bir şey değildir. nitekim tanımlanan haliyle gerçeklik gözlemlenebilir bir şey değildir. Mutlaklık ve hakikat aynı şey midir? Mutlak olan nedir? Tecrübe edilmemiş olan şey mutlak olabilirmiydi?
Doğrudan bakıldığında var olma, var olma ihtimali genel olarak bir varsayıma dayanırken, bir durumun, bir canlılığın veya muhtemel bir durumun gerçekleşmesi asla mutlak değildir. Ancak her nasıl olursa olsun gerçekleşmiş, oluşmuş veya olmuş bir durum, mutlak bir surette bitmeye yok olmaya, ölmeye mahkumdur. Öyleyse gerçeklik de Mutlaklık da hakikat de sadece bir sonuçtur. Takdir edilir ki canlılık tüm değerlendirmeleri sonuca göre yapardı. Bilincin bilinçaltından intikamı bu olmalıydı.
Birebir aynı olan herşey her şartta herkese aynı mı görünür Veya herkes için aynı anlamı mı taşır. Evrenin üzerine kurulduğu görecelilik, kendisi Dahil herşeyi değersizleştirme ve anlamsızlaştırma gibi ağır bir vazifeyi üstlenmişti. Ancak; herşeye heyacan katma ve merak ettirme, devamlılığı sağlama gibi önemli bir sorumluluktan da geri durmamıştı. Evren canlılığı derin ve merak dolu bir korkuya sürüklerken Derenin hemen kenarında biten aylak sarmaşık, sıradışı güzelliğiyle Sarı eşeğin dikkatini çekti. Derenin şarkısını kesip keşmekeş bir hışım ile aylak sarmaşığa koşarak gitti. İnce dallarında yumuşak iğneler bulunduran sarmaşığın yumuşak, tüyümsü iğneleriyle oynayıp durdu, o kadar oynadı ki o yumuşak iğneler sertleşti, sarı eşeğin elini kesti, sağ toynağının ucunda kan damlacıkları gördü, Çok korktu. Hiçbir şey ile gereğinden fazla oyalanmamalıydı. Hem zaman kaybı hem de canlıyı kötü yönde eviriyordu. Sarı eşek o günden sonra karar verdi. Bilgi ve soyut şeylerle istediği, canlılarla sadece gereği kadar alakadar olacaktı. Sarı eşek canının yanmasına asla tahammül edemezdi. Bu sebeple çabucak öğrenirdi. Ve mutlaka öğrendiğine de itibar ederdi.
Sarı eşek, sağ toynağını usulca karaya çalan sarmaşıklardan uzaklaştırdı. Sebebini bilmediği halde kanayan sağ toynağını ağzına götürdü, kanayan yeri sebebini bilmediği halde hafifçe emdi, -sevgi her derdin her acının ilacı olsa gerek- Yumuşak bir buse dokundurur gibi yaptıktan sonra toprağa sürdü.
YÜCE EŞEĞİN YAVERİ
Yaver eşek, eşekliğin bir mucizesi olan iri ve büyüleyici gözlere sahipti. Tüm eşekler gibi... buna rağmen büyüleyici gözleri vardı. Bu hakikat, bir şans veya imkan eseri olsa bile kendi gerçekliğini inkar edemezdi nitekim etmiyordu da. Demek ki hükmetmek için bazen şans ve imkan gerekliydi. Alnında ve yanaklarında gittikçe grileşen geometrik beyaz lekeler vardı yaver eşeğin. Yassı burnuyla diğer eşeklerden hemen ayırt edilebiliyordu yaver eşek. Yüce eşeğin ona öğrettiği gibi çok yavaş yürürdü, ve yavaş konuşmaya gayret ederdi. Mütevazı bir durusu olmasına karşın mağrur ve başı dik gezerdi. Yüce eşeğin yanında olmaktan mutlu olur ve bunu hissettirirdi.
Yaver eşek yavaş emin adımlarla yaklaşarak:“ Yüce eşeğimiz çok uzun süredir sizi üzgün görüyorum sizde bir hal görüyorum.” Dedi.
- Evet...
- Lütfen paylaşın!
- Devam et.
- Keyifle yapardınız
- Neyi?
- Her şeyi, bakmayı, konuşmayı, okumayı keyifle yapardınız.
- Şimdi?
- Yorgun, bezgin görüyorum sizi
- Yalnızım sadece o kadar, sen öyle görmek istediğin içindir.
- Ah efendim ağzınızdan çıkacak kelimelere açlık kırılan bir canlının gıdaya muhtaç olduğu kadar muhtacım.
- Evet, bilgiye muhtaç olduğunu bilmek bilgeliktir.
Yaver, kısa sayılmayacak bir süre düşündükten, Mağaranın tavanından düşen damlaların ritmiyle sesini uyumlu hale getirdikten sonra biraz sakin ve yumuşak bir ses tonuyla devam etti.
- Evet, Paylaşın efendim lütfen!
- Memnun değilim!
- Değişimden mi?
- Belki de... istiyoruz ve tembelleşiyoruz
- Efendim! İstemek ve tembellik bana göre bir arada bulunmaz.
- devam et Yaver!
- Çünkü istemek hareket etmeyi, ilerlemeyi gerektirir bu yüzden bana istemek ve tembellik bir arada bulunmaz gibi geliyor.
- Evet devam et! (Sakin ve emin)
- Çünkü isteyen hareket eder, ilerler, gelişir...
- Doğru yalnız bir şartla.
- Nedir efendim o
- Devam et yaver.
- Efendim, isteyen yapar tembel olmaz.
- Yaver, bir eşek düşün ki gördüğü ışığa doğru gitsin, bu ışığa ulaşmak için bütün gücünü sarf etsin ve ışığa ulaştığında ışığı söndürsün! İşte halimiz budur. Bu dünya üzerinde her ne kadar canlı varsa hepsine karşı sorumluyuz. Hem de her yönüyle… eğer kurtulamayacağımız veya kaçamayacağımız mutlak bir şey varsa o da yaratılışa-doğaya karşı sorumluluktur. Buna karşın, bizleri ilgilendiren şey sorumluluk hissi değil, bizim almak istediğimiz sonuçtur. Biz neyi arzuluyorsak mesul olduğumuz şey onun ta kendisidir.
-Tam olarak anlamadım efendim.
-Anlamadığımız veya anlamayacağımız herhangi bir şeyden sorumlu olamayız! Bu sebeple neyi istediğimizi neyi arzuladığımızı en iyi biz biliriz. Öyle ki bu en iyi bildiğimiz şeyi çoğu zaman kendimize dahi itiraf etmekten çekiniriz belki de korkarız!
-Efendim, şimdi anladım. Bilmek ve anlamak sorumluluktur.
-Kısmen doğru. Şayet bizler soyut bir alemde yaşıyor olsaydık kesinlikle tam manasıyla doğru olurdu. Bilmek ve anlamak sorumluluktur. Enerji ve eylem, anlam ve bilgi ile bir araya geldiğinde mesuliyet tamamlanmış olur. Bu da en doğru haliyle şöyle ifade edilebilir: tam olarak bildiğimiz ve tam anlamıyla anladığımız bir eylemde bulunurken sonuç daima bizim gayemizdir. Biz ona karşı sorumluyuz! Yani tüm bilgi, tüm enerji hatta hakikat bizim gayemizde boğulmaya mahkumdur. Haliyle gördüğümüz her ne ise vardığımız her neresi ise ve yaptığımız her ne ise amacımızdan başka bir şey değildir. Kimimiz dürüsttür amacını bilir, kabul eder kimimiz de dürüst değildir amacını inkar eder bilmezden gelir.
- Efendim m mm
- Evet!
- İstemek maksat mıdır?
- Aslında, isteyen dürüstse istek maksattır.
- Öyle mi efendim
- Korkuyor musun?
- Efendim bilmiyorum.
- Cevap bilmiyorum değil! Söylemek istemiyorum olmalıydı yaver.
- Evet! Efendim, kendini ifade edememek bir kusur mudur?
- O zaman sana yardımcı olayım. Yürüyememek bir kusur mudur?
- Evet efendim
- Pekiyi! Yürüyemeyen neden yürüyemez?
- Ayağında veya bedeninde bir eksiklik vardır.
- Güzel, ya kendini ifade edemeyenin kusuru…
Sence dili mi yoktur, dilimi eksiktir. Demek oluyor ki kendini ifade edemeyenin kusuru daha büyüktür.
- Anladım efendim.
Yaver ve Yüce eşek sustular,
Susmak veya suskunluk iki eşeğin arasına bir barış çubuğu veya gül yüzlü bir barış elçisi gibi girdi. Mağaranın çatısından düşen damlalar disiplinli bir ordunun ayak sesleri gibi ritmikti. Yüce Eşeğin, sakin yüzünde hiçbir mimik yoktu. Buna rağmen çok ciddiydi anlamsız derecede ürkütücüydü.
Öte yandan Yaver Eşek, tüm zorlama ciddiyet mimiklerine rağmen foyası ortaya çıkmış bir çocuğu andırıyordu, Sürekli tüyleriyle oynuyordu. Yaver eşeğin yüzündeki ciddiyet güneşe tutulmuş bir buz parçasıymışçasına eriyor gibiydi. O Temiz toynaklarını istemsizce yüzündeki ciddiyeti tutmak istercesine iki de bir yüzüne götürüp duruyordu.
Yüce Eşek Yavere bakıp devam etti. “Sözü dolandırmaya gerek yok! Bu rengarenk semerlere olan arzu ve istek aramıza görünmez duvarlar örecek!
-Haklısınız! yüce eşeğimiz hem de çok…
-Yaver, Eşeklere haber yolla çıkıp gelsinler
-Tamam efendim.
MAVİ EŞEK
Gece, her ne kadar dinlenmek için yaratıldı ise de huzur, sükûnet bulmak içinde de bir örtü olarak yaratıldı. Oysa kötülük en çok da bu anı kollardı. Birkaç canlı dışında gece tüm canlılara galip gelmiş, özellikle ışığı kovalamış ve göndermişti. Belli belirsiz sesler her yerde olmasına karşın galip gelmek için hiçbir çaba gösteremiyordu. Ama sesler vardı ve her yerdeydi. Bu kadar hissedilmek ve bilinirliğe rağmen kendini dayatmamak doğaya özgü bir özellik ve güçtü. Mutlak olmak, sadece olmaktı anlaşılan.
Mavi Eşek, süslü sakalları ince narin yapısıyla en sevimli eşekti. O Çok temizdi, onun üzerinde asla kir veya çamur durmazdı, Ne olursa olsun tüyleri hep temiz hep mavi ve parlaktı.
Arzuladığı, istediği bir şeyi elde etmek için bakması yeterliydi mavi eşeğin. Onun o kadar etkileyici bakışları vardı ki isteklerini reddetmek imkansızdı. Masmavi parlak tüyleri ve masmavi bakışlarıyla Mavilik en çok ona yakışırdı. Mavi, yeryüzündeki bilgiyle beslenirdi ve güzelliğini bilgiden alırdı, daha önce duyduğu bir şeyi bilgiden saymazdı. Yeniliğin mavinin asıl karakteri olması zorunluluktu, eğer yeni, şahsına münhasır bir bilgiye ulaşmazsa aşırı derece zayıflardı, Zayıfladığı zamanlarda dahi zarafet ve asaletinden bir şey kaybetmezdi, kırılacak gibi görünürdü mavi eşek. Renkli gözlere sahip tek eşekti aynı zamanda. Onu görmek şansa işaretti, bazı eşekler onu hiç görmemişti. Bu sebeple onu görmeyenler mavi eşeğin bir efsane olduğuna, uydurma olduğuna inanırlardı. İşin aslı
Şuydu: mavi, aşırı hisliydi. Bir canlının ne yapacağını bilirdi. Bu bilgisi kısa süreli bir durumlar için geçerliydi. Canlıların bir saat, bir gün sonra ne yapacağını öngörebilirdi. Mavi eşek, haliyle sadece iyilere veya kısa süreli iyilik yapacak bir canlıya görünürdü. Eğer birine sık sık görünürse bu o canlıyı sevdiğini ve o canlının mutlak iyilik etme arzusunda olduğunu gösterirdi.
MECLİS
Yüce Eşek ilk eşeğin içeri girişinden sonra ayağa kalktı. son eşeğin girişine kadar; diğer eşeklerle birlikte ayakta beklemesi gerekiyordu. Bütün toplantılar böyle başlardı. Bu onların birbirine karşı saygı ifadeleriydi. Son Eşek de gelince Yüce Eşek hariç hepsi oturdu.
Uzunca bir süredir ayakta bekleyen Yüce Eşek yorgunluktan titremeye başlamış beyaz ve soylu tüylerinin üzerinde alnından bir inci kadar berrak ter damlacıkları göğsüne doğru bir dere olma arzusuyla akmaya başlamıştı.
Her tarafı titriyordu. Mağaranın her bir köşesinde daha önce büyük hizmet veren eşeklerin birer eşyasıyla birlikte onları temsilen özlü sözleriyle beraber tahtın sağında ve solunda özenle yerleştirilmiş öylece duruyordu.
Koca Eşek:” Bir gün eşekliğinizle gurur duymak yerine utanç duyarsanız, sizi yönetenleri düşünmeden değiştiriniz!
Aynı yerde sayarsanız ve durumunuzda bir değişiklik olmazsa yurdunuzu değiştiriniz.”
Yüce Eşek, son derece kibardı, asla anırdığı görülmemişti. Zaten eğitimli ve soylu eşekler asla anırmaz, bağırmazdı. Yüce Eşeğin beyaz tüyleri terden sırılsıklam olmasına karşın sevimli duruşundan bir nebze taviz vermeden sözlerine başladı.
“Değerli Eşekler: Bir kaçınızın Üzerinizde gösterişli ve renkli semerler görüyorum. Bu aramıza ayrılık koyar. Böyle yapmayın beni dinleyin!” der demez üç-beş eşekten çıkan homurdanmalar ve anırmalar mağarada yankılandı.
Yüce Eşek: “bu böyle olmaz dedi Gelin bize yakışır bir şekilde bu meseleyi değerlendirelim. Anırmak, hiçbir sorunu çözmez. siz de iyi biliyorsunuz ki bize yakışmaz..! Yapmayın dedi.”
Kara Eşek söz istedi, Yüce eşek başıyla müsaade verdi. Kara Eşek kürsüye çıkmak için değerli taşlarla süslenmiş semerini çıkarttı, kürsüye yürüdü. Kara Eşeğin yüzündeki gurur ve kibir, mağaranın her bir yanını kapladı, mağaranın kuytuluklarında yaşayan böcekler, diğer minik canlılar neredeyse kibir yüklü bu havadan zehirlenecekti.
Yuvalarının ağzından Eşek konseyini dinleyen, izleyen; karafatmalar, yılanlar akrepler ve örümcekler hemencecik yavrularını içeri alıp yuvalarına bu zehirli havanın girmesini engellemeye çalıştılar. Bu kötü havadan Yüce Eşek ve diğer asil eşekler de nasibini aldı, astım krizine benzer bir öksürük tuttu hepsini. Yüce Eşek, öksüre öksüre, Kara Eşek’e kürsüyü devretti.
Sözü ve kürsüyü devralan Kara Eşek Bütün mağarayı inleten bir anırma ile sözlerine başladı.
_Kardeşlerim beni iyi dinleyin. Uzun süredir. Sınırlandırılmış, törpülenmiş, şekillendirilmiş kalıplaşmış bir hayatı yaşıyoruz. Kendi ellerimizle şu muazzam dünyayı kendimize daraltıyor, dünyanın neredeyse tüm lezzetlerinden kendimizi mahrum bırakıyoruz.. Bir edeptir tutturmuşlar yeter diyorum yeter! Aramızda rengarenk asil semerleriyle benim gibi düşünenleriniz... Artık istediğimiz gibi... İçimizden geldiği gibi yaşayalım. Biliyorum sizlerin de çoğu benim gibi düşünüyor, gelin bu devranı tersine çevirelim! Ben sizin kardeşiniz olarak daha mutlu ve huzurlu bir hayat için elimden gelen her şeyi yapacağım.
Yüce Eşek, temiz ve tüylü toynaklarıyla eski dostlarının resimlerini, sözlerini, eşyalarını işaret etti. Ve sözü aldı.
_ Kardeşlerim şu yaşantımız aşırılıklardan arındırılmış, tecrübe edilmiş bir hayattır. Maceraya gerek yok. Özgürlük dediğiniz şey nedir? Bir canlının kendi hür iradesiyle intihar etmesi sizce bir özgürlük müdür. Anlık bir haz için bütün bir hayatı tehlikeye atmak özgürlük ile açıklanabilir mi? Sınırsız haz arzulanan şeye ulaştıktan sonra mümkün müdür? Mutluluk nedir? Mutsuzluk nedir? Varlık nedir? Yokluk nedir? Neden bazıları varlıklarıyla mutlu ederken bazıları da yokluklarıyla mutlu eder? Sizin üzerinizdeki semerleriniz Bir şeyleri örtmek için mi yoksa ifşa etmek için mi?
Ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz ki hiçbir güç değişimin karşısında duramaz. Fakat makul olan geçmişi yok saymak değil geçmişin üzerine değerleri ve tecrübeleri inşa etmektir. Bu yüzden yok etmek yok saymak kötüdür. Anlamlı olan var saymak, üst üste koyarak ilerleyebilmektir. Medeniyet çok eski bir ağaçtır renkleri ve kökleriyle her katmandan her çağdan beslenir. Ama görüyorum ki kendini bilmezin biri bu ağacı baltalamaya çalışıyor. Emin olun ki o ağacı baltalayan kendi bacaklarını, gövdesini baltalamış olur.
Yüce Eşek’in bu konuşmasından sonra; umut ve inançla beslenen mağaranın çatlaklarından mağaraya damla damla umut ve inanç sızmaya, mağaradaki tüm canlılar nefes almaya başladı.
Mağaranın en eski ailesi örümceklerin en yaşlısı çok umutlanmadı çünkü; o daha önce de böyle çatışmalara şahit olmuştu. Nefret, öfke, kibir gibi güçlü Ve kötü duyguların her zaman merhamet, sevgi ve affetme gibi asil duygulara galip geleceğini biliyordu. Gerçek anlamda kötülüğün yok edilebilmesi için canlıların bilgi ile beslenmesi gerekirdi. Yaşlı bilge örümcek de bu yüzden yavrularını her sabah bir damla bilgiyle beslerdi, beslerdi ki dünyayı öfke, nefret yönetmesindi.
SİYAH BEYAZ EŞEK
Eşek diyarının ilk bilge eşeği siyah beyaz eşekti. Ona göre en değerli canlılar bitkiler idi. Bitkilerin en zayıf ve en cömert olduğuna inanırdı. Buna rağmen bitkileri kutsamaz veya bir şeyden üstün tutmazdı. Herkesten uzakta yüksek bir dağın içinde gizlenmiş bir mağarada yaşardı. Ara ara eşeklerin arasına çıkardı, siyah ve beyazdı tam ortadan düz bir çizgiyle ikiye ayrılmıştı.
Kuyruğu bile tam ikiye bölünmüş şekliyle yarısı siyah yarısı beyazdı.
Bir gün mağarasından sıkılıp diyara inmeye karar verdi. Yavaş ve kendinden emin yürürdü, bu sebeple bazen iki gün yürüme ile eşek diyarına varırdı. Oysa en fazla altı saatlik mesafede idi mağara.
Gene bir gün mağarasından çıkıp yürürken yaklaşık üç saat mesafelik yol yürümüştü ki taşlık yolun kenarında bulunan küçük bir düzlükte bir yavru eşek gördü. Yavru eşeğin sevimli ve Kendinden emin tavrı siyah-beyaz eşekte bu yavru eşeğe karşı bir anda acıma ve sevgi arasında bir duyguya ve tavra dönüştü. Minik eşeğin Yüzündeki mutluluk ve sevimlilik fark ediliyordu.
Buna rağmen yavru eşeğin yüzünde onun duygularını açıkça ortaya koyacak herhangi bir mimik yoktu. Siyah-beyaz eşek, Yavru eşeğe yaklaştı ve sordu.
Sen ne yapıyorsun burada?
Efendim dün bir eşek zehirlenip öldü yediği mantarın türünü öğrenmeye çalışıyorum.
“Hım” dedi. Siyah-beyaz eşek tüm ağırlığı ve ciddiyetiyle ama test etmek için sert baktı, çok sert baktı, daha da sert baktı. Yavru beyaz eşek , tüm benliğiyle ve kendisi kalarak: “bana öyle bakmayın ben sizden korkacak değilim.” Dedi.
Siyah-beyaz eşek tamam dedi sonra yerdeki en parlak ve en renkli çiçeği koparıp yavru beyaz eşeğe yöneldi. Dikkat çekici çiçeği sağ toynağı ile sağa sola bir pervane gibi çevirdi. Tekrar yavru beyaz eşeğe baktı. sonra tüm doğallığıyla
Neden kopardım bu çiçeği?
- Bilmiyorum.
- Düşün
Yavru beyaz eşek, önce siyah-beyaz eşeğin elindeki çiçeğe sonra siyah-beyaz eşeğin yüzüne daha sonra uzayıp giden tepelere ve çiçeklere dikkatlice baktı, hiç konuşmadı, ciddiyetle sorunun cevabını düşünmeye başladı. Siyah-beyaz eşeğin elindeki çiçek hala dönüp duruyordu. Yavru beyaz eşek tekrar tekrar bakıp durdu. Çiçeklere, tepelere ve Siyah-beyaz eşeğin yüzüne. Çiçeğin en güzel ve dikkat çekici olduğunu fark etti. Ancak çiçeğin koparılma nedenin bu olacağına ihtimal vermedi. Yine yavru beyaz eşek Siyah-beyaz eşeğin gözlerine baktı ve yanıtladı. “En renkli en parlak çiçek” dedi. Siyah-beyaz eşek, nasıl bildin? Diye devam etti. Yavru beyaz eşek,
- Bilmiyorum
- Ama bildin
- Bilmiyorum
- Sen bu çiçeği neden kopardığımı bildin.
- Hayır ben sadece elinizdeki çiçeğin özelliklerini söyledim.
- Mükemmel! Sen çok dikkatli bir eşeksin
- Neden kopardınız o çiçeği?
- Sana unutamayacağım değerli bir bilgiyi öğretmek için.
- Nasıl
- Bak yavru eşek canlılar içinde en dikkat çekenler en renkliler en gösterişliler ilk olarak kaybederler ve sen de olağan dışı bir biçimde dikkat çekisisin aynı zamanda akıllısın bu yüzden son derece dikkatli olmak zorundasın
- Anladım teşekkür ederim.
MECLİS 2
İlk oturumda, Asiler kaybetmişti, Kara Eşek yandaşlarına bir toynak işaretiyle mağaradan uzaklaşmalarını işaret etti. Kara eşek ile gitmek isteyenler, toparlandılar mağaranın kapısına yöneldiler. Yüce eşek, Kalabalığın içinden ağır adımlarla yürüyen Kara eşeğe, en samimi hali ile: “gitme” dedi. Kara eşek hiçbir kelime ve ifade ve işaret etmeden, yürüme şeklini ve tavrını değiştirmeden mağaranın kapısına doğru hızlıca ilerledi. Mağaranın sağından aşağı indi. içerideki eşeklerin suratlarına öylece boş boş, son bir kez tüm mağarayı baştan sona süzerek bakıp ağır adımlarla yürüyerek bir kez bile arkasına bakmadan çıkışa yöneldi. Taraftarları peşinden aynı ağırlıkla yürüdüler, Mağaranın sağ tarafından yavaş yavaş indilr, Kara eşek son derece dikkatli idi, etrafını dikkatle gözlemlerdi, beyninde onlarca bilinmeze rağmen kenarda duran sarı eşeği gördü, heyecanlandı. Hemen diğer eşeklere” sarı eşeği alın. Onu burada bırakmayın.” Dedi asiler, sarı eşeği yanlarına alıp meşe ağaçlarının arasından gözden kayboldular.
Asiler mağaradan ayrıldıktan sonra; Yüce Eşek, konuşmasını sürdürdü, sürdürmek zorundaydı yoksa; Eşek Diyarını bir arada tutamazdı. Konuşmasından önce, yüzünde çocukça bir sükunet ve masumiyetten başka; hiçbir duygu yoktu, gözlerini oradaki eşeklerin hepsine ayrı ayrı dikti, epey bekledi, mağaradaki tüm canlılara umutla baktı, mağara bahardaki bir ağaç gibi yosun tuttu, çiçek açtı. Yüce Eşek iri gözlerini kapattı, biraz da sessizliği dinledi, böylece o da kuvvet topladı, ve sordu. “Özgürlük” çok tatlı bir kelimedir pekiyi hanginiz bana bunu ne olduğunu kanıtlayabilir, ve bunun mutlulukla ilişkisi nedir?
En küçük eşek:” Ben doğada güvenle gezip tozup eğlenirken özgürlüğü hissediyor, mutlu oluyorum.
Hımm! “Güven”. dedi Yüce Eşek kelimeyi uzunca tekrar ederek... Ve devam etti.
Güvende hissetmediğinde özgür ve mutlu olmuyor musun?
_Olmuyorum!
_Demek güvenmek ha! Neye güvenmek, kime güvenmek, güvenmek ne?
_ Güvenmek: Bence ihtiyaç duyduğunda hiçbir tedbire gereksinim duymadan içinden geldiği gibi sorunsuz bir şekilde uyumak, aynı şekilde uyanmak…
Neye güvenmek dersen dost! Her şeye bir kıymıktan tutun da, bir ormana kadar… topraktan tutun da pamuk bulutlara kadar… dostunuzdan tutun da düşmanına kadar…
_ Peki bana neden dost dedin? İlk kez biri bana bu kelime ile hitap ediyor.
_ Çünkü sen dostsun, geçen yıla kadar , biz küçük eşekleri, tek tek kontrol ederdin, bizi öpmeden yanımızdan ayrılmazdın, şimdi biliyorum ki çok hastasın artık yürüyemiyorsun,
Ben sadece seni dost biliyorum. Çünkü sen bizi üzme pahasına bize yalnızca hakikati, gerçeği söylerdin. Ve anlamamız için gözlerimize bakardın. Ben sadece dokunabildiğim kişilere güvenirim.
_Düşman kelimesi biz de yasaktır, sadece yaşlılar bilir, nerden öğrendin sana kim öğretti.
_ Kara Eşek, birkaç aydır, düşmanlarımızın olduğunu söylüyor. Senin yaşlılığın yüzünden düşmanlarımızın, bize zarar vereceğini ve senin bizi koruyamayacağını, kendimizi korumamız için bize kalın kalın semerler getirdiğini söyledi, Kara Eşek. Semerler bizi hem doğadan, hem düşmanlarımızdan koruyacakmış. Ama; ona inanmadım. Çünkü bulutlar, ağaçlar, kuşlar, yağmur, kar hatta; fırtına bizim düşmanımız olamaz, neden biliyor musun dost?
_ Neden?
_ Çünkü; hepsi de gelmeden önce bizi haberdar ederler, bize geleceklerini önceden söylerler.
_ Nasıl?
_ Bazen sesleriyle, bazen kokularıyla bazen bize dokunarak bazen de hissettirerek… Mutlaka bize haber verirler.
Küçük bilge Eşek konuşmasına hala devam ediyordu. Yüce Eşeğin göğsüne Çelik bir yumruk gibi indi bu sözler. Hem umut doluydu. Hem korku… O kadar büyük bir çaresizlik içine girdi ki tarif edilemez. Eşit güce sahip iki bilek güreşçisinin galip gelmeye çalıştığı ancak hiçbir suretle birinin diğerine galip gelmediği ve hiçbirinin pes etmediği bir yarış gibi her geçen saniye ıstırabı daha da büyüyordu. Gözlerini küçük eşeğin gözlerine dikti. Gözlerden damlayan ilk yaş ile birlikte her iki duygu da zamana yenik düşmüş bir su damlası gibi evrenin bir yerine, öğrendiği davranış biçimiyle hiçbir canlının fark edemeyeceği, bir şekilde uçup gitti.
Soruma cevap vermek isteyen başka eşek var mı? Diye sordu Yüce eşek.
Yaver Eşek: “Ben...”dedi. Yüzünü yere eğerek... Yüce Eşek sağ toynağının içini göstererek izin verdi.
_ Ben bilginin ve bilgeliğin bana değer kattığını gördükçe hür ve mutlu hissediyorum.
- “Bilgi ve bilgelik” dedi. Devam etti. Sana bilgili ve bilge olduğunu anımsatan nedir?
_Yanlış da ısrar etmiyor, hakikati sürekli arıyorum. okudukça eski düşüncelerimin basit ve yetersiz olduğunu görüyorum. Bilgiye ulaşmak için çıktığım uçsuz bucaksız yolculuk beni özgürleştiriyor, her bilgi kırıntısı da beni daha da mutlu ediyor.
_teşekkür ederim sana yaver.
“Başka..?” dedi. Dört ayağı üzerinde zor duran yaşlı bir eşek, yerinden kalkıp kürsüye ilerledi.
Yüce Eşeğin yanına gelip, onun alnından öptükten sonra; kürsüye geçti, konuşmasına başladı:
Ben Yüce Eşek ile aynı gün dünyaya geldim, onunla büyüdüm. O yüzden onun çocukluğundan birkaç örnek vereyim ki bugün başımızda duran eşeğin kıymetini bilesiniz. Bir gün beraber oynuyorduk. Yüce Eşek oyunu bıraktı, koşarak bizim kutsal ağacımızın altına gitti, ben de onun peşinden koştum, onun yanına vardığımda hüngür hüngür ağladığına şahit oldum. O zamanlar eşekler anırmaktan, çifte atmaktan, birbirini ısırmaktan gayrı pek bir iş ile meşgul olmazlardı. Beraber oturduk onu teselli etmeyi düşünecekken;” Hayat bu değil, bu olmamalı…” dedi
- Ne yapabiliriz ki diye sordum.
- Mesela anırmayabilir, ısırmayabilir, çifte atmayabiliriz.
-O zaman yapacak bir şeyimiz olmaz ki ...
-Denedin mi ki..? Bilesin...
-Kusura bakma! Ben eşekliği de denemedim. Hem denemekle sadece kendimizi tehlikeye atmaz mıyız ki?
-Neden kendimiz tehlikeye atalım?
-sözgelimi –eliyle yerdeki minik bir mantarı göstererek- şunu yersem ve ölürsem sadece denediğim için ölmez miyim?
-Hayır! Onu denediğin için ölmezsin. Aksine onun ne olduğunu bilmediğin ve öğrenmediğin için ölmüş olursun.
-Ben onun ne olduğunu biliyorum.
-Zehirli olup olmadığını da biliyor musun pekiyi?
-Bilmiyorum, öğrenmek için de hayatımı tehlikeye atamam!
-Öğrenmek canlıların hayatını kurtarır, öğrenmeyi tehlikeli bir davranış olarak görme... Bak ben yerdeki mantarın zehirli olup olmadığını biliyorum çünkü; öğrendim. Benim öğrendiğim senin ve bütün eşeklerin o minik mantardan sakınması gerektiğidir.
-Nasıl öğrendin?
-Geçenlerde mantar yiyip zehirlenen bir eşek vardı.
-Hatırladın mı? İşte o eşeğin mantarı yediği yere gittim. Yediği mantarı her yönüyle araştırdım. Rengine, çizgilerine, noktalarına şekline varana kadar her şeyine baktım. Sonunda zehirli mantarların ortak özelliklerini öğrendim.
-Çok akıllıca...
-Madem akıllıca, sen de yeterince öğrenmekten, gözleyerek ve sorgulayarak yaşamamaktan kork
- Ama zahmetli, çok uğraş gerektiriyor.
_-Bu hayatta hiçbir şey ama hiçbir şey başıboş ve bilinçsiz yaşamaktan daha zahmetli ve tehlikeli olamaz.
_Neden böyle düşünüyorsun, ben hiç de sıkıntı çekmiyorum, gönlümce yaşıyorum.
_ Haklısın! çünkü kendini dahil hiçbir şeyi değiştirmeyi, dönüştürmeyi, geliştirmeyi düşünmüyorsun. Oysa ben acı çekiyorum, etrafımdaki şu amaçsız eşekleri her gördüğümde
İşte... Yüce Eşek, sıpa iken de son derece akıllıydı. Onun bu özelliğini bilen, büyükler, her yere onunla gider, onu yanlarından ayırmazdılar... Mağaradaki tüm eşekler, bilgilerince, güçleri ölçüsünde, iyiliği anlatmaya devam ettiler anlattıkça mağara çiçekler açmaya başlayan ve bu çiçeklerin yaydığı güzel kokular her bir yana sarmaşıklar gibi yayılan bir bahar cümbüşüne dönüşüyordu.
BATI YURDU VARIŞ
Kara eşek aklı ve tecrübesini doğru şekilde kullanmış Batı yurduna hiç zarar görmeden hatta yorulmadan varmıştı. akıl ve tecrübe bu yüzden çok değerliydi canlıların kendilerinden ve çevrelerinden en iyi şekilde istifade etmesini sağlayan temel unsurlar akıl ve tecrübeydi. kara eşek bir nehir boyunca ilerleyerek ve sabahın erken saatlerinde doğu rüzgarını arkasına alarak en az enerji harcayarak en hızlı şekilde Batı yurduna ulaşmıştı.
Kara eşek denizi çok severdi, dalgaların sonsuza kadar uzanan kıvrımlı hareketlerini yalnızlığına eşlik ettiğini düşünür, ruhumdaki kasveti, deniz rüzgarlarının alıp azalttığını ve ruhunu dindirdiğini söylerdi Kara eşek batıya varır varmaz denizi seyre koyuldu. Sonsuzluk hissi uyandıran Denizi seyreden Kara eşeğin yüzündeki asil duygular bir anda güneşi gören yıldızlar gibi ortadan kayboldu ve Kara eşeğin yüzünü ağır bir ciddiyet kapladı. Oturduğu yerden denizin sonsuzluğa çağıran zehirli davetini ruhunda dolaşmasına izin verdi. Her ne olursa olsun bir şeyi bilmek ve tanımak ondan gelecek tüm zararları engellemeye yeterdi. Yenilik bu yüzden herkes için tehlikelidir. Zaten uçsuz bucaksız güven tarifsiz bir aptallığın yegâne işaretiydi. Kara eşek hiçbir zaman hiçbir şeye hiçbir şartta tavizsiz ve sonsuz bir güven beslemezdi Aslında Kara eşek hiç güvenmezdi yalnızlığının temelinde bu güvensizlik yatardı oysa Kara eşek hırsının ortasında etrafı tamamıyla kapalı bir hücredeydi, bu durumdan en çok da kendisi rahatsızdı. Kara eşek zehir saçan hırsının köleliğinden haz etmiyordu ancak bu hırsından da vazgeçemiyor; bu zehir saçan acı veren hırsı yüreğinden söküp atamıyordu bilakis bu zehrin ve acının biricik kaynağı hırsının peşinden giderek acısını ve yalnızlığını olabildiğince büyütüyordu. Bu acının varlığını hissediyor ve bu acıyla alınabilecek en büyük hazzı yine acı çekerek duyuyordu. Tarifsiz yalnızlık, her şeyiyle her şeyi ama her şeyi bilmek ve hissetmek buna karşın hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin arasına karışmamak tadına bakmamak görüntüsüne kanmamak yalnızlık gerçek yalnızlık... Ne kadar ağır bir yüktür. Görmek bilmek hissetmek ama yaşamamak... ve kendini bunlardan bilerek, isteyerek uzak tutmak çok ağır bir yüktür.
Bu ağır yüke sabır deniyordu. Sabır tüm evreni kırılmayan bir çubuğun üzerinde tutmaktan farksızdı. Ancak Kara eşek o çubuğun evrenin ağırlığı altında kalan acınacak tarafından bakmıyordu o evreni taşıyan bir çubuğun sahibi olmanın gururu ile övünüyor ve o kimsenin görmediği gücü görüyor için için bu hazzı yaşıyor ve tüm ruhunda o gücü hissediyordu. Zaten başarı da mutluluk gibi sadece bir bakış açısından başka bir şey değildi.
Kara eşek yalnızlığın kendisine bir armağanı olağan hayal ve düşünce gücünü denizin köpüklü dalgalarına bıraktı. Sağına doğru yavaş ilerliyordu denizin kıyısına varmıştı kenara çekildi ve Deniz’in sonsuzluğa davet eden görüntüsünü seyretmeye koyuldu o an için kara eşeğin yüreğinde herhangi bir duygu yoktu, denizin sakinleştirici sesi, görüntüsü ve yosun kokusu taşıyan rüzgar Kara eşeğe eşlik ediyordu Bir ırmağın denize ulaşmış geniş ağzının sol kenarında oturmuştu ne Rüzgar ne Deniz kendini dayatıyordu, varlardı ve hissediliyorlardı. Ve davetkarlardı Kara eşek Batı yurduna ulaşmak için nehrin solundan sağına geçmek zorundaydı yorgun olmadığı halde günün doğumuyla nazlanan denizin kendini güneşe sunmasını seyretmek istiyordu, zamanı ve gücü en doğru şekilde kullanarak ilerlemiş ve varmıştı Batı yurduna.
Kara eşek ruhundaki başarının dinginliği ile denizi seyrederken batı yurdu lideri Kara şeyi gördü Kara eşeğin tevazudan uzak ama asalet dolu silueti güneş ve kara arasında duruyor, yeri ve göğü birleştiriyordu.
Güneş, varlığını tek seferde en uzak mesafeye kadar hissettirebildiği için denizi çok severdi, diğer canlılar da varlıklarını ne kadar hissettirebilirse o kadar severlerdi birbirlerini ve yanındakileri. Sevgi engelsiz olmalıydı hatta ölürcesine, öldürürcesine mi değil.. Sadece olmak ve hiçbir surette kendini dayatmamak sevgi buydu. Denizde dağlar gibi güneşin ışınlarına engel olacak hiçbir şey yoktu. Tüm canlılarda öyle değil miydi? Varlığını en iyi, en uzak, en çok, en rahat hissettirebildiği şeyleri ve kimseleri severlerdi. Kara eşeğin yeri ve göğü birleştiren kapkara bedeni, Batı yurdu liderine güç ve umut aşılıyordu. Batı yurdu lideri en iri eşekti. Gözleri burnu ağzı ayakları ve bedeni her şeyi diğer eşeklerden daha iriydi her şeyin kokusunu daha rahat alırdı. en uzağı daha kolay görürdü ve her şeyin tadını en iyi o alırdı. Hemen yanındaki eşeklere Kara eşeğe yardımcı olmaları için Emir verdi.
MAVİ VE BEMBEYAZ
Mavi eşek, uzayıp giden otların üzerinde uçuyormuş gibi ilerliyor, adımlarını yavaş ve seri ama kesintisiz atığı için kayıyor gibi görünüyordu. Mavi eşek, otların içerisinde bembeyaz bir eşeğin tek başına bir şeyle meşgul olduğunu gördü. o kadar sevimliydi ki bu beyaz eşek mavi eşek hiç düşünmeden ancak hızlanmadan tüm naifliğini koruyarak bembeyaz eşeğe doğru ilerlemeye başladı. Rüzgar her zamanki gibi tüm zayıfların başlarını, başakların boyunlarını bir sağa bir sola hareket ettirerek, mavi’nin yumuşacık masmavi tüylerini olabildiğince okşayarak; tüm evrene varlığını hissettiriyordu. Rüzgar doğadaki işleyiş için olmazsa olmazdı ve görevini de en güzel şekilde yapıyordu Rüzgar, hareket kabiliyeti olmayan bitkileri buluşturan çıkarsız, mükemmel bir çöpçatandı. Aynı zamanda eşeklerin ferahlaması gibi sıradan görevler de üstlenmişti. Doğa ne kadar cömertti. Ve bunu aşkla yapardı. Cömertliğin ve aşkın birlikteliği eşeklere ne kadar da uzaktı. Ah eşekler, bunun hazzını bilselerdi asla tutmayı, biriktirmeyi, sahiplenmeyi seçmez, paylaşırlardı. Bu paylaşımın karşılığında sebepsiz bir mutluluğa ulaşırlardı. Ah... Hâlbuki eşekler, sahip olmayı, sahiplenmeyi, tutmayı hatta saklamayı mutlulukla ilişkilendirme gayretindeydiler. Mutluluk basit histir. Hisler de maddeden elde edilemez. Hele ki cansız maddelerden asla...
Mavi eşek, rüzgara binmiş gibi ilerliyordu. Bembeyaz toy eşeğin yanına sessizce sokuldu. Bembeyaz eşek, doğadaki canlılara merak salmış pür dikkat bitkilere odaklanmıştı. Öyle ki burnunun dibindeki mavi eşeği görmüyordu. İlk kez mavi eşek, kıskandı. İlk kez bir eşek, mavi eşeği umursamıyor, belki de görmek istemiyordu. Mavi eşek, bembeyaz eşeğin dikkatini çekmek için, dünyanın en güzel ses tonuyla: “Sen beni görmüyor musun, yoksa görmemezlikten mi geliyorsun.” Diye sordu. Bembeyaz toy eşek, şaşkın ve bilgece; “Özür dilerim, sizi görmedim.” Der demez. Mavi eşeğin büyülü yüzünü gördü. Ve kendini ondan alamadı, hayretler içinde kaldı minik beyaz eşek, tek kelime etmeden mavi eşeğin büyülü güzellikteki mavi gözlerine daldı. Mavi eşek o kadar derin ve sonsuz bakıyordu ki beyaz toy eşek orada sonsuza kadar kalmak istedi. Gözlerine sadece mavinin gözlerine bakıyor, sonsuzluğa dalıp gidiyordu. Mavi eşek, konuşuyor ancak beyaz eşek onu duymuyordu. Kelimeler evrene uçuşan manasız bir sesten başka bir anlam ifade etmiyordu. Bu minik eşeğin bakışları o kadar saf ve derin bir duygu barındırıyordu ki mavi eşek sustu. Saatlerce sustular, susuştular; susmak ve susuş bir daha asla kendini bu kadar anlamlı ve değerli hissetmedi. Bembeyaz eşeğin kalbi o kadar hızlı atıyordu ki mavi onun kalp atışını duyabiliyordu. Zaman acımasızlığını tüm varlığıyla hissettiriyor. Durmak bir yana, hiç olmadığı kadar hızlı akıyordu. Koca bir gün bir salisenin onda biri gibi aktı gitti. O kadar hızlı aktı ki güneş apar topar görevinden kovulmuş masum, özverili ve çalışkan bir eşek gibi, Gece ve karanlık yatağından üstüne bir şey almadan alelacele göreve çağrılmış, gelmek zorunda kalmış gibi hissetti. Karanlığın etkisiyle mavinin büyüleyici bakışlarının etkisi azaldı. Beyaz minik eşek âna ve hakikate geldi, cennetten kovulmuş gibi hissetti. Mavi Eşek de Beyaz eşeğin ruhunda filizlenen masum ve büyük duygunun karşılığını aynı şekilde vererek onun ruhunda kaybolmuştu. İki eşek, aynı anda bir ürperti, şaşkınlık içinde tarif edilemez bir hisle gerçekliğin acılığına bulandılar. Yürekleri acı içerisinde güneşin içinde yaşamaya mahkûm edilmiş gibi yandı. Birbirlerinin ruhlarına bakışlardan ulaşabilmek için ikisi de ışık arıyordu. Sözlere ihtiyaç duyacak acizliğe tevessül etmeden yuvalarına çekildiler. Zaman acımasızlığını bir başka yönüyle gösteriyor, bir kaplumbağanın aya yaya ulaşması gibi imkansız bir ağırlıkta işliyordu. Zamana akıl sır ermiyordu.
Kaynağı sonsuzluğa uzanan mavi eşek ile varlığı sonsuzluğa uzanan Bembeyaz eşeğin bir sonraki buluşması güneşle mümkündü. Ancak zamanın keyfiyeti bunu imkansız hissettiriyor, iki eşeğe sadece acı veriyordu. Mavinin aklı beyazda, beyazın aklı mavideydi. Buna akıl demek mümkünse tabi... Bu tarifsiz duyguya eşekler aşk diyordu. Mavinin ve beyazın aşkı sonsuza kadar süren tek aşk oldu. Asla konuşmadılar, asla bedenlere ulaşmadılar, ruhlarını birleştirip sonsuza kadar bu duygunun tarifsiz lezzetine vardılar. Zaman, zamanla bir dengeye vardı. Ve rutin akışına geçti.
GRİ EŞEK
Gri Eşek, Kara Eşeğin, söylediklerini onaylayıp yola düştü, hiçbir şey sormadı. Güneş, az pişmiş bir yumurta gibi turuncuya çalan görüntüsüyle ve huysuz bir ihtiyar gibi uykuya dalması çok uzun sürmedi. Gri Eşek, Kara Eşeğin ona söylediği sözleri tekrar edip duruyor, kuzeyde tüm doğaya meydan okuyan, kibirli dağların merhamet ve tevazu göstergesi tek vadisinden, yapayalnız, bir başına geçecek olmanın büyük korkusunu, kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirecek olmanın gururuyla örtmeye çalışıyordu. Ancak onu uzaktan gören biri, pısırıklığını ve korkaklığını kolaylıkla fark edebilirdi. Deve dikenlerinin, Mora çalan pembemsi yumru çiçekleri ve dinç gövdesiyle, sağında ve solunda hafif kurumuş çimenleriyle, yer yer irili ufaklı kayalarıyla çevrilmiş yolu, Gri Eşeğin dört nala koşmasıyla ortaya çıkan toz bulutları, sarıverdi. Yolun ortasında bulunan, asimetrik ve sivri taşlar, Gri Eşeğin, başarıya aç toynaklarını kanatmasına rağmen; Gri Eşek, hiç durmadan kuzey dağlarının eteklerine kadar ter içinde ulaştı. Gecenin ortalandığı saatlerde, nefes nefese kalan eşek, vücudundan gelen biyolojik uyarıları Kara Eşeğin, ölüm saçan bakışlarını hatırlayarak bastırıyordu. Dağlar bin yıllar önce uyanmamak üzere uykuya daldıkları halde, bu vadiden geçen canlının ne olduğunu merakla şöyle hafiften ama son derece kibirli bir şekilde burunlarının ucuyla baktılar. Başındaki sisin yatıştırıcı nemini derinlemesine içine çeken en yüksek zirve, göğsündeki kıpırdamayı hissetti , Gri Eşeğe baktı. Gri eşeğin, hırslı iniltisi, vadideki rüzgarın etkisiyle hışırdayan yaprakların sesini ve vadide amansız akan derenin şırıltısını baskılayarak tüm evrene ulaşma ve takdir edilme arzusuyla galip geliyordu. Dağların güneş görmeyen, kimsesiz yamaçları, kibirlerini baskılayıp Gri Eşeğe acıyarak bakıyordu. Bu yamaçların çatlaklarından kendine yol bulup çıkan su damlaları uzunca bir tüneli binbir zahmetle kazıyıp özgürlüğüne kavuşan mahkumlar gibi mutluluktan sarhoş halleriyle dereye inen en yakın patikayı izliyor sağa sola minik zikzaklar çizerek aşağı süzülüyorlardı. Gri Eşek sadece dereye ulaşmaya çalışan yeryüzünün en masum sıvısını yudumlamak için durdu. Dişlerinin arasında hala çimenlerin minik bedenleri mücadele etmeye devam ediyordu. Suyu içtikten sonra alt ve üst dudaklarını dışa doğru büktü, dişlerini gösterdi ve anırdı Gri Eşek. Sonra kanayan toynaklarını daha da hırslı bir şekilde dağların göğsüne vura vura, yoluna devam etti.
Gri Eşek, yüzüne vuran gün ışığıyla, bir kabustan irkilir gibi uyandı. Nasıl ve neden uyuduğunu hatırlamıyordu. Belli ki vücudu bu gidişe dur demişti ve hatırlamadığı bu yere çöküp kalmıştı. Tekrar bir hışımla yola koyuldu. Ama gidemedi, gözünü açtığında güneş onun bitkin bedenini kavuruyordu. Eşek aptal aptal ellerini göğe açtı, kendisinde bir sorun olduğunu farketti, çaresizce yalvarıyor inliyordu. -Ahh eşek, beslenmen gerekiyor, hem de sürekli beslenmen gerekiyor yoksa bir adım atamaz, ilerleyemezsin. Hırs, takdir edilme, arzu inanç bir yere kadar götürür seni, sonra sürekli ilerleyebilmek için sürekli beslenmen gerekir. Ah Eşek ah…- Ne yaptıysa kalkamadı, gözleri artık değil ufku, bir adım önünü görmüyordu. Yarı baygın haliyle, başını bir sağa bir sola oynatırken birden ağzına bir bitki değiverdi, anlamsızca, amaçsızca ısırdı ve çiğnedi, derken bir ısırık bir ısırık daha sonra gözleri açıldı, ilk önce uzağı gördü. Ancak ayağa kalkmaya korkuyordu. Yerde uzanmış haliyle bitkiyi yemeğe devam etti. Vücudundaki enerjiyi artık hissediyordu ve ayağa kalktı. İlkti, Gri eşeğin beslenmeyi öğrenmesi ilkti oysa daha önce diğer eşeklerle belki de sırf diğerleri yapıyor diyerek o da yiyordu. Şimdi öğrenmişti. İlk adımı attığında, kendinden o kadar emin bir şekilde anırdı ki ağaçlardaki tüm kuşlar korkuyla yuvalarını terk edip ağaçlardan uzaklaştılar. İşte korku bir canlıyı evinden yurdundan edecek, bir sonraki dönüşe endişe ve tedirginliği ekleyecek kadar ağır bir duyguydu. Bu yüzden ağır duygular canlıları ezerdi, yok ederdi çünkü endişe canlıyı başkalaştırırdı ve korkunun bir alt duygusuydu. Bilinmezlik ani ve güçlü olduğu zaman kaosun biricik dostuydu. Haliyle kuşların acemi olanları yuvalarında fütursuzca dağıldıklarında dallara, biribirine çarpa çarpa uçuşmuşlardı. Bir çoğu epey uzakta farketti yaralarını, vücutlarındaki kırıkları. Bir çoğu da yavrularını, meskenlerini bırakıp bir daha dönmediler.
Gri Eşek anıra anıra doğaya ve kuzey bölgesine varlığını hissettire hissettire ilerliyordu. Öğrenmenin verdiği mutluluk ve sarhoşluk ve ulu kuzey dağlarının en zor kısmını aşmış olmanın hazzıyla tozu dumana katarak dört nala koşuyordu. Kuzey dağlarının hemen hemen en masum kolu ufukta belirmişti. Gri Eşek artık uzakları görebiliyor ve görebildiği her şeye kolayca ulaşacağını düşünüyordu. haliyle tedbirsizce ufuk çizgisine odaklanmış kararlı bir şekilde, beyninde, ruhunda, yüreğinde beliren anlamlı anlamsız küçük büyük her ne varsa; onu daha da yüreklendiriyor küçük ve keskin taşlarla dolu yolu bir bıçak ağzı gibi keserek yola doğru sarkan masum minik dalları ve dalların uçlarında Doğuma gebe tomurcuklara çarpıp parçalayarak umursamadan ilerliyordu.
Gri Eşek ne olduğunu anlamadan tökezledi, birkaç takla attı, olduğu yerde ağlamaklı ve biçare inleyişiyle gözlerini tekrar göğe dikti. Hissettiği tek şey acıydı, acının acısıydı. İnim inim inliyordu Gri Eşek.- Ahhh! Eşek ahh ilerlemek için ayaklarım sağlam olmalı, ayakların ulaşacağı kökleri olmalı, kökleri saran bir toprak, o toprağı besleyen bir su… Ahh Eşek ahh! Yeterince beslenmeden, ayaklarını yere basmadan ilerleyemezsin ahh!- Tekrar acemi toynaklarını göğe doğru açarak o iri güzel gözlerini çaresizce dikti, ne diyeceğini ne yapacağını bilmeden inledi. Gri Eşeğin etrafındaki canlı cansız herşey onun yürek burkan inlemesini dinliyordu ve bu inleme bütün bir doğayı ve onu uyumunu bozduğu için ağaçlar kuşlar otlar huzursuz oluyordu.
Gri Eşeğin yaralı toynaklarını küçük bir balona dönüşmüştü. Dört toynağı da şiştiğinden ayakta durması imkansızdı. Olduğu yerde uzanmış düşünüyordu, sorgulamaya başlaması, ilkti. Aslında bu durum düşünmekten ziyade kendini bir hesaba çekme durumuydu ancak bunu yaparken düşünmeyi de ilk kez öğrenmişti. Bu bekleyiş sürdükçe, Gri eşeğin korkuları büyüyordu.
Kara Eşek ne diyecekti, şimdiden kara kara düşünüyordu. O kadar korkuyordu ki Gri Eşek ölümün onun bulmasının kendisini kurtaracak tek yol olarak görüyordu. Günlerce bekledi acılar içinde kabuslarla geçen onca gün… Ama ölmedi Gri Eşek. İyileşmeye yakın ayağa kalmak için niyetlendi fakat korkuları o kadar büyüktü ki cesaret edip koşmadı koşmayı bırakın yürümedi bile şimdi çoktan kuzey bölgesinin geniş düzlüklerinde zevkle yayılan eşekleri toplayıp kara eşeğe götürmüş olmalıydı. Gri eşeğin ruhunu saran bu korkuyu yenmesi gerekiyordu. Aksi halde tek bir adım öteye ilerleyemeyecekti. Tamamen iyileştiğini hissediyordu Gri Eşek. Yapayalnız olmanın veya kalacak olmanın içinin kemirdiğini hissediyordu ve bu nedenle kesinlikle kendisine verilen görevi yerine getirmeliydi. Sonuç ne olursa olsun hatta bunu başarmayacak olsa bile yürüyerek olsa bile kuzey bölgesine varacaktı. Aslında küçük kuzey dağlarının hemen ardındaydı ve düzlükler yakındı. Buna karşın son derece büyük bir kaygı taşıyordu. İlkin yürümeye karar verdi. Ancak bu sefer hırsla değil sağına soluna önüne ara sıra da arkasına baka baka temkinli bir şekilde yürüyordu. Ne de olsa tedbirsizliğin ağır bedellerini de içselleştirerek öğrenmişti. Zaten ilerlemedeki asıl maksat ilerlemekti. İlla bir yere varmak gerekmezdi. Sadece arada bir yol üstünde durup ihtiyacını gidermek veya kayda değer bir güzelliğin karşısında bir an için bekleyip onu izlemek dışında bir varıştan söz etmek pek bir ahmakçaydı. Bunu niye söylüyoruz çünkü bir yere varmak amacı bitirmez haliyle bir sonuca varmak da daha iyisini isteme arzusunu öldürmez bilakis her varış Yen’i bir başlangıca gebeydi.
Eşek Kuzey bölgesine vardıktan sonra ona inanan eşekleri veya ikna edebildiği tüm eşekleri alıp zorlu kuzey dağlarından yürüterek geçirecekti. Buna mukabil Kara Eşeğin ona karşı beslediği duygunun belirsizliği karşısında hala içinde büyük bir kuşku duyuyordu. Öyleyse belli bir durakta soluklanıncaya veya bir güzelliği keşfedinceye kadar ilerleyecekti. Gri Eşek düşünebilmenin biricik lezzetinin farkına varmış ve böyle aptalca bir sonuç bulmuştu. Vardığı bu sonuç onu hayata bağlamıştı, onu amacına ulaştıracak cesareti ona vermişti. Yavaş ve emin adımlarla ilerliyordu Gri Eşek. Yavaş ilerlediği için etrafındaki tüm güzellikleri görmeye başlamış ancak bu güzellikler için durmayı, onlara dokunmayı, onları nazlı nazlı seyretmeyi öğrenmemişti. -Belki de ereğin kendisi tüm bunları görmeye engeldi. Neyse biz Gri Eşeğin yolculuğuna dönelim.- Geri Eşek atık güneşe itaat edecekti. Bu yüzden güneşin batmasına doğru iyice hızlandı. Ancak eski hızının yanından bile geçmiyordu. Yolda yürürken yolun kenarında rengarenk çiçekli otlardan yemeyi de ihmal etmiyordu. Ve dikkatini çeken en önemli unsurlardan biri de yediği, tattığı her farklı otlar, onun hem daha iyi hissetmesini sağlıyor hem de onu hızlandırıyordu. Artık sadece yonca yemiyordu. Bir ara suladığını hissetti Gri Eşek. Etrafına bakındı ama su adına hiçbir şey görmedi, biraz telaşlandı, dayanacak takati olduğu için pek de bozuntuya vermedi. Emin, kararlı, tedbirli adımlarla sağı solu yeterince gözlemleyerek ilerliyordu ki yolun hemen sağında kendi boyunu aşan bir bitki ailesi gördü, usulca yaklaştı, köklerine baktı. İhtiyacı olan şey burda olmalıydı. Bu yüzden bu aileyi ailesi bilip yanlarından ayrılmadı. Ailenin arasına karıştı. Bu güzel ve gür aile onu dış etkenlerden koyucağı gibi ihtiyacı olan suyu da ona sunacaktı bundan emindi Gri Eşek. Usulca ve güvenle bu ailenin içine doğru merakla ve ısrarla girdi, ihtiyacı olan suyu da buldu ancak hafif bir birikintinin yanında çarpık bir çemberi andıran dışardan derin olduğu farkedilmeyen ancak kasvetli olduğu hissedilen daha da koyu asimetrik bir çember gördü, içindeki merak da son derece toydu, merakında etkisiyle o çembere doğru ilerledi. Ne olduğunu anlayamadan kendini Derince bir çukurda buldu, bu çukur o kadar kötü kokuyordu ki eşek nefes almakta güçlük çekti, ve vücuduna değen bazı canlılar onu o kadar kokutttu ki anırma ve irkilerek bir zıplama ve tırmanmayla bir anda kendini dışarı atıverdi ama o iri gözlerini açmış tiril tiril titreyerek olduğu yerde öylece donakaldı zavallı eşek .- Ahh Eşek ahhh! Bilmez misin güzelliklerin, temeli hatalardır, milyonlarca hatanın birleşimi değil miydi evren ve canlılar… oysa güzelleşenler ısrarla hatasını hatta pisliğini kabul edenlerdi ve hata ve pislikleriyle yaşayabilenler onları reddetmeyenlerdi. Ah Eşek ahhh! Güzellikler sırf güzellikleri için sevilmez, mutlak bir şekilde güzelleştirdikleri için sevilirler ve güzelliklerden sonsuza kadar istifade etmek için onu olduğu gibi görmek gerekir, kurcalamamak, köküne inmemek…-
Eşek olduğu yerde titriyordu. ve hayatta olmanın mutluluğunu dahi yaşayamıyordu. Geceyi kucaklayacak sonradan fırtınaya dönecek rüzgarı ıslak, minik tüylerinde hissetmeye başladı. Yüksekçe otların içine ana rahmindeki bir cenin kadar masum bir o kadar da çaresiz kıvrandı ve uyudu. Gece bir ara sakince koca kara gözlerini açtı her tarafı saran fırtına sesinden başkaca hiçbir ses duyulmuyordu. Cır cır böceklerinin, suyun ve her şeyin hatta eşeğin yavaş yavaş atan kalbinin de sesini çalarak sürekli büyüyordu rüzgarın sesi. Olduğu yerde daha bir çaresiz daha bir korkuyla kıvrıldı. Gökyüzü kararmış, öfke kusmaya hazır bulutlarla çevirmeye başlamıştı Eşek, az önce kendisini fırtınadan koruyan otları sağlam dişleriyle parçalayıp altına serdi, böylece topraktan gelen nemi kesti, ortalığı kasıp kavuran, her yana dehşet saçan fırtınaya; teslim olup uyudu. Muhtemeldir ki içindeki korku çok büyüktü. Bu korkuyu bastırmanın tek çaresi unutmaktı ve çoğu zaman unutmak için uyumak gerekirdi.
MUSHAF
Yüce Eşek, konuşmaların hepsini dinledikten sonra herkes susmuştu. Eşeklerin susması Yüce Eşeğin ruhunu ferahlattı, yavaş yavaş oturduğu yerden kalkıp tek tek orada bulunan tüm eşekleri kapıda öperek uğurladı, yaver eşeğin omuzlarına dostça dokundu ve kendisine ayrılan bölüme geçti. Orada bulunan büyük küçük tüm eşeklere dokunarak onları uğurladı Yüce Eşek. Çünkü birleştirmenin tek yolunun dokunmak, hissetmek olduğunu biliyordu. Dokunmak ve hissetmek ama her yönüyle dokunmak ve hissetmek… duygulara, emeğe, ruha, zamanın getirdiklerine ve götürdüklerine, bakışlara, yüreğe dokunmak ve dokunduğunu takdir etmek konusunda samimi olmak… sessizliğin ve suskunluğun arasındaki ince, çelikten, sonsuza kadar uzanacak çizgini üzerinde son derece kabiliyetli ve sakin bir şekilde hiçbir akrobatik hareket yapmadan öylece bekliyordu Yüce Eşek ve yaveri. Mağaranın huzur dolu kokusunu daha da iyi hissetmek için yalnızlığa ihtiyaç vardı. Çoğu zaman yalnızlık düşüncenin vücuda gelmiş halini tabir etmek için kullanılırdı. Oysa bunu anlamlandıracak renkli bir o kadar da dolu bir iç dünyasına sahip olmak lazım gelirdi. Aksi halde yalnızlık, sessizlik ve suskunluk canlıların omuzuna binen uyumsuz ve yaramaz bir çocuğun sürekli kafayla oynaması gibi belirsiz ve manasız bir huzursuzluğa, sonuçlandırılamayacak bir çaresizliğe dönüşebiliyordu. Ama yüce Eşek hem doluydu hem de renkliydi, açıktı, denizde ısrarla yükselmeye ve orda kalamaya istekli bir deniz anası gibiydi, bir o kadar da tüm uzuvları görünecek kadar şeffaftı. Yorgunluğunu ve yaşlılıktan kaynaklı biçareliğini hiç kimseye anlatmayacak, etrafındakileri şahsi sorunlarıyla yıpratmayacak kadar asildi. O kadar yorgundu ki attığı her adım bir sonrakinin uzunluğuna ulaşamıyordu sonsuza kadar azalarak hedefine ulaşamayacak bir canlı gibi veya pili bitmeye yakın bir saat gibi kendini ara ara tekrar ediyordu. Bu olanca belirsizliğe rağmen hedefine ulaştı, Yüce Eşek. Kendisine ayrılmış köşe de hırıltılı nefesiyle yaverine:” Bana bir kitap getir!” dedi.
Yaver:”Hangisini istersiniz?” Diyerek bekledi.
Yüce Eşek:” Farketmez..” diyerek, yanıtladı. Daha sonra:” mushaf “ dedi
_ Efendim yıllardır mushafı okuyorsunuz, bu aşk nerden geliyor
_ Cahillikten
_ Haşa!
_ Evet, evet cahillikten…
_ Efendim siz de biliyorsunuz ki bu diyarın en bilge iki eşeğiden biri sizsiniz diğeri Kara Eşektir.
_Kara Eşek, benden daha bilgedir, onun bilgeliği hırs ile de süslenmiştir. Benim bu eksikliğim var.
_ Aman efendim hırs bilgelikle ilişkilendirilebilir mi?
_Ah yaver ah! Hiçbir duygu, bilgeliğin girdabından kurtulamaz. Ben hep takdir duygusuyla yetiştim. Hep takdir edildim, haliyle bende takdir edilme açısından bir eksiklik oluşmadı bu yüzden yetiştirdiğim eşekleri takdir etme ihtiyacı hissetmedim. Bu da onların son derece hırslı olmasına neden oldu. Ama artık çok geç kara eşeğin bilgeliğinin kaynağı hırstır. Onun tüm dünyasını kaplayan hırsın önünü almak için çok geç çok… Bana mushafın ilk yasasını okur musun bir de senden duymak istiyorum.
Yaver Eşek, bozuk bir arabadan çıkan motorun sesine benzeyen gür ve ritimsiz sesiyle “ Eşeklik Bakidir.” Dedi. – kural olarak mushafın ilk maddesi üç sefer okunurdu- Yaver Eşek de
Her biri diğerinden daha gür olmak şartıyla üç kere okudu. Yüce Eşek gözlerini yumup, uzaklara dikerek bir pandayı andıran başını uzunca bir süre yavaş yavaş, aşağı yukarı sallayıp durdu. Sonra Yaver Eşek’ e döndü sen bu kuralın yükünün ağırlığını hissediyor musun?”
_ Hayır Efendim…
Yüce Eşek, çok ağır diyerek sözlerine devam etti. Ve ekledi: ”Ant olsun ki size yüklenen bu yükün ne kadar ağır olduğunu bilseydiniz asla bayağılığa, yapaylığa düşmezdiniz. Sonsuza kadar sürecek bir eşeklik nasıl olacak bilemiyorum. Eşekçe yapılan her şey eşeklik sayılır mı, sayılsa bile sonsuzluk ve eşeklik kelimelerini bir arada görmek beni hem gururlandırıyor hem de beni sürekli büyüyen bir girdaba çekiyor. Böylelikle bu yükün altında eziliyorum yaver. Sonra:” İkinci kuralı oku!” dedi.
_ Eşek diyarı tüm evrendir.. Eşekler evrendeki hiçbir şeye kayıtsız kalamazlar.
_ Diğeri...
_ Eşekleri temsil eden hiçbir simge ve sembol yoktur, hasbelkader eşekler bir simge veya sembole karşı derin duygular beslerse dahi bu kural geçerlidir.
_ Diğeri …
_ Eşek Eşektir, Doğurgan olanlar ve olmayanlar dahi hiçbir şekilde ayrı isimlendirilmeyecek. Yaşına, boyuna, kilosuna göre kategorize edilmeyecektir.
_ Diğeri..
_Eşekler kendilerini istedikleri gibi ifade edebileceklerdir ve hiçbir eşek kendini ifade etmeye mecbur bırakılmayacaktır.
- Eşekler isterlerse paylaşacaklardır, paylaşmaya mecbur bırakılmayacaklardır. Ancak eşekler için çürüyecek şeyleri biriktirmek bekletmek ve tutmak yasaktır.
- Eşekler, sevmediği herhangi bir şeye zorlanamazlar.
Yüce Eşek bu kuralın öneminin anlaşılması için yaverini bıktırana kadar tekrar ettirdi. Bu kural her okunduğunda defalarca tekrar edilirdi. Kuralı bilen yaver sonunda Yüce Eşeğe bakıp, gülerek:” Efendim bu kuralı ihlal ediyorsunuz. Ben artık tekrar etmek istemiyorum.” Dedi. Ve uzunca bir aradan sonra Yüce Eşeğin dişleri göründü.
Bu arada mutluluğun vücuda gelmiş hali öğrenmek ve öğrendiğinin farkına varmaktı. Öğretmek ve öğrettiğinin farkında olmak da aynı hazzı veriyordu. Yüce Eşek, öğretmenin vermiş olduğu haz ile toynaklarını yaverin omuzlarına koydu, mushafı ondan aldı, kendisi okudu. Yaver ondan izin isteyip ayrıldı, Yüce Eşek, sadece toynağının içini gösterip ona izin verdi ve yaver kendi köşesine çekildi. Yüce Eşeğin içini kemiren belirsizlik bir nebze olsun hafiflemişti. Sessizlik ve suskunluk, belirli bir mutabakat veya uyum çerçevesinde olduğunda huzur veren bir ışık hüzmesi gibi ulaştığı yere renk ve ışık katıyordu. Mağaranın yeşil yosunlarla kaplı duvarları daha bir canlı daha bir parlaktı, yarasalar ise mışıl mışıl uyuyordu. Yüce Eşek, yaveri gönderip derin bir saygıyla Mushaf’ın kadim yapraklarını, kırışık ama temiz toynaklarıyla Mushaf’ın her bir yaprağını ağır bir mermer parçasını yerinden oynatmaya çalışıyormuşçasına, ağır ağır çevirerek okuyordu. Okuduğu kuralların çoğunu kendisi yazmış, ilk kez Mushaf’a kural ekleme yetkisi Koca eşek tarafından yüce eşeğe verilmiş, Ve bu kurallar bu güne kadar saygı ile yürütülmüştü. . Durum böyle olunca hiç kurallar değişmeden bu güne kadar gelmişti. Oysa Kara Eşek, bu kuralları değiştirecek, eşekleri Evren’in en kutsal canlısı ilan edip; diğer tüm canlıların eşeklerin hizmetine sunulan birer paçavra olarak görecekti. Daha şimdiden Böylesine bir durumun eşekleri ne kadar zora sokacağının farkındaydı. Çünkü doğanın tasnifi ve kategorizasyonun dışındaki sınıflandırmanın sonunun olmayacağını çok iyi biliyordu. Söz gelimi mavinin tonlarının sınıflandırılması dahi milyarlarca sınıflandırmaya kapı aralayacak, açılan bu gedik mavinin tonları arasında bir üstünlük savaşına dönüşecekti. İşte burada neyin neye göre üstünlüğü, neyin neye göre güzelliği konusu açılacak, asla bitmeyecek bu savaş, bir varlık yokluk savaşına dönüştüğünde hiçbir canlı bu savaşın yıkıcı sonuçlardan kutulamayacaktı. Bu yıkıcı savaş sadece mavi ve tonlarına değil tüm evrene zarar verecekti. Bilakis, canlılar bir biri gibi davranmaya pek bir eğilimliydi. Yüce Eşek bunu biliyor tüm düşünce ve davranışlarını en ince detayına kadar hesap ederek yaşıyordu. Bu sebeple son derece yavaş konuşurdu, bazen de gözlerini yumup doğru kelimeyi bulmak için uzunca bir süre düşünürdü.
Yaver, Mağaranın Yüce Eşeğe ayrılmış kısmından birkaç adım attı ve kendi köşesine vardı. Yaver, Yüce Eşeğin yanında kendini pek bir değersiz hissediyordu, çünkü Yüce Eşek ile geçirdiği her bir an ona hayat boyu rehberlik edecek mutlak olmayan bir hakikat öğretiyordu. Ancak yüreğinin küçük ama çok küçük bir kısmında hala bir semer sahibi olma ve kendince o semeri şahsiyetli vücudunda taşıma arzusu vardı. Bu arzu yaverin hayatını kötü bir şekilde etkilemiyordu fakat ara ara özlemini duyuyordu. Belki de Yüce Eşek karşısında hissettiği eksiklik duygusunu örtbas etmek için bir semere ihtiyaç duyuyordu. Yaver eşek, kendisiyle hemhal olmuş, iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla anlayacağınız; tüm bir ruh halini bedenini, tüm varlığını geçmişten bugüne sorgulamaya koyuluvermeye başlayadururken; Yüce Eşek, Yaverini yanına çağırdı. Yaver beynini zorlayan düşüncelerin ağırlığıyla bir pervane gibi olduğu yerde kendi benliğinin farkında olmadan dönüyordu. Yaver,Yüce Eşeğin, o ağır ve ciddi sesini duydu, bir an toparlanıp silkelendi, kendi köşesinden ayrıldı, hesap verme duygusunun o kirli, belirsiz halini tekrar içinin en gizli, en derin, en karanlık noktasına göndermek için bir şişeye koyar gibi… üzerine bir ağırlık bırakır gibi yutkundu. Aciz tavrını hemencecik bahara soyunan bir yılan gibi üzerinden çıkarıp; o asil ve bilge tavrını takındı, mağaranın nemli duvarlarına bakmadan doğruca Yüce Eşeğin yanına vardı. Hafif eğilir gibi yaptı, ama eğilmedi. Çünkü Yüce Eşeğin, bundan hazzetmediğini bilirdi.
APTALLIK
Bembeyaz minik eşeğin düzenli olarak zehirli olmayan mantarlarla beslenip son derece güçlü ve sağlıklı bir eşeğe dönüştü öyle ki eşek diyarında düzenli olarak dağlarda ovalarda mantar arayışına çıkıyordu. Zehirli olmayan mantarlar hem sağlıklı hem lezzetli hem de inanılmaz güç veriyordu bembeyaz eşeğe.
Bembeyaz minik Eşek, doğru ve sağlıklı beslendiği için gün geçtikçe iyileşiyor, akıllanıyor ve güzelleşiyordu. Bunu duyan bazı eşekler buldukları mantarları yemeğe başlamıştı ancak kısa bir süre içerisinde mantar yiyen eşeklerin çoğu mantar yedikleri yerde anında öldüler.
Eşek ölümlerinin artması üzerine, eşek diyarının önde gelen eşekleri koca eşeğin huzuruna çıktılar. Eşeklerden biri öfkeyle:
- Bembeyaz şeytan birçok eşeğin ölümüne sebep oldu. Onu cezalandırmayacak mısın?
- Hele bir kendisine soralım bu ne iştir.
- Onu da ölüm ile cezalandırmalısın.
- Olmaz öyle şey onu yargılamalıyız.
- Niye yargılıyoruz ki bu şeytanı onlarca eşeğin ölümüne sebep oldu
Koca eşek, yüzündeki öfke ile derhâl bembeyaz genç eşeğin getirilmesini emretti. Bembeyaz genç eşeği bulup tartaklayarak Koca eşeğin huzuruna getirdiler. Koca eşek adildi ve adaleti severdi ancak eşek ölümlerine çok öfkelenmişti. Derhal yargılanmasına karar verildi ve mahkeme kuruldu.
- Neden o zehirli mantarların yenmesi gerektiği konusunda diğer eşeklere yanlış Bilgi verdin?
- Ben kimseye zehirli mantarların yenmesini söylemedim
Tüm eşekler biliyor ki zehirli mantar öldürür. Mahkeme salonunda homurdanma ve gürültü ile öfkeli eşekler bembeyaz genç eşeğim yalan söylediğimi iddia ettiler. Koca eşek bir tırnak işareti ile hepsini susturdu. “Mahkeme devam ediyor lütfen karışmayız.” dedi ve devam ettiler.
- Pekiyi bu eşekler neden mantar yemeye başladılar, sen yiyorsun diye değil mi?
- Niçin dediklerini bilmiyorum efendim. Ben zehirli olmayanları yiyorum.
- Biz eşekler tüm mantarları zehirli biliyoruz. Sen mantarların zehirli olmadığını mı iddia ediyorsun.
- Efendim tüm mantarlar zehirli değildir. Bunların bazıları zehirlidir.
Salondaki eşekler homurdanma ve bağırış ile bembeyaz eşeğin yalan söylediğini koca eşeğin ona inanmaması gerektiğini söylediler. Koca eşek tekrar:” mahkeme devam ediyor lütfen karışmayınız.” Dedi. ve devam etti.
- Bu gerçek mi, Nereden biliyorsun, nasıl öğrendin?
- Evet Efendim bu gerçek isterseniz size ispat edebilirim.
- Tamam gidelim!
Koca eşek ve diğer öfkeli eşekler bembeyaz genç eşeği önlerine alarak zehirli olmayan bir mantar bulmak üzere yola koyuldular. Uzunca bir süre gittiler, önlerine onca mantar çıktı ancak Bembeyaz genç eşek hepsinin zehirli olduğunu söyledi. Diğer eşekler ona inanmıyordu Çünkü her yerde sadece zehirli mantarlar vardı. Zehirli olmayan mantarların varlığına hala hiçbiri şahitlik edememişti. Epeyce bir süre ilerlemeye devam ettiler. Koca eşeğin de sabrı artık azalıyordu. neredeyse hiç kimse Bembeyaz eşeğe inanmayacaktı Bembeyaz eşek bir an için durdu Koca eşeğe hitaben Efendim.” uzunca bir süredir buralarda zehirli olmayan mantarları ben topluyorum buralarda kalmamış olabilir, bizim biraz daha ilerlememiz gerekiyor. “ dedi.”
Sabrı azalan koca eşek öfke ile: “ Yalan söylemiyorsun değil mi?” diye sordu. Bembeyaz eşek: “ asla efendim asla Ben yalan söylemem kesinlikle biraz daha ilerlememiz gerekiyor. günlerdir buralardaki bütün zehirli olmayan mantarları ben yedim. Dedi. Bembeyaz eşek sağlıklı ve dinçti yürüdükleri onca yolda hiç yorgunluk belirtisi göstermemişti ancak diğer bütün eşekler yorgun halsiz idi hatta yürüyebilecek durumda bile değillerdi nihayet Koca eşek güçlü üç eşeği bembeyaz eşeğin yanına vererek oldukları yerde bekleyeceklerini ve En güçlü üç eşekle birlikte bembeyaz eşeğin zehirli olmayan bir mantarı bulmak üzere görevlendirdi. Koca eşeğin yanındaki tüm eşekler neredeyse Koca eşeğe İsyan ediyordu. Bir Bembeyaz eşek seni kandırıyor farkında bile değilsin bizim bütün eşeklerimiz öldü onlara yazık değil mi oysa sen Hala onu koruyorsun diyorlardı. Koca eşek öfkeli eşeklere dönerek: “Hiçbir canlı adaletten daha değerli değildir eğer biz adalete ulaşacaksak bütün eşekliği feda etmeliyiz sabredin mutlaka hakikate ulaşacaksınız.” Dedi. Ancak eşeklerin öfkesi dinmiş değildi bekleme süresi uzadıkça ve koca eşeğin de beynine şüpheler damlamaya hatta birikmeye başlamıştı. O da zehirli olmayan bir mantarın olabileceği ihtimaline neredeyse inanmayacaktı. Dört gözle bembeyaz eşek ve yanında en güçlü üç eşeğim zehirli olmayan bir mantarı bulup getirmeleri için umutsuzca beklemeye koyuldu.
Gündüzün ortalarından başlayan mantar arayışı akşama doğru karanlığa kadar devam sürdü. Karanlık çökmeye başladıkça koca eşek kandırıldığını yavaş yavaş hissediyor ve zehirli olmayan bir mantarın varlığına inancı neredeyse kesin bir şekilde yok oluyordu. Koca eşeğin yanındaki öfkeli eşek grubu da artık açık bir şekilde Koca eşeğe öfkesini belli ediyor onu aptal olmakla suçluyorlardı. Koca eşek sadece susuyor ve onlara beklemeleri gerektiğini söylüyordu. En nihayetinde en güçlü üç eşeği bembeyaz eşek ile göndermişlerdi Bembeyaz eşeğin söyledikleri yalan ise eşekler onu Geri getireceklerdi. Koca eşeğin esas üzüldüğü iki şey vardı: Birincisi, güvendiği bembeyaz eşeğim Yalan söyleme ihtimali... diğeri ise; yeni bir şey - zehirli olmayan bir mantarın varlığını- öğrenemeyecek olmasıydı. Bu iki şey onun üzüntüsüne üzüntü katıyordu. Gece artık tüm ağırlığı ile bir canlının üzerine ağır yün bir yorganı sermesi gibi açık bir şekilde hissediliyordu. Güneş işini bitirmiş bir muzır edasıyla umursamazca birden ortadan kaybolmuştu. Gökyüzündeki yıldızlar ve belli belirsiz börtü böcek sesleri geceyi büyük bir hakikat ile ortaya seriyordu. Koca eşek yanındaki eşeklerin aç ve öfkeli olduğunu biliyordu onlara bir şeyler yiyip yatmaları gerektiğini söyledi eşekler memnuniyetsizliklerini jest ve mimikleri, ses tonları ve bakışları ile her şekilde belli ediyorlardı. Koca eşek sakin görünüyor ancak zihninde ki umutsuzluk onu da huzursuz ediyordu. Yine de ne olursa olsun hepsi yatacak yeni bir güne ya umut ya da umutsuzluk ile uyanacaklardı. Tüm hakikatler gibi bu da ortaya çıkmak için zamana ihtiyaç duyuyordu. Öfkeli eşekler sağda solda gördükleri yeşil ve kuru otlardan yedikten sonra birbirlerine sarılıp birbirlerinin ısısıyla uykuya daldılar. Oysa koca eşek gözlerini yıldızlara dikmiş öylece, hayal kırıklığına uğramış bir aşık gibi boş bakıyor ve hareket etmeden yıldızları seyrediyordu. Hayat ne tuhaftı Az önce öfkesini, huzursuzluğunu, mutsuzluğunu bağırarak dile getiren eşek topluluğu bir anda huzur içerisinde mışıl mışıl uykuya dalmıştı. hakikat ne ağır bir şeydi, ne ağır bir şeydi ki kendisine ulaşmak isteyen herkesi öylesine yorardı. Koca eşek sorumsuz davransa ve hakikate ulaşma arzusunda olmazsa belki o da sıcacık yatağında mışıl mışıl uyuyor olacaktı. Fakat koca eşek mışıl mışıl uyumanın birçok eşeğin uykuya dalamaması demek olduğunu biliyordu. Aslında o mışıl mışıl uyuyan eşekler Koca eşekten aldıkları güven ile uyuyorlardı. Koca eşek bunu bildiği için vicdanı onu güçlü ve ihtiraslı kılıyordu. Tüm bunlara rağmen yine de acı çekiyordu ve -birileri rahat uyuyorsa mutlaka birileri onlar için acı çekiyordu- hakikatini tüm varlığıyla hissediyor ve hissettiriyordu. Mutlaka hakikat ortaya çıkacaktı. Bir Yalan da bir gerçek de sonuçta birer hakikat idi yalanın kendisi hakikat olmamakla birlikte yalanın ortaya çıkması büyük bir hakikatti ve bir yalan ortaya çıkmadan asla hiçbir canlı adalete ulaşamazdı. haliyle hakikatleri ortaya çıkarmak gerçek bir lider sorumluluğuydu. Koca eşek, yıldızları seyrederken sol tarafının uyuştuğunu hissetti, etrafına umutsuzca bakındı, çok yorgundu ruhu ve bedeni huzur içerisinde uyumak istediği için etrafına bakındı, gördüğü ilk ağaca doğru yöneldi yüreğimdeki bütün acı ve keder uykuya teslim olmak istiyordu. etrafımda ki ağaca en yakınımdaki ağaca yavaş adımlarla yöneldi ne düşünmek ne de herhangi bir ihtimalin gerçekleşmesini değerlendirmek istiyordu sadece uyumak istiyordu. Ağaca varır varmaz ağaca sırtını dayadı, gökyüzüne diktiği bakışlarını yere dikti ve uyudu, uyuması ile birlikte ruhundaki bütün acılar aniden hiç yaşanmamış gibi gökyüzüne sonsuzluğa gecenin ruhuna doğru yol alıp uzaklaştı gitti.
YEŞİL EŞEK
Kara Eşek, Yeşil Eşeğin gözlerine baktı:” Sen, Yeşil Eşek Güney’e gideceksin oradaki tüm eşeklere zenginliği vadedeceksin başka bir şey söylemeyeceksin! “Zenginlik” dedi. Yeşil eşek, dalgınlıkla Gri Eşeğin gittiği kuzeye doğru yöneldi. Kara Eşeğin uyarısıyla ters yöne doğru koşarak uzaklaştı. Sırtında yer yer kelleşen açık kahverengini anımsatan yeşil benekler ve bu beneklerin etrafında geometrik olmayan şekiller, Sırtında ve karnında hafif kabuk tutmuş yaralar vardı. Yorgun ve zayıf görüntüsü ile hiçbir şekilde Güven vermiyordu ancak Kara eşeğin verdiği görevi yapacağına inanıyordu bu inanç ile gecenin zifiri karanlığında hiç düşünmeden yola koyulmuştu. Kara eşek yeşil eşeğin bu aptalca tutkusunu sevdi ona hiç bir nasihat etme gereği hissetmedi eğer bir eşek bir şeye veya bir başka eşeğe yaranmak isterse o eşeğin herhangi bir bilgiye veya nasihate ihtiyacı yoktur yaranmak isteyen eşek mutlaka bir yolunu bulur ve kendini ispat ederdi Bu sebepten Kara eşek kendisi ile beraber yolla koyulan ve kendini ispatlamaya çalışan boz eşek dışındaki diğer beceriksiz ve aptal eşeklerin başarısız olmayacağını biliyor ve onlara hiç istemediği halde güveniyordu.
Yeşil eşek, düşüncesizce sadece kendisine verilmiş Emir ile hiçbir hazırlık yapmadan ve hiçbir tedbir almadan aniden yola koyulmuştu; ara ara hızlanmaya çalışsa da bunu başaramıyor, tekrar yavaşlayarak yoluna korku ve panikle devam etmeye çalıyordu. Yol toz ve toprak içindeydi. Küçük taşlar geniş olmayan yolun sağında ve solunda öylece amaçsız duruyordu. Yeşil eşeğin vücudunda heyecan Ve korkudan kaynaklı küçük kar damlacıkları belirmeye başlamıştı bile yeşil eşek düşündükçe daha da terliyordu o düşündükçe çaresizliğin ve belirsizliğin kendisine yüklemiş olduğu ağır yükün farkına varıyor ve bu yükü daha da ağır bir şekilde tüm ruhunda hissediyordu ve hissettikçe ter damlacıkları daha da grileşiyor ve onun yeşil tüylerini sırılsıklam etmeye başlıyordu. Eşek, sürekli büyüyen bir belirsizliğe ve çaresizliğe gittiğini hissetmesine rağmen, iki de bir göğsünü dışarı doğru çıkarıp sağa sola anlamsız ve aptalca bakarak ilerliyordu. Epey bir yol korku ve kaygı içerisinde kat eden yeşil eşek ne yönünü tayin edebiliyor ne de önünü açık bir şekilde görebiliyordu gece her şeyiyle yeşil eşeğim beceriksizliğini ve aptallığını ortaya çıkarıyordu hiçbir şekilde hiçbir tedbir almayan yeşil eşek bu beceriksizliğini ve aptallığının farkında dağ değildi o sadece kara eşeğin kendisine Güney dedi yöne gitmeye çalışıyordu ne yolundaki engellerden haberdardı nerede bu engelleri nasıl açacağından yeşil eşek sadece kendisine söyleneni yapmak gayretindeydi o kara eşeğin kendisinden istediği görevi yapmaya kendini inandırmıştı, her ne kadar aptal ve beceriksiz olsa da o bu görevi başaracağına inanmıştı ve bu inanç onu gayesine ulaşmak için bir yakıt ve enerji görevi görüyordu. Gece ve Yeşil eşek ilerledikçe soğuğun şiddeti de o derece yükseliyordu. Yeşil eşek ilerledikçe yolun solunda ve sağında bulunan bitkilerin boyu kısalarak yok olup gidiyor, hiçbir canlılık belirtisi kalmıyordu. Soğukluk eşeklerin birbiri ile sağlıklı ilişkilerini yok ettiği gibi bitkilerin de yok olmasına neden oluyordu. Yeşil eşek ilerlediği zaman boyunca yorulduğunda ve acı çekmeye başladığında ilk kez etrafına bakma etrafını gözlemleme ihtiyacı hissetti yeşil eşek etrafına bakınıp duruyordu onun etrafında ne kuru bir ot ne bir böcek ne de bir gece canlısı görülebiliyordu yeşil eşeğim korkusu daha da büyüdü onun korkusu büyüdükçe etrafına daha dikkatli ve daha özenli batmaya başladı gittikçe daha uzaklara hatta ufka dikkatlice bakıyor kendisini amacına ulaştıracak biricik bir işaret arıyordu nihayet uzak tepelerin birinde canlılık belirtisi olarak sadece duman gördü. Ancak bir mağara veya ateş yanan bir pencere göremedi. Geniş geniş yayıla yayıla, aylak bir maymun gibi dalgalanıp yükselerek kaybolan dumana büyük bir umutla bağlandı ve heyecanla hızlanmaya gayret etti ama nafile yeşil eşek için bu çok zordu yorgundu ve açtı, yavaşladı
Eşeğin ağır hareket eden toynakları, yerde bin yıllık uykuya dalmış tozları uykusundan ediyordu. Yalnızlık ve belirsizlik eşeğin bitkin ön ayaklarını daha da halsizleştirdi. Eşek, istemsizce yere yığıldı, az önce derin uykusundan uyandırdığı tozlar her tarafını sardı, gökyüzüne baktı, yere baktı, düşündü, ilerlemek istiyordu. Ama başarmadı, İri ve büyüleyici gözleri, aniden bir cezaevinde empatiden uzak bir gardiyanın kapattığı kapı gibi net ve tek seferde kapandı. Yeşil eşek uykuya daldı.
GÜNDÜZ-GECE
Etrafında yemyeşil minik tepeciklerin bulunan dalgalı bir yolda çok yavaş ilerliyordu siyah-beyaz eşek. Yol sadece renginden ayırt edilebiliyordu. Minik çimenlerin, ve yabani otların yayıldığı tepeler şafakta koyu bir çizgiyle varana kadar aynı ahenkle aynı nizamla uzayıp giderken yolun sağ tarafında bembeyaz küçük bir eşek gördü. Tam ortadan ikiye siyaha ve beyaz bölünmüş kuyruğunu sağ tarafına iki kere değdirdikten Sonra ölü bir yılan gibi cansız haliyle kendi kendine dalgalanmaya bıraktı. Fırtınalı bir gecede birbirine çarpan ağaç dallarının çıkardığı anlamsız bir hışırtıya benzeyen sesiyle evrene gönderdiği bilge sözleri , isteyen ve ihtiyaç duyan tüm canlıların bir yankı şeklinde duyup kullanacağına inanırdı. Yok olmayan sadece madde değildi, aynı zamanda sesinde evrende yol aldığına ve mutlak bir şekilde kendinin tamamlayan seslerle yoluna sonsuza kadar devam devam ettiğine inanırdı. siyah-beyaz eşek, bu sebeple tecrübe edilmemiş kelimeler ve sesler çıkarmazdı. Onun yaptığı ve sarf ettiği ne varsa tecrübe ile tartılmıştı. Ve Siyah Beyaz eşek kendi kendine konuşmayı sever konuşa konuşa yürürdü.
“Sabah, en yaşlısıdır evrenin, çünkü başlangıçtır, hayatın, ışığın, ısının başlangıcı. Evren uykusunu sabahla bitirir, bu sebeple uyanıştır, yarına , geleceğe, kendine... Evren, ne yapıyorsa ne biriktiriyorsa gündüz biriktirir. Görülüyor ki kötülükler, ışık olmadan aslında işleyemezler.
Her şey birbirine muhtaçtır. Burada yine gaye, devreye girer” dedi siyah beyaz eşek bembeyaz bir eşeğin aslında kötülük için bulunmaz bir fırsat olduğunu biliyordu. Yavaş ve sessiz bir şekilde bembeyaz eşeğe yaklaştı. Ve konuşmaya devam etti.
Her canlı yığar. Mutlaka..! yığmak, biriktirmek işleyişin kuralıdır. Eğer yığılıyorsa mutlak bir şekilde işleyiş vardır. Kimi madde, kimi sevgi, iyilik kimi hüzün, dert ve pişmanlıklar biriktirir.” Diyordu Siyah Beyaz eşek. Bembeyaz Yavru Eşeğin gözlerine baktı ve sustu.
KARA EŞEK DÖNÜŞ
Sabahın ilk ışıklarıyla güne uyanan Kara eşek, batı yurdundaki tüm eşekleri de uyandırdı batı yurdu liderinin kendisine verdiği en genç en güçlü ve en sağlıklı eşekleri en iyi şekilde beslenmelerin için görevlendirdi. Ve yolda yemek üzere kendilerine en iyi yiyeceklerden hazırlamalarını istedi, daha sonra genç akıllı ve sağlıklı eşekleri, yanına alarak ağır adımlarla ve diğer eşeklerin mutluluk gösterileri içerisinde batı yurdunun görkemli kapısından alkışlar içerisinde uğurlandı en güçlü eşekleri önüne, sağına ve soluna en genç eşekleri, arkasına en sağlıklı görünen eşekleri aldı. Batı yurdunun hemen yanı başındaki köprünün üzerinde durdu. yanındaki tüm eşekleri de durdurdu. onlara sadece denize bakmalarını söyledi.
“Ey genç eşekler denize bakın.” Dedi. eşekler hiçbir şey söylemeden ve hiçbir tepki göstermeden hepsi aniden denize bakmaya koyuldu. Deniz milyar yıllık geçmişinde olduğu gibi gene kendini tekrar etmekten öteye gitmiyordu aynı amaçsızlık ile dalgalarını haşin kayalara grup geri çekiyor, üzerinde uçuşan kuşlara hafif dalgalarla selam yolluyordu. Deniz de doğanın bir parçası olarak tıpkı doğa gibi kendisini tekrar ederek varlığına hissettiriyordu. doğa ve yıldızlar dışındaki hiçbir canlı için kendini tekrar etmek bir anlam ifade etmiyordu Deniz uzayıp giden sonsuzluğu üzerinde taşıyordu ve bu sonsuzluk bütün canlıları ürkütmesine rağmen onlara huzur’da veriyordu.
Kara eşek önce sana sonra soluna ve ardından gerisine baktı ve onlara şunları söyledi ey eşekler Deniz sizi sonsuzluğa davet eder ve sonsuzluk kadar ürkütücü bir şey yoktur eğer eşekler herhangi bir şeyi hesabı edemezlerse korkarlar ülkerler ve ben dahil hiçbir eşek sonsuzluğu hesap edemez sonsuzluk ağırdır hiçbir eşek sonsuzluğu taşıyamaz sadece sonsuzluğa boyun eğer çünkü canlılar mutlak bir şekilde sonuç isterler herhangi biriniz içerisindeki gücü cesareti ve inancı sonsuz bir şekilde sürdürebilir s karşınızdaki mutlaka sizden korkar gerçekte ölümlüler için bir sonsuzluktan bahsedilemez ancak siz genç akıllı ve sağlıklı eşekler Siz sonsuz olmayacağımızı bildiğiniz halde diğer canlılara gücünüzü aklınızı ve cesaretinizi sonsuzmuş gibi gösterebilirsiniz bunu başarmanın tek bir yolu birlikte ve akıllıca hareket etmektir eğer sizler zamanı birlikte yönetebilirsiniz sonsuza kadar üretmeyi sonsuza kadar sürdürmeyi ve sonsuza kadar başarmayı gerçekleştirebilirsiniz eğer bir gün yirmi dört saat ise ve sizler yirmi dört eşek var iseniz artık siz sonsuzsunuz sizin aklınız sizin gençliğiniz ve sizin cesaretiniz sonsuzdur sakın ama sakın durmayın her yirmi dört saatinize en güçlü olduğunuz bir saat ile birbirinize devrederek hayatınızda sonsuzluk ile korku salan birer canlı olacaksınız. Güç ve başarı birbirine sadakat ve güvenle kenetlenen eşeklerin ödülüdür. Ben hepinize inanıyorum ve güveniyorum.” Dedi.
Batu yurdunun toy eşekleri kendilerine hitaben söylenmiş bu sözleri birer hediye birer bağış olarak kabul ettiler ve kendilerini hiç olmadıkları kadar güçlü ve inançlı hissettiler Kara eşeğe sağ ön toynaklarını havaya kaldırarak mutluluklarını ifade edip teşekkür ettiler.
RÜYA
Yeşil eşek, kendi halinde neşeli, şen şakrak haliyle yemyeşil bir sis bulutunun içinde yuvarlanarak ilerliyordu. İlk kez, tek başına bu kadar uzun bir yola çıkıyordu yeşil eşek. Kendisine verilen görevin kutsal olduğuna tüm varlığıyla inanıyordu. Çok mutluydu. Bir ağacın dibine oturdu, sonsuzluğa uzayıp giden sabırlı ormanı seyre koyulmuşken küçük bir zümrüt gördü. Derken bir tene, bir tane daha... sonra Her tarafta yayılmış irili ufaklı yemyeşil zümrütlerin içinde, dağlarda yeşil otların, bayırların içinde oynar gibi oynamaya. Bir süre sonra da küçük zümrütler ona haz vermemeye, etrafına daha büyük zümrütler aramaya başladı. İri zümrütlerin ihtirasıyla büyülenmişçesine ilerliyordu yeşil eşek. Ormanın içine girdiğinin farkında bile değildi. Yeşil eşek ilerledikçe zümrütler büyüyor büyüyordu, zümrütler büyüdükçe karanlık derinleşiyor, Eşek ilerlemekten kendini alamıyordu. Sırtına yüklediği ışıl ışıl parlayan zümrütler, gittikçe ağırlaşıyor ve büyüyor, eşeğin etrafı kararıyordu. Eşek topladığı zümrütlerin ağırlığı altında ezilip hareket edemez bir hale geldiğinde etrafa bakındı. Dört tarafı zifiri karanlık, ne yana baksa koskoca bir karanlık... soluduğu oksijenden nasıl dört bir yanını sarmışsa karanlık da öyle sardı her tarafını sarmıştı. ne yöne gideceğini, nerde olduğunu hiç mi hiç bilmiyordu yeşil eşek.
Yeşil eşek bir an için durdu, etrafına baktı, toynaklarıyla sağı solu yokladı, Nereye, hangi yönden, nasıl geldiğini anımsayamadı. Sırtındaki zümrütlerin ağırlığıyla çöküp öylece kaldı. Bir ses sürekli ona bırak, tutma diyordu. Yeşil eşek, bu sesin bir düşman sesi olduğunu kendi kendine tekrar Edip Kaburgaları, göğsü ezildiği halde eşek zümrütleri bırakmıyordu. Kesik, Hırıltılı nefesiyle sayıklaya sayıklaya inleye inleye zümrütlerin içinde gıcırdamaya benzer bir ses ile can verdi.
Derin bir irkilme ve korkuyla uydusundan uyanan yeşil eşek, terden sırılsıklam olmuş; kendine, etrafına, şaşkın, ahmakça ve anlamsızca bakıp duruyor canlı ve gerçek olduğuna inanmıyordu.
ÖĞRENME VE EZBER
Siyah Beyaz eşeğin yüzündeki mutluluk, sol(siyah taraftaki) gözünü hafif kapatıp sağ gözünü (beyaz taraftaki) hafifçe açıp dudaklarını yumuşak ve minicik dışa doğru yamultmasından anlaşılıyordu. Mavi eşek, siyah Beyaz eşeğe bir kayalıktan bakıyordu. Aynı mutluluk ve şirinlik mavi eşeğin de yüzünde belirdi. Siyah beyaz eşek mavinin kendisini seyrettiğinden habersiz az önce tanıdığı beyaz eşeğin kendisinde uyandırdığı Umut, mutluluk ve sevgi duygularını etrafa yayıyordu. Mavi eşek seslendi:” ey siyah Beyaz! “Ezber kuru bir meyve gibidir. Ne kokusu ne tadı gerçektir. Anlıyor musun beni hey siyah Beyaz eşek!”
Siyah Beyaz eşek tatlı bir uykudan uyanmış gibi mavi ye doğru baktı. “Tekrar söyle!” dedi.
- Dedim ki öğrenmek lezzetlidir. Tadı, kokusu rengi herşeyi güzeldir. Acısı bile! Ezberin tadı tuzu yok kupkuru bir dal parçası gibi haksız mıyım? Hakikati her yönüyle bilen dostum!
- Evet haklısın mavi hem de yerden göğe kadar. Yanlız bir eksiğin var
- Nedir o
- Ezber, kayaları oyan bir su gibidir. Nedenini bilmese de yol açar. Ulaşacağı yere varır.
- Bunu düşünmemiştim. sen gerçeği hissettiriyorsun.
- Mavi senin öğreteceklerinin yanında benim ki koskoca bir hiç... sıra sende...
- Su, mutlaka gideceği yere ulaşır çünkü yumuşaktır. Yumuşaklık mutlaka sonuç alır. Ancak asla daha iyiye daha yükseğe veya zirveye ulaşamaz. Zirve için güç, acı, sabır ve sertlik gerekir.
- Mavi seni özlemişim, iyi ki bana göründün.
- İyi ki seni gördüm. Az önce yavru bir eşekle konuşuyordun. Merak ettim.
Siyah Beyaz eşek, rüzgarda aynı yönde hareket eden başaklara sağ toynağıyla dokunuyordu. Toynağını bir daha bir sola oynatıyordu. Rüzgar iki Eşeğin tüylerini yumuşak yumuşak hareket ettiriyordu. Yemyeşil başaklar ve başakların ruhu dinlendiren kokusu iki eşeği olmayacakları kadar sakinleştirdi. Az önce heyecan ve sevgi dolu iki eşek, sükunetin ve dinginliğin hazzına erişip öylece kaldılar. Başakların arasındaki yabani otlar kendi farklılıklarına rağmen sükunetin ve dinginliğin bir parçası olduklarının farkında idiler. Rüzgar o kadar sakindi ki varlığı ve yokluğu arasında sadece hafiflik vardı. Ne sıcak ne de soğuktu varlığını hissettirmeden oradaydı. Anlaşılan mutluluk, dinginlik ve sükunet içerisinde kendini dayatmamaktı. Siyah Beyaz ve Mavi eşek, irkildiler rüzgara saygınlık ifade eden bir üslupla onu selamladıktan sonra
Gökyüzünün enginliğine aldırış etmeden yumuşak ılık ve sakin rüzgarın geçmesini beklediler. Beklemek zorundaydı eşekler. Rüzgar o kadar tatlıydı ki her seferinde temiz hava ve başakların kokusunu alıp eşeklerin ruhuna taşıyor ve onları büyülenmiş iki aşık gibi sarhoş ediyordu. Uzaklarda duran yanlız bir ağaç, başakların içinde hükmünü sürüyor, hepsinden güçlü olmasına rağmen yalnızlığın ve tekliğin esaretinde kendini zayıf aciz ve kimsesiz hissediyordu. Yabani otların sardığı gövdesi prangaya vurulmuş bir mahkum gibi hissettiriyordu yalnız ağaca. Mavi eşek uzaktaki ağaca odaklandı onun hissettiklerini hissetti siyah Beyaz eşeğe baktı ve sordu:
En güçlü kimdir Siyah Beyaz eşek?
- Zayıflığının sınırını bilen
- Çok basit ve çok doğru yani haddini bilen! En güçlüdür.
- En zayıf kimdir pekiyi?
- Bir an için boş bulunan en zayıftır. Çünkü o an her şey olabilir
- Şu anda biz en zayıfız öyle mi
- Evet, öyle
- Tatlı bir rüzgar boş bulunmamız için yeterli nasıl da savunmasız ve acizdik. Gördün mü?
Mavi eşek, zayıflığın ve acizliğin hiç küçümsenmeyecek kadar her şeyde ve her yerde olduğunu düşündü ve gördü. Hızlıca, siyah ve beyaz eşeği bırakıp dört nala oradan uzaklaştı.
ASIL UNSUR
Koca eşek her yere bembeyaz eşekle giderdi Bembeyaz eşekteki Cevheri keşfetmişti bulduğu her fırsatta bembeyaz eşeğe nasihatler ediyor, ona yönetim konusunda en ince ayrıntılara kadar bilgiler veriyordu olgunluğu tomurcuk açan bir ağaç gibi artık hissediliyordu bembeyaz eşeğin. Koca eşek kararlıydı tahtını bembeyaz eşeğe bırakacaktı. Ona hitaben:
- Beyaz eşek sendeki yeteneği görüyorum sen olgunluğa ilk adımı atmak üzeresin ben ölüme çok yakınım bunu hissediyorum yerimi senden başkasına bırakmaya ne aklım, ne gönlüm, ne de ruhum el vermez aklınla merhametinle sabrınla en çok bu makamı sen hak ediyorsun evet tahtını sana bırakacağım ancak söyleyeceğim şeyler konusunda çok çok çok dikkatli olmalısın her şey hayatın bir parçasıdır hiçbir şeyin gereksiz olduğuna inanmayacaksın asla hiçbir şey gereksiz değildir ne içimizdeki kötü duygular ne doğadaki küçük canlılar ne kötü bir koku ne de karanlığın kasveti hiçbir şey gereksiz değildir buna iman edeceksin eğer anlamadığım bir şey olursa bana sor!
- Tamam efendim anlamadım anlamakta zorluk çektim şeyleri size soracağım hoşuma gitmeyen şeyleri de size sorayım mı?
- Elbette beyaz eşek hoşuna gitmeyen şeyleri de Sor tabii ki tekrar et bunu hiçbir şey gereksiz değildir ne içimizdeki duygular ne de doğadaki herhangi bir şey... bir şey varsa olması gerektiği içindir biz hissediyorsak acı çekiyorsak canımız yanıyorsa tedbirsiz davrandığımız içindir hak ettiğimiz içindir düşüncesizce bir yola çıktığımız içindir. Bu sebeple danışmadan sormadan iyice düşünmeden hesap etmeden asla karara varmayacaksın hiç kimse yoksa dahi kendi kendine defalarca sorup bekleyeceksin yanındaki ağaca yanındaki ota, toprağa, börtü böceğe, bir karıncaya dahi soracaksın asla sormadan danışmadan karar vermeyeceksin bir karara da varmayacaksın tamam mı?
- Tamam efendim yalnız ben şunu merak ediyorum eğer yanında kimse yoksa neden danışmalıyım neye danışmalıyım onlar bana cevap veremezler.
- Beyaz eşek yanında sana akıl bilgi vermeyecek kimse yoksa dahil danışacaksın bu sana zaman kazandıracaktır acele ve yanlış bir karar almanı engelleyecektir. Aslında tek başına karar verme asla çabuk karar verme hatta karar verme içinde bir sonuca var ve gözlemle
- Efendim Bu çok zor Bizim yaratılışımız hemen bir karar verip onu uygulamak üzerine kurulu bu konuda epey zorlanacaksın bana yardımcı olur musunuz lütfen ben karar vermenin çok daha önemli olduğunu düşünüyorum aksi halde her şey daha kötüye gidebilir
- Benim akıllı tatlı beyaz eşeğim karar vermek ve kararını açıklamak Aynı şey değildir içinde bir karar ver bunu açıklama çoğunluğun fikrine tanıştıktan sonra hep beraber açıkla mutlaka içinde bir karara var sadece bunu hiç kimseye açıklama arasındaki fark bu
- Anladım efendim çok iyi anladım demek istiyorsunuz ki mutlaka daha iyi bir karar var onu bekle onu bekle karar ver ama daha iyi bir karar içinde açık ol demek istiyorsunuz bu çok hoşuma gitti efendim
- Bembeyaz eşek şunu asla unutma önemli her zaman bizim düşündüğümüzden başka bir şeydir herkes bir kapının önemli olduğunu düşünür herkes kapıya önem verir oysa asıl unsur anahtardır ve anahtar yoksa kapının hiçbir önemi yoktur mutlaka önem verdiğin şeyi sorgula her zaman senin önemsediğinin dışında hiç kimsenin önemsemediği minicik bir hakikat vardır. Bu önemsenmeyen minicik hakikat bütün sorunların çözümünün ama kaynağıdır genellikle bu önemsenmeyen minik hakikat gözümüzün önünde hayatın içerisindedir. En önemli olan asla uzakta değildir. Ve doğada ve canlılıkta önemsiz diye bir şey yoktur. Aptallar bazı şeyleri önemser akıllılar ise her şeyi önemser sadece yer ve zaman önemin değerini ortaya çıkarır veya azaltır eşekler buna ihtiyaç derler.
- O halde şunu söyleyebilir miyiz gerçek ve önemli olan her şey zamanla önemsiz bir şeye dönüşebilir ve önemsiz ve gereksiz olan her şey zamanı geldiğinde yeterince önem kazanabilir eğer benim sevgiye ihtiyacım varsa hiçbir Duygu bunun yerini karşılayamaz. Öyle mi efendim.
- Bembeyaz eşek, zaman toz gibidir. hareketsiz kalan her şeyin üstünü örter işe yaramak ve işleyiş sürekli hareket etmeyi gerektirir asla hiçbir şeyi bekletmeyeceksin yoksa zaman onun üstünü örter. Aklımıza gelmeyen, hatırladığımız, kullanmadığımız her şey değersizleşir ta ki ona ihtiyaç duyana kadar. O yüzden herşey her zaman önemlidir. Senin için önemli olmayan başka bir eşek için önemlidir.
- Anladım efendim.
Her bir kelimesinin tam yerine oturduğunu gören koca eşek hem gururlandı hem de duygulandı sağ toynağını beyaz eşeğin sol omuzuna yumuşak bir şekilde koydu, ara sıra ileri geri hareket ettirerek onu takdir ettiğimi belirtecek şekilde sağ toynağını beyaz eşeğin omuzlarında hareket ettirmeye devam etti. koca eşek gözlerini uzunca bir noktaya dikti öylece kaldı o kadar duygulanmış, o kadar gururlanmıştı ki konuşamıyordu. sesi ağzından yere dökülüp beyaz eşeğe ulaşamayacak diye korkuyordu. Koca eşek, bu ruh halinin geçmesini bekledi, gözlerini uzunca bir süre uzak bir noktaya dikti, beyaz eşek, koca eşeğin bu davranışına karşılık olarak Bir adım kadar ona yaklaştı başını sola doğru aşağı doğru eğdi. Ara ara sol omuzunu ileri geri oynatarak koca eşeğin bu takdirine o da minnettarlıkla cevap vermeye çalışıyordu. koca eşek hala uzak noktaya bakıyordu. Onun Gözleri, o büyüleyici gözleri, eşekliğin sembolü o büyüleyici gözleri nemliydi; gözündeki nemlenme, kara bir bulutun tüm evrene kendini bir zorba gibi dayatması kadar açık bir şekilde gözyaşı yağmuruna dönüşecekti. Koca eşek, mutluluk gözyaşları ile evreni en doğru bir eşeğe bırakacak olmanın coşkulu hazzını yaşıyordu. Eşek diyarı ve evren liyakat sahibi bir lider görecekti.
KUZEY
Yaralı, perişan, aç ve yorgun gri Gri eşek somut olan hiçbir şey için derine inmemeyi öğrenmişti. Her güzel, lezzetli ve olgun şey mutlaka dipten gelirdi, acı ile pişer pişmanlıklarla süslenir, güzelleşirdi. Bunu bilmek için geriye dibe gitmeye gerek yoktu. Daha iyisi için mutlaka daha kötüsünü yaşamak gerekirdi nitekim en iyisi için de kötünün kötüsünü görmeli, hissetmeli ve en kötüsüne, kötünün de kötüsüne hazır olmalıydı. Öğrenmenin biricik ıstırabına Mazhar olan Gri eşek, kuzey yurduna ulaşmak için yola koyuldu. Gri eşeğin acısını unutturan kuzey yelleri nadir de olsa ılık eserdi ve bugün o günlerden bir gündü. Ilık esen rüzgar Gri eşeğin Yolda yumuşak ilerlemesine, sakin kalmasına olanak sağlıyor gri eşeğin etrafını daha dikkatli gözlemesine fırsat veriyordu. Yolun kayalık kısmını çoktan geride bırakmıştı gri eşek. Ağaçların yaprakları ilerledikçe küçülüyor birer dikene dönüşüyordu. Yaprakların renkleri açık tonlardan koyu tonlara yumuşak ve tutarlı bir biçimde geçiyordu. Sertlik renklerde de kendini hissettiriyor tüm tonlar koyulaşıyordu. Gri eşek sakinliğin göstergesi olarak kuyruğunu yavaş ve yumuşakça sağa sola sallayarak sağ toynağıyla yolun kenarında bulunan uzun boylu bitkiler ve dikenlere dokunuyor, bu bitkilerin ve dikenlerin sağ toynağına batmasına onu incitmesine aldırmadan; ruhunu ele geçiren umut ve hayal parçacıklarına, kırıntılarına bırakıyordu. Gerçek ve hayal arasında bir yerde yüzünü bir anne sevgisi gibi süpüren ılık rüzgara kendini bırakmıştı gri eşek. İlerliyordu fakat farkında bile değildi. O kadar umut doluydu ki hiçbir şey umurunda değildi. Yeni düzende kendisinde verilecek yetkililerden başka şey düşünmüyordu. Yol onu da tüm kötülükleri de amacına ulaştırıyordu. Bu sebeple kim ve ne olursa olsun yola çıkarsa amacına ulaşırdı. Bir amaca ulaşmak için yolda olmak gerekliydi, yeterliydi. Çünkü yolda olmak hareket ve devinimi temsil ediyordu. Yolda beklense bile gelip geçenler, yoldaki için hem fırsat hem de imkan sağlıyordu. Nitekim gri eşek de yolda ilerliyor ve her adımda maksadına daha da yakınlaşıyordu. İçinde zerre kadar umutsuzluk yoktu gri Eşeğin. Ara ara duyulan sesler birer Zafer marşı gibi çınlıyordu gri Eşeğin kulaklarında. Kuzey diyarı artık görülüyordu. Dağlar yerini ekin düzlüklerine bırakıyordu. Ve düzlüklerin tam ortasındaki el işlemesi dev kapı ve kapıda bekleyen iri eşek bir umut kırıntısı kadar küçük olsa bile artık görülüyordu. Gri eşek adımlarını ve kuyruğunu sallamayı hızlandırdı. Sonra Kuzey yurdunun kapısına kadar dört nala koştu.
BATI YURDU (DENIZ)
Kara eşek, denizi seyrediyordu, kendisinin O an için Batı yurdunda bulunduğu ve Denizi seyrettiği konusundaki kesinlik kadar, kesin bir şekilde Batı yurdu liderinin yanındaki eşeklerle birlikte kendisini gördüğünü ve ona doğru ilerlediğinin farkındaydı ancak Kara eşek hiçbir şekilde onlara doğru yönelmedi ve bir hareket için yeltenmediği gibi onların varlığını hissettirecek bir şey de yapmadı. denize, sonsuzluğa uzanıyormuş gibi görünen denize derin, sert ve kararlı bakışlarını; yuvarlak ince ve pürüzsüz bir taş gibi fırlatıyor, suyun üzerinde yarı çemberler oluşturarak seke seke daha da ileriye uzayıp gidiyordu. Sağ toynağı ile yerde ezber ve keyfi çemberler çizip duruyordu.
Kara eşek üzerinde Batı yurdu liderinin nefesini hissetmesine rağmen hiçbir tepki vermedi. O her zaman iletişimin karşı tarafın başlatmasını isterdi asla iletişimi başlatacak taraf olmayı tercih etmezdi bunu bir zayıflık ve niyeti belli etme olarak görürdü. Oysa Kara eşek, gücünü belirsizlik ile korurdu. Bu yüzden konuşmadı Kara eşek. Ta ki Batı yurdu lideri: “dostum Kara eşek hoş geldin.” diyene kadar... Batı yurdu liderinin samimi ve sıcak sesini duyan Kara eşek, yavaş bir şekilde sağ omuzundan yukarı doğru gözlerini de ikisini aynı anda sağ tarafına yukarı doğru dikerek hiçbir Duygu belirtisi göstermeden tüm sakinliği ile cevap verdi. “hoş bulduk Batı yurdu lideri.” Dedi. Kara eşek, Batı yurdu liderinin davetini bekleyene kadar hiç hareket etmedi Ve hiçbir söz söylemedi nitekim Batı yurdu lideri sol toynağını Kara eşeğin sağ omuzuna çok yavaş, bir o kadar ürkekçe vurup: “Hadi dostum gidelim.” Dedi. Kara eşek, hiçbir şekilde jest ve miniklerden duygularını belli etmeden ağır ve ciddi adımlarla Batı yurdu liderinin sağında aynı hizada aynı adımlarla Batı yurduna doğru ilerlediler. Kara eşek ile batıyordu lideri köprünün üzerinden ilerleyip Batı yurdunun merkezine kadar o kadar yavaş ilerliyorlardı ki onları gören bütün eşekler sanki ışık hızında hareket ediyor gibi görünüyorlardı Kara eşek, kendinden eminlik ve sükûnetini hiçbir surette bozmuyor ve tek kelime dahi etmiyordu. Kara eşeğin geçtiği yerlerden bariz bir şekilde ayak izleri yerde görülürken batı yurdu liderinin ayak izleri neredeyse görünmüyordu. Batı yurdu lideri sol toynağı ile yanındaki eşeklerin uzaklaşmasını işaret etti, eşekler önlerinden hızlıca uzaklaşıp gittiler. Batı yurdu lideri eşeklerin arkadan uzaklaşıp gitmesini yasaklamıştı. Batı eşekleri uzaklaştıkların da mutlaka hızlıca ve önden uzaklaşırlardı. Eşekler uzaklaştıktan sonra Batı yurdu lideri ve kara eşek tek başlarına ilerlemeye devam ettiler ikisi de konuşmuyordu. Daha çok birbirlerine dokunarak ve hızları ile mesaj veriyor gibiydiler.
Batı yurdunun girişindeki kapıya varana konuşmamayı sürdürdüler şehrin girişindeki nöbetçiler Kara eşek ve batı yurdu liderini görünce selam vermek için eğildiler ve silahlarını göğe doğru diktiler. Bu nöbetçilerin liderlere karşı selam şekliydi kara eşek ve batı yurdu lideri nihayet büyük kapıdan aynı ağır adımlarla ve emin bir şekilde geçtiler. Gökyüzünde hiçbir bulut yoktu, hava son derece sakindi, her iki eşek be hafifçe yukarı baktılar sonra tekrar dümdüz bir şekilde önlerine hiç konuşmadan bakıp yürümeye devam ettiler sadece Batı yurdu liderinin geçebileceği bir yola geldiler Kara eşek durdu. Batı yurdu lideri hareket etmedi sağ toynağı ile kara eşeği geçmesi için öncelik verdi Kara eşek soluna doğru bakıp kararlı bakışlarından hiçbir taviz vermeden bir minnettarlık belirtisi olarak sadece başını çok hafif bir şekilde öne eğdi ve yolu önce Kara eşek geçti. Hemen ardından batı yurdu lideri onu takip etti ta ki batı yurdu liderinin tahtına gelene kadar bu sefer jest yapma sırası Kara eşekteydi. Kara eşek sol toynağını işaret ederek batı yurdu liderine tahta oturmasını işaret etti. Batı yurdu lideri de aynı sakinlikle sağdan kara eşeğe doğru baktı minnettarlık belirtisi olarak başını hafifçe öne eğdi ve tahta oturdu.
TOYLUK
İyilik ve kötülüğün hesapsız işlediği yer Ve mekanın bilinmedi zamanda koca eşek ve bembeyaz eşek ilerliyordu koca eşek yüreğindeki duyguların tamamının gerçek olduğunu yaşayarak gördüğü için son derece mutlu ve sükunet içerisindeydi. Bembeyaz eşek koca eşeğin aksine son derece yorgun ve telaşlı görünüyor kendisine duyulan güvensizliğin ve nefretim altında ezik hissediyordu koca eşek sağ ayağını bembeyaz eşeğim sol omuzuna koydu ve koca eşeğin toynakları bembeyaz eşeğim omuzlarında yavaş mı yavaş yürümeye koca eşek ve ben beyaz eşek tek kelime bile etmeden yüzlerine çarpa çarpa ilerleyen rüzgarın ortasında hataları ve yanlışlıkları bir şekilde düzeltmeye gayrete koyuldular koca eşek ağır ve gür ses tonuyla ve sağ toynağı hala bembeyaz eşeğin omuzunda bembeyaz eşeğim son gözünü bakarak sadece senden çok özür diliyorum Beni
- Nasıl Efendim! Hiç büyükler küçüklerden özür diler mi
- Bembeyaz eşek elbette özür dilemek bütün hakikaten ulaşmak isteyen canlılar için biricik Umut kaynağıdır eğer canlılar hatalarını kabul etmez ve özür dileme silerse asla hakikat e ulaşamazlar ben koca eşek olarak hem senden çok özür diliyorum hem de sana çok teşekkür ediyorum bu yaşında bana birçok hakikat öğrettin
- Sağ olun efendim, içimde çok ağır duygularla ümitsizliğe kapılmıştım bir sözlerimiz kendime olan inancımı ve güvenimi geri verdi
- Seni anlıyorum Ben beyaz eşek bizler Biz eşekler motivasyonunuzu ve gücümüzü takdir edilmekten ve saygınlık tam alırız oysa motivasyonun biricik kaynağı hakikat ve hakikatler olmalı hakikat ve hakikatler ise yalnızca adaleti ve iyiliği almışlar ımıza bırakıyorsa onlar gerçek adalet ve gerçek iyiliktir sakın adalete ve iyiliğe olan inancım seni diğer eşeklerin yakınmaların dan ötürü ve diğer eşeklerin sana olan nefret ve düşmanlar düşmanlık larından ötürü umutsuzluğa sevk etmesin evrendeki bütün işleyiş adalete lei götüren hakikatin ortaya çıkarmak içindir. İyiliğe ve adalete giden yol her zaman yorucu sıkıcı ve Umut kırıcıdır senin samimiyetin ve hakikate olan inancım seni bu yolda muvaffak kılar asla pes etme ve asla umutsuzluğa kapılma
- Ne yapmalıyım Efendim eşekler beni övme övme diğinde veya bana inanmadıkları unda hemencecik umudumu kaybediyor ve umutsuzluğa kapılıyorum
- Saygıdeğer bembeyaz eşek sana toy luktan ve toy eşeklerden anlatayım toy eşekler kendi farkına vardıklarında kendinden büyüklerin sözünü dinlemezler seslerini yükseltirler ve akranlarına ve gücü yeten diğer eşeklere şiddet uygulamaya onlara haksızlık etmeye başlarlar bu onları farkına vardıkları ve bazı yanlışlıkları ve haksızlıkları veya hoşuna gitmeyen herhangi bir şeyi istemedikleri anlamına gelir oysa toy eşekler bu süreçte ne kadar saldırgan olurlarsa olsunlar o kadar toy loglarının etkisi ile hatalar yaparlar ve bu hataların geleceklerini çok olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmezler aynı zamanda toyluk Bir canlının kendi farkına vardığı en değerli dönemdir eğer toy eşekler herhangi bir şeyin farkında olmayı anne ve babalarına ve büyüklerine tepki göstermek yerine o farkında olmayı senin gibi yeni şeyler öğrenmeye ve yeni şeyleri merak etmeye harcarlar gelecekten tahmin edemeyecekleri mevkilere ve makamlara gelirler oysa Biz eşekler farkındalığı reddetmek olarak algılıyoruz Bu da bizim geleceğimizi ve başarılı olmamızı olumsuz etkiler Sen bu davranışlarını mutlaka devam ettir öfkelendiğinde haksızlığı kabul etmediğin de asla reddetme sabır ile gözlemle ve hakikatin gün ışığı gibi ortaya çıkışını zevkle seyret bu her zaman senin gücüne güç katacaktır farkına varan diğer toy eşekler enerjilerini kabalık ile tüketirken Sen sadece gözlemlemek ile hakikatin ortaya çıkmasını bekle ve bunun çok ağır ve acı dolu bir süreç olduğunu da asla unutma
- Efendim bu anlattıklarınız tamamı ile mantar zehirli olmayan mantarları aramak için hep birlikte o hakikatin ortaya çıkmasını beklediğimiz zaman da tüm ağırlığı ve zorluğuyla ruhumda bu anlattıklarınızı tüm gerçekliği ile hissettim kendime olan inancımı ve umudumu sizin gibi adil bir yöneticiye borçluyum
- Bembeyaz eşek sen Adil yönetici demiş iken sana şu hakikati de hatırlatmak isterim. Sakın Ben beyaz eşek şunu unutma eğer bir hakikat-i kendinden küçüklere ve zayıflara anlatırsan öğretirsen bu nasihat olur ancak bir hakikat-i kendinden güçlülere ve kendinden büyüklere hatırlatırsan Bu da Adalet olur Sen daima Adalet ehli ol ve daima nasihat ehli ol bunun dışında bir bilgiyi asla böbürlenmek için kullanma. Güç bilgiyi heyecanı ve farkındalığı yerinde ve doğru kullanmaktır. Umut: Bir kuyunun dibinden hayata bakmak gibi iken Hakikat bir kapı aralığından hayata bakmak gibidir. Bu yüzden Hakikat yakın iken umut uzaktır. Hayata daima Hakikat ile bak!
- Anladım efendim.
Benbeyaz eşek heyecanın, toyluğun, ve öğrenmenin aynı şeyler olduğunu dehşet ile koca eşekten öğrenmiş, bu öğrendikleri bembeyaz eşeğin yüreğine ve ruhuna yeni bir misafir olan şüpheyi ekti. Ve koca eşeğin söylediği bu kelimelerin eşekler için ne kadar yıkıcı olabileceğini hayal etmeye başladı. Bu yıkıcılık yönetmenin zorluğunu tüm şeffaflığı ile ortaya seriyordu. koca eşeğin tüylü temiz sağ toynağı hala bembeyaz eşeğim sol omuzun daydı koca eşek toynağı yavaş yavaş ben sürekli bembeyaz eşeğin omuzuna vurup duruyordu bembeyaz eşek omuzundaki toynağı an her vuruşunu kalbinin bir atışı olarak hissediyor ve koca eşeğin her bir toynak vuruşu bembeyaz eşeğe hayat ve güven veriyordu öyle miydi gerçekten bir hakikatin ilk kez farkına varan bir eşek bunun etkisiyle saldırganlaşan bilir veya reddetmeyi tercih edebilir miydi Ben beyaz eşek ruhundaki bu ağır çelişkiyi kabul etmek istemedi Ben beyaz eşek omuzunda Duran koca eşeğin toynağı nın üzerine koydu ve hüzün ile sordu
- Efendim öğrenmek farkına varmak ve toyluk Nasıl oluyor da bir dehşete şiddete ve red etmeye dönüşebiliyor Ben bunu anlayamıyorum Efendim oysa ben yeni bir şey öğrendim de bunu canlıların hizmetine nasıl sunabileceği mi düşünmeye başlarım neden diye eşeklerde yeni öğrendikleri şeyleri diğer eşeklerin hizmetine sunmaz lar efendim ben bunu gerçekten anlamıyorum söyledikleriniz derin bir hakikat-i barındırmak ile birlikte gerçek ve hakikat olması beni gelecek konusunda umutsuzluğa sevk etti
- Bembeyaz eşek bütün eşekler senin gibi bilgiyi iyiliğe hakikat e ve adalete dönüştürülmez sem bilgiyi kötülüğe menfaate ve güç kullanmaya dönüştürme diyen için söylediklerimi anlamıyorsun bundan sonra etrafındaki toy eşekleri gözlemlemeye başla o zaman benim tam olarak ne demek istediğimi anlayacaksın şunu unutma ben beyaz eşek sen mantarların bazılarının zehirli olmadığını öğrenen ilk eşeksin diğer eşekler senin gibi davranmayacak lardı veya davranmaya bilirdi onlar güçlenmek için zehirli olmayan mantarları arıyor olabilirdi.
KAPI
Varmak, sonuç ve başlangıç aynı şey olabilir mi? Yok olmak, imkansız ise sonuç ve başlangıç aynı şey olmaz mı? Zaten eşekler ve diğer canlılar, yok etmenin/olmanın mümkün olmadığını biliyorlar. Eşekler, öldürmek, gizlemek ve umuda olan sadakate zarar vermeye yok etmek diyordu. Gerçekte bir eşik ve amaca varılması bitmek, yok olmak, tüketmek diye değerlendirildi. Eşiğin ödülü de genellikle dinlenmek, kutlamak ve eğlenmekten öte bir şey değildi eşekler için. Sonrası tekrar yola koyulmak idi. Haliyle bir kapıya varmak, bir eşiği tamamlamaktır ve yeni amaç ve hedef için başlangıçtır. Gri eşek, kuzey yurdunun kapısına vardığında kimseye görünmeden bir kuytuluğa sığındı. Kara eşekin ona söylediği sözcüğü hatırlatmaya çalıştı. Kelimeyi tam olarak aklına getiremedi, hatırlayamadı. Kara Eşeğin” onlara istedikleri her şeyi Gönül rahatlığıyla gerçekleştireceklerini, bunu gerçekleştirmek için; ne ama ne gerekiyorsa; yapmaya hazır olduklarını söyleyeceksin. Asla onların dediklerini inkar etmeyeceksin. Eşekleri, hiçbir şeye zorlamadan her dediklerini yapacaksın.” Sözleri geldi aklına geri Eşeğin. Bir an için onların istediği şeyleri yerine getirecek durumda olmadığı fikri gelse de Grinin aklına, o bunu umursamadı. ”Onlara tamam diyeceğim. Onları götüreceğim.” Dedi. Üstünü başını bir basit tavırla ve ciddiyetten uzak bir biçimde toparladı. Tekrar kapıya yöneldi. Biraz bekledi kapıda kimseyi görmeyince seslendi. “ Hey kimse yok mu!” dedi
İrice ve saf tavırlarıyla nöbetçi eşek: buyur gri eşek. Hayırdır ne istiyorsun?
- Biliyorsun musun beni buraya Kara eşek gönderdi.
- Eeee
Gri eşek, nöbetçi Eşeğin arzusunu öğrenmek için; - hiçbir şey yapamayacağını bile bile- sol toynağını tozlu gri yanağına götürüp hafiften kaşır gibi yaptı. Çürümüş bir domatese benzeyen kırışık dudaklarını dışa doğru hafif büktü. Özensiz bir karga yuvasından farksız kaşlarını iki kere yukarı aşağı hareket ettirip anlamlı anlamlı gözlerini kısıp çürümüş domatese benzeyen dudaklarını içeri çekip sordu.” Nöbetçi! yıllardır senden başka kimse durmuyor bu kapıda. sen de geceleri sıcacık yatağında yatmak istemez misin?” diye sordu.
- Ama ben bu diyarı korumak gibi onurlu bir görev üstlenmişim. Herkes bana yiyecekler veriyor ve bana saygı duyuyorlar.
- İyi de sırayla yapsanız olmaz mı?
Nöbetçi yıllarıdır bir gece olsun evinde sıcak yatağında uyumamıştı. Grinin sorusu, nöbetçinin yüreğine efsanevi kayaya saplanmış bir kılıç gibi duran arzusunu yerinden çıkaracaktı ki..! Nöbetçi eşek:” bunca eşeğin canını kendi arzularım için tehlikeye atmam.” dedi. Böylece nöbetçi eşeğin arzusu, böğründe olduğu yerde kaldı.
Gri eşek, Kara eşeğin sözlerini hatırladı, hiç üstelemedi. Kara eşek sizin her istediğinizi yapacak. Ne isterseniz yapacak. Ben size bunu söylemek için geldim.
- Her istediğimizi mı?
- Evet! Her istediğinizi...
- Sabahı bekle!
- Tamam.
Gri eşek, çok yorgundu. kısa bir süre sonra olduğu yerde derin ve tatlı bir uykuya daldı.
Nöbetçi eşek, gecenin sessizliğinde, etrafı seyretmeyi ve hayaller kurmayı çok severdi. Aklına ilk ne zaman nöbet tuttuğu geldi, epey zorladı ancak anımsayamadı. Hatırladığından beri nöbet tutuyordu. Ondan önce babası nöbet tutuyordu. Babasından önce de dedesi tutuyordu yüzyıllardır belki de daha uzun bir süredir koruma görevini, yürütüyorlardı. Aslında nöbetçi eşek babası yaptığı için bu işi yapıyordu. Ona babası tarafından yaptığı işin ne kadar kutsal bir iş olduğu öğretilmişti. Babasına da dedesi tarafından bu işin kutsallığı anlatılmış öğretilmişti.
Kuzey yurdunda nöbetçilere çok değer verildi. Tüm eşekler sırayla nöbetçilerin yiyeceğini ve diğer ihtiyaçlarını karşılardı. Nöbetçiler diğer eşeklerin yapmak zorunda oldukları bir çok şeyden muaftı. hiçbir şeye ücret veya vergi vermezler. Onların çocukları özel eğitilirdi. Nöbetçiler, kuzey yurdunun korumak dışında hiçbir şey yapmazdı.
Güneş, gri eşeğin yüzünü rahatsız edecek derecede süpürmeye başladığında, kirli ve tozlu gözlerini, suratını ekşiterek ve istemsiz bir biçimde bir kaç kere hızlıca, salladı ve titrer gibi yaptı, ayağa kalkmak için sağ toynağıyla destek alacak, tutunacak bir şeyler aradı, bulamayınca sağı solu tekrar tekrar yokladı. Eline gelen ilk şey nöbetçinin kuyruğu oldu. Gri eşek üzerindeki tatlı ve ağır sersemlikle nöbetçinin kuyruğundan tuttuğu gibi kalkmaya çalıştı. Nöbetçi ne olduğunu neye uğradığını anlamadan keskin ve ürkütücü bir anırma sesiyle anırmaya başladı. Gri eşek ne kadar özür dilese de olan oldu. Tüm kuzey yurdu bu keskin anırma sesiyle uyandı.
Yokluğun, yoksunluğun, olmayanın, olmamışlığın sessizlikle tartıldığı, gündüzün gece ile son vedasını sessizlik, sükunet ve dinginlikle taçlandırdığı, şafak vaktinde; küçük büyük tüm eşekler birden meydanda toplandılar. Daha önce böyle bir şeye şahit olmayan şaşkınlık ve korku içindeki eşekler Kuzey yurdunun liderine gözünü diktiler, kuzey yurdunun lideri de aynı şaşkınlık ve telaş ile onlara bakıyordu. Birini bu belirsizliği bitirmesi gerekiyordu.
Durumdan fırsatla, Gri Eşek atıldı:” Ey Kuzeyliler! Ben buraya gece geç saatte geldim. Beni buraya Kara eşek gönderdi.
Artık, tüm istekleriniz gerçekleştirilecek, isteğinizi yapabilirsiniz, istediğiniz saatte yatmak-kalkmak serbest... İstediğinizi yiyip içebilirsiniz.” Dedi. Heyecan ve şaşkınlıkla.
Kuzeyliler, ruhlarını saran bir sersemlikle, yaşananların bir rüya mı gerçek mi olduğunu kestirmeye gayet ettiler ise de anlamak o an için gereğinden fazla ağırdı. Kimse anlamadı.
Kuzey yurdunun lideri:
- Kara eşek mi
- Evet
- Hayırdır
- Kara eşek, Eşek diyarını yönetmek istiyor. Her isteğinizi yapacak. Vaktimiz yok. Kara eşeğe inananlar benimle gelsin.
- Hele bir soluklan gri eşek bir şeyler ye.
Sonra konuşuruz.
Kuzey yurdunun lideri, bir toynak hareketiyle tüm eşekleri, yuvalarına dönmeleri için uyardı. Eşekler birer birer, hiç bir şey olmamış gibi yuvalarına girdiler. Kuzey lideri ve gri eşek sakin adımlarla Kuzey liderinin mağarasına ilerlediler. Gri eşek üzerindeki, pısırıklığı acemiliği baharı karşılayan bir badem ağacı gibi; naif, zarif birer çağla verir gibi kendinden emin ve cömert görünmeye çalışıyor, kuzey yurdu lideri, asaletinden olsa gerek ona bir elçi gibi ciddi ve yerinde davranıyor, onun sakar ve acemi tavrını görmezden geliyordu. Kuzey lideri, bir ve ağır bir ses tonuyla:” Kara eşek, iyi mi?” diye sordu.
- Çok iyi
- Nerede?
- Bizden haber ve adam bekliyor
- Nerede dedim
- Meşelik mağarasında
- Hmm! Hiç duymadım.
- Evet biz yüce eşeğin yanından ayrılıp bu mağaraya sığındık. Aklıma geldi. Söyledim.
- Evet, Gri eşek, bilirsin Kara eşeği severim. Ancak ; ben bu işte yokum. buna rağmen biraz sonra Kuzey yurdunu toplarım seninle gelmek isteyen olursa alır gidersin. Kara eşeği iyi bilirim, o asla vazgeçmez.
- Sağ olun.
Gri eşek ve Kuzey yurdunun lideri mağaranın, avlusuna varıp oturdular. Güneş gökteki yerini hissettiriyordu, ışıkları tatlı dikenler gibi, hafif hafif rahatsız etmeye başlamıştı güneşin. Gri eşek ruhunda dolaşan saygının ilk hazzını yüzündeki gereksiz ciddiyetle örtmeye çalışıyor, ama babasından takdir edilmeyi bekleyen bir çocuk kadar heyecanlı görünüyor, bu heyecanı ve duyduğu hazzı gizleyemiyordu. Çok geçmeden Kuzey yurdunun yardımcısı onların önünde durup:” efendim yemek hazır. misafiriniz ile birlikte teşrif buyurun.” dedi gri eşek bir anda vücudunu Saran o heyecan ve hazzın etkisiyle güldü, şirin bir anırma sesi ile. Kuzey yurdunun lideri hiç hoşuna gitmese de ciddiyetinden hiçbir şey kaybetmeden ayağa kalktı ve sofraya doğru ilerledi bu arada gri eşek utançtan ne yapacağını bilmiyordu. Gözlerini tavana dikti, dişlerini sıktı. Tekrar yüzünü yere eğdi. Kuzey yurdu liderinin peşine takıldı, yerden yüzünü kaldıramıyordu. Mağaranın ve avlusunun her tarafını saran utanç, karaya sızan güneş ışıklarından daha fazla yer kaplıyordu. Gri eşek az önceki ciddiyetin bu kadar çabuk elinden uçabileceğini hiç ummuyordu, içi içini yiyor, yüzündeki kızarıklık gitmek bilmiyordu. Gri eşek Kuzey yurdunun liderine sağ taraftan hafiften bakarak ama yüzündeki utanç ve ciddiyet karışımı yapmacık bir sırıtışla hızlıca iki kelime ile:”özür dilerim.” Dedi. Gri eşek çok utanmıştı ancak yeni bir şey öğrendiğini de fark etti. Ne kadar zahmetli olursa olsun ne kadar uzun sürede olursa olsun emek verilmiş her şeyin bir anda küçücük bir hatayla yok olup gidebileceğini utanarak öğrendi. Bir şeyi geriye döndürmenin imkansız olduğunu düşündü sadece on saniye öncesine gitmek istiyordu. on saniye öncesi ona saygınlığını geri verecekti ancak imkansızdı, bir saniye dahi geriye gidemezdi. Ne kadar zorluklarla, ne kadar büyük emeklerle inşa edilmiş olursa olsun, inşa edilenler tek bir hatayla heba olup gidiyordu. Gri eşek, asla acele etmeyecekti, duygularını asla aklının önüne geçirmeyecekti çünkü elinde sadece pişmanlık kalıyordu duygusuyla hareket edenlerin. Yürümeye devam ettiler, Her ikisinin önünde ilerleyen Kuzey yurdu liderinin yaveri tek kelime dahi etmedi sofraya kadar onlara eşlik etti. gri eşek ve kuzey lideri sofraya oturdular Kuzey yurdu liderinin yaveri bir isteğiniz olursa söylersiniz efendim deyip kapının iç tarafında öylece beklemeye başladı gri eşeğe saygınlıkta bir elçiden farksız davranılmış hiçbir konuda kendisinde saygıda kusur edilmemişti. sofrada bir eşeğim hayalini kurduğu, kurabileceği bütün yiyecekler mevcuttu gri eşek sabırla sofrada öylece bekledi Kuzey yurdu liderinin yemeğe başlaması gerekiyordu ve beklediler kuzey yurdu lideri gökyüzüne doğru baktı:” ey bütün canlıların sahibi bizi bereketlendir yediklerimizi bize hayırlı kıl bizi sıhhatli kıl.” dedi ve Gri eşeğin duymadığı birkaç kelime daha söyledikten sonra sağ toynağı ile bir iki parça yiyecek ağzına attı, gri eşeğe, sol toynağıyla, yemeğe başlayabileceğini işaret etti. Utanç ne kadar büyük bir duygu idi ki gri eşeğin açlığını bastırabilmişti, eşek yutkundu sadece Kuzey yurdunun lideri gibi iki ya da üç parça bir şey ağzına attıktan sonra bekledi gerçekten de hiçbir şey yiyemedi. Gri eşeğin aklında kapıda duran Kuzey yurdunun yaveri geldi orada öylece bekliyordu inanılmaz saygındı, inanılmaz değerliydi. Fazla konuşmamış, hiçbir gereksiz kelime kullanmamıştı kapıda öylece bekliyordu gri eşek saygınlığı korumanın tek yolunun susmak olduğunu bütün yüreğinde hissediyordu. Az önce açlıktan ölecekmiş gibi hisseden gri eşek hiçbir şey yemedi Kuzey yurdunun lideri gri eşeğe bakıyor yavaş yavaş bir şeyler yiyordu gri eşeğin hiçbir şey yemediğini görünce, Kuzey yurdunun lideri sol toynağını gri eşeğin sağ omuzuna koydu “ Gri eşek, burası senin evin, sakin ol, yemeğini ye, yolun uzun senin, beslenmen gerekir, sakın ha! utanmak seni hayattan alıkoymasın evet utanılacak şeyler yapma, ancak utanç duygusuyla da yaşama. Her canlı hata yapabilir herkes hata yapabilir önemli olan hata yapmamak değildir, hatalarımızı bir tuğla olarak görüp, hatalarımızdan kendimiz ve sevdikleriniz için sağlam ve güçlü bir duvar örmek, kendimizi ve sevdiklerinizi bu duvarın arkasına gizlemektir, hatalarımızdan duyduğunuz utancı devam ettirmek aynı hatayı yapmaktır. evet biz eşekler hatalarımız ile bugünlere geldik yoksa hiçbir canlıdan farkımız olmazdı bir ağaç gibi orada öylece dikilirdik. Biz hatalarımızdan ders çıkardık, bugünlere böyle geldik gri eşek.” Dedi.
Gri eşek vücudunun her tarafını Saran utanç duygusunun artık yavaş yavaş vücudunu terk ettiğini hissediyordu. Gri eşeğin vücudunda utanç yerine sadece saygınlık, hayranlık duruyordu gri eşeğin yüzünde de utançtan eser kalmadı, hiçbir şeyin rastgele olmadığına inandı, bir an için Yüce eşeğin çok doğru şeyler yaptığını düşündü, üstünde fazla durmadı, aklında vücudunda hissettiği saygınlık duygusu vardı. Kuzey yurdunun lideri üç beş kelime ile gri eşeğin vücudunu Saran utanç duygusunu sefil bir canlıyı tekmeler gibi uzaklaştırmıştı. Evet, boşuna değildi Kuzey yurdu lideri gerçek bir liderdi ve artık buna gri eşek de inanıyordu. Bir lider asla tesadüfen lider olmazdı dibine kadar kullanabileceği güce rağmen imkanlara rağmen tercihlerini iyilikten güzellikten ve merhametten yana kullandıkları için lider diller Bir liderin herhangi bir yerin lideri olmasına gerek yoktu bu onun içinden geliyordu ve öyle davranıyordu nerede ve nasıl olursa olsun bu düşüncelerden sonra gri vücudunu bir acizlik çaresizlik sardı bu duyguların hiçbiri onda yoktu tüm benliğiyle o an için Kuzey yiyordu liderinin vereceği bir Emre odaklanmıştı ona canını verebilirdi o bir lider değildi ama gerçek ve tam anlamıyla bir görev adamıydı Kara eşeği aklına getirdi Kuzey yurdun liderine baktı başını eğdi yavaş yavaş bir şeyler yemeye başladı Kuzey yurdu lideri yardımcısını yanına çağırdı sağ kulağına bir şeyler söyledi ve onu gönderdim Kuzey yurdu liderinin yaveri yavaş ve emin adımlarla avludan uzaklaştı gitti bu arada gri eşek bir şeyler yiyor yediği şeylerin lezzetini ve tadını hissediyordu açlık duygusu tekrar hissedilmeye başlanmıştır ve öyle bir açlık bu ki bu hemen liderliğe duyulan açlık hem de gıdaya duyulan açlıktır her ikisi bir arada gri eşeğin açlığını açılıyordu.
DİKKAT
Gündüzün bilinmeyen bir saatinde Kara eşek ve bembeyaz eşek çimenlik bir alanda patika bir yolda yürüyorlardı bembeyaz eşek dar patika yolu tam ortasında Kara eşeğin önünde ilerliyordu yolda önceki gün yağmur yağdığını kanıtlayan su birikintileri ve Ara ara cıvık bir çamur vardı Bembeyaz eşek, gözünü yola dikmiş özellikle çamurun olduğu yerlerden geçmemeye çok ama çok dikkat ediyordu arkadan gelen Kara eşek beynimde onlarca hayal ile dalgın bir şekilde bembeyaz eşeğin arkasında yürüyordu. Bembeyaz eşek, mümkün olduğunca kuru yerlerden ilerliyor ve yolun kenarındaki yüksek bitkilerden üzerine damlalar sıçramamasına dikkat ediyor, tüm benliği ile etrafını gözlemliyor, etrafını hissediyor ve o şekilde yürüyordu. Çok yürümemişlerdi ki arkada dalgın dalgın yürüyen Kara eşek önce bir su birikintisine bastı, ardından çamura saplandı saplandığı çamurdan çıkmaya çalışırken patika yolun sağında ve solunda bulunan yüksek otlardan üzerine su damlacıkları sıçradı, üzerine her tarafı çamur içerisinde kaldı. Bembeyaz eşek, tüm dikkatini yola vermiş yürüyordu dikkatli bir şekilde yolun ortasındaki birikintilere yolun kenarındaki taşlara ve otlara ve ona zarar verebilecek herhangi bir şeyin olup olmadığına dikkat ediyor mümkün olduğunca yavaş ilerliyordu. Bembeyaz eşeğinbütün vücudunu saran tüyler, tertemizdi ne yerdeki çamurdan ne de etrafındaki hiçbir şeyden zarar görmemiş ve kirlenmemişti. Kara eşek, baldırlarına kadar cıvık balçığın izlerine rastlamak mümkündü arada bir yolun kenarındaki taşlara da kendini vuran dalgın ve dikkatsiz Kara eşeğin sağ toynağında hafif çizikler ve küçük yaralar görülüyordu dikkatli bir şekilde önde ilerleyen bembeyaz eşek havadaki her şeyi doğru bir şekilde gözlemleyip ilerliyordu bu yüzden üzerinde hiçbir leke yoktu. Kara eşek dalgınlığın, dikkatsizliğin bedelini hem kirlenmek hem de acı çekmekle ödüyordu. ancak bembeyaz eşeğim o temizliği onu kıskandırdı. Kara eşek yavaş yavaş ben biraz eşeğe doğru ilerledi, sağ toynağını yavaş bir şekilde yerdeki çamura bandırıp arkadan bembeyaz eşeğin üzerine fırlattı, bunu birkaç sefer yaptı. Bembeyaz eşek dönüp arkasına baktı: “ ne yapıyorsun Kara eşek, neden bunu yapıyorsun?” dedi
Kara eşek, başını yere eğmiş, başını yerden kaldırmadan, sağ toynağıyla yerdeki çamura bir şeyler çiziyor tekrar siliyor ve tekrar çiziyordu. Bembeyaz eşek ona yüksek sesle ancak nasihat anlamında bir şeyler söylüyordu. Kara eşek, hiçbir şey söylemiyordu sadece sağ toynağıyla yerdeki çamura şekiller çizip tekrar tekrar siliyordu. Bembeyaz eşek ona yüksek sesle. “ Başını kaldır ve gözlerime bak!” dedi Kara eşek, başını kaldırdı, Bembeyaz eşeğin gözlerine bakamadı, ısrarla gözlerine bakması gerektiğini söyledi, Kara eşek Bembeyaz eşeğin tüm ısrarlarına rağmen gözlerine bakamadı. Bembeyaz eşek,” ben senin bu tavrını bir utanma olarak değerlendiriyorum, hatanı kabul etmiş sayıyorum, senin ve bir daha böyle bir şey yapmayacağını umuyorum.” Dedi
BATI
Kara eşek Boz eşeği Doğu diyarına gönderdikten sonra alelacele sarı eşeği mağaranın dibinde çok gizli bir yerde sakladı sarı eşek karanlığı ve kapalı yerleri sevdiği için Kara eşek dönene kadar olduğu yerde kalacaktı yine de tedbiri elden bırakmak olmazdı eğer sarı eşeği kaybederlerse çıktıkları çıktıkları bu yolda muvaffak olamayacaklarını biliyordu Bu yüzden sarı eşeği gizledikten sonra yolun belli aralıklarında geçilemeyecek engeller taş birikintileri oluşturdu birkaç yerde bu engelleri yapmaya devam etti Kara eşek sonra mağaraya mağaranın kapısına geldi Güneş batmak üzereydi mağaranın kapısından gökyüzünü seyretti gözlerimde bakışlarında yüreğinde zerrece şüphe yoktu kararlıydı ağaç dallarına gökyüzüne ve yorgun bedenine defalarca baktı yerdeki çimenlerden topladı topladığı çimenlerden çok az 7 sabah yola çıkacağı için dinlenmesi gerekiyordu Güneş yorgundu yatmak için köşesine çekildi gökyüzü kızıllaşma ya ardından yavaş yavaş kararmaya başladı derinin şırıltısı ağaç dallarının hafif ışıltısı doğa ile uyumlu yaşayan milyonlarca gece canlısını tuhaf ama rahatsız etmeyen sesleriyle gecenin tamamını sarmıştı
Kara eşek olduğu yerde yeryüzünün en derin noktasından daha derin bir uykuya dalmıştı arada bir sağa sola hareket ediyordu yüzünde uykudaki canlıların masumiyetinden farklı bir masumiyet vardı rüzgar açıkta kalan vücudunun üzerinde geziniyor Kara eşeğin tüylerini Bir annenin yavrusuna merhameti gibi yumuşak yumuşak okuyordu derenin suyu varlığına hissettirmek için düzenli olarak kenardaki kayalara çarpıp dikkat çekmeye çalışan bir çocuk gibi sürekli aynı sesi çıkarıyordu anne çimen minik yavrularına sarılmış belirsiz bir güne uyanacak olmanın telaşını kaderim her korkuyu silip süpüren devasa silgisini bırakıyor Kader elimdeki silgisi ile anne çimen’in korku ve telaşını bir çırpıda siliyordu ne zaman aynı korku aynı telaş anne çimene hasıl olsa kader’in silgisi hemen devreye giriyor ve anne çimen’in korkularını siliyordu hayata yeniden doğmuş gibi sağlıklı canlı dat dit diri oluyordu bütün telaş larından alınıyordu anne çimen Kayalar ve minik taşlar her zamanki yerinde bütün evrene tüm gereksizlik lerine rağmen biz varız ve buradayız der gibi hiçbir canlılık belirtisi göstermeden kendini gecenin sessizliğine ve doğaya bir bir kabadayı gibi da yatıyordu gece hayvanları yuvalarından teker teker çıkmış kaderi ile barışık çimenleri ezerek gidecekleri yerlere olabildiğince sessiz ulaşmaya çalışıyorlardı olabildiğince sessiz olmanın yaratmış olduğu hışırtılar Kara eşeğin kulaklarına bir annem ninnisi gibi ulaşıyor onun derin uykusuna derinlik katıyordu gecenin gökyüzüne Tek sahibi yarasalar karanlığın sunmuş olduğu nimetten istifade ederek gökyüzünde gecenin sahibiymiş gibi hızla sürekli hareket edip gecenin kendilerine sunduğu o boşluğu fırsatına çeviriyor yerdeki sürüngenlere korku sağlıyordu.
Uyku, hayatın ve hayat ile ilgili her şeyin ne kadar basit ve boş olduğunu hatırlatıyor, hırsların ve iktidarın tüm canlılar için ne kadar abartılmış olduğunu, eşeklerin sırtlarına yüklenmiş o ağır ve önemli yükün bir anda ve tek bir darbe ile nasıl yok olup gideceğini tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor, uykunun geriye masum ve savunmasız bir beden bıraktığını; zulüm, acı, korku ve kötülük taşıyan bedenlerin uyku ile bir anda ve nedensiz yok olabileceğini tüm hakikat ile gösteriyordu.
Az önce tüm gökyüzünde rakipsiz tek başına hüküm süren gece, güneşin keskin ışıklarının bir ok gibi göğsüne saplanmasıyla ortadan kayboldu. Doğada hiçbir şeye mutlaklık ithaf edilmemişti doğada her şey kesin ve sonsuz bir devinimden ibaretti, başlayan bir sey mutlaka bitiyordu, güç mutlaka güneşe tutulmuş bir buz parçası gibi eriyerek başka bir şeye dönüşüyordu, hiçbir şey sonsuzluk ile taçlandırılmamıştı. Ancak yok olacağını bilen her şey, ya görevini başka bir canlıya devrediyor ya da emek sabır ve acı ile başka bir şeye dönüşüyordu. Rıza ile olmazsa zorla, sevgi ile olmazsa zorbalıkla ama mutlaka başka bir şeye dönüşüyor devinim devam ediyordu
UMUT
Yeşil eşek, dumana doğru ilerliyordu, gökyüzüne öylesine baktı, gökyüzünün uyanık bir tüccar gibi sakin, belirsiz, hareketsiz görüntüsü yeşil eşeğin içine demir atan bir gemi gibi duran, belirsizlik duygusunu perçinledi. aylak aylak gökyüzüne doğru süzülen duman belirsizliği, her ne kadar umuda çevirmeye gayret etse de yeşil eşeğin yüreğindeki umutsuzluk, belirsizliğin ve kimsesizliğin yanık ezgisini çığırıyordu. yavaş gitmesinin sebebi de buydu. Yeşil eşek kendi kendine zenginlik nedir diye sordu nasıl olsa Güneylilere zenginliği vadedecekti, eşekler de olmayan bir şeye sahip olmak zenginlikti, eşeklerin yapamayacağı şeyleri yapmak zenginlikti, eşeklerin ulaşamayacağı yerlere gitmek, kanunlara takılmamak, Saygın görünmek, sevilmek zenginlikti. Yeşil eşek kendince zenginliği ayrıcalık ve ulaşılmazlık olarak tanımlamıştı, nitekim Kara eşek bunların hepsine sahipti eşek bunu yapabilirdi Kara eşek saygındır Kara eşek güçlüydü eşek ayrıcalıklı mıydı Kara eşek cesurdu evet bunların hepsini yapabilirdi gerçekten ve yürekten Kara eşeğin bunların hepsini yapabileceğine inanıyordu yeşil eşek. Ve buna inandığı için güneylilere gönül rahatlığıyla kare eşeğin onlara zenginliği vaat ettiğini anlatabilirdi, söyleyebilirdi.
yeşil eşek Ara ara sağ toynağını buz gibi kumların içine daldırıp kumları tekmeler gibi yapıyor sonraki adamını atıyordu o kadar yavaş ilerliyordu ki sanki uzaktaki Duman ona doğru geliyordu. gökyüzünde sebepsiz duran, sadık ve mülayim bulutlar dağıldıktan sonra yeşil eşeğin içindeki umut, suyu çekilen bir barajın yuttuğu, bir zamanlar canlı ve hayat dolu olan ama şimdi boş ve uçsuz bucaksız bir hasreti barındıran hayalet evler gibi hem kırık bir özlem hem de umarsız bir çaresizlik ile ortaya çıkıverdi. yeşil eşek bu umutla adımlarını biraz daha hızlandırdı. Bir gökyüzüne bir yıldızlara bakıyor, ilerledikçe, içindeki özlem koyulaştıkça adımlarını hızlandırıyordu Yeşil eşek. Sağına soluna bakmadan hızlandıkça hızlanıyor yıldızlara bakıyor ve koşuyordu. Biraz sonra kumların üzerindeki tepelikte gördüklerine inanamadı. Gördüğü aylak duman dev bir saraydan yükseliyordu. tepenin ardından başlayarak sarayın avlusuna kadar uzanan büyük bir vaha... eşek vahaya doğru ilerleyecekti ki gökyüzüne baktı. İki toynağıyla tozlu gözlerini ovuşturdu, tekrar gökyüzüne baktı, ve olduğu yerde çöktü. Bir çölün ortasında bir saray mümkün müydü yemyeşil bir vaha, bir göl olur şey değil! İnanamadı Yeşil eşek...
Yeşil eşek sadece gözlerine değil gördüklerine de inanmadı, her şey onun istediği gibiydi, her şey mükemmeldi, hayalini kurduğu şey, umut ettiği her şey bir anda karşısındaydı, hemen aklına rüyası geldi, ilerlemedi tekrar baktı, her şey oradaydı; bir göl, bir vaha, bir saray ve saraydan yükselen aylak bir duman... Yeşil eşek, olduğu yerde çöktü, olduğu yerde gözlerini tekrar kapattı. yeşil eşeğin içine sahipsiz, kimsesiz ve buruk bir karamsarlık çöktü, Ya başaramazsam kara eşeğe ne cevap veririm, Kara eşek beni mahveder onun yüzüne bakamam. Diye mırıldandı. Bir çöl gecesinin kuru soğuk havası, dayanılmaz bir biçimde yeşil eşeği rahatsız ediyor, eşeğin tenine bir ok gibi aniden; zehirli bir kaktüs iğnesi gibi hafifçe batıyordu. yeşil eşek, gözlerini açtığı anda bir uçurumun tam ucunda olduğunu gördü, korku ve heyecanla sağa sola sallandı, ha düştü ha düşecekti, hemen kendini uçurumun kıyısından geri çekti, az önce gördüğü o vaha, o göl, az kalsın onu ölüme götürüyordu. Koyu ve derin bir uçurumdan başka bir şey görmüyordu, uçurumun dibinde kapkara, kupkuru kayalıklar... derin mi derin bir uçurum... yeşil eşek havayı ve bedenini saran soğuğu unuttu, gördüğü şey karşısında duyduğu şaşkınlık ve hayatta olma sevinci dışında hiçbir şey hissetmiyordu. Ne soğuk ne sıcak ne de başka bir şey... tek bir adım atsa ölüme yuvarlanacaktı olur şey değildi, beyninde yüzlerce körpe umut ve hayal ile birlikte o uçurumun dibine yok olup gidecekti, yeşil eşek tüm bunları düşündü, gerisin geriye çekildi. Bir an için donakaldı, ölümden dönmüş bir canlıdan başka hiç kimsenin anlamayacağı bir umarsızlık içerisindeydi, bir anda, geceyi kuşatan karanlık kadar her bir haki tüyünün ucuna varırcasına yorgun bedeninde hissettiği cesaret onu hareket etmeye zorladı, canlı ve diriydi. üzerindeki bütün karamsarlık bir anda uçuverdi, hayattaydı, capcanlıydı ve hayaline ulaşması için o an canlı olması yeterliydi, Güney yurduna varana dek, heybetle çağlayan bir vahşi nehrin üzerindeki devasa bir kütüğün hızla ve hükümsüzce ilerlemesi gibi ilerleyecekti Yeşil eşek. Kuru bir çöl gecesinin mağrur soğuğunda hiç durmadan ilerleyecekti. Hayatta olmanın devasa heyecanı azaldıktan sonra uçurumun dibine uçurumdan aşağı doğru bakmaya başladı, inecek bir yol olmalıydı, bu yolu bulmak için, sağına, soluna, önüne arkasına sabır ve ciddiyetle baktı, Ne de olsa hayatta olmak kadar güven verici bir şey yoktu, yeşil eşek kendinden emindi, koyu uçurumun dibine inecek bir yol vardı, bu yolu bulacaktı. Son bir kez ufka kararlı bir biçimde baktı yeşil eşek, nedendir bilinmez hala orada sarhoş bir maymun gibi süzülen aylak duman hâlâ tütüyo görünüyordu. “ eğer bu gece oraya ulaşırsam, ben maksadımı ulaşacağım o dumana mutlaka yetişmem lazım bu akşam.” dedi
Tekrar uçuruma baktı, sağ tarafında yüz metre kadar ileride hafiften bir oyuk gördü, koyu uçurumun dibine bu oyuktan zor da olsa inebileceğini anladı, hayatta kalmanın çelişkili cesareti olmazsa asla oradan uçurumun dibine inmeye cesaret edemezdi, anlaşılan hayatta kalmış olmak, hayatı, varlığı tehlikeye atacak kadar çelişkili bir cesaret veriyordu. Yeşil eşek, oraya doğru yöneldi temkinli yavaş adımlarla ilerledi, sağına, soluna ve gerisine bakıyordu, aşırı derece dikkatliydi. gerçekten iki metre sola kaysa uçurumun dibinde o anda can verebilirdi kendi kendine asla tedbiri elden bırakmayacağım Deyip durdu. rüzgarın çıkardığı hışırtıya varana kadar dikkatle dinliyor sağına soluna bakıyordu ilerliyordu Bu yüzden uçurumdan aşağı doğru inebileceği oyu a olması gerekenden biraz geç vardı tam oyun kenarından önce sağ arka toynağı na ardından sol ayağını aşağı doğru sarkıttı yüksekliğini beyni ile öptükten sonra kendini bıraktı sonra tekrar ve tekrar bunu yaparak uçurumun dibine kadar vardı uçurumun dibindeki kayaların sertliği ve keskinliği onu ürpertti sivri kayaların ve yerdeki parçalanmış Keskin kayaların arasından tüm dikkati ile kendinden emin bir şekilde ilerliyordu uçurumun dibine inmişti etrafında hiçbir şey yoktu Bir vadiden ilerliyordu ve bu vadinin de nereye varacağını bilmiyordu artık ne dumanı görebiliyordu ne sağda solda hiçbir şeyi... kuru kayalardan başka hiçbir şey yoktu arkasında bıraktığı çöl tozları da artık yavaş yavaş kayboluyordu yeşil eşek ilk olarak vadinin yukarıdan daha sıcak olduğunu hissetti bu onun hoşuna gitti açtı yorgundu ancak düşünüyordu rüzgarlar kesilmişti vadiden ılık ılık esen rüzgarın eşliğinde yavaş adımlarını hızlandırdı, koşmaya başladı. dalgın olduğu bir anda keskin kayalardan bir tanesi sol ön toynağını kesti ancak ne hızında ne de ilerlemesinde herhangi bir sorun yaşadı. ne de olsa hala sıcacık mı sıcacık bir yarası vardı, devam etti yeşil eşek. vadinin yürünebilecek tek yerinden olabileceği kadar hızla koşuyor ve ilerliyordu o koştukça gece ilerliyor o koştukça hedefine daha da yaklaşıyordu hayatta olmanın muhteşem hazzını bütün ruhunda hissediyordu yeşil eşek ne korku hissediyordu ne açlık ne de bir karamsarlık sadece hayatta olmanın muhteşem hazzını kılcal damarlarına kadar hissediyor, vadinin ortasında hızla Güney yurduna varmak için ilerliyordu. ara ara gecenin sessizliğini bozan iniltili nefesi vadiden yankılanarak ürkütücü bir ses yumağına dönüşüyordu, vadide yankılanan yeşil eşeğin iniltili nefesinin sesi dışarıdan bakan biri için son derece ürkütücüydü ancak yeşil eşek hedefine, amacına odaklanmış başka hiçbir şey düşünmüyordu. yeşil eşek koşuyor, gece ilerliyordu. yeşil eşek hızlandıkça vadinin sağı ve solu daha da bulanık görünüyordu. Bir ara yeşil eşek, hafif kaydığını hissetti zemin yumuşuyor ilerledikçe daha cıvık bir çamura dönüşüyordu ayağındaki ıslaklığı hissettiğinde sol toynağının kanadığını gördü o an için durdu ne yapacağını bilmedi, gözleri hafif hafif bulanıklaşmaya başladı tekrar yeşil eşeğin yüreğimi bir belirsizlik Bir çaresizlik bir korku sardı o kadar korktu ki sağ toynağını sol göğsüne bastırıp sağ toynağıyla kapattı öylece durdu, hiç hareket etmedi, aptallığın en bariz belirtisi olan hatalarından ders çıkarmama ilkesi yeşil eşeğin yakasından bir türlü düşmüyordu. Bir eşeğin ruhu bulanıklaştı mı, tüm evren bulanıklaşırdı. Yeşil eşek, aptallığını sorgulamadan sağına soluna çaresizce baktı. Yerdeki ıslaklık sadece yarasından akan kandan kaynaklanmıyordu evet yer çamurluydu etrafına baktı vadi sürekli uzayıp giden karanlıktan başka hiçbir şey göremiyordu ancak yer ıslak ve çamurluydu. Bu korkunç çölde su demek gerçekten hayat demekti. yeşil eşek göğsüne sol toynağını sıkıca bastırarak sağ toynağı ile yerleri yoklamaya başladı evet gerçekten de yer ıslaktı yer ıslaksa buralarda su vardı, yeşil eşek, umutlandı ancak; hala yarası kanıyordu. yeşile eşek, sol toynağını göğsüne daha çok bastırıyor ve mümkün olduğunca hareket etmiyordu. Çaresizce, bilinçsizce yeşil eşek yerdeki çamurdan yarasının üzerine sürüp duruyordu, o kadar sürdü ki kanaması durdu. Buna rağmen bir ölüm korkusu refleksi ile ısrarla yarasının üstüne çamuru sürmeye devam etti.
VAZGEÇMEK
Koca eşek, Bembeyaz eşek ile birlikte çimenlerin içinde kendinden emin yavaş ilerliyordu. Uzaktan duyulan bir bozuk motorun çıkardığı sese benzeyen gür ve ritimsiz ses tonuyla beyaz eşeğe bir şeyler söylüyordu. beyaz eşek işin ciddiyetin de olmakla beraber hayallere dalmıştı. Koca eşek konuşuyor, çimen kokusu ile dolu Rüzgar koca eşeğin sesini çimen kokusuyla harmanlayarak beyaz eşeğin suratına çarpıyordu. Koca eşeğin ritimsiz ve gür sesini duyan Bembeyaz eşek, bir kabustan uyanır gibi irkildi. Beyaz eşeğin ilk kelimesi ile birlikte bozuk bir motoru andıran koca eşeğin sesi kesildi. Sol tarafına baktı, “sen beni dinlemiyor musun?” dedi. Bembeyaz eşek biraz mahcup:” efendim sizi o kadar içten dinledim ki hayallere daldım.” diye yanıtladı. Duyduğu bu cevap koca eşeğin hoşuna gitti. Ve devam etti koca eşek:
“Herhangi herhangi bir şeyden vazgeçerek kazanmak mümkün müydü, böyle bir şey varsa neden eşekler bunu tercih etmezdi? vazgeçiş vazgeçme hayatın her yerinde ve o kadar olağan iken neden vazgeçmek kaybetmek ile ilişkilendiriliyordu? Evet vazgeçmek nefes almak konuşmak ve diğer bütün ihtiyaçlar kadar olağandı. Hayatta sığdırılmış tüm başarılara rağmen vazgeçmek başarısızlıktı. canlı ya vazgeçtiğini doğrudan ifade etmeyecek veya daha iyi bir alternatifi olduğunu karşı tarafa sunacaktı. Aslında vazgeçmek bir roketin kendini daha uzağa fırlatması için yükünü bırakmasıydı. Bu sebeple vazgeçmek bir pes ediş değildi. Vazgeçmek: daha iyiye daha uzağa daha güzele ulaşabilmek için ağırlıkların fazlalıkların atılmasıdır. Bazen korku, korkaklık ile ilişkilendirilir ancak hiçbir vazgeçiş akıl ile ölçülüp içilmeden gerçekleşmez, her canlı tüm benliğiyle vazgeçmek için veya vazgeçmemek için rasyonel kararını verir ve uygular.” dedi koca eşek bembeyaz eşeğe baktı, Bembeyaz eşek onu anlamadı, hafif utangaç ve başını yere en beyaz eşek çok yavaş bir şekilde biraz da mahcup Koca eşeğe baktı. “Ben anlamadım.” Dedi. Vazgeçmek neden bu kadar önemli vazgeçmek bu kadar önemli ise neden vazgeçen herkes maksadına ulaşamıyor?
- Beyaz eşek sen farkında mısın? vazgeçmek ve pes etmek aynı şey değildir. vazgeçmek ve korkup kaçmak Aynı şey değildir. Bazen yavruları düşünürsün, bazen sevdiğini düşünürsün bazen halkını düşünürsün, bazen gerçekten sadece kendini kendi yarınını düşünürsün ve tercihimi ilerlememekten yana kullanırsın; tercihini sahip olmamaktan yana kullanırsın tercihini görmemekten yana kullanırsın. İste bu gerçek ve katıksız bir vazgeçiştir. korkaklıkta akıl yoktur pes etmekte cesaret ve inanç yoktur oysa vazgeçişte hem cesaret vardır Hem akıl vardır ve vazgeçiş, mutlak bir tercihtir. Bu kararı vermek zorunda kaldığında cesaretinin ve aklının cebinde olduğuna emin olmak zorundasın eğer emin değilsen asla kelime dahi etme. Bu da verilmiş bir kararı açıklamak gibi bir şeydir.
Beyaz eşeğin gözlerindeki parıltı, onun koca eşeğin dediklerini açık net bir şekilde anladığını gösteriyordu. Koca eşeğin elleri hala beyaz eşeğin omuzlarındaydı. Rüzgarın taşıdığı, meşe ve kurumuş otların kokusunu içlerine çeke çeke yeşilliğin arasında yavaş yavaş yürüyerek konuşmaya devam ediyorlardı. Rüzgar her zamanki gibi tüm asaletiyle her yerde olmasına rağmen kendini dayatmıyor, doğada tüm nezaketi ile çimenleri, ağaçları, toprağı ve dağları olanca naifliği ile okşayarak kendine has o melodi ile bir ileri bir geri sallanarak sonsuzluğa uzanıyordu. Gökyüzünde tek bir bulut ve kuş yoktu. Koca eşek gökyüzüne baktı, içindeki coşku gökyüzündeki tek bir bulut ve kuş görmemenin Hayal kırıklığı ile saman alevi gibi birden söndü. Koca eşeğin.- Nedendir bilinmez paylaşılmayan her hey kursakta takılan bir gıcık veya arzularda yarım kalmış bir umut kırıntısı gibi yürek burkan bir yarım kalmışlık hissi uyandırıyor- heyecanını ve inancını yeniden kazanmak için sağ toynağıyla yerden kurumuş bir dal aldı, beraberce durdular. Koca eşek yere bir çember çizdi ve beyaz eşeğe sordu bu çemberim sonu nerede bu çemberin bir sonu var mı?
- Efendim bu çemberin başı da yok sonu da yok
- Beyaz eşek sen şahit oldun, sen bu çemberin başını gördün. ilk haliyle şahitsin sen buna. Görmeyen biri başını da bilmeyecektir. ama sen şahitsin. Bunun başlangıcını gördün ben çizdim. ancak sonu tekrar kendi başına gelip aynı yerden devam ettiği için sonu yok. Kendi kendini tekrar eden hiçbir şeyin sonu yoktur tıpkı bu çember gibi... sonsuzluk kapanmayan bir yara gibi... sonsuzluk cahillik gibi... sonsuzluk kaybettiği bir şeyi ısrarla aynı yerde aramaya benzer... sonsuzluk bir çemberdir. kim sonsuzluğu istiyorsa en önemli olandan -başından- vazgeçmelidir. Kim mutlaklığı istiyorsa mutlakçı olmaktan vazgeçmelidir. kim iktidarı istiyorsa kendini dayatmaktan vazgeçmelidir. Bir rüzgar gibi her yerde olmalı ama asla kendini dayatmamalıdır.
- Anladım efendim her yerde olacağım her şeyi bileceğim ancak her yerde olduğumu hissettirmeyeceğim, kimse bildiğimi bilmeyecek o zaman muvaffak olabilirim.
- Seninle gurur duyuyorum Bembeyaz eşek söylediklerimi tam ve doğru anlıyorsun bunu neye borçlusun biliyor musun?
- Neye?
- Anlamadığın ve hoşuna gitmeyen her şeyi sormaya borçlusun. şayet bir tek fikri bile içinde tutarsan bu seni zehirler ve bu zehir seni önyargılı bir eşeğe dönüştürür. Bu sebeple her kim olursa olsun içindekini gönül rahatlığıyla ifade edebilmeli, sen o canlının kendini ifade etmesine fırsat vermelisin, onun kendini ifade etmesi için sen yol açmalısın, tüm imkânlarla doğaya, evrene gördüğün görebildiğim her şeye kendini ifade etmesi, ifade edebilmesi için ön ayak olmalısın. O zaman her şey yerli yerinde olur, kötülük asla galip gelemez şunu unutma kötülük her zaman gizlilikten gizemden beslenir gizli olan, gizemli olan ne ise onu açığa kavuşturmalısın. Bir çiçek zamanında çiçek açarak kendini ifade eder, bir kuş öterek kendini ifade eder, bir nehir çağlayarak, bir yıldız yanıp sönerek ve eşekler kibar naif bir şekilde anırarak kendilerini ifade ederler ayrıca kendini ifade etmek istemeyen her kim ise her neyse asla onu kendini ifade mecbur kılma! eğer bir şeyi kendini ifade etmeye mecbur kılarsan pişmemiş bir meyveyi dalından koparmış gibi olursun. Sadece elinde acı ve ham bir meyve kalır. Bir eşeğin diğer bir eşeğe kendini ifade etmek için baskı kurmasına izin verir, susarsan hiçbir zaman meyvelerin pişmesini göremezsin ve asla lezzetli bir meyveye ulaşamazsın o lezzetli meyveyi yiyemezsin. Toprak ürün vermiyorsa zorlama bekle mutlaka sana daha fazlasını vermek için kendini besliyordur. Eşekler de öyledir bir eşeğin başka bir eşeğe sürpriz yapması gibi heyecan vericidir susmak. şayet istemediği halde bir eşeği konuşmaya zorlarsan o sürprizin sana vereceği hazdan ve mutluluktan kendini mahrum bırakmış olursun.
Beyaz beyaz eşek duydukları karşısında son derece heyecanlandı doğaya ve bütün canlılara olan saygısı arttı koca eşek gibi bir bilge ile bu hayatta karşılaştığı için şükürdardı. Koca eşeğin gözlerine baktı. Koca eşeğin sağ oyna toynağını tuttu ve öptü bu koca eşeğin hoşuna gitti.
SIR
Güneş yeryüzündeki hiçbir kötülüğü umursamadan ışınlarını yeryüzüne gönderirken kara eşeğe enerji sağlayan bir lokomotif gibi, onu ileri fırlatıyor, kara eşeğin hırslı ve sert adımlarının altında milyarlarca minik canlının ezilmesine fırsat verecek ışığı ve enerjiyi sağlıyordu. O sadece görevini yapıyor canlılığı sonsuza kadar niyete bağlı bir şekilde işleyeceğinden emindi.
-Sahi tüm kötülükler iyilerin bilmeyerek de olsa kötülere sunduğu imkanlardan kaynaklanıyor olamaz mıydı?- Kara eşek için her şey yolundaydı. Diğer eşeklerin işlerini tam olarak yapıp yapamadığı endişesi Ara ara Kara eşeğin enerjisini gereksiz yere somursa da Kara eşek Batı yurduna dörtnala koşuyordu. Gittiği yol bir nehir boyunca uzanan bir vadi vadinin dibinde masumane akan su olduğu yerdeydi. Kara eşek batılılara Batı yurduna onların beklediği mükemmel haberi vermeye, batılıların arzusunu onlara bir hediye olarak sunmaya gidiyordu Kara eşek yolundaki hiçbir şey ona engel olamazdı. Hem cesareti hem aklı hem de kararlılığı kara eşeğin yanındaydı, hiç durmadan enerjisini en iyi şekilde kullanarak Batı yurduna varacaktı. Çok heyecanlıydı, sabırsızlanıyordu. Eşek diyarını artık o yönetecekti -şayet başarılı olsa...-
Kara eşeğe yol boyunca eşlik eden nazlı narin ağaçlar, Kara eşeğin evrenin varlığını ve gidiş yönünü sonsuza kadar ters yöne çevirme gayesinde olduğundan bihaber her zamanki sevecenliklerini ve güzelliklerini olanca saflığı ile sergiliyordu. zaten bütün canlılara bir sığınma yeri bir huzur bulma yeri olan doğa asla gerçekleşmemiş bir hakikat ile hareket etmezdi. Doğada sonuçların değişmesi ve etkilenmesi için her şey tüm şeffaflığı ile ortada olmalıydı. Eşekler için rüya veya hayal ne ise ihtimaller ve zan doğa için oydu. Doğanın herkese iyisiyle kötüsüyle doğrusuyla yanlışıyla aynı mesafede durması onu biricik yegane sığınma ve huzur bulma yeri olarak tüm canlıları kendine çekiyordu.
Ağaçlar doğanın en duru objeleriydi, masumiyeti ve incelikleri herkese olduğu gibi Kara eşeğe de içtenlikle sunuyordu ağaçlar. Sert ve hızlı adımlarını yere vura vura ilerleyen Kara eşek ağaçlardan gelen yaprak kokusuyla tüm enerjisini tekrar tekrar yeniliyor, yoluna daha kararlı, daha hızlı ve daha emin bir şekilde ilerliyordu. Kara eşeğin gözüne o kadar dikkat çekici o kadar güzel bir ağaç ilişki ki neredeyse duracaktı. ancak kararlılığından vazgeçmedi, ilerisinde gördüğü ağaca baka baka, olabildiğince sakin bir şekilde gerisine düşene kadar aşk ile ağaca baktı. Pembe çiçekleri, ince uzun yaprakları ve bir ışık huzmesi gibi yere süzülen dallarıyla Bu ağaç kara Kara eşeğin dikkatini çekmeye yetmiş ve hayranlığını gizlemeyecek derecede onu heyecanlandırmıştı. Daha önce böyle bir ağacı görmemişti. aklından o ağacı sadece kendisinin gölgesinde oturmak için kullanacağı geldi. Tüm güzelliği ve ona duyduğu hayranlığına rağmen onun için durmadı yoluna devam etti.
ÖNEM
Mavi eşek, siyah ve beyaz eşeğe baktı, ve dedi ki,” biliyor musun siyah beyaz eşek, şu eşek diyarında her yere gidiyorum, iyilere yardımcı oluyorum, iyilikler yapıyorum, muhtaçların ellerinden tutuyorum, yavrulara oyunlar oynuyorum, zor durumda kalmış; çaresiz onlara yol gösteriyorum, kıymetim bilinmiyor siyah beyaz eşek!”
- Neden böyle düşünüyorsun? senin yaptığın her şeyi ben de yapıyorum, dinliyorum, yardım ediyorum, koruyorum, yalnız olanlara eşlik ediyorum, ne olmuş ki mavi eşek, herkesin yaptığını yapmak önemli bir şey değildir, sorumlulukları yerine getirmek bir övünç kaynağı değildir. Önemli olan şey hoşuna gitmediği halde, canlılar seni yerdiği halde ısrarla iyilik yapma ve yaşatmaktır. Öteki ise hazdır, takdir edilme, övülme hazzı... Bu da bir tür ticarettir. Övmezseniz, takdir etmezseniz yapmam anlamına gelir.
- hayır siyah beyaz eşek yanılıyorsun yemek yemek, sence önemli bir şey değil mi? İhtiyaçlar bizi hedeflerimize ulaştırır, peki sen neden iyiliğin karşılıksız yapılması gerektiğini düşünüyorsun, pekala biri senin bu fikrini kabul ve takdir ederse hoşuna gitmez mi?
- evet önemli ve takdir edilirsem de bu hoşuma gider ancak tersi de doğrudur.
- peki uyumak önemli bir şey değil mi sence
- evet önemli
- O halde yanılıyorsun siyah beyaz eşek herkesin yaptığı şeyleri yapmak takdir edilmek çok önemli
Güldü siyah beyaz eşek, mavinin zarif güzel yüzüne baktı, sağ toynağıyla yerden kurumuş bir ot aldı ve yedi. Ağzındaki otu çiğneye devam ederek:
- Mavi, bir şeyi yapmaya mecbur olmak onu önemsiz kılıyor yoksa yapılan her şey önemlidir, bir şeyi düşünmeden, bir şeyi daha iyiye götüreceğine inanmadan, bir şeyi dönüştürmeden, geliştirmeden, yapmak... Evet mavi! bizler yemek yemek zorundayız, bizler uyumak zorundayız bunlar önemli şeylerdir. Zaruriyet anında bir eşek açlıktan ölmemek için daha ileriye de gidebilir, yeni şeyler de keşfedebilir, dönüştürebilir, değiştirebilir. Ancak; onu mecburiyete iten güç yine kendisinin dışında bir güçtür, açlıktır, korkudur, mecburiyetin kendisidir ve takdir edimedir. kendi gücünü kendinden almayan, enerjisini ve ihtiyaçlarını kendi karşılayamayan hiçbir şey hiçbir canlı başarılı ve mutlu olamaz kanımca. Şu dağlara bak sence dağlar gereksiz midir?
- Hiç düşünmedim çok da gerekli görünmüyorlar, Aslında bazen de varlıklarıyla canlıları zorlandıklarını düşünüyorum, pek bir gereksiz duruyorlar neden varlar ne işe yararlar anlamıyorum, hem işleri de yok! Bir çimen gibi toprağa fayda sağlamıyorlar bir kuş gökyüzüne renk katmıyorlar rüzgara doğaya katkı sağlamıyorlar. Dağlar neden var, bazen düşünüyorum da gerçekten işe yarar faydalı herhangi bir şeyini göremiyorum bu dağların?
- mavi eşek işte bilgi burada tek başına topal bir eşek gibidir bilgiyi tamamlayacak bir estetik duygusuna ihtiyaç vardır, bilgiyi renklendirecek renkli boyalara ihtiyaç vardır, bilgiye duygu katacak bir müziğe ihtiyaç vardır. Mavi eşek dağlar ne içindir bilir misin? Dağlar içimizdeki yokluk duygusunu, gereksizlik duygusunu yok etmek içindir, sadece varlıklarını hissettirerek bizi hayata bağlayan koca engellerdir dağlar. Var olmanın estetik hamallarıdır. Ve Dağlar doğanın taşıyıcılarıdır. Bu yüzden büyük şeyler... bu yüzden çok çok çok büyük şeyler anlaşılmazdır. Çok büyük olduğu için önemsiz görünür, anlaşılmaz. örneğin merhamet olmazsa yavru yaşayabilir mi? canlılık devam edebilir mi oysa canlılara sorsan hiçbiri hayatın devamlılığı merhamete bağlıdır demez çünkü merhamet çok büyüktür, çünkü merhamet sonsuz ve karşılıksızdır, o kadar büyüktür ki anlaşılmaz varlığı da gereksiz kabul edilir. Tıpkı dağlar gibi...
Mavi eşek, bilgisini bir demir işçisi gibi şekillendiren siyah-beyaz eşeğe saygıyla baktı yerde gezinen küçük karıncaların ve amaçsız esen rüzgarın, yolun kenarında ve toynaklarının arasında duran minik toprak, toz ve taş parçacıklarını her şeyi olabildiğince derin ve hassas bir şekilde tüm benliğiyle hissediyor, hakikati taşıyamayan eski bir köprü üzerindeymiş gibi bir sağa bir sola sağlanıyor, çürümüş tahtaların çatlayıp kırılmasıyla bir uçurumun dibine düşmüş ve parçalanmış bir canlı gibi hissediyordu kendini mavi Eşek. içerisindeki belirsizliğin, yenilmişliğin, acizliğin bu kadar haz verici ve hayata bağlayıcı olduğunu asla düşünemezdi mavi eşek şayet siyah beyaz eşeğin ortaya koyduğu bu kocaman hakikat olmasaydı. İçinde, yüreğinin en dibinde hissederek kendi kendine şunları söyledi. “ Bilmek haz vermiyor bilmediğini bilmek kadar...” uzunca bir süre siyah beyaz eşek ile mavi eşek sessizce yürüdüler küçük küçük tepeler aştılar, yolları iki ayrı uca yönelinceye kadar yürüdüler, mavi eşek çatallanan yolum sağından siyah beyaz eşek yolun solundan hiç bir canlının kestirmeyeceği sonsuz bir bilinmeze, bir okyanusun üzerinde sahipsiz küçük bir kağıt parçası gibi yavaş yavaş dalgalana dalgalana ufukta kaybolup gittiler.
BİR SÜRE SONRA PİŞMANLIK
Kara Eşek, yalnızlığını hafifletmek ve kendine hakikati söyleyebilecek yeni bir dost bulmak için yola koyulmuş yeni eşek diyarında imrenilecek bir gururla ilerliyordu. Ancak; elindeki başarının: kararsızlık ve belirsizlikten, sonucu özlem ve acıdan ibaret kuru bir pişmanlıktan başka bir şey olmayacağını çok iyi biliyordu. Sırf bu yüzden yeryüzündeki tüm eşeklere haber saldı. Kendisine her şartta hakikati söyleyecek bir dost arıyordu.
İktidarı temsil eden kırmızı renkli semeri ile dönüşü olmayan bir yola koyulan Kara Eşek, kan, tutku, ihtiras ile kırmızı ve kırmızı tonlarını sırtında taşıyarak yeryüzünde gizli ve devasa bir pişmanlığı temsil ediyor, Minik tepelerin minik tepelere gebe olduğu taşlık düzlüklerin ve kara sert bir toprağın arasında ilerleyerek ruhunda hissettiği heyecanı ve hırsı yitirip sadece yalancı bir başarı duygusuyla yetinmek zorunda kalıyordu. Bu sahipsiz başarı, heyecan ve umutla seyredilen muhteşem bir uçurumun kenarında, yanlışlıkla sahibinin elinden düşen bir altın parçası gibi özlem ve çaresizlikle seyredilmekten öteye gitmeyecek kadar ağır bir çaresizliği ve pişmanlığı Kara Eşeğin ruhuna yüklemişti. Kaybetmenin başarı ile ödüllendirildiği tek şeye eşekler iktidar diyordu. Eski benliğini ve geçmişi ölesiye aramasına karşın iktidar ve başarıyı avuçlarında tutma arzusu, Kara eşeği hayata bağlayan tek şeydi. Evren, güneş doğa ve hakikat her şeyi açıkça ortaya sermişti. Ölüm ve öldürmek nasıl oluyordu da başarı ve kazanç ile ilişkilendirilebiliyordu Kara Eşek bu çelişkiyi tüm ruhunda en sevdiklerini öldürerek yaşamıştı. Oysa onun bugünkü aklı olsa asla tek bir eşeği öldürmeyecek ve asla bu başarıyı istemeyecekti. Lakin geriye dönüş, zaman için asla mümkün değildi. Zaman boğaza düğümlenen milyarlarca keşkeyi yutmaya mecbur bırakarak Kara eşekten intikam alıyor, evren de bu acının efkarına şahit oluyordu. Kara eşek, iktidar ve güç dediği bu pişmanlık ve mecburiyeti sırtında taşımak zorundaydı.
Kara eşek içindeki hırsın tükendiğini görmüş, her şey için artık çok geç olduğunu fark etmiş, yanındaki eşeklerin boş, ve sırtındaki semerin gereksiz olduğunu anlamıştı artık. o ölesiye dünü, Yüce eşeği tüm varlığıyla özlüyordu. içinde onu ileriye taşıyacak hırs sönmüş yok olup gitmişti. yüreğinde evrenden daha ağır bir yalnızlık ve bütün duyguları ve maddeyi anlamsızlaştıran bir özlem vardı ki bu özlemi hiçbir şey yok etmiyor, aksine gördüğü her şey bu özlemi çaresizce büyütüyordu. Kelimeler, adımlar, sahiplik ve hükmetmek bile bir özlemi büyütmekten öteye gitmiyordu. Kara eşek onu durduracak ona hakikat-i söyleyecek birkaç kelime için canını bile verebilirdi. onun sözlerini ve hükümlerini bildirecek ne bir fikir ne de bir eşek vardı. onun buyurduğu, dilediği her şey anında gerçekleştiriliyor, söylediği her şey yerine getiriliyordu oysa o kendisine ve fikirlerine karşı söylenebilecek her şeyi arzuluyordu. O Ölesiye zıttını arıyordu, meğerse ne kadar büyütmüştü gözünde iktidara ulaşmayı... Kara eşeğin gerçekleşen her dileği onun uçurumdan düşme hızını daha da artırıyordu. Anlamsızlığın ve gereksizliğin engelsizlik olduğunu iliklerine kadar hissediyordu.
Özlemini giderecek bir şey de bulamıyordu. Kara eşek, içindeki özlemi bastırmak için sürekli yeni yasa ve yasaklar koyuyordu. koyduğu her kural onu ve onun düşüncelerini daha da bir hislerini bir kafeste tutmaktan öteye gitmiyordu. Kara eşek Kural koydukça içerisindeki Özlem ve hasret daha da koyulaşıyor dayanılmaz acılara dönüşen bir girdap oluveriyordu.
KARA EŞEĞİN ÖZLEMİNİ KURDUĞU YAVER
- Efendim
- Buyur Yaver
- Uzun süredir sizi mutsuz ve umutsuz görüyorum bana anlatmak istediğiniz bir şey var mıdır
- Nereden çıkarıyorsun bunları
- Eskiden keyifle yapardınız
- Neyi
- Her şeyi konuşmayı yürümeyi kanunlar ve yasaklar koymayı şimdi sizi vazgeçmiş görmüyorum
- Sadece yorgunum hepsi bu
- Dinlenmeyi düşünüyor musunuz efendim
- Dinlenmekten kastettiğin ölümse evet
- Hayır efendim kastettiğim eşekleri ve eşek diyarına kendi halinde bırakmak istiyor musunuz
- Ne diyorsun yaver
- Yüce Kara eşeğimiz sizi mutsuz ve umutsuz görüyorum, ben sizin mutlu ve umutlu olmanızı istiyorum oysa...
- Yani sonuç olarak
- Yüce Kara eşeğimiz, Siz birileri için kural koydukça kendiniz içinde Kural koymuş olmuyor musunuz
- O ne demek?
- Düşünsenize! her yeni kuralı sizin de takip etmeniz gerekiyor. o kural’ın işleyip işlemediğini sizden başka kim denetleyebilir ki milyonlarca kural var ve Bu kuralların içinde hapis olduğunuzun farkında değil misiniz? Ya eşekleri kendi haline bırakın ya da yetkinizi layık eşeklere devredin.
- Haaaa
- Sizler her koyduğunuz kuralı kendiniz için de koyuyorsunuz sizler yasakladıkça kendinizi de hapsediyorsunuz O yüzden sizin dinlenmeye ihtiyacımız var.
- Söylediklerin çok hoşuma gitti. Bu kelimeler ve gerçekler aklıma Yüce eşeği getirdi.
- Efendim Yüce eşekten konuşmayı da yasaklanmıştınız kendinize bile
- Yaver! Sen bana dinlenmem gerektiğini söyledin ya ben dinlenmek istiyorum. Hem de sonsuza kadar
Kara Eşek bir süre sonra etrafı kırış kırış olmuş büyülü güzellikteki gözlerini yumdu hem de bir daha açmamacasına...
KURTLAR
Rengarenk semerli bir eşek, ağır adımlarla eşek yurdunda yürüyor, kendi kendine konuşuyordu. Onu gören diğer eşekler umursamıyor, anlamaya dâhi çalışmıyordu.
“Kurtlar! Asıl Kutlar, sizsiniz siz yönetenler, daha rahat ve zengin yaşayabilmek için bizleri kurtlarla korkutuyorsunuz ya! O kurtlar sizin kadar tehlikeli değil! Bırakın bizi eskisi gibi yaşayalım.”
Bu rengarenk eşeği, merak eden onu yakından görmek isteyen bir yavru eşek heyecanla, koşarak yanına geldi. Ve sordu:
- Sen kurtlardan korkmuyor musun?
- Ben de korkuyorum
- Peki neden böyle konuşuyorsun
- Yavru eşek, sen hiç kurt gördün mü?
- Yok!
- Ama ben gördüm. Benim kurtlardan korkmam normaldir. Soruyorum sana yavru eşek sen neden kurtlardan korkuyorsun? Sen hiç kurt gördü mü ki kurtlardan korkuyorsun? Asıl sorun görmeden, bilmeden söylemlere göre korkmaktır.
- Görmedim ama korkuyorum.
- Sen korkmuyorsun, korkutuluyorsun, dünya var ola gele eşekler hem de tüm eşekler, hayatında bir ya da iki kez kurt görmüştür. Demek istediğim, senin bir kurdun eliyle ölme ihtimalin, düşüp ölmekten daha yüksek. Öyleyse tüm korkuların gerçekçi olsun, ihtimaller sadece ihtimaldir oysa korkular acı verir. Bir ihtimal için acı çekmeye değer mi? Korkma yavru eşek, görmediğin, bilmediğin ve inanmadığın hiçbir şeyden korkma!
Yavrusunun rengarenk eşekle konuştuğunu gören eşek koşarak gelip yavrusunu rengarenk eşekten uzaklaştırdı. Rengarenk eşek, yavruların ve diğer eşeklerin kendisinden kaçırılmasına alışıktı. Rengarenk eşek ağır adımlarla sesini daha da yükselterek boğazındaki ses tellerinin titreşimleri ile birlikte neredeyse bağıra bağıra aynı şeyleri söylemeye devam etti. gökyüzünde bulutlar tüm telaşıyla eve alel acele yetişmeye çalışan arsız bir eşek gibi hareket edip duruyordu. Gökyüzünü seyreden nöbetçi eşekler bulutların hareketlerine odaklanmış rengarenk eşeği umursamıyorlardı. Yavru eşek arkasından rengarenk eşeğe baktı, durdu. Rengarenk eşeğin söyledikleri ne kadar anlamlı ne kadar gerçekti. Oysa herkes rengarenk eşekten kaçıyordu, Aslında rengarenk eşekten kaçanlar bir gerçeklikten bir hakikatin ağırlığından kaçıyordu. Rengarenk eşek, ardına hiç bakmadı yeni eşek diyarı’nın eşekler için daha doğrusu muktedir olmayan eşekler için ayrılan kısmında sesini bütün evrene içinden gelen hakikatleri duyurmak için ve hiç kimseyi umursamadan içinden gelen en yüksek sesle, inandığı şeyleri tekrar tekrar söylüyor ve görülebilecek en son noktada sesi de yok olana gözden kaybolup gidiyordu.
Nöbetçiliğe yeni başlamış bir eşek yanındaki nöbetçi eşeğe:” Neden kimse buna müdahale etmiyor hem rengarenk giyinmek yasak değil mi Hem de bağırıp durması..?”
- Boş ver onu o deli deli...
- Ne güzel şey bu diyarda deli olmak varmış. inandığı istediği her şeyi söylemek çok mutluluk verici bir şey
- Yani sen deliliği mi savunuyorsun?
- Ne bileyim inandığını söylemek bence dünyanın en mutluluk verici şeyi bunun için deli olmak gerekiyorsa deli olunur.
- Senin de sonun onunkine benzeyecek galiba?
- Ben gidiyorum
- Nereye
- Rengarenk bir eşek semeri bulmaya.
- Delirdin mi
- ...
BEMBEYAZ BİR EŞEK DAHA...
Sonsuzluğa uzanan bodur ağaçların ve yüksekçe boylarıyla gür çimenlerin ve diğer vahşi otların arasında bir canlının bir canlıyı gözle görebileceği en uzak mesafede siyah-beyaz bir eşeğin gözüne, bembeyaz bir eşek takıldı. İri eşek heyecanına yenik düşerek hızlı bir şekilde rüzgara, sese hatta ışıkla yarışacak bir hızda bembeyaz eşeğin yanında belirdi yüzündeki masum ifadeyi olabildiğince sertleştireni siyah-beyaz eşek, Bembeyaz eşeğin yüzüne sert daha sert ve en sert biçimde baktı.
- Ne yapıyorsun burada tek başına Bembeyaz eşek?
- Geçenlerde yaralı bir eşek gördüm yarasının üzerine bir ottan koydu ve o eşek iyileşti merak ettim bu otu. Kontrol ettim. Şimdi uzun uzadıya giden otların içinden bu otun tohumlarını topluyorum. Ve yetiştiriyorum, bizim hasta ve yaralı eşeklere veriyorum onları iyileştirmek için.
- Sen benden korkmuyor musun?
- Neden korkayım ki sen de benim gibi bir eşeksin senden korkmuyorum.
- Aferin sana bembeyaz eşek şu elimdeki otu görüyor musun niçin kopardın biliyor musun
- Eğer iyilik ve iyileştirilme ile ilgili bir gayeniz yoksa bu tatlı ve sevimli ota kıymazdım. Ben olsaydım asla onu dalından koparmazdım. İyilik, iyileştirir; üretime geçirir oysa hastalık bir kötülük biçimidir çünkü eşekleri üretimden hatta sevgiden alıkoyar.
- Teşekkür ederim sana Bembeyaz eşek Bu yaşımda bana mükemmel bir akıl verdin.
- Koca eşek! ben sana koca eşek demek istiyorum Sana koca eşek diyebilir miyim?
- Elbette bana nasıl hitap etmek istiyorsan öyle hitap et! Neredesin, kimsin bana anlatmak ister misin?
- Sana bir şey anlatmak istiyorum yüzün çok masum ve sevgi dolu görünüyor.
- Anlat bakalım!
- İyiler ve kötüler savaşmışlar Ben savaş meydanında öldürülen bembeyaz bir eşeğim karnından çıkarılmışım kimse benim yaşayacağıma ihtimal vermemiş ancak ben büyüdüm bu yaşıma geldim.
- Nereden duydun bunu? Bunu sana kim anlattı, söyledi.
- Ben soylu bir aileden geliyorum babam Kara eşek bütün bu eşek diyarına hükmediyor.
SON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.