- 282 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Boğulmayı seveceğimiz denizler arıyoruz
"İnsanlar intihar etmek yerine işe dalıyorlar."
Thomas Bernhard, Düzelti’den...
Pişmanlık, hayırlı bir ateştir ki, ’Onunla yananı Allah cehennemde bir daha yakmaz’ diye ümit edilir. Yoksa insan yanmaya gelmiş âleme. Olduğundan aşkını olmaya gelmiş. Kundakçı filminde denildiği gibi “Ateş sudan daha fazla şeyi temizliyor!” bazen. Dur, bir saniye, bunu mürşidim de söylüyor: “Ateş bazen sudan ziyade temizlik yapar.” Suyla yıkadığınızda tozlar gider şekiller kalır. Yaktığınızda şekiller de akar gider. Dumanlaşır. Sadece üzerindeki arızîlikler değil asıl da yokolur. Yıkanan yine tozlanır da yanan bir daha eskisi gibi olmaz. Yanmanın geridönüşü yoktur yani. Yanan söner ama dönmez.
Akıl kıyastır. Akıl koşturandır şuurun koridorlarında. Şuurla ancak dışımızdaki bilgi içimize nakşolur. Yani ki bizim olur. Duygular bilgiye tutunmanı sağlayan tutamaçlardır. Hakkında duygulanmadığını tutamazsın. Farketmediğini hıfzedemezsin hafızanda. Koşarken tutunmaya gayret eder insan. Toplamak, oyalanmak, doymak ister. Hiç değilse yanında onlar da koşsun ister. Olamaz. Tutundukları ellerinde kalamaz. Koşmamaksa elinde değildir. Durmak ihtiyarına bırakılmamıştır. Yine de tutunmaya çalışır. Ayakları gitmek ister. Elleri kalmak ister. Tezadın şiddetinden bir hararet oluşur. Dokunanı yakan cümleler kurmaya başlarsın. Seni de tutuştururlar. Sen de yanarsın. Senle de tutuşanlar olur. Bu da bir nevi ateş salmaktır âleme. Fakat nârı görünmez. Allah, belki, ayyüzlü güzelleri de birer kibrit olarak atmıştır âleme. Mecnunlar yanmasını öğrensin diye. Çalıyla tutuşan gözünü ormana diksin diye. ’Leyla’ diyen, diye diye, ’Mevla’ demesini öğrensin diye.
Yazmak suya atılan taş gibi. Yazmak unutulmuş bir piknik ateşi. Yazmak kibriti sürtmek. İnsan yanacak. Ya aşkla yanacak, ya aczle yahut da pişmanlıkla. Mutlaka yanacak. Çünkü dönüşecek. Cennete layık birşeye dönüşecek. Sonsuzlaşacak. Tırtılı kelebek olacak. Bu yüzden yanmayı arıyor. Yakacak şeyler arıyor. Nasıl kaçacaktık ki? İsmi ne olmuş ne farkeder? Bir şekilde uğruna kül olacağı ateşi buluyor insan. Boğulmaya korktuğumuz denizlerden kaçmak için boğulmayı seveceğimiz denizler arıyoruz. Acılardan dolayı ne kadar bahtımıza kızarsak kızalım şunu biliyoruz: Eğer karşımıza çıkmasalar, yine başımızı belaya sokar, bir yenisini bulurduk uğruna kahrolacakların. Varlığını birşeylerin varlığına feda etmek insanın kanında var. Kanında insanın kendisinden başkası var. Yaşamının konusu kendisi değil. Kendisini bu yüzden hep bir başkasında arar. Hep bir başkasına adar.
Var delilim. Hem de çocukluğumdan. Dinleyiver lütfen. Hem de hatırlayıver. Bir çocuğun başının belaya girmemesi mümkün mü? Hele o merakla. Merak bizzat bela çeker bir mıknatıstır. Zira seni etkilemeye-etkilenmeye açar. Etkileneceklerinin sayısını arttırır. Gelmesi de değil yalnız. Hatta senin üzerine üzerine gitmendir merak. İnsana merak verilmiş. (İçinde bir yerde âlemin her detayıyla ilgisi olduğunu seziyor demek.) Demek bela verilmiş. Etkilenmenin yolu açılmış. Böyle kalmaz. Hayretinin şiddeti mutlaka korkuya çalınır. Farkındalığının şiddetinden teessür gösterir. "Nevide celalidir, fertte cemalidir." Merakken memnun olup ’bela’ yazınca gücenmek niye? Güzeli bilmenin bedelidir yokluğundan acı çekmek. Güzel, baktığında ölümü unutturur, ama gittiğinde de ölüm olur.
Hem gücenmezsen diyeceğim ki arkadaşım: İnsan bu, kalbinin tavafı, gaye-i hayalinin etrafında dönmektir. Evet. Ve bu haccın rükünleri de değişiktir. Tezatlarının içinde say yapar. Hayretinin meydanında toplanır. Sen, onları bazı nefis, bazı vicdan diye işitiyorsun. Tavırlarına şaşırıyorsun. Tepeden tepeye koşup duruyorsun. Tepe içeride, koşan dışarıda; koşan içeride, tepe dışarıda. Sen kalbini hep içinde mi sanıyorsun? Belki de sen kalbinin içindesin? Dalgınlığını düşün mesela. Sahi daldığında nereye dalıyorsun? İnsan kendinden küçük birşeyin içine dalabilir mi? Bunu da sormalıyız belki: Dışımızda görmediğimiz kaç deniz var? Karışmayan denizlerin kaçında birden yüzmekteyiz?
"Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür."
Sen bana gel diye değil. Mümkünse ben geleceğim. İçindeki kendim’e korkmadan değeceğim. İnsandan insana bir caddedir fıtratı. Kendimize dürüst olduğumuzda ötekimize de ulaşabilir oluruz. Bir vahdet sikkesi vurulmuş üstümüze. Ben biraz sensem, sen biraz bensin, biz biraz onlarız. Gönülden gönüle yollarız. Yoksa nasıl anlaşırdık kelimeler hakkında? Aynı kelimeleri bu kadar önemseyişimiz de bundan bence. Hatta ne kadar çok benzeşiyorsak onlarda, o kadar canız, canânız, candanız birbirimize. "Mü’minler ancak kardeştir." Şüphesiz Allah doğru söylüyor. Çünkü aynı kelimelere değer verirler kardeşler. Aynı kelimelere aynı anlamları yüklerler. Aynı tanımlara inanırlar. Aynı imanı duyarlar. Bu kelimeler yokolduğunda biz de yokoluruz. Kur’an bu kelimeleri belletip saklar sayfalarında bizler için. Sünnet de bunun için. Zikir de bunun için. Unuttuğumuzda dönüp onları bulabilmemiz için. Kesretin lügatında, lügatın kesretinde, kaybolmamamız için.
Gezsen bütün İslam diyarlarını, hatta cümle mü’minlerin evlerini, dillerde-kalplerde aynı ne çok cümleler işiteceksin. Selam verişinden kardeşini seçeceksin. Melekler de bizi seslerimizden ayırıyor. (Zikir meclisleri onları kendine çekiyor.) İsrafil bizi bir sesle öldürüyor, bir sesle uyandırıyor. Yağmur geleceğini hepimize bir sesle haber veriyor. Herşeyin bülbülü gülüne sesleniyor. Bu aynılık ne hoş birşey! İnsanın yalnızlığını alıyor. Yalnızlık isteyen içine düşkün olur. Yalnızlıktan korkan dışına. Bazımız içimizden korkuyoruz dışımıza dalıyoruz. Bazımız dışımızdan korkuyoruz içimize batıyoruz. Şunu da söyleyerek bitirelim arkadaşım: Korkunun en tatlı meyvesi Allahın rahmetine sığınmaktır. Bu korku kurtuluştur. En hayırlı korku da budur. “Allah’tan en çok âlimler korkar.” Çünkü bilirler Ondan korkmanın kârını. Ona sığınmamanın da zararını. Şânı ’sığınanı incitmemek’ olandan korkmak ne güzeldir! Böyle bir güzellikten mahrum olmak ne kadar korkuludur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.