- 314 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİYASET SOSYOLOJİSİ, SİYASET BİLİMİ VE DEVLET
Çok Değerli Okuyucularım!
Makalemi okumanız için sizden zaman ayırmanızı ve sabır rica ediyorum.
Toplum bilimi siyaset sosyolojisi, devlet yönetme sanatıdır. Siyaset bilimi ya da politikası da; siyaset sosyolojisini, devlet yönetme pratiğinde uygulama alanıdır.
İlkel Komünal toplum insanlarının çok yavaş da olsa sosyalleşip klanlaşmalarını… Tüketim fazlası artık ürünün saklanması ve bölüşümü sorununu - özel mülkiyet tutkusunu getirir.
Her ne kadar, ilkel toplumun sosyalleşip, siyasallaşması ve devletin ortaya çıkışı konusunda nesnel veriler - bilgiler yoksa da; özle mülkiyete - ekonomik etmenlere sahip olmak yolunda kuvvet – güç kullanarak, mücadele – savaşmak olgusunun devleti doğurduğu savı ağırlık kazanıyor.
İnsanlık 100 binlerce yıl sonra, ilkel Komünal toplumdan, Köleci Topluma evrilir. Köleci Toplumla birlikte özel mülkiyet tutkusu kanlı kavgalara, klanlar arası savaşlara dönüşür. İşte klanlar arası bu özel mülkiyet kavgası, devlet olgusunun temelini oluşturur.
Başlangıçta her ne kadar devlet kavramı kötü, bencil, doyumsuzluk duygusu, açgözlü, kötü insana, insanı vahşi doğaya karşı korumak amaçlı doğmuşsa da sınıflı toplumların da temeli atılmış olur.
Özel mülkiyetle ışığın ve karanlığın ölümlü ve gizemli totemi bir acayip insanoğlu icat olur. Bu insanoğlu, birdenbire alışılmadık - sıra dışı davranışlar sergilemeye başlar. 100 binlerce yılın alışılagelmiş bütün sosyolojik - toplumsal olgularını yıkar. Kurduğu saptan, samandan, saldan ve taştan çardağın yerini malsınır, burası benimdir, der. Kan, kahır, gözyaşı, kin ve irin dolu hendeklerle örülür çardaklar. Yetinmez, bencil olan içlerinden biri - insanoğlu; sebil olan suyun, mümbit toprakların sahibi olduğunu ilan eder.
İnsanlar ve klanlar arsı savaşın nedeni olan özel mülkiyet, insanlık tarihiyle yaşıt olan devlet olgusunu getirirken; o dönemin ilkel siyaset sosyolojisinin ve ilkel siyaset biliminin ürünü olarak karşımıza; başlangıcından günümüze kan ve zulüm üzerine kurulu devlet denilen geniş organizasyonu çıkarır.
İlkel Komünal Toplumun büyüsü bozulur. İnsanın ortak – kolektif üretiminin gereksinimi kadarını tüketme - üleşim (Paylaşım) ölür. Kan doğranır helal ekmeğe. Ekmek ve kardeşlik sası sası kan kokar olur.
Doğa ve Evrenin azameti karşısında çaresizliğini – acizliğini düşünen insan - toplum inançsız yaşayamayacağını anlar. İnsanoğlunun tapınma, sığınma gereksinimi önce Doğa – Pagan dinlerini yaratır.
Çok Tanrılı ilkel (Pagan – Doğa) dinler dönemimde birbirlerinin Tanrısına ve inancına saygı duyan ve hatta zaman zaman Tanrı alışverişinde bulunan, barış ve güven içinde yaşayan insanlık: Özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla kan köpüklü şaraplar içe içe, kanlı taçlar giye giye, kardeşini öldüre öldüre, masal kahramanı kendisi olan, devlet olur.
Düşünce devrimi, düşünsel devrime dönüşünce insanoğlu; doğanın azameti, evrenin sonsuz boşluğu, Ay, Güneş ve yıldızlarla kıyaslar - sorgular kendi varlığını. İnançsız yaşayamayacağı yaşamı aramaya çıkar. Ve ilkel pagan dinleriyle başlayan insanlığın inanç tarihi; günümüzün dinler tarihini ve dinler felsefesini oluşturur: Somuttan – soyuta, nesnelden - öznele, görünenden - görünmeyene akış içinde günümüz Semavi - İlahi Dinler doğar.
Başlangıcından günümüze uzanan bu devlet düzeni, 3 temel ayak üzerine inşa edilir: özel mülkiyet, siyaset ve din.
Toplumun olduğu her yerde devlet, devletin olduğu her yerde de; siyaset – devlet, özel mülkiyet ve Tanrı bilimi Teoloji – Din; birbirlerini koruyup kollayarak, birbirini tamamlayarak ve besleyerek günümüze ulaşır.
Kendisi devlet olan insanoğlu, yine insanın ve toplumun inanç – inanmak gereksiniminin karşısına; devlet denilen sınırsız gücü diker. Özel tutkuları yolunda aldığı kararlara, kutsallıklar yükleyerek din ve devleti harmanlayarak, topluma sunar.
Toplum halinde yaşayan insan, toplumsal düzeni sağlayan adaletin, Hukukun vicdan ve ahlakın yerine; devlete egemen olan kötücül özel mülkiyet sahipleri, sadece kendi çıkarlarına olan siyaset ve din gibi ruhani kurumları; kendine göre yorumlayarak devlete egemen kılar. Başka bir anlatımla devlet özel mülkiyetin, siyaset ve dinin kendisi olur.
İnsanı ve toplumu kuşatan Teoloji – din, devlet denilen siyasal aygıta dönüştüğü an; bu döngünün dışında kalanların varlığını sürdürmesi – nefes alması olanağı yok olur.
Hayvanları güdüleri, insanları umutları, hayalleri ve inançları yaşatır: Umutsuz, hayalsiz ve inançsız hiçbir insan ve toplum yaşayamaz, ayakta kalamazdı.
İlkel Komünal toplumdan sonra; insanlığı kurarken yıkan kurnaz, soysuz, sinsi bir akrep, kör bir yılan, bir acayip varlık insanoğlu; yine kendi türünden inançsız, umutsuz yaşayamayacak insanın Teolojik – dini inançlarını, Bezirgân ve Harami amaçlarına araç yapar.
Yüreklere ekilerek, beyinlere kazınarak çoğalan özel mülkiyet tutkusu, çağları dele dele, sınırları aşa aşa günümüze ulaşan devlet, ezenlerin siyasal aygıtına dönüşür. Kan, intikam ve nifak tohumları dolu özel mülkiyet tutkusunun temeli devleti elinde bulunduranlar, Cenneti bu dünyada yaşarken; kölelerin, mazlumların, sömürülenlerin gelip geçmesi - Cennete ulaşmaları için alevler üzerine kıldan ince, kılıçtan keskin köprüler de kurarlar.
İnsanlık serüveni acıların, yıkımların, yok oluşların ve yeniden varoluşların kanlı macerası tarih denilen sonsuz akış, toplumsal sınıflar mücadelesinde; devlete egemen olanlar, inançsız yaşayamayan insanoğlunun – toplumun kutsal saydığı “DİNİ” - Teolojik inancının zaafını – en duyarlı duygularını; siyasi emelleri uğruna devletle bütünleştirir. Böylece devlet, öznesi özel mülkiyet olan; insanın emeğini din, mezhep, etnisite gibi özeli ruhani dünyasını sistemli sömüren siyasal aygıta, baskı aracına - topa, tanka, uçağa, atom bombasına, ölüm kusan savaş araçlarına dönüşür.
Oysa devlet, her bir yurttaşına eşit uzaklıkta – yakınlıkta ahlak ve adalet dağıtan aygıt olmalıydı. İnsanın – toplumun dini olurdu. Devletin dini olmazdı, olmamalıydı.
Atatürk’te öyle yaptı: Her bir yurttaşın inanmak – inanmamak gibi Teolojik – inançsal – ruhani – dini dünyasını garanti altına alan laik, demokratik, sosyal Hukuk devleti, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
İmparatorluk sonrası feodalizm üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, henüz 27 yaşında, kuruluş çimentosu kurumamış, yeni bir devletti: 1950 yılında emperyalizmin iktidara getirdiği Menderes, sivil bir karşı devrimle Genç Cumhuriyeti boğazladı. Atatürk devrimlerini yarım bırakmak için de Genç Cumhuriyete taze kan taşıyacak Köy Enstitülerini kapattı. Bizi çağdaş uygarlığa ulaştıracak okuyan, aklını kullanan, araştıran, sorgulayan - bir bilim toplumu olmamız yerine; işitsel, duyusal – nakilci bir toplum olmaya tutsak etti.
Emperyalizmin kucağındaki Menderes iktidarı, iktidarının devamı yolunda, “Yeşil Kuşak” projesiyle Kuvayı Milliye’nin Genç Cumhuriyetini; şeyhlere, dervişlere, din, tarım toplumu - Feodalizme peşkeş çekti. CIA ve MOSSAD denetimindeki Allah ile aldatan siyasallaşmış dini güçler – Enerji İmamları, cumhuriyeti “Karadul Örümceği” gibi sarıp, zehirlemeye başladı.
1960’ın 2. yarısından sonra Cumhuriyeti zehirleyip, boğazlama kervanına TSK’da katıldı. Türk Ordusu da cumhuriyet gibi antiemperyalist – Kemalist özünden uzaklaştırıldı. Her askeri darbe yurtseverleri - devrimcilerle ülkücüleri birbirlerine boğazlatıp, tarikatların yolunu açtı. Siyasallaştırılmış Emevi – Vahabi İslam’ını, devletin merkezine yerleştirdi. Emperyalist güdümlü, eli kanlı terör örgütü Fetö ’nün kanlı 15 Temmuzunu, denetimli de olsa yaşadık.
Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı, Enerji İmamlarıyla doldurularak; ırkçı Emevi – Vahabizmi’nin Suç İşleri Başkanlığına dönüştü.
Bunlar, geleceğimiz olan gençliğimizi; gelecek kuşaklarımızın umutlarını, hayallerini, inançlarını çaldılar. Bu nedenle geleceğimizin teminatı genç kuşaklarımız özgürce düşünebilmek, umutlanmak, hayallerini gerçekleştirmek inancıyla kurtuluşu başka ülkelerde aramak için umut ve hayal yolculuğuna çıkıyor.
Akademik eğitim almış, ülkeyi terk eden Beyin Göçünün umut ve hayal yolculuğu, ülkeyi Beyinsel Çölleşmeye götürüyor. Bu Beyinsel Çölleşme, ülkemizin ulusal yıkımını gerçekleştirmek için; bilinçlice – sinsice kurgulanmış, emperyalizmin kirli bir stratejik planının parçasıdır.
Çünkü siyasi iktidar, ülkeden hızla ayrılan “Beyin Göçü” karşısında; “Tilkinin Kümese Bekçi” yapılması; “Mal Bulmuş Mağribi” gibi ellerini ovuşturuyor: Asya’dan, Afrika’dan ipini koparmış, hiçbir niteliği olmayan CIA ve MOSSAD’ın askeri eğitiminden geçmiş; cahiliye dönemi - ırkçı Emevi – Vahabizmi’nin Bindirilmiş Kıtalarına; otobüs çığırtkanları gibi Türkiye’ye, Türkiye’ye… Kalkıyor Abi, kalkıyor… Geç kalma, son bileti sana ayırdık. Sen de gel diyerek kucak açıyor.
Şimdi geleceğini hâlâ Mağdurluk ve hayal mahsulü kahramanlık üzerine kurgulayıp siyaset edenler, devlet oldu. Ve devlet olanlar artık her şeye, indirilmiş Kur’an’da yeri olmayan, bir acayip dini anlayış odaklı bakıyor.
11 Kasım 2022 / Antakya
YORUMLAR
Yazı belirli şablon üzerine yazıldığı için kopukluklar ve karışmalar var. Bu yüzden objektif olmaktan ve gerçeklikten zaman zaman uzaklaşıyor.
Haklı bir şey, kendi gerçekliği üzerinden anlatılmaz ise ortaya çıkan şey bulanıklaşır.
Doğrudur, Menderes ihanetin, kötülüğün, kargaşanın başlangıcı idi ama onun öncesi de vardı.
Tartışmaya yer vermemek için sadece 47 yılının iyi incelenmesi gerekiyor, diyorum. Özellikle eğitim ve ekonomi alanında.
Güzel ama gölgeli bir yazı...
HALİL YILMAZ HITMİYE
Eleştirileriniz başımın tacıdır.Ancak bu yazının makale boyutlu olduğu unutulmamalıdır.
SAYGILARIMLA