Son Gidiş
Giderdin... Ne zaman soru sorulsa sana; önüne bakarak giderdin.
Düşünüyor muydun, yoksa çaresizlikten mi eğiyordun başını?
Giderdin. Kendini anlaşılır kılamadan, çeker giderdin.
Nereye gittiğini de söylemezdin.
Kayıplara karışacak biçimde giderdin. Sen sanki, kaybolmak için yaratılmıştın.
Peşine düşüp arayanın olmayacağını bile bile giderdin.
Mesela bir köprü altında, günlerce aç kalabilirdin.
Tir tir titreyerek donup kalma ihtimalin de vardı; çünkü sen kimseye görünmezdin. Kimseler de seni göremezdi.
Ya da bir ormanda kurtlara yem olabilirdin.
Sahi sen neydin, bir hayalet miydin?
Hayatında, sana katlanabilen bir tek Dina vardı. Ama sen, ona destek olmak yerine bela gibi bir şey olmuştun; çünkü konuşmuyordun. Kapı aralarından çıkıp gitmeyi seviyordu ayakların. Sen gitmek istediğinde; sana engel olamazdı o. Zira gözle görülecek kadar güçlüydün. Senin konuşan ayakların, onun ise konuşmadan yana olan, güçlü dili vardı.
Dina, seni konuşmamaya iten şeyin ne olduğunu düşünmeden edemiyordu. Kendi kendisini sorguluyordu: nerede, ne zaman hata yaptım, diyordu. Bu konuşmama isteğine neyin sebep olduğuna bir türlü aklı ermiyordu. Bu nasıl bir depresyondur, diyordu. Üzüntüden unutkan olmaya başlamıştı. Ama içten içe bu yaşadıklarının bir kabus olmasını arzuluyordu.
Zaman su gibi akıp gidiyordu. Dina, bu surreal ilişkinin akışına kaptırmışti kendisini. Gün geçtikçe yıpranıyordu. Buna rağmen, üzerine titriyordu. Belki faydası olur diye sana bitki çayları veriyordu. Başına ve ensene masajlar yapıyordu. Seni saunaya götürmeyi ihmal etmiyordu; çünkü sevdiğini biliyordu. Ve sen buna hiç itiraz etmiyordun. Dolayısıyla bu davranışın onu umutlandırıyordu. Saunanın sıcaklığında terledikçe rahatladığını sezinliyordu. Bir süre sonra başını kaldırıp, ona uzun uzun bakıyor ve gülümsüyordun. Işıldayan mavi gözlerini kaçırmadan bakıyordun. Bu bir umut belirtisiydi. Fakat onun uzun ve sabırlı bekleyişine rağmen, sesin çıkmıyordu. İşte sen onu böyle kahrediyordun.
Küçük bir bebekmişsin gibi ellerini okşuyordu. Senin için, çeşit çeşit besleyici yemekler yapıyordu. Güvenli ve relaks olmanı sağlıyordu. Bu bir depresyonsa, iyi bir ilgiyle geçer, diye umutlanıyordu. Oysa senin davranışlarında telaşlı olduğunu gösteren hiçbir reaksiyon yoktu.
Sen, o yokmuş gibi davranıyordun. Sanki hislerini yitirmiş mekanik bir robottun. Spontan yaptığın tek şey, dışarıya çıkıp gökyüzünü seyretmekti. Ve sen bunu, gece gündüz demeden saatlerce yapıyordun. Boynunun tutulacağından, ya da düşüp kalacağından endişelenen Dina, kolundan tutup içeriye götürüyordu seni. Kanepeye uzanır uzanmaz kendinden geçiyordun. İşte, sen kendinden bu kadar uzaktın ve böyle bitiyordun.
Ayık olduğun zamanlar; o etrafında pervane gibi dolanıyordu. Çaresiz kalınca, gözlerinin içine bakarak, “aşkım, ne düşünüyorsun?” diyebiliyordu Dina. Bu soru üzerine bakışlarındaki ışık kayboluyor ve yerine simsiyah bir gölge düşüyordu. Bu değişim onu ürpertiyor ve çok tedirgin ediyordu. Sana, soru sorduğuna pişman oluyordu; çünkü sen onun yanından kalkıp gidiyordun. İşte sen böyle kayboluyordun ve sesini de beraberinde götürüyordun.
Gidiyordun. Tüm benliğinle gidiyordun. Dina ise umutsuzluk içinde, geride bıraktığın boşluğa bakıyordu. Ama bu kez gözlerinden seller akmıyordu. Yemen’in çölleri gibiydi gözleri. Ardından sabit bir noktaya bakıyordu. Onun gözlerini görebilme yetisine sahip olsaydın, kesinlikle donduğuna inanırdın. Kim bilir belki de o vakit konuşurdun. Ama sen gözlerini de, zihnini de kalın bir duvarın içine örmüştün.
Sonunda bütün gücünü topladı Dina ve "doktora gitmeliyiz" dedi. Sen kıpırdamadan oturuyordun. Gelip sarıldı sana. "Her şey çok iyi olacak, göreceksin!", dedi. Sen ansızın sıyrıldın onun kollarından. Odadan dışarıya çıktın. Hala suskundun. Dina arkandan dehşet içinde baktı. Peşinden gelmeli miydi; bir türlü karar veremedi bacakları. Ansızın dış kapının gıcırdayan sesini duydu ve fırladı yerinden. Dış kapıya geldiğinde; senin hışımla, ormana doğru koştuğunu gördü. Yalın ayaktın. Seslenmek istedi, ama sesi bir türlü çıkmadı.
Sen, bir süre sonra, ağaçların arasında kayboldun. Hava kararmak üzereydı...
Dina içeriye attı kendisini. Titriyordu. Eli telefona gitti. Kimi arayacağını bilemedi.
İşte sen, böyle gittin. Ezkaza bulunsan dahi, artık “yaşamıyor” sayılacaktın!
Gitti, diyordu, Dina, gitti! Başı kütük gibiydi. Yerinden oynatılamayan devasa bir kaya gibi yere yığılmıştı. Senin bir zamanlar bir sesinin olup olmadığını anımsamaya çalışıyordu.
Ve sen; sen bu son gidişinle, onun aklını da beraberinde götürdün.
H. Korkmaz, 2022 Sthlm
YORUMLAR
Ben de bazen böyle başımı alıp gidim diyorum...insan yerinde put kesilirken de; belleği onu terkedip gidebilir...bu kafayla rahatlıkla dünyanın etrafında bi tur atabilir...gitmenin sonraki artısını eksisini hiç düşünmeden...'fazlasını gördüm üstü kalsın' boşvermişliğiyle...bize dayatılan şu rollerin, kalıpların, statülerin, toplumun uzağında sessiz sakin bir yer olsun...bizim köyde kınalı dağlar vardı bilirsin...bi taşı alıp sürtünce turuncu kırmızı karışımı bi toz çıkar, avuçlarımıza sürerdik...eskiden hatırlıyorum oraya gitmiştik ve çığlık atmıştık, sesimiz yankılanıp bize geri dönmüştü...o kadar hoşuma gitmişti ki...düşünmekten duygularımın çekildiğini hissediyorum artık...misal elle tutulamayan bazı şeylerin suyunu sıksam suyu çıkacakmış gibi...bazen insan içini dolduramadığı bi boşluğa öyle saplanıyor ki; ayaklarının altındaki çukuru görmüyor...ta başından beri o çukur hep ordaydı ama cambazlık edip üstünden atlamayı tercih ediyoruz...bu öyle ölü toprağın üstüne serpildiģi bilindik bi çukur değil...bu çukurun magnetik bi gücü var, sesleri izole edip sadece kendi soluğunu duyuyosun...hiçbir isteğin beklentin yoksa, kimsenin ilişmeyeceği o çukura kıvrılıp uyumak daha iyidir...
ve benim öyle bi uykum var ki...
hüzünlü bi yazı Tüya umarım kurguydu...
sevgiler canım...
Tüya
Bu öyküdeki karekterlerin ruh gözeneklerini irdelemişsin; resimlemişsin ve karikatürize etmişsin adeta...
Bilmez olur muyum o taşları. Az mı tükürük tükettim kına olsun diye :)
O özgürlüğü düşünmek, o özlem bir başka kapitel, güzel dostum.
Öyküye gelince: geçenlerde günlük yürüyüşümü yaparken, yıllar öncesinden siyah beyaz bir sahne belirdi usumda. Genç bir çiftin orman içinde bir yerde saunadaki oturuşlarına dairdi... Sanırım Finlandiya yapımı bir filmdi, anımsamıyorum.
İşte bu öykü o belirsiz frağmandan türedi. Yani kurgu.
Gelişin hep değerlidir sayfamda. Teşekkür ederim, ciğeram.
Sevgiler, selamlar çokça.