- 342 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Tüm Işıkları Yak 13. Bölüm
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
O gün, sabahın erken saatlerinde başlayan ve Büyükada’yı saran tuhaf ve gergin bir hava hakimdi. Gökyüzü hiç olmadığı kadar ışıksızdı. Büyükada’yı kaplayan bulutlar sanki bir korku filmindeymiş gibi korkunç yüzlere, hayalet pençelerine benzeyen şekiller almıştı. Her zaman kalabalık olan sokaklar sakinleşmiş, herkes korkunç bir şey olacakmış gibi evlerine kapanmıştı.
O günün akşamında acayip bir şey oldu. İlk defa akşam ezanının sesi duyulmadı. Camiye gidecek olan Büyükada’nın yaşlı sakinleri evlerinde bu ilginç olaya bir anlam vermeye çalıştılar.
Evinin balkonunda, evinin oturma odasında akşam ezanını bekleyen Büyükada sakinleri ezan neden okunmadı diye düşünüyordu. Ada sakinlerinin üzerinde hiç olmadık bir huzursuzluk an be an artıyordu.
Işık’da huzursuzdu. Arkadaşlarını evinde ağırlayacak olmasaydı üzerindeki huzursuzluğu dağıtmak için kısa bir yürüyüşe çıkabilirdi. Ama şu an arkadaşlarıyla Rua Temte ile verecekleri savaşın planını yapmak zorundaydı.
Işık sezer gözlüğünü düzelti. ‘Hepiniz evime hoş geldiniz.’ Ne söyleyeceğini toparlamaya çalışıyordu. Çalışma odası olarak kullandığı odadaydılar. Emrah tekli koltuğa oturmuştu. Hoş bulduk, demek yerine hafifçe başını oynattı.
Koltuğun dikiş yerinden sökülmüş bir ipi buruyordu.
Emre odada geziniyor ve evin içerisindeki otantik havaya hayretle bakıyordu. ‘Hoş bulduk hoş bulduk.’ Merakla kiremitle kaplanmış odanın duvarlarına bakmaya devam etti. Asaf ve Keti ise Emrah’ın tam karşısındaki koltukta oturmuşlardı. Sessizce ve merakla Işık’ın ne söyleyeceğini bekliyor gibiydiler.
Işık’ın evi harika bir atmosfere sahipti. Yerde eski, kırmızı ve gri ağırlıklı bir halı vardı. Karmaşık geometrik şekilleri ile süslenmiş bu halının motifleri, insanı maziye götüren tatlı bir havaya sahipti. Odadan içeriye girince tam karşıda küçük ve şirin bir şömine duruyordu. Odanın tüm duvarlarını kaplayan kiremitler şöminenin hizasına kadar geliyordu. Şöminenin sağında ve solunda duvarın alt kısmını kaplayan taşlarla süslenmişti. Şöminenin sağında ve solunda iki küçük pencere vardı. Şöminenin önünde eski ama çok şık iki adet tekli koltuk vardı. Ahşap oyması olan bu koltuklar odaya sıcaklık ve esenlik katıyordu. Şöminenin hemen sol tarafından iki kişilik bir koltuk daha vardı. Odanın köşe kısımlarında duran gece lambaları gökyüzünü tunca boyayan güneş ışıkları gibi sıcak ve yumuşak bir manzara sunuyordu. Odanın hemen orta kısmında, ahşap kokusu ile odayı saran yuvarlak ve sevimli bir masa vardı.
Yerdeki parkeler eskiydi ve basınca gıcırtı çıkarıyordu. Odanın kendine has bir enerjisi vardı ve orada bulunanlara enerji veriyordu.
Işık, aklında toparlamaya çalıştığı sözleri henüz söylemek üzereydi ki Emrah odadaki sessizliği bozdu. ‘Bizim ona karşı hareket edeceğimizi biliyor mudur?’
Işık, gözlüğünün altından Emrah’a baktı. Ne söyleyeceğini bulmuştu ama bu soru karşısında biraz duraksadı ve ‘Sanırım bunun bir önemi yok.’ Dedi.
Asaf yanında oturan Keti’yi süzdükten sonra ‘Bir karar aldık ve bunu uygulayacağız.’ Sesinde ciddi bir vurgu vardı. ‘Rua Temte bizim ona karşı hareket edeceğimizi bilsin ya da bilmesin…’
Emre, odanın içerisinde gezinmeye devam ediyordu. ‘Haklısın.’ Dedi. Eliyle kiremit kaplı duvara dokundu. Sonra parmaklarına bulaşan kızıl tozu temizledi. ‘Asaf’a katılıyorum.’ Gözü hala odadaki eşyalardaydı. Odanın atmosferi onun üzerinde çocuksu bir heyecan oluşturmuştu. ‘Kararımıza sadık kalmalıyız.’ diye ekledi.
Keti, ayaklarını öne doğru uzattı ve ellerini kucağında birleştirdi. ‘Kararımızı uygulama konusunda bir sorun yok o halde...’ Diğerleri aksi bir şey söylemedi. ‘Fakat bir şeyi merak ediyorum; karşımızdaki varlık kim?’ Gözlerini hızlı hızlı kapatıp açıyordu. ‘Bir iblis mi, uzaylı mı, cin mi, peri mi?’ Gözleri şimdi ahşap masaya sabitlenmiş bir haldeydi.
Işık, derin bir nefes aldı ‘Her şey olabilir.’ Asaf, arkadaşlarına bakarak ‘İnsan olmadığı kesin.’ Diye söylendi. Ortam sessizleşti. Herkes korku ve heyecan içerisindeydi.
İlerleyen saatlerde yağmur alabildiğinde yağmaya devam etti. Cadde ve sokaklar sularla kaplandı. Adanın çevresi müthiş bir sisle kaplandı. Deniz suyu Büyükada’yı bir kırbaç gibi dövüyordu.
Bu olaylardan bir saat sonra korkunç gürültüler eşliğinde bir sarsıntı oldu. Evlerde bulunan avizeler sallandı. Dolaplar sarsıntıyla birlikte korkunç sesler çıkararak, içerisinde ne var ne yoksa ortalığa saçtı. Yağmur suları kanalizasyonları tıkadı ve tuvalet ve banyo giderlerinden tazyikle birlikte lağım suları fışkırmaya başladı. Büyükada’da şekilden şekile giren karabulutlar harekete geçmiş gibiydi. Fırtına an be an şiddetleniyordu. Bu olaylardan yirmi dakika sonra korkunç bir yıldırım ormanlık alana düştü. Yağmurun etkisiyle yangın büyümedi ama yıldırımın sesi kulakları sağır edecek kadar şiddetliydi.
O sırada ışık ve arkadaşları toplandıkları odadan yıldırımın düştüğü ormanlık alana bakıyordu. Emrah kaygılı bir şekilde ‘Geldi.’ Dedi. Ve ekledi ‘Bizi istiyor. Hırçınlığı bu yüzden.’
Keti alnını okşadı. Baş ağrısı artmıştı. Diğerlerinin de ondan bir farkı yoktu. Herkes şiddetli bir baş ağrısı çekiyordu.
Fırtına ve şimşekler göğü yırtmaya devam ederken, Işık ‘Artık gitmeliyiz.’ Dedi. Emre şöminenin bitişiğindeki pencereden dışarıdaki cehennem gibi havaya bakmaya devam ediyordu. Korktuğunu belli etmek istemiyordu ama gözleri korkudan büyümüştü. ‘İşe ko-yyulalım.’ Diye kekeledi.
Asaf ‘Yetimhaneye gidelim ve artık ne olacaksa olsun.’ Diye çıkıştı. Diğerleri de onu onayladı.
Asaf ve arkadaşları aracı park ettikleri an, ortalık iyice kaynamaya başladı. Yetimhaneye ulaşmak için yarım saatten fazla yürüdüler. Büyükada Rum Yetimhanesinin eski ihtişamlı günlerinden geriye bir şey kalmamıştı. Yetimhane, harabe ve yıkılmak üzere olan, eski ve hayaletli konakları konu alan kitaplardaki binalar gibi korkunç görünüyordu. Yağmurun ve fırtınanın da etkisiyle bu korkunç görüntü hepsinin iliklerine kadar işliyordu.
Yetimhanenin çevresi dikenli tellerle çevrelenmişti. İçeride bir ağacın gövdesine çakılı olan boyaları akmış tabelada ‘ESKİ RUM YETİMHANESİ’ yazılıydı. Aradan geçen onca sene Büyükada Rum Yetimhanesinin kasvetli havasını bozamamıştı.
Tel örgüden geçmeleri biraz zaman aldı. Sarmaşıklarla kaplı bir patikadan geçerek açık alana çıktılar. Önde Işık vardı ve diğerleri onun arkasından tek sıra halinde yürümeye devam ettiler. Sonunda yetimhane bahçesindeki su kuyusuna vardılar. Hepsi su kuyusunun başındaydı. Yağmur damlalarının şıpırtısı duyuluyordu.
Emre yanlarında getirdikleri el fenerini yaktı ve su kuyusunun içine doğrulttu. İçerisi karanlıktı. Tıpkı yetimhaneden kaçıp su kuyusuna gittikleri günde yaşayacakları şeye benzer bir şey yaşamak üzereydiler.
Kuyudan tiz ve gittikçe yükselen bir ses gelmeye başladı. Çakan şimşekler ve fırtına bu sesi bastıramaya yetmiyordu. Çığlık sesi, yerini işkence çeken bir çocuğun sesine, o ses ise bir anda kalın bir canavarın sesine, bir an tekrar bir çocuk sesine dönüşüyordu. Keti, duyduğu bu korkutucu sesler karşısında dayanamadı. Kulaklarını kapattı ve sırılsıklam olmuş toprağa oturdu. Sırtını su kuyusunun duvarına dayadı. Onu tanrıçalar gibi gösteren siyah ve uzun saçları ıslanmış ve birbirine geçmişti. Asaf, hemen yere diz çöktü. ‘İyi misin Keti?’ Çakan bir şimşek ikisinin de yüzünü aydınlattı. Birbirlerine şimşeğin aydınlığı kadar geçen sürede aşkla baktılar. Keti, Asaf’tan gözlerini ayırdı ve iyi olduğunu belirten bir mimik yaptı.
Herkes az sonra neyle karşılaşacaklarını bilen, ölüme gidecek askerler gibi tedirgin bir haldeydiler. Su kuyusu tıpkı çocukluk yıllarında olduğu gibi kaynamaya başladı. Hemen ardından su buharları etraflarını sarmaladı. Emrah ve Emre yakın muharebeye girecekmiş gibi hazır kıta bekliyordu. Hemen ardından kuyudaki su çekildi. Canavar kadın mavi saçlarıyla ve kapkara gözleriyle aşağıda belirdi. Zaman ona hiç işlememişti. Değişmemiş ve korkunçluğu ve garabeti yıllar içerisinde güçlenerek artmıştı. Emre ‘Rua Temte aşağıda.’ Diye korkuyla bağırdı. Emrah onu sakinleştirmek için kolundan tuttu. Sessiz olması için ona sus işareti yaptı. Işık gözlüklerini sildi ve onlara doğru yaklaştı. Ardından su kuyusundan siyah dumanlar çıkmaya başladı. Işık gözlüğünü tekrar sildi ve geriye doğru itti. Bu onun her şeye hazır olduğu anda yaptığı bir hareketti.
Gözleri korkudan dört açılmış olan Keti ‘Şimdi ne yapacağız?’ diye kısık bir sesle sordu. Işık ‘Sakin kalın. O bizden korkuyor. Birlikteliğimizden rahatsız oluyor. Bizim aşağıya inmemizi bekliyor. Tıpkı bir hayvan gibi, onu kapana sıkıştırdığımızı düşünüyor.’ Emre hazır kıta duruşunu bozarak Işık’a doğru başını uzattı ‘Ne demezsin!’ diye söylendi. Rüzgâr sesini alıp uzaklara götürdü. Işık, Emre’nin ne dediğini anlayamadı.
Emrah diğerlerine başıyla bir işaret yaptı. ‘Aşağı inmemiz lazım. Ne yapacaksak orada yapmalıyız.’ Herkes korkuyordu ama içlerinde onlara cesaret veren şeye inanıyorlardı. Öldürülen tüm çocuklar için bunu yapacaklardı.
Güçlü bir şimşek geceyi aydınlattı. Asaf ‘Önce ben ineceğim. Aşağıda sizi bekleyeceğim. Fenerle aşağıyı kontrol etti. Aşağıda bir şey yoktu.’ Kimseye fırsat vermeden su kuyusuna inen örgülü ve eskimiş ipi yakaladı.
Asaf temkinli bir şekilde aşağıya inmeye başladı. El fenerini dişleriyle sıkıyordu. Aşağıdan her an bir pençe darbesi alıp ikiye ayrılabileceği korkusu onu bir an olsun yalnız bırakmadı. Bu korku rahat nefes alamamasına, ağzındaki el feneri ise yutkunmasına imkân vermiyordu.
Aşağıdan derinlerden Asaf’ın korku dolu sesi geldi. ‘Ben indim.’ Emrah ‘Acele edelim.’ Dedi ve hızlıca ipi kavradı. Sırayla Emre ve Işık ve en sonunda Keti Aşağıya indi. İçerisi zifiri karanlıktı.
Tam o sırada fırtına tüm şiddetiyle devam ediyor, Büyükada’yı saran felaketler zincirine bir yenisi daha ekleniyordu. Şehrin elektrik dağıtımını yapan santrale bir yıldırım düştü. Tıpkı korku filmlerinde olduğu gibi artık Büyükada’nın dış dünyayla hiçbir bağı kalmamıştı.
Çocukken olduğu gibi Rua Temte’nin yeraltı şehrindeydiler. Onun korku, kâbus ve ruhlara işkence ettiği kaotik ülkesine inmişlerdi.
Kendi öz benlikleri ve birlikteliklerinden doğan güçten başka silahları yoktu. Ve şimdilik, karanlık tünellerde dolaşan beş cesur savaşçıdan başka kimse de yoktu.