- 803 Okunma
- 5 Yorum
- 5 Beğeni
*** NİLGÜN 15 ***
****************************************************
Artık vatana dönmenin zamanı mıydı? Nilgün kararını vermişti ama yine de; ’’Dur! Sabret bir yıl kadar daha ’’ diyorlardı ona. O ise artık son sabrına gelmiş, gurbette dafa fazla kalmaya tahammül edemez duruma düşürmüştü kendini.
Bir an önce vatanına dönmeliydi. İçindeki hasret onu yakıyor, yüreğinde yanan kor ateşe ne yapsa bir türlü su serpemiyordu. Çaresizliği takatsız bırakmıştı onu. Uykusunda bile rahatı yoktu. Rüyalar içinde kıvranıyor, kabuslarla uyanıyordu gecenin bir yarısı.
Frankfurt’taki işi şimdilik iyi, rahat ve iş arkadaşlarının candan davranışları onun en güzel tesellisiydi. Yahudi iş sahibi her zaman derdi ile yakından ilgileniyor, ona her konuda yardımcı olması bozuk moraline su serpiyordu. Nilgün’de onları çok sevmişti ama burada bir cennette olsada o vatanının güzelliğini hiç bir şeyle kıyaslayamazdı.Vatan sevdası ve evlat hasreti daha ağır basıyordu.
Gurbetteki arkadaşları ve dostları, iş yerindeki arkadaş ve şefleri Nilgün’e gitmemesini söylüyorlardı. ’’Bak işin çok iyi ’’ diyorlarsa da onun gözünde sadece vatan ve evlat sevgisi tütüyordu.burnunda.
Buraların çilesini çok çekmişti ilk geldiğinde, Uzak iş yerlerine gitmekte zorlanıyordu. Soğuk ve yabancı bir memlekette her şeye alışmak o kadar zor gelmişti ona. . Hele o tekstil işinin zorluğu, makina başında dursuz duraksız akort çalışmak. Her gün makinaların iğnesinde bir çok işçinin kazalara uğraması canını acıtıyordu.
’’Çok şükür’’ demişti Nilgün bu işten çıktığında. Sevdiği kafe işine başlayınca orada rahat etmiş ne kadar koşturup yorulsa da sevdiği bir işti kendisi için. Verilen her işi severek yapıyordu. İş yaparken şarkılar bile söylüyordu. Bir keresinde iş sahibi şarkı söylediğini duyunca kapının ardında durarak onu dinlemiş, şarkı bitince alkışlayarak Nilgün’ün yanına gitmişti. Nilgün, partonu kızacak diye mahçup halde yüzü kızararak özür dilediğinde patronu aksine şarkı söylemesini çok beğendiğini, oturup bir kahve molası vermesini istemişti.
Orada tanıdığı yabancı arkadaşlarından az da olsa İtalyanca, Rusca, İbranice, Fansızca öğrenmeye çalışmış, önemli cümleleri öğrenmişti. Ama öncelikli Alman diliydi. Kısa zamanda öğrenmesi gerekiyordu oradaki yaşamının kolaylaşması bakımından. İş arkadaşları ile durmadan pratik yapıyordu Almancayı. Durmaksızın tekrarlıyordu cümleleri. Bazı cümleleri, kelimeleri cebindeki minik defterine yazıyordu evde çalışması için. İş arkadaşları Nilgün’ü çok sevmişler; onlar da ondan Türk dilinden kısa cümleler öğreniyorlardı. ’’Teşekkür ederim, Günaydın, İyi akşamlar vs...
Bunlar Nilgün’ün biraz olsun üzüntülerini, yalnızlığını unutturuyordu. Buradan giderse en çok onlardan ayrılacağına üzülecekti. Hepsi ile en içten dost olmuştu. Oradan Alman ırkçılığı yoktu ve Nülgün bu durumdan çok çok hoşnuttu!..
Ama vatanı, ailesi, oradaki arkadaşları her şeyden daha önemli görmesinden dolayı her şeyi göze alarak memleketine dönmeye karar vermişti Nilgün. Zor bir karar olsa da, yurda dönmeyi kafasına koymuştu. Bu durumdan iş arkadaşları ve patronu vaz geçirmeye çalışsalar da Nilgün’ü ikna edememişlerdi.
Artık hazırlıklarını yapıyor sevincinden bir kelebek hafifliğinde koşturuyordu her yere. Alış verişleri, uğradığı arkadaş ,akraba dost ziyaretleri... Bir an önce yola çıkmak istiyordu. Ancak bazı alış veriş için para gerekiyordu gitmesine daha üç ay varken. Bu üç ay için ek bir iş bulmuştu komşusunun yardımları ile. Bu iş, bir markette temizlik işiydi. Gündüz çalıştığı kafeden iş bitiminde çıkınca diğer işine koşuyordu Nilgün.
Ve bu üç aylık zaman geçmişti. Yorgun koşuşturmaları sona erecekti. Yorgunluklarını vatana gitme seviçleri unutturmuştu. Her zorluğu yenmenin sevinci yüzüne vuruyordu artık Nilgün’ün
Memlekete dönüşü araba ile olmuştu. Yollardaki memleketlerin güzelliklerini fotoğraf makinasına kayt ederek yollar boyunca uyumamıştı hiç. Üç günün sonunda İstanbul’a varmıştı Türkiye sınırlarına girince Allah’a şükrederek gözyaşlarını tutamamıştı. Kapıkule’den çıktıktan sonra dinlenme tesisine gidilmiş, oradaki lokanta yemekler yenirken, çaylar içilirken yol yorgunluğunu az da olsa üzerlerinden atabilmişlerdi. İstanbul’a vardıklarına muhteşem camilerin manevi anmosferi onu daha bir duygulandırarak gözlerden yine yaşlar dökülmüştü. Bu gözyaşları bir ayrılığın, bir kavuşmanın verdiği hüzün ve sevinç karışımın sağnaklarıydı. Vatan aşkı böyle bir şeydi işte...
Küçük kızı ailesiyle onu karşılamaya İstanbul’a gelmişlerdi. Nilgün ondan ayrıldığı gün gözlerinin önüne gelmiş. Ağlayarak ona sımsıkıca sarıldı. Dakikalarca öyle kaldılar Sonra çocuğu onu iterek teyzesine koştu ve ona ’’anne’’ diye sarıldı. Nilgün’ün yıllarca beklediği ödül bu muydu?. Bir daha aktı onun sıcak ve yakıcı gözyaşları. Çocuğa annesi unutturulmuştu sanki...
Cennet vatanının sıcak kucağına dönmüştü. Ya bundan sonra neler bekliyordu onu?... Hayatı, vatanı, burada ailem dostum diye sarıldığı bazı yüzler ona neler hazırlamışlardı dost, akraba yüzleri altında! Nilgün hep dost bildiği, sarıldığı bazı kişilerin şeytani tuzaklarını bile görememiş, her şeyin ve herkesin kendisi gibi saf ve tertemiz duylar içinde olduğunu sanmıştı. Bu sanmışlığı ona çok şeyler kaybettirdiğinin farkına varsa da, biraz geç olduğunu anlayabilmişti. Onu güzel günler mi, kötü günler mi beklediğini zaman gösterecekti.
Nilgün, gelecek için uyanık olması, nankörlerin oyunlarına gelmemesine dikkat edecekti. Artık canını kimselere yaktırmayacak, huzur ve mutlulukla yavrularının yanında olacaktı para puldan vaz geçerek!
Günay Koçak 8. 11. 2022
YORUMLAR
Buraya kadar ne acılar ayrılıklar yaşamıştı Nilgün... Her şey bitti güzel günler onu bekliyor sanıyordu ... oysa asıl vurucu kırıcı yıllar bundan sonraki yıllarda saklıymış ... İşte Nilgün'ü yeniden okuyunca bu bölümü bundan sonraki hayatını yazmaya karar verdim Nilgün'ün...
Nilgün benim hayatımdaki hikayemdir devam etmeye karar verdim.
S. Şimşek
Heyacan bastı beni
okumayı çok istiyorum