Gecenin Ağaçları
Yine gece olmuş, hava kararmıştı. Ay tüm yüceliğiyle tepedeydi yine. Küçük biraz merak, biraz da korkuyla onu izliyordu. Başka işi yok muydu bu ayın? Her gece onu takip ediyordu. Aman canım, yok artık! Bunlar hep onun abartmasıydı. Koskoca ay niye onu takip etsindi? Onun görevi bambaşkaydı. Işığını ağaçların tepesine döker, karanlığın sırlarını açığa çıkarırdı. Ağaçlar aydan aldıkları ışıkla bir parlar bir söner kendilerini gösterirlerdi. Gecenin ağaçları kocamandı. Yere gölgeleri düşer, büyür de büyürdü. Küçük en çok da onlardan korkardı. Gölgelerin yaratığa benzediği yetmiyormuş gibi bir de kovalarlardı onu. Herkesin hayranlıkla bahsettiği ay onun en büyük lanetiydi. O gün de ailesiyle piknik için ormana gitmişlerdi. Başta her şey güzel olsa da günün sonuna doğru ortalık biraz karışmıştı. Küçük, ablasıyla oyun oynamak için kuyruğu gibi onu takip ediyor, bir dakika bile peşinden ayrılmıyordu. Ama ablası hiç oralı değildi. Elindeki telefonla bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyordu. Küçük kız ilgi istediğini daha ne kadar belli edebilirdi? Derken çok uzaktan bir yerden tuhaf uğultular gelmeye başladı. Bu uğultular sadece bizimkinin dikkatini çekmiş olacak ki duyduğu sese dikkat kesilmiş, nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. "Toprak!" dedi kendi kendine. Sesin kaynağı topraktı. "İyi ama toprağın altında ne var ki?"diye düşündü. Yoksa? Yoksa böcekler onunla konuşmaya mı çalışıyordu? Karıncalar, salyangozlar, köstebekler... Tabii ya, köstebekler. Televizyondaki çizgi filmlerden birinde görmüştü. Köstebekler insanlarla konuşabiliyordu. Çizgi filmdeki çocuklar anne babalarına bundan bahsettiklerinde çok kızıp köstebeklerle konuşmalarına izin vermemişlerdi. Ama küçük onlarla arkadaş olmak istiyordu. Belki onlar ablası gibi yapmaz, onunla arkadaş olurlardı. Bu yüzden kimseye bir şey belli etmeden sesin geldiği yöne doğru gitmeye başladı. Her attığı adımda ses biraz daha artıyordu. Küçük başını yukarı kaldırıp saati anlamaya çalıştı. Hava kararmaya başlamıştı. Neredeydi bu köstebekler? Onları bulamadan ay yine peşine düşecekti. Ne yapardı o zaman? "Sanırım artık geri dönmenin zamanı geldi." diye düşündü. Annesi onu merak etmiş olabilirdi. Piknik alanına gitmeye karar verdi ve arkasını döndü. Son hareketinin ardından olduğu yerde çakılıp kaldı. Çünkü karşısında birbirinin tıpatıp aynısı olan onlarca ağaç vardı. O manzarayı görmesiyle kaybolduğunu anlaması bir olmuştu. O kadar korkmuştu ki kıpırdayamıyor, hatta ağlayamıyordu bile. Bu kadar şey olurken havanın iyice karardığını fark etmemişti. Uğultular artmıştı. "Köstebekler böyle mi ses çıkarıyor?" diye düşündü. Yürüdü, yürüdü, bazen koştu. Fakat ne köstebek bulabilmişti, ne de başka bir hayvan. Bu da yetmiyormuş gibi bir de ay tam tepesinde belirmişti. O kadar parlak, o kadar yuvarlak görünüyordu ki ayın bu hali ona ablasının ders kitabındaki resimleri hatırlatmıştı. Ay böyle yuvarlak görününce ona bir jsim takıyorlardı. Neydi o? Neydi, neydi, neydi?? Dolum? Hayır. Dolay? Yok, bu da değildi. Dolmay? Çok benziyor ama bu da değildi. "HEH DOLUNAY!" diye bağırdı kız. Sanki ismini hatırlaması onu bu durumdan kurtaracaktı. Olsun. Belki ona adıyla seslenip yardım isterse birlikte düşünüp bir çözüm bulabilirlerdi. Hem sihirli kelimeyi de kullanırdı. Küçük bir kızın lütfen demesine kimse dayanamazdı, biliyordu. Bizimki bunları düşünürken sandığından daha fazla zaman harcamıştı. Çevresine bakındığında yalnızca ay ışığının aydınlattığı birkaç çalı parçasını ve ağaçların gölgelerini görebiliyordu. Yani canavarları. Rüzgarın kipirdattigi dallar belli belirsiz bir ritimde sallanıyor, sallanan dalların yaprakları sinsice kızın tenine dokunuyor, adeta "Ben buradayım!" diye bağırıyordu. Küçük, bacağında hissettiği çalılarla aniden irkildi ve nereye gittiğini bilmeden koşmaya başladı. Bir yandan koşuyor, koşarken de ara sıra başını kaldırıp Ay’ı kontrol ediyordu. Haklıydı işte, aydede kollarını uzatmış onu yakalamaya çalışıyordu. Kendince bir kovalama başlatmış, nefes alamayıncaya kadar koşmuştu. En son bacaklarında derman kalmayınca durması gerektiğini anlamış, olduğu yere çökmüştü. Oturduğu yer toprak olduğu için içi rahattı. Ağaçlar ve çalılardan uzak oldugunu hissedebiliyordu. Etrafı kolacan ederken bir çubuk gördü. Minicik elleriyle kendini korumak için çubuğu yanına aldı. Zaten yorgun düşen vücudunu bir de karanlık ve soğuğun uyuşturmasıyla yavaşça nemli toprağa bıraktı. Elindeki çubuğu sıkıca kavradı ve uykunun kesik çağrısına teslim oldu...
Gökçen
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.