- 338 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
İtelenmiş hayat
Hayal kırıklıkları, hüsran, yalan, dolan, aldatma, kandırma ve kandırılma üzerine; devrilen kırk yılı konuşuyoruz bir kafede dostlarla.
Satır aralarına dostlar, iğneli latife katıyorlar.
İhtiyar sen bilirsin M. Ö. miydi, sonra mıydı? şakalaşmaları…
İğne ve çuvaldız ikilemesi!
On - on iki yaş aralığında satıcı bir çocuk yanaşıyor masamıza.
Umut Avşaroğlu “Bugünkü istihkakımızı doldurduk be genç adam” diyor çocuğa sonra bana dönüp “Acıyorum be Kaan almakla almamak arası tereddütlerim var.
“Aldığımda sokaktaki yaşamını sürdürmesi için çanak vazifesi gördüğümü düşünüyorum! Ne kadar alırsam o kadar sokakta olacak. Almazsam vicdan yapıyorum!”
Tartışma başlıyor!
Çocuk işçiler…
Simitçiden, sanayideki kaportacıya…
Yurt çocukları…
Oradan kaçanların, uyum sağlayamayanların, mutsuz yüzlerin yapay evleri!
Sosyal Devletin
Sosyal gereklilikleri!
Sokaktaki her yersiz yurtsuz çocuğun, devlet; babası olmasının gerekliliği…
Bunlar konuşulurken karşı kaldırımdan beli bükülmüş yürümekte zorlanan bir beyefendiyle aynı durum ve yaşa sahip bir hanımefendi geçiyor.
Bir an tüm acımsı duygular örseleniyor masanın etrafında!
O yaşa kadar yaşayabilmenin isteğiyle o yaşta birilerine muhtaç kalma sıkıntısı arasında sıkışıp kalıyor duygularımız…
Zor be dostum birilerine muhtaç olmak…
Düşünsene yatalaksın ve altına kaçırma problemin var kim ne kadar bakar, evladın bile sahip çıkmıyor bakım evine veriyor paran varsa yani maaşın; sorun yok paran yoksa yandı keten helvam!
Masada sessizlik hüküm sürüyor…
Sonra, hiç olmamış az evvel önümüzden hiç geçmemiş kendi tarihine bakan yaşanmış, yaşıyor ve yaşanacak duyguların tercümanı olan, duran ve gözüken on ikili yaşlardaki çocuktan, doksan yaşındaki çiftlere bakmamış gibi sohbet başka mecralara taşınıyor.
Ayı çıkabilirden bir çift geyiğe!
Sözde önemsiyoruz işte!
Oysa bir çırpıda unutuveriyoruz…
Unuttuk bile!
Diğer bir ifadeyle unutmak, hiç hatırlamamak istiyoruz…
Bu memlekette amiyane bir tabirle hamal da olacak holding sahibi de…
Zengin de fakir de…
Ama elleri, yüzü kir pas içinde elinde on dörtlü anahtarıyla cıvata sıkarken bir çocuk o arabanın üstünde şımarık bir veledin mızıraması acıtacak seni de beni de…
Huysuz aksi tutumunu çocuğun çocukluğuna değil görmemiş ailesine hiç sahip olamayanların yerine bir kez olsun koyamamış o vicdana sahip olmayan ebeveynlere mal etmek lazım.
Acıtacak seni!
Kalbinin tam ortasından vuracak ki çocukluğunu boyacı sandıklarına hapsetmiş ay dedeye masallarını kaptırmış çocukların da; onlar kadar çocuk olduğunu unutmayasın, unutmayalım diye…
Dönüp baktıklarında ben çocukluğumu hiç yaşamadım demesinler diye…
Yaşam çok kısa!
Çocukken hep büyümenin derdi büyüyünce de zamanı durdurup bir daha geri getirememe derdi.
Büyümüş çocuklar masal yaşını geçti!
Küçüklere de Andersenden Masallar okumanın ne yeri ne zamanı…
Çünkü onlar yemiyorlar bu masalları…
Ne yirmi üç nisan makam koltuğuna oturma ayrıcalığını,
Ne allı pullu on dokuz mayıs kutlamalarını,
Ne de çocuk yasalarıyla onların haklarını sonuna kadar kolladığınızı!
Masal bu ya artık masal bitti!