LAHEY'DE BİR YİĞİT!..
Gurbet; ah can gurbet. Nicelerine mezar, nicelerine ocak oldun sen. Ta 1963’lerde gurbete ayak basan birinci kuşağı hatırlarım da, ne zorluklar çekmişlerdi ilk gelenlerimiz. Bir lokmacık ekmek için hiç görmedikleri, duymadıkları ülkelere dev makinalar arasında üç vardiya alınterleri dökenlerimiz iş gücü olarak pazarlanmıştı Avrupa’ya. Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, İsveç vs. ülkelere gelmişlerdi. Lisanları yok! Oranın kültürü, dini,, gelenek görenekleri hakkında hiç bir bilgileri olmadan doktorların kontrolünde sağlamlıklarına bakılarak yollanmışlardı oralara. O zamanın devlet yönetimleri de bundan utanç duyacaklarına, onur duymuşlardı. Övünerek seçim meydanlarında anlatıyorlardı insanımızı modern köle olarak gönderdiklerini.
Birinci kuşak çok zorluklar çekmişti oralara alışıncaya dek. Kimileri Helga’lar, Vera’lar bularak lisan sorunlarını gidermeye çalışmışlar ama aşk devreye girince Anadolu’da bırakıp geldikleri kanayaklılar unutulanlar olmuştu. ’’İch liebe dich’’ ’’İk hou van je’’ ’’seni seviyorum’’ artık yaşadığı ülkenin kadınlarına denilmeye başlanmıştı bu cümleler. Vatanda gözü yaşlı eşler, yavuklular yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuştu! Halbu ki memleketteki eşler, Avrupa’da çalışarak kazanan eşlerinin memlekette kendilerine daha iyi koşular sunan ve yapmalarını, daha mutlu bir ocak kurmalarını hayal ederlerken, Avrupa’da sarışın avratlara gönlü kaydıklarından haberleri bile yoktu. Onlar daha da değişerek iş saatlerinin dışında ve hafta sonları birahanelerde, diskoteklerde devam etmeye başladı yaşamları. Bir çok yuvalar tarumar olurken özüne, dinine bağlı kalan insanımız eşine, işine, aşına beline hakim oldular. Ahlâkından, seciyesinden ödün vermediler. Türk toplumunun dağılmışlığını, zıvanadan çıkmışlığını kurtarmak için kolları sıvayarak ibadethaneleri ve eğitim yeri olacak mescidlerini inşaa etmeye başladılar. Kendi kıraathanelerini, fırınlasrını, bakkallarını açtılar. Oralarda toplanarak, alışveri yaparak dağımışlıklarını toparlamaya çalıştılar. Ev ziyaretlerine önem verdiler.
Zaman sonra vatandan unutulmayan eşler, çocuklar, damatlar getirildi. Toplumumuz kendine geldikçe dernekleşmeler başladı. Lahey’de belli başlı iki dernek vardı o zamanları. Biri: Lahey Ülkü Ocağı, diğeri ise; Marksizmi savunan HTİB adında aşırı sol dernek vardı. Bu iki kuruluş Hollanda’nın kalabalık şehirlerinde binaları vardı. Ülkü Ocakları kendileri bina kiralarını ve masraflarını öderken, HTİB belediyelerden aldığı sosyal ve kültürel adı altında aldıkları yardımlardan kira ve masraflarını ödüyorlardı. Neden öyle olduğunu sormayın! Cevabı yukarıda alır bulursunuz! Önemli iki kuruluşun; HTİB’in merkezi Amsterdam, Hollanda Ülkü Ocaklarının Merkezi Rotterdam şehriydi. Her iki kuruluşta çetin mücadele içerisindeydiler. Ülkücüler, Türklüğün var olma kavgasını verirlerken, solcular Türk toplumunu marsist düşünce etrafında toplayarak onları kendi özlerinden koparmaya çalışıyorlardı her ne kadar işçi hakları içinm mücadele ediyoruz deselerde... Ayrıca Ülkücülere karşı hasımca katı tutumları Hollanda kamuoyuna karşı FAŞİST iftirasını yayarak, Hollanda halkını ve devlet kuruluşlarına hedef gösteriyordu. İftira dolu kitap bile hazırlamışlardı. Ülküğ Ocakları genel merkezi de onların yalan ve iftiralarına karşılık gerçek belgeleri, bilgileri hollanda basınına ve resmi kuruluşlara göndermişti. Onlar hem Türkiye Cumhuriyeti devletine, hem de ülkücülere faşist diyorlardı hayasızca. Başkalarının maşaları oldukları söylemlerinden, yayınladıkları bildirilerden belliydi.
Yıllar geçtikçe teşkilatlar çoğalıyor, bazılarının şartlara göre isimler değişiyordu. Bizim Lahey Ülkü Ocağı’nın ismi de Hollada Türk İslam Vakfı olarak değişime uğruyordu ama ülkü sancağı ülkücülerin elinde, vakıf adı altında dalgalandırılıyor, bozkurtların sesi daha da gür çıkıyordu. Dava ve kişiler aynı olunca değişen pek bir şey olmuyordu isimden başka!
Vakfın yeni kurulduğu yıllarda Lahey’e Iğdır ilimizden bir genç gelmişti. Heyecanlı, yürekli, tam idealist bir delikanlı idi. Vakfımıza geldiğinde vakur duruşu, sözlerinin hedefe mermi gibi varışı ilgimi çekmişti. Her gün uzun uzun konuşmamız beni kendisine daha bir güvenle bağladı. Derin sohbetlerimiz ilerledikçe onun ne denli yiğit bir ülkücü ve davasını yarı yolda bırakmayacağı ümidi ile daha çok sarıldım ona. Hürmeti ve saygısı bana karşı hiç eksilmedi. Vakıfta geç saatlere kadar memleket ve Lahey’deki Türk toplumunun, özellikle genç neslin gelceği ile ilgili konuşmalarımız olurdu. Sanırım altı ay kadar sonra da onu vakfımızın muhasebe yardımcılığı görevine getirdik. Görevi severek, canla başla kabul ederek bizi mutlu etmişti.
Sözünü ettiğim delikanlının kim olduğunu merak ettiniz biliyorum. Söyleyeyim.
Vatanımızın ve Iğdır’ımızın yiğit ülkücü evladı İlhan AŞKIN’dır bahsettiğim yiğit! Soyadı ne kadar da güzel yakışmış ona değil mi? Davasının, ,ülkesinin, Azerbayca’nın, Türk dünyasının kara sevdalısı, aşığıdır O! Ona boşuboşuna verilmiş bir soyad değildir AŞKIM soyadı. Ölümüne aşık, en önde koşan aşık, belalardan, haksızlıklardan yılmayan bir aşıktır O. Onu dövseniz de, vursanız da davasından bir adım dahi geri alamazsınız. Yüce davasını satmayan onurlu, gururlu bir Türktür O! Onunla yıllarca beraber çalışmamız bize güç, kuvvet veren çelik yürekli Türktür! Oğuz atanın soyundan gelen erdir!
İlhen AŞKIN, vakfımızda çalışmalar yaparak nice ülkücü gençler kazandırmıştır davamıza. Başbuğuna, Mustafa Kemal Atatürk’e, atalarına son derece bağlı ve yollarından gözü kapalı giden Alperendir! Vakıfta çalışmalarını araslıksız sürdürürken benimde önerilerim sayesinde Azerbaycan Türk Kültür Derneği kuruldu. Bir müddet sonra İlhan AŞKIN’IN orada görev üstlenmesini istedik ve oraya geçiş yaparak yeni kurulan teşkilatta tecrübeli can oldu. Onlara istikamet belirleyecek rotalar çizdi. Bir kaç başkan değişikliğinden sonra Azerbaycan Türk Kültür Derneği’nin başkanlığına seçildi. Onun için yollar çetinti, aşılması zordu ama azmi, çalışma aşkı Türklük, Turan yolu nistikametinde ve özellikle Azerbaycan’a durmaksızın saldıran Ermenilerin Azerbaycan Türklerine yaptıkları insanlık dışı barbarlıklarını, Sovetlerin Azerbaycan bağımsızlık hareketini bastırmak için yaptıkları katliamları Hollanda kamuoyuna duyurmak, zulüm görenleri Hollanda ve Avrupa ’da göstermek için sokak ve meydan gösterileri düzenliyor, Azerbaycan şehitlerinin fotoğraflarını ve uğradıkları soykırımı halka bıkmadan usanmadan anlatıyordu.. Kaç kez Sovyet ve Ermenistan büyükelçilikleri önlerinde nümayişler düzenleyerek dikkatleri Azerbaycan’da, Karabağ’da, İşgal edilen şehirlerde ve işgal sırasında milyonlarca Türk’ün sürgünlerini gözler önüne serecek basın toplantıları yapıyor, devlet adamlarına belgeler sunarak gerçeklerin görünmesine katkı sağlıyordu.
Tek başına bir devletin yapabileceğinin fazlasını İlhan AŞKIN yapıyordu bir avuç inanmış dava arkadaşları ile. Aklına korku gelmiyordu. Korkuyu lügâtinden silmişti. Lahey’de sadece nümayişler mi yapıyordu? Tabi ki hayır! Onca yıldır yapılmayan, Türk dünyasının çok önemli bir bayramı olan Nevruz Türk Bahar bayramını büyük salonlarda uluslararası yapmaya başlamıştı. Türk Dünyasından güzide sanatçıları davet ederek Türklere milli duygu ve şuurunu pomlayarak güç veriyordu Türk Dünyasına İlhan Aşkın. Dernekte lisan, el sanatları kursları, seminerler, konferanslar düzenliyordu. Fakat o yapayalnız bir Bozkurt’tu çıkarsız mücadeleside. Hiç bir menfaat emaresi görmemiştim onda. Onu, Türklüğün imtihan sahnesinde yalnız bırakanlara ne demeli? Bilmiyorum!
Bir konuşmasından alınan sözlerle Hollanda mahkemesine verilerek dava edilmişti Ermeniler tarafından. Haklı davasına destek veren ne yazık ki devlet düzeyinde kimseler yoktu. Ülkücü araştırmacı Türkçü yazarlarımızdan Mehmet TÜTÜNCÜ olmuştu onun yanıbaşında. Mehmet TÜTÜNCÜ’DE Hollanda’da yetişen 15’in üzerinde tarihi araştırma kitapları yayınlayan ülkücü bir Türk’tü. O her daim İlhan AŞKIN’IN yanında yer almıştı. Halbuki Türklük ve Azarbeycan davası İlhan AŞKIN’IN kendi davası değildi. Üzücü olanı da buydu. Nedense Türklük için mücadele edenler Başbuğ Alparslan Türkeş gibi yalnız bırakılmıştı kendi soydaşları tarafından. İlhan AŞKIN’DA aynı kaderi paylaşıyordu ne yazık ki!..
Aslında Türk devletlerinin yapması gereken çok çok önemli bir durumu, meseleyi gündeme taşıyarak, gündemini inatla sürdürerek ’’YAPILAMAZ! YAPILMASI İÇİN DEVLET GÜCÜ ŞART!’’ diyenleri tiye bile almadan Ermenilerin ve Ruslar’ın Azerbaycan’da, Karabağ’da ve İşgal ettikleri şehirlerde katledilen, soykırıma uğrayan Türkler için Lahey’de SOYKIRIM ANITI diktirdi İlhan AŞKIN! Türk Dünyasında bir ilki gerçekleştirdi. Haklı davamızı Avrupa’nın göbeğinde, Lahey’de dikildi SOYKIRIM ANITI Ermenilerin ve Türk düşmanlarının engellemelerine rağmen! Her yıl, soykırıma uğrayan şehit soydaşlarımızı anma toplantısı yapılır anıtın önünde. Kitaplar dolusun nice faaliyetlere imza atarken ne yazık ki Hollanda genelinde yüzbinlerce yaşayan Türkler bu durumları görmekte acizler nedense?.. Ama İlhan AŞKIN uyuyan devi uyandırmak için gecesini gündüzüne katarak şanlı mücadelesini sürdürmeye devam ediyor. Son nefesine kadar da kutlu davası için durmak bilmeksizin ülkü meşalesi elinde en önde yürümektedir. ’’İnanmış dokuz adam yeter bana!’’ diyor yiğit İlhan AŞKIN.
İlhan AŞKIN için sayfalar, kitaplar dolusu ne yazsak azdır ama ben yazmaya devam edeceğim onun için.
O, Türklüğün yüz akı, onurudur!
Selâm olsun ülkü yüreğimize
Selâm olun şanlı mücadelesine!
Gardaş men öz Türk’em
Davama baş koymuşem
Yaşasın Türklük demişem.
Bu sevdam bitmez menim
Son nefes can Azerbaycan’ım!
Zafer Direniş
...
Bir Yalnızkurt’un kısa öyküsü
Not: Lahey’de Soykırım Anıtı önünde elinde mikrafonla konuşan er kişi İlhan AŞKIN