- 410 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABAM BİR DİNOZOR
BABAM BİR DİNOZOR
Hikâyelerime uzun süre ara verdiğimin farkındayım. Lakin bu benim tembelliğimin bir sonucu olarak kabul edilmemeli. Bariz olarak görülen noktaların birkaçını sayacak olursam; babamın her zamanki derin suskunluğuna gömülmesi ve karanlık okyanusların gizine sık sık saklanır olması. Bu da bana gitgide daha da doğal gelmeye başlıyor. Mantıklı düşündüğüm zaman “Huyu suyu bu yaştan sonra değişecek değil tabii.” diye düşünmeden de edemiyorum. Sebeplerden biri de anılarının yeterince ilgi görmemesi. Bu konu onu isteksiz kılıyor ve daha önce de belirttiğim gibi babamın anılarının her geçen gün küçülen beyninin içinde belirsizliğe kucak açması da can sıkıyor.
Neyse, o susmaya devam ededursun ben yazmayı kafaya koymuşum bir kere. Caydırmaya niyet eden sadece hassas duygularımın bir harp çıkartma olasılığı beni yazmaktan geri koyabilir. Bu teşebbüse karşı en iyisi bir önlem alma gereksinimi duymadan çalakalem yazmak...
Alzheimer teşhisi konulan babam, bu bilgiyi merak edip sormasa da ben yine de sizlere bu hastalığın isim babası hakkında küçük bilgiler vereceğim. Resmi otoriteler kelimenin Türkçeleşmiş halinin ’alzaymer’ değil ’alzaymır’ olduğunu kabul etmiş. Uygulamada da ’alzaymer’ değil alzaymır kabul edilmiş. Bu konuda tek yapacağım şey otoritelerin işine müdahale etmemek. Dr. Alois Alzheimer, ilk olarak belirlediği akıl bulanması hâlini anatomi açısından incelemiş ve dokusal bozulmalardan ileri geldiğini söylemiştir. Düşünüyorum da eli öpülesi bilim insanları olmasa ne yapardık bilmiyorum.
Tahmin edeceğiniz üzere babamın günlük yaşam kalitesi hastalığın başlangıcıyla bozulmaya başladı. Ayrıca çevresiyle iletişim kurmakta ve aktivitelerini yerine getirmekte zorlanır hâle gelmeye başladı. Özel ihtiyaçlarını gidermek annem kadar biz üç kızına da dönüşümlü olarak düşüyor. Kara Nevzat bebekken nasıl tuzlandıysa artık, şu yaşına geldi bir kere bile ter kokmadı. Yıkanmayı da pek sevdiği söylenemez. Kedilerin sudan pek hoşlanmadığı gibi o da suyla pek barışık değil. Olsun bakalım, o inadını annemin “Temizlik imandan gelir, hadi Nevzat hadi!” ikna sözleriyle kırıp babamı sokuyoruz banyo faslına. Boyun eğip söz dinleyen yaramaz bir çocuk edasıyla giriyor suyun altına, bir hafifleme geliyor ki değmeyin keyfine. Sorun, suyun altına girene kadar… Sonrasında bir pembelik yerleşiyor solgun yanaklara. Sıra tırnaklarına gelince özel bir ihtimam gerekiyor. Özellikle de bazı tırnaklarının kesilmesi defalarca bir ağacın kökünden sökülmesi gibi acı verici. Ayak baş parmağında bulunan odunsu tırnak için normal tırnak makasları o kadar uğraşmasına rağmen en sonunda pes edip çaresizlikle intihar ediyor. Biz de çözümünü tırnak pensi alarak bulduk, yine de küçük kanamalar oluyor ama gıkı çıkmıyor. Böylece bizim keltoş dinozorumuz pek keyifleniyor, işte o vakit değmeyin keyfine, dualar ede ede bir hâl oluyor. Yüzündeki o çocuksu gülücük en büyük ödülümüz.
Bu arada unutmadan belirtmeliyim ki Alzheimer için en önemli noktalardan biri de erken teşhis ve uygun tedavinin planlaması. Bu farkındalığa dikkat çeken doktorlara kulaklarımızı tıkama yanılgısına kapılmadan el birliğiyle bu zorlu yola devam ediyoruz. Şu anda, dünya genelinde 40 milyona yakın Alzheimer hastası olduğunu biliyor muydunuz? 2050 yılında bu sayının 115 milyona ulaşacağı tahmin edilmekteymiş. Türkiye’de ise hâlen 600 bin ile 1 milyon arası hasta bulunduğuna ait bir tahmin yürütülürken, 2050 yılında Türkiye’nin dünyada en fazla Alzheimer hastasına sahip 4. ülke olacağı düşünülmekte.
Alzheimer hastasının en yakınında bulunan bizler hayata bir es verme arzusunu hissederken yaşamın muhasebesini yaparken geleceği şekillendirmek için ister istemez bu molaya ihtiyaç duyuyoruz. Kendimize yeni yeni payeler verirken eskinin kıymetini unutmamak gerek.
Babamın okumak adına bir girişimde bulunmadığını bilmenizi isterim. Onun tersine bu görevi canla başla ben üstlendim ve şu aralar Mina Urgan’ın kaleme aldığı ‘Bir Dinozorun Anıları’ adlı kitabı okumaktayım. Babam ve annemle alakalandırdığım birçok konu var içinde. Keza bir dinozor olma şansına erebilecek miyim o da bir muamma diye düşünmeden de edemiyorum nedense.
Bence dinozor kelimesine parmak basmak gerekiyor. Yazara göre dinozor "Tarih öncesi nesli tükenen bir hayvan değil, geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınamaz değerlerini yeni sentez yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan bir yaratıktır." İhtiyarlar ne yaparlar? İşte önem taşıyan bir soru daha ve ben cevabını defalarca içimde kurgularken Mina Urgan’ın anıları ne çok içerik barındırıyor. “Eğer babam ve annem ruhsal bir çöküntü içindelerse geçmişteki pişmanlıklarından ötürü kendilerini hırpalarlar mı?” diye düşünmemek elde değil. Aksi hâlde yazarın tabiriyle "Yaşlı olmak yiğit olmayı gerektirir." prensibini benimsemişler miydi? Sorular, sorular, sorular... "Yaşlılar aynalara bakarken, kendi yüzlerini değil, başkalarının yüzlerini görürlermiş." Bu ne kadar gerçekçi bilemiyorum ama bizim ailenin çocuklaşan dinozorları, yazarın söyleminin aksine başkalarının dertlerine çare bulmak amacında değiller diyebilirim.
"İhtiyarlar kendilerine bir uğraş bulmazlarsa vay hâline!" diyor yazarımız ve okuyucuya hayat derslerini vermeye devam ediyor: "Bir insanın gençliğinde ne kadar işkolik olması ne denli yıkıcıysa, yaşlılığında tembel tembel oturması da o denli yıkıcıdır." “İşte!” diyorum, “Tam da babamı anlatan sözler, gel de anlat ve ikna etmek için boşa kürek çek.” diyorum için için. İkna olsalardı o zaman yaşlılığın getirdiği sağlık sorunları başta olmak üzere tüm sorunlarına daha kolay katlanabilirlerdi.
Daha önceki hikayelerimde de bahsettiğim gibi annemin tam tersi olan babam ölümü daha sıcak karşılayanlardan birisi. Sıkça bu konu hakkında kardeşlerimle konuştuğumuz anlar oldu ve kabullenmek ve saygı duymaktan başka bir şeyin elimizden gelmediğine karar verdik. Bir ara sosyal medya üzerinden Alain Delon adlı Fransız oyuncu ile ilgili ötenazi istediğine dair haberler dolaşmıştı. Gerçi “Oğlu bu haberlere ateş püskürdü, yalanladı.” diyorlar. Şimdi okuma grubumuzla tartışacağımız ‘Bir Dinozorun Anıları’ sayfaları arasında ötenazinin bir kez daha karşıma çıkmasıyla ötenaziyi ve babamı ilişkilendirmeden edemedim.
Mina Urgan’ın Thomas More’un kitabından alıntıladığı bölümü ben de alıyorum: "Hastalık hem çaresizce hem de sürekli ve dayanılmaz acılar çektiriyorsa hastanın yaşamı da ancak ölümle sonuçlanabilecek bir işkenceye dönüştüyse, rahiplerle hekimler artık ölüme katlanması için hastaya öğütler verirler. Hastaya ölümüyle hiçbir şey yitirmeyeceğini, olsa olsa acılarına bir son vereceğini söylerler... Hasta çoğu zaman uyuşturucu bir ilaçla uykuya dalıp can çekişmenin acısını duymadan kendi yaşamına son verir."
Babam ise yaşarken ölmek deyimini doğrularcasına devamlı yatağında ya uyuyor ya da evinin içinde kendine yeni yeni mezarlar inşa ediyor.
"Yalnızlıkların en kötüsü, başkalarının arasında çekilen yalnızlıktır bence..."
H. Çiğdem Deniz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.