- 521 Okunma
- 7 Yorum
- 6 Beğeni
DEĞERLER EĞİTİMİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
DEĞERLER EĞİTİMİ
Öğretmen olarak atandığımda 20 yaşını henüz tamamlamıştım. Üniversite hayalimi gerçekleştirmiş, çalıkuşu gibi hayallerime doğru koşuyordum. Hayat bana neler hazırlıyordu kimbilir?
Üniversite eğitimini almış, mesleğimde tam donanımlı idim. Ancak, kendimi yine de eksik hissediyordum. Çok utangaçtım. İnsan ilişkilerim zayıftı. Okulda bile, sınırlı sayıda arkadaşım varken, ben şimdi tamamı ile yabancı bir ortamda ne yapacaktım!
Ürkek ürkek okuluma girdim. Yüreğimde sanki bir minik serçe vardı ve ben o serçenin kalp çarpıntılarını iliklerime kadar hissediyordum. Okulun içine adım attığım an yüzlerce kız öğrencinin cıvıltıları, koşuşturmaları beni benden aldı!
Ben şimdi gerçekten bir öğretmen mi idim?
Oysa hâlâ yanımda abim vardı!
Benim adıma karar veriyor, benim yapmam gereken işleri üstleniyordu.
Bugüne kadar hep öyle olmamış mı idi?
Olsun! Artık ben bir öğretmen olmuştum ya!
Gerisi hiç önemli değildi!
En zor olanı başarmıştım. Gerisi çorap söküğü gibi gelecekti.
Okulun müdür yardımcısı Cevat Bey yanımıza gelerek, Kendisini tanıttı.
" Bundan sonra stajyer öğretmen olarak derse girmediğin günlerde benim odamda çalışacaksın!" dedi.
20 yılı aşkın bir süredir öğretmen olduğundan bahsetti.
Onlar benim idari amirlerim olduğu için bir yıl boyunca nerede eksik gedik varsa, ben oraya koşturacaktım.
Cevat Bey ,oldukça güven verici,babacan aynı zamanda disiplinli bir idareci idi
Ben derse girmediğim zamanlarda Cevat Bey’in verdiği tüm görevleri eksiksiz yerine getirmeye çalışıyordum.
Sabah 8, akşam 5 mesaim bir yıl boyunca hep böyle idi.
Bana verilen derslerin dışında , hangi öğretmen hastalandı veya izin aldıysa onun yerine derslere giriyordum. Lise son sınıf öğrencilerin yaşları bana o kadar yakındı ki! Onların derslerine girerken bir tuhaf oluyordum.
Sınıflarda dersimi anlatıp çıkıyordum.
Kız öğrenciler genelde ya bitişikteki askerlik şubesindeki nöbetçi askerlerle, yada sol yanımızdaki lisenin öğrencileri ile bağlantı kurup mektuplaşıyorlardı.
Arada idareciler sınıflara baskın düzenliyorlar, beni de yanlarında götürüyorlardı.
Mektuplarını yakaladıkları öğrencileri disipline çekiyorlar ,bir daha böyle bir şey yapmayacağına dair ondan söz alıp öyle gönderiyorlardı.
Okulun yakınına salı günleri pazar kuruluyordu. Işte esas o gün Cevat Bey’e büyük iş düşüyordu. Pazarda öğle araları kız öğrenciler gezip egleniyorlardı. Ancak bazıları mutlaka erkek arkadaşı ile orada buluşuyordu.
Cevat Bey’e yakalanırlarsa vay hallerine!
Veliler mutlaka okula çağrılıyor, durum izah ediliyordu.
Bazen veliler bu duruma tahammül edemiyor ,kızlarını anında okuldan çekip alıyorlardı. " Şapkamı yere eğdirmektense, gelsin istesinler, ben de vereyim" diyen bir babanın çaresizliğine tanık olmuş çok üzülmüştüm.
12 ilâ 18 yaş arası kız çocukları!
Hepsi birbirinden şeker öğrencilerdi aslında. Derslerine girdikçe disiplini elden bırakmamak kaydı ile onlarla yakınlaşmayı başardım.
Onlar nasıl sevgiye ve ilgiye muhtaçsa, benimde onlardan farkım yoktu aslında!
Başaracaktım! Onları hem eğitecek, öğretecek hem de hayata hazırlayacaktım. Büyük ideallerim vardı.
Ancak önüme çıkabilecek hayat engellerini hiç hesaba katmamıştım.
Nasıl olduğunu anlayamadım ancak daha ben ortama, okula , öğrencilere, ve en önemlisi öğretmen Tülay ’a alışamamışken kendimi evlilik süreci içinde buldum.
Çok bocaladım!
Çok boşlukta asılı kaldım!
Ancak bu hızlı süreç beni öğretmenliğimin ilk aylarımda yakaladı.
Neydi bu yaşam hızım!
Benim elimde olmayan kader çizgisi beni bir çember içine almış hapsetmişti sanki!
İlkokula yaşım iki yaş büyütülüp gönderilmiştim ve ben o olgunluk yaşına erişememenin acısı ve cezasını daha o yıllarda fazlası ile çekmiştim! Daha da devam edecektim çekmeye!
Kendimi hep bir hayat telaşı ,koşuşturması içinde bulacaktım bir ömür!
Acaba felek benim fark edemediğim kör bir noktamı görüp de beni onun için mi koşturuyordu bilmiyorum!
Hiç bilemeyecektim de!
Yalnız bildiğim bir şey varsa, öğretmen olmayı çok seviyordum. Öğrencilerime yol göstermeyi, onlara hedef koymayı öğretmeyi ve yollarına ışık olmayı çok seviyordum.
Kendim büyük çırpınışlar içindeydim. Buna rağmen öğrencilerimden asla vazgeçmiyordum.
Okulda öğretmenler odasında bir gün bir arkadaş, dolabından kitap parasının çalındığını, başka bir gün, başkası öğrencilerden etkinlik icin para topladıklarını ancak onun kaybolduğunu söyledi.
Kim alabilirdi ki?
Ben bu hırsızlık olaylarını duydukça utanıyor ve üzülüyordum.
Okulda nöbetçi olduğum bir gün bahçede öğrencilerle sohbet ediyordum. Bir an yukarı çıkıp kitap almak geçti içimden. Öğle arası nasılsa epey uzun. Kitabımı okuyayım iyi olur düşündüm.
Hızlıca yukarı çıktım. Tam öğretmenler odasına girecekken ortaokul öğrencilerinden birinin elinde paralarla oradan çıktığını gördüm.
Beni görür görmez ne yapacağını şaşırdı. Eli ayağına dolaştı.
"Sakin ol! Gel biraz konuşalım" dedim.
Ancak kendimi tutamıyordum. Neredeyse ağlayacağım. Sanki suçlu o değil de bendim.
" Ne olur öğretmenim kimseye söylemeyin! Bir daha yapmayacağım!Annem babam bana para vermiyorlar. Ben okulda aç kalıyorum! " dedi.
Oturup dakikalarca ona değerlerimizi anlattım!
Ahlâk kurallarından bahsettim.
"Durumu ailen ile görüşeyim mi? Belki bir çözüm bulabiliriz."dedim ancak daha da ağlamaya başladı.
Anne ve babasının ayrı olduklarını, gelirlerinin yetmediğini söyledikçe içim parçalanıyordu. Bunun Önüne nasıl geçebilirdim bilmiyordum. Oldukça acemi bir öğretmen idim.
Öğrenciye söz vermiştim kimseye bahsetmeyeceğime dair. Ancak tek şartla! Bir daha böyle bir şey yapmayacaktı!
O gün bir paket bisküvi aldırdım. ikimiz birlikte yedik.
İdareden dolaylı olarak yardım istedim. "Bu öğrencinin aile durumu iyi değil sanırım . Nasıl bir destek sağlayabiliriz " diye sordum ve gerekli sosyal yardımları ulaştırdık. Her türlü imkânı sağladık.
Ve o öğrencim kendisi de bu topluma faydalı bir birey olarak hayata atıldı.
Bu konuyu bir daha ne ben, ne de o gündeme getirmedik.
Burada önce ailelere, okulda öğretmenlere ve topluma sesleniyorum!
Çocuklarımız asla kötü değiller!
Onu kötü yapan bizim yanlış tutum ve davranışlarımızdır.
Şayet bir çocuk eve gelirken kendisine ait olmayan bir şeyi getiriyor ve bizler buna duyarsız kalıyorsak işte o zaman vay halimize!
Çocuklarımızı aile denen okulda, değerler eğitimi vermeden toplum içine salıyorsak vay halimize!
Bugün umursamadığınız o çocuklar gelecekte sizin ve toplumun başına nasıl büyük belâ olacak yaşadıkça göreceksiniz!
"Eyvah!" dememek için bilinçli anne baba olalım!
Onlara güzel gelecek hazırlamak önce siz ailelerin,sonra biz öğretmenlerin görevi. Bunu asla unutmayalım!
KARDELEN(Ayrıkotu)
22.10.2022
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
AYRIKOTU
Yaşam hikayesini, anekdotlarını rastladıkça okumadan geçmediğim bir kalem...Öğretmenler, öğretmenlerimiz...Kolay meslek sahibi olmuyor bu kitle, gökten zembille "öğretmen" inmiyorlar ortama...
Dinleseniz yaşam öykülerini neler gizli içinde...Dişiyle, tırnağıyla, çabasıyla ulaşmışlar o yere...Ve ilk atanılan yerler...Kalabalık ve kardeşçe ortamdan bilinmeyene çıkış...Zorluklar, acemilik, el tutan, uzatan ve unutulmayan ilk rehberler...
Çocuk yaşta çocuk sorunları çözmek...deneyimle artıyor sorun çözme başarısı ama o ilk günler...Ne hata yapayım ne sorun havada kalsın istiyorsun...heyecan, çaresizlik, ders vereyim derken kırmama çabası....
Ne mutlu ki böyle güzel bir yazı gözden kaçmamış ve gereken yerini almış sayfada...Öğretmenlerimizin de "gereken yeri alması" dileğiyle halkın gözünde...
Öğretmenlik, çok önemli ve çok kutsal, saygı duyulması gereken bir meslek. Siz de ilk atandığınız yerde heyecan ile mesleğinizi yapmaya çalışmışsınız ne güzel. Çocukların yaşlarının size yakın olması belki daha samimi ve daha yakın, arkadaş gibi olmanızı sağlamıştır öğrenciler ile... Ailelere ve çocuklara yazıda ki nasihatler çok önemli dikkat edilmesi gereken cinsten. Kutluyorum yürekten bu anlamlı yazınızı
AYRIKOTU
Ne kadar masum bir anlatımdı. Okurken insanın kalbi yumuşacık oluyor.
Sevgiyle kalın.