Şimdiye kadar hiç kimse taklit yoluyla büyüklüğe ulaşamamıştır. -- samuel johnson
belkibirharfimben
belkibirharfimben
@belkibirharfimben

Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir

16 Ekim 2022 Pazar
Yorum

Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir

9

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

681

Okunma

Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir

Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir

“Her adam için heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise tekebbürle tetâvül edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu ile takavvüs edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.” Hakikat Çekirdekleri’nden.

Cündioğlu’nun Arasokakların Tarihi’nde okudum. Nurullah Ataç’ın kızından naklediliyordu. Ataç, Melih Cevdet Anday’a dargınmış. Nedenini sorunca Oktay Rifat’la birlikte babasına dayak attıklarını öğrenmiş. Sebebi de onların şiirlerini beğenmemesiymiş.

Niteliği ayrıca tartışılır. Fakat şiir yazmak, hassaten ilkgençlik yıllarında, hepimizin başına gelen birşey. (Kalbimizin varlığına uyanmak gibi.) ’Yağdı yağmur, çaktı şimşek’ düzeyinden Ramazan manisi seviyesine, oradan da belki daha dişe dokunur şeylere kadar, bir yelpazemiz var. Evet. Kabul ediyorum. Hemen hepsi yazıldığı anlarda pahabiçilmez görünüyor. (Sonra öyle olmadıklarına dair ayılmalar yaşanıyor tabii.) Ama en nihayetinde kallavi şeyler yazanlarımızın da sıradanlarımızdan yüce şeyler yaşamadığını düşünüyorum. Ahengi farkedebilmek, ritmini yakalamak, birçok ihtimal içinden yakışanı seçebilmek, bunlar biraz da Allah vergisi şeyler. Ama sadece bu bağış bizi üstün insan yapmıyor-yapamaz. Çünkü güzellik hakikatin kendisi değildir. Hakikat imtihan etmez. Güzellik imtihan eder. Ahlak da bir lazım parçasıdır. İkisi birleştirmeyende sûret aldatmaya döner.

Estetiğe endeksli üstünlük sanrısının ahirzamanda meşruiyet arayan bir hastalık olduğu kanaatindeyim. Halbuki İslam bizi derinliklerde kemal aramaya alıştırmıştı. Yüzeyin kolaycılığından alıkoymuştu. Takva sorumluluğu hayatımızın üzerine atıyordu. Yani adamlığın senedi nesnelere verdiğin şekil değildi. Ya? Bizzat kendi heykelinde ne yapıyordun? Bizzat kendi ruhuna/kalbine ne şekil veriyordun? Bizzat hayatın neye dönüşüyordu? Sünnet mü’mini bu has daireye çağırıyordu. Eserin kendindi. Çekicin irade-i cüziyendi. Modelin Aleyhissalatuvesselamdı. Seküler sanatlarsa kemali uzaklaştırıyor. Ötemizde bir yere koyuyor. Modelsizleştiriyor. İnsandaki tarifi flulaşıyor. Picasso’nun kim olduğunu ahlakı değil resimleri belirliyor. Ona göre itibar görüyor. Ona göre seviliyor. Güzel romanlar mı yazdın? Artık yüz dalavere çevirebilirsin. Çünkü bir kere yüceltildin. Sesin mi güzel? İstersen en rezalet-denaet işlerde yakalan. Sana hiçbirşey olmaz-yapılmaz.

Şairlerin iyiliği için de karşısında durulmalı bu hastalığın. Yazmakla yaşamanın aynı şey olmadığını hatırlamalılar. Bazen yazmak yaşayamamanın bahanesi olur. Yerine geçmeye çalışır. Farkedilmemişlik küskünlüğü az-çok hepsini işgal ediyor. Halbuki kendileri de çoğu zaman mısralarında ne anlattıklarını tam bilmiyorlar. Hatta müştemilatın nesirle ifadesini, bir yönüyle çağrışımların hapsedilmesi anlamına geleceğinden, istemezler. Evet. Şairlerin şiirlerinde ne anlattıklarını nesirle ifade ettikleri metinleri pek yoktur. (En azından ben rastlamadım.) Bence gizin kuytularında çoğalmak-çoğaltılmak istemelerinden kaynaklanıyor bu durum. Kapalılık aynı zamanda çok anlama gelebilmek. Belki kendinden çok daha fazlası gibi de görünebilmek. İşte yine yolumuz aldatmaya çıkıverdi arkadaşım.

Bir de, yukarıda zikrettiğim, tam olarak ne söylediklerini kendileri de kestiremediklerinden. O an ahenkli gelen şey, seslerden bir ses belki, yakıştırılıp konuluyor. Bir ilham dizgini tutup yönlendiriyor. Kalem mestoluyor. Kapılıyor. Ne kadar verildi ona? Bilmiyor ki. Ne kadar çok verilse o kadarının müşterisidir. Evet. Şair her zaman yazdığının daha fazlası olmasını ister. Kastedebileceği (veya çıkarılabilecek) bütün anlamların mülkünde kalmasını ister. Bu yüzden söylediğini netleştirmez. İstemez. Netlik zararınadır. Tavrı âkilleri korkutan birşeydir. Olmadığın birşey gibi görünme riski yahut olabileceğin herşey gibi görünme arzusu… Ya bir tasannu veya kibirdir. Ucu illa aldatmaya çıkar.

Şair dünyayı şiirle açıklayabilir. Kemalin özünün şiir olduğu iddiasında bulunabilir. Bir nesir yazarı, hiçbir nesir türünün yazarı, size böyle birşey söylemez. Nesir mütevazidir. Dünyanın kendisinden ibaret olmadığını bilir. Şiir sekr halindedir çoğu zaman. Hayretinin, hayret ettirişinin, kaynağı budur. Sarhoşun kanı sarhoş eder. Yazdığında garkolduğu edasında da garkolmuştur. Şairler biraraya geldiklerinde uzun uzun şiirden konuşurlar. Fakat ne konuşurlar? Şiiri bir kalıba sokar mı bu yazdıkları? Bir sistem, bir kaide, bir taş üstüne taş ekler mi şiir bilgisine? Yoksa tarif ettikçe aslında onu yok mu ederler şiiri? Bu tarif kuytuları çoğaltmak mıdır yoksa kuytulardan çıkarmak mıdır? Bence birincisidir.

"Şiir hayattır. Şiir çığlıktır. Şiir sonsözdür. Şiir bir yaşam tarzıdır. Şiir bir sarhoşluktur. Şiir yağmurdur. Şiir çocukluktur. Şiir bahardır. Şiir önsözdür. Şiir..." Şiirin bu sohbetler sırasında girmediği kılık, tüketmediği tanım, olmadığı nesne var mıdır? Nihayetinde beraber yaptıklarını kutsadıkça kastlarında yükselen elitlerle karşılaşırsınız. Yaptığı puta tapmanın ahirzamancası bir hadise! Ya birilerini överler yahut da oturup şiiri överler. Her şekilde kendilerini överler. Çünkü övdükleri de kendilerindendir. Her zaman kasa kazanır.

Zor bir ahengi yakalayabilme yeteneği, Karun’un, kurşunu altın yapmasından daha ismetli olmamalı. (O ne kadar dalalete müsaitse bu da o kadar müsait.) İlham ile yapılan işler birbirine benziyor. Arının ne kadar övünme hakkı varsa balla, bizim de o kadar. Bununla kutsanmak, bununla mehdileşmek, bundan elitik bir gurur devşirmek, "Şiir şudur, şiir budur, şiir odur..." demek ve nihayetinde şiiri kırk yamalı soyut bir fistana döndürmek... Buna neden bayılır şairler? Üzülürüm duydukça. Bir de, arkadaşım, şairlerin diğer meslek gruplarını aşağılama temayülü var yine üzüldüğüm. Tüccarları, bilimadamlarını, esnafı, siyasetçileri, matematikçileri, hatta nesircileri bile. Onları aşağıya attıkça yükseliyorlar. Halbuki kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yücelir. Başkalarını attıkça alçalır. Tezkiye edilmeyen nefis tezkiye olur. Temize çıkarılmayan nefis, inşaallah, temize çıkar.

Herkes kendisine bağışlanmış yetenekle ahengini yakalıyor hayatın. Tıpkı ip atlamak için ritmi kollayan bir çocuk gibi. Bunlar rızanın araçları. Matematikçinin gördüğü ahenk bir şairden neden geride olsun? Zor bir fizik sorusuyla karşılaştığında gözleri parlayan bir arkadaşım vardı. Ben onun fizik sorularını çözerken şiir yazmakta yaşadığımız tatmini yaşadığını düşünürdüm. Herkes için böyle bir sır mümkün değil mi? Sırf kelimelerdeki ahengi lütfetmiş diye Yaradan, ondan bir kibir çıkarmak, insana mı şeytana mı yakışan bir tavır? Kur’an’ın kendisinin şiir olmadığını özellikle beyanı, bir açıdan da, şairleri toplumun üst sınıfı gibi gören Cahiliye anlayışına uyarı değil midir? ’Şiirin üstün kıldığı’ yönündeki iddiaya cevap sayılmaz mıdır? Belki Aleyhissalatuvesselamın varlığı da bu yaklaşıma da bir meydan okuyuştur. O kendi şiiriyle değil kelamullahla vardır. Ahlakıyla vardır. Takvasıyla vardır. Ameliyle vardır. Gayretiyle vardır. Şunun bugüne verdiği bir ders yok mudur?

Üstelik şiir yazmakla hayatı daha derin yaşıyor da değiliz. Havada uçuyor, suda yürüyor, taşı yumruğumuzla parçalıyor değiliz. Şiir bize velayet yollarını açmıyor. Veliler de şiir yazıyor ama velayetlerini şiirden almıyorlar. Herkes birşeylerle oynuyor ve oyalanıyor ölüme kadar. Amel defterini doldurmaya çalışıyorlar. Sözü hitâmında toparlarsak diyelim: ’Üstünlüğünüz ancak takva iledir’ buyuruyor Kur’an. Yoksa şiir diye ikinci bir bab mı açıldı?

Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kemalin balonu kendini aşağıya attıkça yükselir yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Mustafaoğlu İlyas
Mustafaoğlu İlyas, @mustafaoglu-ilyas
10.11.2022 01:58:26
Ders alinmasi gereken bir yazi okudum emeginize saglik
Balonlar nekadar yükselirse yükselsinler patlayip yere cakilirlar
SİLÜET
SİLÜET, @siluet1
9.11.2022 16:55:56
Nefsimi kenara koymuyorum. Ekseri şair narsisisttir. Yaşamakta oldukları boşluk ve yetersizlik hissini giderebilmek için ilgi ve onay arayışındadırlar. Her defasında mükemmel bir eser ortaya koydukları zannıyla gururlanırlar. Bu gururun bir ucunda kibir, diğer ucunda yetersizlik vardır. Ruh ifrazatlarını ahenk dairesine sokunca, ondan bir ziyafet sofrası çıktığı kibriyle kıvranır dururlar. Bu onların ikinci yüzüdür aslında.

Bilmekle hissetmek farklı kavramlardır. Hissedilemeyen bilgi pratik sahaya dökülse bile geçici bir heves olmaktan öteye gidemez.
kundakçıoğlu
kundakçıoğlu, @kundakcioglu
9.11.2022 11:32:09
Üstünlük takvada diye diye

şiir ne kelime

Nesimi geldi aklıma okurken

Tüylerim diken diken
harper jade
harper jade, @harper-jade
9.11.2022 11:21:33
.düzenlenmiştir.

harper jade tarafından 20.11.2022 04:29:57 zamanında düzenlenmiştir.
Konsantre Karanlık Madde
Konsantre Karanlık Madde, @konsantrekaranlikmadde
8.11.2022 23:01:48
Merhaba,

Öncelikle modern zaman insanının işleri kolaylaştığı ölçüde içinde barındırdığı boşluğun da genişlediği konusunda hem fikiriz. Bunu doldurmak için de çeşit çeşit yollara giriyorlar, bu da tamam. Ancak ahlakın bazının din, hele hele İslam olduğunu alttan alta işleyişiniz nezdimde büyük bir yanılgıdır. İslam, mitolojilerin geçerliliklerini kaybettikleri zamanlardan yaklaşık 700 ila 1000 yıl arası bir zaman sonrasında ortaya çıkmıştır ama gel gelelim ki İslam evreni ne sanıyor acaba diye objektif biçimde bakılırsa her şey çok açık gün yüzüne çıkacaktır. İki İbrahimi dinde de bir yaratılış ayeti vardır ancak Kuran'da yoktur. Ancak konumuz bu değil. Konumuz ahlak, etik, adına her ne deniyorsa... Bunlar da tıpkı din gibi subjektif kavramlardır. Benim ahlakım köpeklerken size birisi köpek dese hakaret olarak algılarsınız. Gerçekten, evrenin de, tanrının da benim yediğim içtiğim şeylerle, düşüp kalktığım kadınlarla bir derdinin olmasını düşünmek bana çok kibirli bir tutum gibi geliyor. Ahlak da bu kadar basit bir soyut değil. Buraya indirgeyecek olursak da yine kaybeden olursunuz. Arap kızı Ayşe'den girer, Yahudi kızı Safiye'den çıkarım. Tirmizi ve Buhari'nin kitapları mevcut... Olaylara ne açıdan bakacağımıza bağlı olduğunu da biliyorum ancak zamanı zamanın şartlarına göre değerlendirmek, yani tarihin penceresinden de baksak bu olanlar bana katiyen etik gelmiyor. Tanrı'nın bir insanın hangi eşiyle yatacağı ile ilgilenmesi filan da gerçekten mantık dışı. Köleliği, cariyeliği hiçbir şekilde tükaka ilan edecek bir cümlenin kurulmaması da o "ebedilik" sanrılarınıza verilmeyen bir cevap gibi bir yandan. Tamam hadi bunları bir kenara bırakalım, daha yakın zamanlarda dilinden Allah'ı kitabı düşürmeyen bir grup vardı, sorular çalarak hakim oldular, savcı oldular, asker oldular, her şey oldular ya hani... Onların neo antilerine hiç girmeyeceğim ama onlar da Allah kitap diyerek yapmadık şey bırakmadılar. Biraz aklı çalışan hepimizin malumu.

Hani sosyalistlerin bir argümanı vardır ya, üretimin ve yaratıcılığın o rejimdeki kısırlığına dair bir eleştiri yaptığınızda "Sovyetler gerçek sosyalist değildi" derler. Cuba'yı överler ama Cuba hem çok küçüktür hem de benden duymuş olmayın ama castro'nun Rolex saati, torununun da güzel bir BMW'si vardı, yani aslında orada da yoktur gerçek sosyalizm. Bir kısmı da bunu kabullenir. Henüz hiçbir yerde uygulanmadı derler. Acaba sizin bu şeyler de tıpkı komünizm gibi insanlığa uzak ve ütopik olabilir mi? Doğru uygulayan tek kişiye bile rastlamadım. Rastlamazken de ahlakı bunun üstüne temellendirme olayı bana hep komik ve kolektif psikoz gibi gelmiştir.

Yazıda da başlıkta da bir çok Kemal kelimesi gördüm. Benim de aklıma geldi.

"İnsanlar sürfeler gibi sulardan çıktıkları için önce, ilk önce ceddimiz balıktır.

İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler; biz maymunuz, düşüncelerimiz insandır."

Mustafa Kemal Atatürk

Hadi bu kez vakayı zamanın şartlarıyla değerlendirelim, cehaletin kol gezdiği, Kubilay Teğmen'in filan şehit edildiği zamanlarda "Ceddimiz balık, maymundan geldik" demek yürek işidir. Eski Yunan'da "sophia" diye bir kelime vardır, oturmak, kalkmak, söz söylemesini bilmek ve iyi bir savaşçı olmak görüngülerini içerirdi, bazı blokajlar çıldırsa da Atatürk bunların hepsine ve daha fazlasına sahip bir liderdi. Bunu da siz kemal deyince belirtmek istedim.

Putsuz hayatlar dilerim.

Konsantre Karanlık Madde tarafından 8.11.2022 23:09:19 zamanında düzenlenmiştir.
Den(iz)
Den(iz), @den-iz
8.11.2022 19:01:49
Dünyanın en güzel, en anlamlı, en öngörülü, en doyurucu, enlerin eni . nesir örneğini paylaşalım o zaman. Bir de Nutku var ya dosta güven düşmana korku veren ahhh o çakmak bakışların ölümsüz eseri. Bediüzzaman ta kendisi Mustafa KEMAL Atatürk'ün yazdığı üzerine eser tanımıyorum. Laik Türkiye Cumhuriyetinde yaşamıyor olsak ülkenin kurucusu misal padişah olsa ve misal balon dese ona bir vatan haini giderdi kellesi mazallah. İşte Cumhuriyet herkes içindir. İçimizdeki hainler bile özgürce yazıyor ya biz o Cumhuriyetin bekçileri olarak gurur duyuyoruz eserimizle.

:))


ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.
Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır.
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Mustafa Kemal Atatürk
Ahmet ÖRNEK
Ahmet ÖRNEK, @ahmet-ornek2
8.11.2022 14:22:59
gerçekten çok güzel konulara parmak basmışsınız...
dün dündür bu gün bu gün misali...
ben yazdıkaki bir cümleye takıldım
"Picasso’nun kim olduğunu ahlakı değil resimleri...
Necip Fazılın kim olduğunu ahlakı değil şiirleri der gibi...
bu güzel yazı için saygıyla selamlıyorum kalemizi...
Aygün Deniz
Aygün Deniz, @aygun-deniz
8.11.2022 13:55:01
Yüreğinize sağlık çok güzel bir yazı okudum hocam.

Saygılar.
levent taner
levent taner, @leventtaner
8.11.2022 12:10:07
Merhaba hocam

"İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür."
Günümüzde kabul görmüyor ve insanı aşağı çektiği varsayılmakta, "Fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar" sözü misali
Oysa gelenek haklı, evrensel hakikate işaret etmişsiniz, olması gerekene vurgu yapmışsınız, olan yanıltıcı açıkça

"Cündioğlu’nun Arasokakların Tarihi’nde okudum. Nurullah Ataç’ın kızından naklediliyordu. Ataç, Melih Cevdet Anday’a dargınmış. Nedenini sorunca Oktay Rifat’la birlikte babasına dayak attıklarını öğrenmiş. Sebebi de onların şiirlerini beğenmemesiymiş."
Rastlamıştım bu anlatıma, elbette Melih Cevdet ve Oktay Rıfat aydın olmaya da sığmayan bir garip davranışın mümessili, şaşırtıcı değil kanımca, edebiyat tarihimizde temsil ettikleri akımla bağdaşır en azından

John Steinbeck'e eleştirmenler hakkındaki düşüncesini sormuşlar, onlar hep geç kalırlar der, ben eseri yayınladıktan sonra tenkit etseler ne olur gibi, bahane üretiyor ünlü yazar, eleştiri bundan sonraki çalışmalarına da ışık tutar halbuki, sanatçılar en iyi şartlarda bile eleştiriden zannedildiği kadar haz etmiyor sanırım, ya da kafasındaki bir eleştirmeni kabul ediyor, herkesi değil, sözüne güvendiği biri olmalı, mesela Sartre Camus'u ciddiye alır, önemser, kontenjan tanır, herkesin herkeste kredisi olmuyor anladığım kadarıyla, kendisini tenkit edenin birikimine, vizyonuna inanması, sözüne güvenmesi lazım

Bizde Cumhuriyet döneminde Ataç saygın bir şöhret, neredeyse tek seçici, ellili yıllarda jüri sistemine sıcak bakmaz, alışkanlıklarına ters düşüyor olmalı, tek tabanca olmaktan memnun belki de, gerçi Peyami Safa'da var, ancak hakim düşünce Kemalizm olduğundan Ataç avantajlı

Ne ki, Ataç'ın hırçın, agresif bir yapısı da var, devrin genç yazarları kafa yapısı olarak üstatları da sayılacak birini niye makasa alıyor, Ataç'ın eleştiride sınır tanımayan, dibine kadar vuran, kimi zaman dalı budağıyla yetinmeyip kökünden söküp atan bir kimyası var, demek istediğim eleştiride üslupta önemli hocam, demem şu ki eleştiriye tahammül etmemişler vay namussuzlar demek yanıltıcı da olabilir

Daha önce paylaşmıştım gerçi de, bir eleştirmen fıkrası vardır, hoşuma gider
Genç yazar adayı eleştirmene yazdığı kitabın müsveddesini sunar, eleştirmen okuduktan sonra: eserinizde yeni ve doğru birçok fikre rastladım, müşkül şu ki doğru olanlar yeni değil, yeni olanlar ise doğru değil demekte

Yine bir yazar adayı kaleme aldığı roman müsveddesini tenkitçiye sunmakta, eleştirmen eseri okuduktan sonra, eseriniz bu haliyle hak ettiğiniz şöhreti getirmez, ancak bu sorun değil, saklayın, ünlü olduğunuzda yayınlarsınız demekte

Kuşkusuz ünlü, marka değeri kazanmış yazarların taslakları da itibar kazanır, bir ressamın eskizleri misali, ancak fıkradaki eleştirmenin söylemi ironi üzerinden de okunabilir

Yine hocam, yazınızın bütünlüğü içinde önemli hususların altını çizdiğinizi gördüm
Hemen tümden doğru noktaları, gerçekleri sunduğunuzu düşündürüyor şahsen bana
Bilim, sanat, ahlak farklı parametrelerin öne alındığı alanlar
Bilim doğruyla, sanat güzelle, ahlak iyiyle ilgilenmekte, ahlak gerçi doğruyla ve güzelle de ilgilenir

Mesela Peygamberimiz "İslam güzel ahlaktan ibarettir" dediğinde ahlaklı insanın ortaya koyduğu davranışın bir nevi sanatsal değer kazanması da mümkün, gerçek bir dindar ve ahlaklı insanın bir şekilde sanatkâr olmaması için bir neden yok kanımca, o her şartta virajı alan, hiçbir vakit arabayı devirmeyendir artık

Fasık insanlar vardır mesela, ibadetleri, inançları olsa da, kaba sabadır, insan ilişkilerinde bir de bakarsınız kırıp dökerler

Şu kadar ki, sanat ahlakla birebir örtüşmüyor, örtüşmesi doğasında da yok, ahlaksızlıkları resmeden bir sanatkâr bir de bakarsınız kendi ahlaksız
O zamanda sanat çevreleri kota koymakta, sanatçının eseri önemli, özel hayatından bize ne denmekte söz gelimi
Ya da şu sorulur, sanatçının biyografisi eserine dahil mi?
Onda da ilginçtir, dünya görüşü bize uyan sanatçıların özel hayatının eserinin önüne geçmesi istenmez de, uymayanların kişisel yaşamlarının defolu ayrıntılarını kritiğe dahil ederiz, bunda bir beis görmeyiz hani, sanatçıdan önce kendimiz etik ayrıntılardan uzaklaşırız

Birde hocam, sanatta incelen toplumların ahlakta yozlaştığı bahsi bir şehir efsanesi değil
Estetiği her şeyin üstünde yüce bir değer kabul etmek, başka bazı temel hususlarda yozlaşmaya kapı aralamakta

"Halbuki kendileri de çoğu zaman mısralarında ne anlattıklarını tam bilmiyorlar. Hatta müştemilatın nesirle ifadesini, bir yönüyle çağrışımların hapsedilmesi anlamına geleceğinden, istemezler. Evet. Şairlerin şiirlerinde ne anlattıklarını nesirle ifade ettikleri metinleri pek yoktur."

Absürde yaslananlar ne anlattıklarını bilmezler evet, çünkü insan benliğinin dehlizlerinde labirentlerinde neler döndüğünü sahibi ne bilecek
Absürdün sanatta hakim olduğu evre, 20'inci asrın ilk yarısı, dünya savaşları, büyük buhran derken, insanlık cinnet halinde, kara deliklerin burgaçlarına kapılmış gidiyor nevi beşer, ne yaptığı bilinmeyenin tasviri de soyut bir dile bağlı
Bu tip sanat akımlarının anlattıklarından ziyade, anlatmadıkları, asıl bu anlatmadıkları anlattıkları zannedilebilir de

Nesir önemli tabi, edebiyatta deneme, eleştiri türlerini yabana atmamalı, ve tabi şairlerin az da olsa Poetika eserleri

Şöyle ki
Şiir hakikatle ilgilenmeli, yeryüzündeki sömürü ve haksızlıklarla alakalanmalı, yaşanmamış aşkların seslendireni olmamalı
Bir kadına hitap ya da doğal güzelliğin resmedilmesi dahi daha üst mertebeye dokunuyor, aşkınlıklara kucak açıyorsa kayda değerdir demek isterim naçizane

Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.




levent taner tarafından 9.11.2022 08:38:33 zamanında düzenlenmiştir.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.