- 495 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Çocukluğumun çilekçi adamı
İstediğim zaman istediğim yerde ağlayabildiğim, bir işi yetiştirme çabası içinde olmadığım , istediğim şeyin gece yarısı olsa da aynı anda oluverdiği zamanlar . Şımartılmaya layık olduğum ve şımarmaya devam ettiğim o günler. Dedem tarafından çok sevildiğimden, etrafıma kıskançlık tohumları ektiğim ,fesatlığın ne olduğunu anlamadığım günler . O küçük kız büyüdükçe zor kavradığı , ne çok acayip duygulara tanık olmuştu.
Anadolunun ücra bir köyünde , nisan yağmurlarının başladığı zaman dünyaya gelmişim. O zamanlar evlenen erkek çocukların ekonomik özgürlüğü hiç olmadığından babalarıyla beraber otururlarmış. Bende böyle bir ortamda doğmuş büyüyordum. Altı ahır olan iki katlı evin , üç odası ve geniş bir holi vardı. Toprak damın üzeri kışın karla dolardı. Sokağa çıkıp karla oynadığımı , ayakkabımla şekiller yaptığımı dün gibi hatırlıyordum. Dedemin çok torunları olduğu halde bana bir başka bağlanmış. Öbür torunlar uzakta olduğundan torun sevgisini bende tatmış. Ruhu ve aldığı nefesi olmuştum. Köyün orta yerinde, evimize yakın bir yerde , dedemin manifatura dükkanı vardı. Dükkan için alışverişler Gaziantep’ten yapılırdı. Dedemde çoğu zaman benim hasretimi çekmemek için yanında götürürdü gittiği yerlere. Dedeme köylülerin çoğu bu kızı ne yanında taşıyorsun diye alay ettiklerini ,büyüdükçe hafızamda şekillendirdiklerimin arasında sıkışmış duruyordu.
Gaziantep’i küçük yaşımda görmüş olduğumdan ,caddelerindeki yemek kokusundan tiksinmiştim. Et kokusu, sarımsak kokusu fena halde sokaklara yayılırdı . Huylandığım için yemekte yemeden geldiğimi çok zaman hatırlıyordum. Dedemle yine böyle günlerden biriydi. Gaziantep yolculuğumuz başlamıştı. Köyümüzün bir tames kamyonu vardı. Köyden kazamız olan Gölbaşı’na gidenleri götürür getirirdi. Dedemle beraber o kamyona bindik . Gölbaşı’ında inip vasıta değiştirdik . O zamanlar saatin ne olduğunuda idrak etmezdim. Uzadıkca uzardı gün yalnız. Hiç akşam olmayacak gibi olurdu. Büyük kocaman bir şehire geldiğimi sonunda anlardım. Gaziantep güneydoğunun Paris’i ,burda ne ararsan bulunur derdi dedem. Bana yolculuğumuzda bazı şeyler anlatırdı . Çoğunu hemen unuturdum . Hikaye mi gerçek mi bilmezdim . Dedemin alışverişini yaptığı yer bakırcılar çarşısına yakın toptan bir mağaza olduğunu anımsıyordum. . O günde işlerini bitirdi pasaj gibi bir yere girdik . Dükkan sahibiyle dedem koyu sohbete daldılar . Tanıdık birimiydi bilmiyordum. Bende dükkandaki eşyaları seyrediyordum . Gözüme başında kasketi olan bir adam ve omuzunda çilek sepeti taşıyan seramik ufak biblo çarptı. Çok beğendiğimden uzun uzun seyrettim. Sonra elime alıp dedemin cebine sokmaya çalıştım. Dedemin cebimi küçük ,biblomu büyük bayağı uğraştım . Dedem ve dükkan sahibi bey gülüşüyorlardı. Dükkan sahibinin dedeme bir şey konuştuğunu ve göz kırptığını gördüm. O gülüş ve bakışları her yaşımda hatırladım. Bozuntuya vermeden o küçük kızın mutluluğunu hayalini sinsice seyrettiler. Uzun zaman en güzel oyuncağım olarak oynadım o seramik biblo ile .
O zamanlar parayla tanışmamış , bir şey almamış çocuğa göre neydi bu anı? Parayı ve hırsızlığın ne olduğunu bilmeyen o saf duru çocukluğum nerede ? Zihnimin bir köşesinde hep yaşadı bugüne kadar.
Çilek taşıyan küçük adam ,çocukluğumun anıları arasında sezdirmeden gülümsedi.
Feride
15-10-2022