- 206 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
İçinden Ses Gelen Kutu
“Alo alo, muhterem samiin… Burası İstanbul Telsiz Telefonu… 1200 metre tul-u mevç, 250 kilosaykıl… Bugünkü neşriyatımıza başlıyoruz.”
Türkiye’de bu sözlerle başlamıştı büyük serüven. 6 Mayıs 1927’de Sirkeci Büyük Postane ‘de bir bodrum katı. Evin başköşesini dantellerle alacak olan radyo kutusu beraberinde bir şaşkınlık yaşatıyor uzun zaman herkese. “İçinde kesinlikle birileri olmalı…!”
1950’lerde henüz çok az insan edinebiliyor evlerine bu sihirli kutuyu. Ekonomik krizler yine de insanların radyo ya karşı olan merakını engelleyemiyor. Radyo, evlerde başköşeye kuruluyor. Dantel örtüler özenle üzerine seriliyor. Kadınlar dantellerin orijinalliğinden dem vuruyor kendi aralarında. Yayın saati başlar başlamaz düğmesi kıvrılıveriyor radyonun.
Cızırtılı sesiyle pür dikkat kesildiğimiz ve hatta radyo kutusundan başka bir yere bakmadığımız adeta bir televizyon gibi seyrettiğimiz radyo hayatımızın uzun dönem olmazsa olmazı oluyor.
Kış günleri sobanın üstünde kestane eşliğinde “‘arkası yarınlar, yurttan sesler, müzik pınarı”, Zeki Müren’in o muhteşem sesi ile "Neşeli günler dilerim muhterem dinleyicilerim" diyerek verdiği unutulmaz konserler, dinletiler hala hafızalarımızda yer eder.
Pazarın rehavetini piknikte, bir balıkçıda, çarşıda, pazarda duyduğumuz maç yayınları hareketlendirir. Çok fazla isim vardır elbet ya yine de en bilinen isim Halit Kıvançtır ve muazzam bir Türkçeyle dile gelir maç anonsları. Onun sesiyle hop otup hop kalkılır.
Hayatın tüm sırrı ve gelişen dünya olayları da bu sihirli kutu içinde çıkar. Zamlarda, darbelerde…
1960’ta Radyodan ilan ediliyor ’balans ayarı’.
Falan hastanede falan kişiye kan yine radyolardan aranır. “arh kan grubu kana ihtiyaç vardır" ya da "Dikkat kan aranıyor. Kan verecek vatandaşların… Falan hastanesine başvurmaları…”
Haberler ajans diye geçer malum müzikler eşliğinde…
Arkası yarınların hemen ardına cinayet romanları, mecmualar anlatılır sonrasında keyifli türkülerle devam ederdi yolculuk. Hele hele uzun yollar ne türküsüz ne de TRT’siz olurdu. “Hakkari’de vatani görevini yapan Adem Edirne’de ki arkadaşına Samsun’dan devamlı bir dinleyici ise teyze kızlarına sıradaki türküyü” isterdi.
Demirbank iyi günler dilemeden olmaz, Tamek ise mutlaka sepete konulurdu. "İ… Bankası sundu" gibi reklamlar da radyonun vazgeçilmezlerindendi.
Günler günleri, yıllar yılları kovalıyor. Zamanın göstergeci hızla akarken radyo serüveni cızırtılı yayınlarını özel radyolarla paylaşıyor daha temiz daha güçlü ve çok seslilik eşliğinde…
Türkiye de sayıları o kadar çoğalıyor ki yerel bölgesel ve ulusal radyo kanallarının artık baş edilmesi zor gözüküyor. Bir şekilde yıldızı gittikçe parlayan radyoların belki de zulmünü, eziyetini yerel radyolar çekiyor.
Uzun yıllar acı duyduğum bir konudur yerel dediğimiz olgunun sıkışmış, büyüyemeyen bir hareket olarak kalması.
90’lı yılların başlarında yayın hayatına başlayan yerel radyolar kaset yayınları yaparak çoğu zaman parazitli, yarı stereo ve kasetçalarlardan. MD - DAT hemen arkasından tek CD çalarlardan beşli çalara geçerek dönemin devrimini yapmıştır.
İstek telefonlarının radyo binasının altındaki çay ocağına gelmesi, canlı telefon bağlantısı alınamaması, kasetlerin kalemle sarılması, tiz ve bas ayarlarının tornavida yardımıyla halledilmesi başlı başına sorun teşkil etmektedir. Yayınların, durmadan arıza yapan vericiler yüzünden devamlı kesilmesi yerel olduğunun göstergesidir.
Eğitimsiz elemanların radyo programcılığı hakkında hiçbir fikir sahibi olmadan ve tırnak içinde radyoculuğu şundan şuna gitti olarak algılayan kişiler ve onların sırf parası olduğu için zevk yapmak adına çalıştıran patronları yüzünden sektörleşememesi / yerinde sayması reklamcılıkta ki tekdüzeliği / başarısızlığı YEREL olarak kalmasına sebep olmuştur.
Neredeyse hiçbir ücret talep etmeden çalışan elemanların aklı başına geldiğinde iş işten çoktan geçmiştir. Aldıkları cevap “o koltuğa oturmaya meraklı kaç kişi var biliyor musun?” olmuştur.
Yereller niteliksiz kendini tekrar eden birbirinin kopyası üretim/sizlikleri yüzünden kendi sonlarını getirmiş onlarca; yayın yapan radyo kapanmış, devredilmiş, üç kuruşa peşkeş çekilmiş, bir takım güç odaklarına mikrofonlar devredilmiş seçim propaganda araçları olmuş ve dinleyici bunların hiç birini unutmamış YEREL radyoların ipini çekmiştir.
Elbette Radyolarda az çekmemiş hani…!
Radyo binalarını basan bıçaklı, silahlı adamlar…
Mü-yap bastırmış bir yandan telif hakkı…
Emniyet sıkıştırmış RTÜK ile beraber; yayınları kaydetme zaruriyeti…
RTÜK bir ara zıvanadan çıkmış az kaldı ihale yapıyormuş radyoda hangi tür cihaz kullanılsın diye. (Pioneer – Technics)
1992 - 1994 arasında Tansu Çiller zamanı kapatılır radyolar. Yasak diye kısılıyor sesler. Türkiye ayağa kalkar.
Halk sokaklara dökülür arabalarına siyah kurdele bağlayarak radyomu geri verin diye…
Türkiye’de radyo yayına yapma hakkı sadece TRT’de olması ve yanı sıra bilinçsizce seçilen frekanslar hava ve deniz ulaşımını olumsuz etkilemektedir. Bu gerekçelerle 15 Nisan 1992’de tüm özel radyoların yayını durdurulur.
“Radyomu istiyorum” sloganıyla arabaların antenlerine siyah kurdeleler bağlanır, halk tepki göstermektedir. Bu demokratik tepkiye dönemin başbakanı Tansu Çiller’in de katılmasıyla bir anayasa değişikliğine gidilir. Çok sancılı geçen iki yılın ardından 13 Nisan 1994’te 3984 sayılı kanunla özel radyo ve televizyonların nasıl kurulabileceği ve yayınlarında uymak zorunda oldukları kurallar belirlenir.
Şimdilerde İnternet radyoculuğu yapılmakta ve umduğunu bulamamaktadır ne yöneticileri nede dinleyicileri.
Şimdi nedir derseniz?
Radyo zor zaman dostu olarak bizi yalnız bırakmadan yoluna bir şekilde devam ediyor ya…
Yine de içinden ses gelen bir kutudur bizim için ve içinde kesinlikle birileri olmalı bu kutunun…!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.