- 585 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
SANATA ÇÖZÜMLEMELİ BAKIŞ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
NOT:
Bu Deneme
Ç.Türk Dili Dergisi Sayı 415’te yayımlanmıştır
Şiir Sarnıcı (e-dergi) 14. Sayı’da yayımlanmıştır...
Sanat Nedir?
Öncelikle sanat nedir sorusuyla başlayacağım. “Bu soruya yanıt olarak dünya edebiyatında o kadar çok metin ve kitap yazılmış ki hepsini okumak için yaşamımız yetmez. Pek çoğu da sanatı bir kahraman olarak kullanıp üzerinde debelenmiş. Her bilgi saygındır; her metin değerlidir; ne var ki bir sonuca götürmesi, yeniliğin önünü açması ve geçerli olması için birtakım verilere dayanmalıdır. Sanat açık dokulu bir kavramdır. Tanımlanması zordur. Değişkeni ve çarpanı o kadar çoktur ki bunların aralarındaki ilişkiyi çözmek kolay değil. Bu yüzden çoğu sanatsal metinde, sanatın bir yönü ya da bir alanı alınıp değerlendirilmiştir.
Sanat yazılarını genel anlamda taradığımızda çoğu, genellemeler üzerinden yanıt bulmaya çalışır bu soruya. Ne yazık ki bu tür genellemeler, ne sanata ne sanatçıya ne de yapıt üretimine kullanılabilir/işe yarar bilgi sunar. Örneğin “Şiir tanımlanamaz, ne kadar şiir varsa o kadar da tanımı vardır” gibi altı boş genellemelerle yazılanlar… Ben de varım diyebilmek için havaya salınmış metinler çoğunluktadır. Veri ve deneyime dayanılarak yazılanlar da var; bunların hakkını teslim etmeliyim. Yılların içinden süzülen bir birikim ve kazanım vardır; yadsınamaz. Bunlar, kendi değerlerini yaşamalı, yaşarken de daha iyisini ve yenisini üretmelidir.
Resim ya da şiir gibi bir sanat dalını ele alarak sanat nedir sorusuna yanıt aramayacağım. Sanat gibi karmaşık bir kavramı, bir dal üzerinden anlatmak biraz sığ kalır. Sanatı genel bir kavram olarak ele alıp sanat felsefesinin öngördüğü ölçütler kapsamında kendimce çözümlemeli bir yol izleyeceğim. Bu şekilde sanatın ne olduğunu daha kolay açıklayabilirim. Örneğin şiir; nedir, nasıl yazılır ve okurla ilişkisi nasıldır, sorularına bu çözümlemeden sonra daha kolay yanıt arayabilirim. Ayrıca sanata çözümlemeli yaklaşım; okura, yazara, şaire ne kazandırır; neyin önünü açar, sorularının yanıtını yazımın sonunda vermeye çalışacağım.
Sanat; sanatçı-yapıt-okur-ortam dörtgeninde oluşan; ses, dil, ışık, hareket… gibi gereçler kullanılarak estetik değer yaratma çabası taşıyan, insan etkinliğidir. Burada sanatçı, okur ve ortam üzerinde durmayacağım. Sanatı anlatabilmek için özellikle temel öğesi olan yapıt üzerinde yoğunlaşmalıyım. Öyleyse yapıtın karnını deşip içinde neler var birlikte bakmalıyız ki sanatla ilişkisi olmayan bir okur bile ne söylediğimi anlayabilsin.
Sanatı genel anlamda sınıflandırırsak:
Dil Sanatları; şiir, öykü, roman, oyun, mektup deneme… Gereci dil olan sanatlar.
Görsel Sanatlar; resim, sinema, tiyatro, heykel, seramik… Görüntü ve biçime göre oluşan sanatlar.
Ses Sanatları; şarkı, türkü, opera… Sesi, ezgiye dönüştürerek yapılan sanatlar.
Hareket Sanatları; dans, pandomim, halk oyunları… Harekete ve hareket biçimlerine dayalı sanatlar.
Karma Sanatlar; her ne kadar sanatı sınıflandırsak da bunlar çoğu zaman birbirleriyle iç içedir. Şiir, aynı zamanda sesi, sinema ise hem dil hem hareket hem de sesi birlikte kullanabilir. Ayrıca her sanatın kendine özgü bir dili ya da dilleri vardır. Resmin ışık, dansın hareket, müziğin ses, sinemanın; görüntü, ses, dil olduğu gibi… Kullandığı dil açısından ‘karma sanatlar’ diye de bir sınıflandırma daha yaparsak yanlış olmaz.
Sayısal Sanatlar: Altıncı bir sınıf daha var ki henüz tanımlanmamış ya da tanımlanması güç olan bir alan: Yapay zekâ veya sayısal teknolojilerin ürettiği sanat. Bunlar, insan üretimi olmadığı için sanat kapsamında düşünülmeyebilir. Ne var ki bu tür üretimlerin gerisinde yine insan zekâsı vardır; fotoğrafta olduğu gibi... Bu yüzden sanat kapsamına alınması daha mantıklı bir yaklaşım olur. Bana kalırsa bunun adına da ‘Sayısal Sanatlar’ demeliyiz. Hologram, üst teknoloji aygıtlarının ürettiği görsel objeler, yapay zekâ çizimleri gibi…
Her sanat dalı, aynı ilkeler üzerinde yürüyen sürece ve aynı amacı taşıyan bir yapıya sahiptir. Aralarındaki ayrım, kullandıkları dil ve yöntemdir. Burada en ayrıcalıklı olansa dil sanatlarıdır; çünkü düşüncemizin göstereni olan dilimiz, onun temel gerecidir. Örneğin resmin gereci ışık olduğundan, ressam ikinci bir dili kullanmak zorundadır. Yani düşündüğünü ek olarak ışığa dönüştürmesi gerekir.
Hangi sanat alanı olursa olsun ortaya çıkan sonuç, gerekli sanatsal öğeleri taşıyorsa biz buna yapıt diyoruz. Öyleyse bir yapıtta en az neler bulunmalıdır?
Bilindiği gibi yapıtın, sanat felsefesine göre ön ve arka yapısı vardır. Bunlar, nesnel ve duyusal yapı diye de adlandırılır. Bir anlamda görünen kısmı nesnel, görünmeyip duyumsanan kısmı ise duyusal yapı olarak ele alınır. Yapıtın ne olup olmadığını anlamak için, nesnel ve duyusal yapı kavramlarını, zihnimizde çözmemiz ve yapıt üzerinde işlevleriyle birlikte görebiliyor olmamız gerekir. Örneğin insan bedenini bir sanat yapıtı varsayalım: Hücreler dâhil tüm organların oluşturduğu bütün bedenimiz, sanatın nesnel kısmını; bilinç, duygu veya ruh dünyamız ise duyusal kısmını içeren yapıdır. Yapıtta görünen ve görünmeyen her parça (öğe), bir bütünü oluşturur. Diğer deyişle yapıttaki katmanlar, bir sanat yapıtını oluşturur.
Yapıttaki öğeleri, katman; katmanın altındakileri de tabaka terimiyle tanımlayacağım. Öyleyse bir yapıtta bulunan katman ve tabakalar ne anlama geliyor? Katman; yapıtta birbirine benzer belirli özelliklerin, içsel, dışsal, fiziksel, duyusal nitelik veya niceliklerinin bir arada bulunduğu, birbirleriyle etkileşim içinde olan ve birbirlerini var eden yapılardır. Örneğin biçim, anlam… katmanı gibi. Katmanların altındaki yapılarsa tabakalardır. Tersinden söylersem tabakalar katmanı, katmanlar bir bütün sanat yapıtını var ederler. Tıpkı insanın belirli ruhsal ve fiziksel katmanlardan oluşması gibi… Bu durumda yapıtı; ağzı, dili, duygusu ve diğer organları olan bir beden olarak düşünebiliriz.
Sanat yapıtında bana göre olmazsa olmaz en az yedi katman vardır. Bunlar; Biçim, Anlam, Ses, Anlatım, Çağrışım, Coşum ve Estetik Katmanı’dır. Katmanlar, birbirinden ayrı düşünülemez; birbiri içine geçmiş ve birlikte yapıtı oluşturan yapıtaşlarıdır. Bir anlamda yapıtın dünyaya açılan yedi duyusu ya da yedi organıdır. Bunların öncelikleri ya da baskınlıkları, sanatın sınıfına göre değişebilir. Heykelde biçim öncelikliyken, şiirde anlam katmanı daha baskındır. Ayrıca sanatın türüne göre ek katman da tanımlayabiliriz. Örneğin roman ve öykü gibi sanatlar için ‘karakter yaratma ve karakterin betimlenmesi’ önemli bir konudur. En az yedi katmandan kastım, her yapıtta bunların mutlak varlığıdır. Heykelde ses katmanı olmamalı diyebilirsiniz. Heykelde ses katmanı olmalıdır. Heykelin size bakışında bir görünümü bir de sesi vardır; çığlık atıyordur ya da iç sesiyle size “Dokun bana” diyordur. Yani fiziksel olmasa bile duyusal olarak bir sesi vardır her yapıtın.
Yapıtta bulunduğunu düşündüğüm katmanlar:
Biçim Katmanı: Her yapıtın bir biçimi vardır. Biçim, bazı sanat sınıflarında iskelet, bazılarında kılıf bazılarında ise devinim şeklindedir. Bir anlamda biçim, yapıtın taşıyıcı kabıdır. Yukarıda tanımladığımız altı katman biçim içinde/üzerinde konumludur. Biçimi bir torba gibi düşünürsek, içine doldurduklarımızla, torbanın aldığı fiziksel ve duyusal şekle, biçim diyebiliriz. Obje sanatlarında ya da hareket sanatlarında biçimin öne çıkan bir formu varken sinema ya da şiir gibi sanatlarda daha geri plandadır. Başka bir deyişle biçim, yapıtın tüm öğelerini bünyesinde konumlandıran bir yapı olmasına karşın bazı sanat alanlarında ön planda olmayabilir.
Anlam Katmanı: Sanatın hangi dilini kullanırsak kullanalım, ister hareketi ister ışığı ister çizgiyi ister sözü; yapıtta kullandığımız dil, bizim anlamlandırdığımız somut, sanal ya da soyut varlıklara dayanmak zorundadır. Bu da; her çizginin, her ışığın, her sesin, her dizenin, her hareketin bir anlam içerdiğini gösterir. Dilsel ve simgesel olarak yapıtta kullandığımız her şey, bir veya birkaç anlama yönelir. Dizede kullandığımız her sözcüğün kendi bağlamında veya kullanıldığı yere göre üzerine giyindiği bir anlamı vardır. Kaldı ki anlamı olmayan dize kurmak, olası değildir. Sadece algımızın alışkanlığı olan bütünlüğü oluşturmayabilir. Özetlersek, anlamın derinliği kadar da yapıtın ağırlığı olacaktır. Anlam, aynı zamanda diğer katmanlarla da ilişkilidir. Örneğin çağrışım katmanı; anlama, sesin anlamına, ışığın anlamına hareketin anlamına bağlıdır. Her katman açıklamasında yinelememek için bir kez söyleyelim: Bütün katmanlar birbirine bağımlıdır; birbirini kurar ve bir bütünlük oluşturur. Anlam, anlatım ve sesin bir bütün olduğu gibi…
Anlatım katmanı: Her yapıtın kullandığı dile bağlı olarak kendine özgü sınırsız bir anlatım tekniği vardır. Işıkla, hareketle, sesle ya da dille… Anlatım, anlam ve sesle eşgüdümlüdür, aynı zamanda da eş zamanlı işler. Heykel, görsel bir anlatımı öne çıkarırken şiir, dilsel bir anlatıma yönelir. Sonuçta her yapıtın bir veya birkaç anlatım gereci ve düzeni vardır. Şiir, ses ve dili kullanırken sinema filmi, görüntü, ses, hareket ve ışığı anlatım gereci olarak kullanır. Anlatım, anlamı ne kadar güçlendirebilirse estetik değer de o oranda artar. Bütün sanatlar, anlatımın anlamı güçlendirmesi üzerine kurgulanmıyor mu? Bu yüzden anlatım; incelik, farklılık gerektiren, yapıta rengini ve tınısını veren bir katmandır.
Ses katmanı: Ses, anlam ve anlatımla bir bütündür. Özellikle dil ve ses sanatlarında… Bu bütünlük, duyarlılığı artırıcı bir güçtür. Sesin insan üzerinde yarattığı duygu değeri çok yüksektir. Yani duyusal ve anlamsal etkisi güçlüdür. Biçim gibi ses de fiziksel bir katmandır. Yapıtta sesten söz etiğimiz zaman, ezgiye dönüşmüş sesi anlatıyoruz demektir. Konuşmanın bile ezgisi olduğuna göre gürültü dışındaki her ses, kendi başına ezgi demektir. Müzikte başka, şiirde başka, resimde başka bir biçimde görünüşe çıkar. Sonuçta pandomim bile olsa kendine özgü bir sesi vardır. Anlam ve anlatımla uygun ve yetkin kullanıldığında, estetik değer yaratma gücü yüksektir. Müziğin ya da şiirin duyarlılığı artırması ve duygusallığı kolay tetiklemesi bundandır.
Yukarıda açıkladığımız dört katman, yapıtın fiziksel ya da nesnel katmanlarıdır. Bu aşamadan sonra anlaşılması ve anlatımı daha zor olan duyusal katmanları ele alalım:
Çağrışım katmanı: Çağrışım; ses, anlam ve anlatımın verilerine dayanarak; kişinin bilgi birikimine, yaşamsal ve duyusal belleğine, izlerden yaşamsal birikime, oradan imge ve görüntüye, görüntüden imgelem e ulaşan; insana özgü bir özelliktir. İnsanın düş ve düşünsel evreninin sınırsız eylemidir.
Sanatın temel taşıdır çağrışım. Amaç, çağrışımın güçlü ve çoğul olmasıdır. Başka deyişle kurduğumuz çağrışım çekirdeği , yarattığımız çağrışım yelpazesi ve çağrışım saçağı ; ne kadar geniş bir alanı tarıyorsa/yayılıyorsa anlam o kadar derin ve çağrışım aynı oranda güçlü demektir. Gerçek anlamda, gösterenle gösterilen örtüşür. Bunun duygu değeri zayıftır. Oysa sanatta aranan ölçüt; değişmece, değinmece, benzetme, alışılmadık bağdaştırma gibi tekniklerle yapılan güçlendirilmiş anlamdır. Derin anlam, güçlü anlatım ve nitelikli ezgi; çağrışımın doğum yeridir. Bu yüzden sanatı sanat yapan şey, çağrışım yelpazesinin genişliği, uzunluğu ve çoğulluğudur. Çağrışım ne kadar çoğul ve güçlüyse imgelem yaratma yeteneği o oranda güçlüdür. Sanatı çözümlemede ya da ölçümlemede, temel ölçütlerimizden bir tanesidir. Yazınımızda üzerine gidilmeyen bir konu olmasına karşın eleştiri, inceleme ve sanat çözümlemesinde; önemli bir ölçüttür ve akademik olarak ayrıca ele alınması gereken vazgeçilemez sanat-insan ilişkisidir.
Coşum Katmanı: Coşum; yapıtın duyusal varlığından doğan, izleyicideki duygulanmanın, duyarlılık yaratmanın eylemsel sürecini içeren bir katmandır. Olumlu ve olumsuz her tür duygu durumunun taşkınlığa yönelme süreciyle ilgilidir. Bir başka deyişle, olumlu duygunun doğurulmasından taşkınlaşmasına kadar olan ruh durumudur. Yapıtın amacı, duygunun harekete geçirilerek taşkın diye belirttiğimiz kıvama dönüştürülmesidir. Görme, anlama, sezme ve kendini duyumsama gibi duyusal, bilinçsel ve ruhsal eylemler; duygu durumunun taşkınlaştığı, yani duyarlılığa dönüştürüldüğü zaman farkındalık kazanmaya başlar. İşte estetik beğeni dediğimiz olgu da bu aşamadan sonra işlerlik kazanır. Kısaca coşum, estetik beğeninin bir alt aşamasıdır. Coşumu; çekici görünüş, derin anlam, güzel anlatım, nitelikli ezgi ve güçlü çağrışım ortaya çıkarır. Yani yapıtın duygu değerinin okur duygularıyla bütünleşmesi sonucu doğan duygu durumudur. Yapıta giydirilmek istenen elbise ve yapılan makyaj, diğer söyleyişle sanatsal teknikler; coşumu en üst düzeye çıkarmak içindir.
Coşum, öznel bir durumdur. Çözümlemede, eleştiride ya da incelemede; öznel tutuma gebe oldukça fazla açık yan barındıran bir katmandır. Kişinin yaşamı algılama ve tutuş durumuna göre şekil alabilir. Kimilerinin Nazım Hikmet Ran’ı şair olarak dikkate almazken Necip Fazıl’ı öncelemesi bundan kaynaklanır. Daha başka nedenleri de var ama konumuza bulaştırmayalım.
Estetik Katmanı: Yapıtta amaç, estetik değer yaratmaktır. Her sanat dalının temel yönelimi olabildiğince estetik değere sahip olmaktır. Estetik algı, estetik kaygı ya da estetik tavır diye adlandırdığımız insan-yapıt arasındaki ilişkiden doğan duyusal durum, estetik beğenidir. Beğeni, çok değişkenli bir insan eylemidir; kişinin yaşamında eriştiği, yaşadığı, özlediği, öğrendiği ve gördüğü tüm bilgilerin rol oynadığı duyusal bir sonuçtur. Ayrıca izleyicideki beğeni, kişi ve toplum bilincine göre de görecelidir. Sanatçı ve yapıtın amacı estetik beğeniyi sağlamak, izleyicinin amacıysa estetik yaşantıya girmektir. İşte bu karşılıklı ilişki, estetik bilimiyle açıklanabilir bir süreçtir.
Yapıt, estetik algı ve estetik değer yargısını gıdıklayabildiği, duyguları ve zihni estetik katmana taşıyabildiği kadar güzeldir. Sonuçta estetik değer; yapıttaki biçim, anlam, anlatım, ses, çağrışım ve coşumun görevdeşliğinden doğar. Beğeniyi, yapıtta mutlak var olan katmanların her birinin kendi içindeki güzelliği ile hepsinin bir bütün olarak görevdeşliği sağlar. Zihni ne kadar sarsıyor, aklı ne kadar sendeletiyor, duyarlılık ile duygusallığı ne kadar tetikliyor ya da ulaşılmazlığı ne kadar güçlü duyumsatıyorsa işte o gerçek bir yapıttır. Bu durumda yapıt, sanat değeri taşıyor ya da estetik değere sahip, diyebiliriz. Bir yapıt karşısında izleyicinin; aklının sarsılması, hayranlık duyması, ulaşılamazlık duygusuna girmesi; duygularının ele geçirilmiş olduğunu gösterir. Yapıtın amacı, izleyicinin duygularını ele geçirmek değil midir?
Sonuç olarak yukarıda açıkladığım yedi katman, bir bütünü oluşturur ve bu bütüne yapıt adı verilir. Bir şiir, öykü, tablo ya da opera gibi… Bu etkinliğin adı da sanattır. Her bir katman, ilgili olduğu bilimlerin ilkeleriyle incelenebilir, daha nesnel bilgilere ulaşılabilir. Anlam katmanı; anlambilim, göstergebilim ve dilbilim; anlatım katmanı, anlatıbilim; ses katmanı, sesbilimle…
Kısaca tanımlarsak sanat, sınıfına özgü diliyle estetik değer taşıyan ve estetik algıyı tetikleyen insan yaratımı bir etkinliktir. Dinamik ve açık dokulu bir tanımlamaya gidersek sanat; bilgi, yetenek, ortam ve sezgiye koşut, insan algı ve değer yargısı bağlamında belirli katmanların görevdeşliği ile biçem alan etkinlikler bütünüdür. Yapıt; hangi sanat döneminin, akımın ya da ekolün içinde doğarsa doğsun, sonuçta aynı katman ve tabakalar ile çağının ve değişimin öngördüğü ek katmanları içerir. Buna karşın sanat, dinamik bir yapıdadır; keşfedilmemiş sınırsız ve sonsuz bir hareket alanına sahiptir. Üretilen bilgi, kültür varlıkları ve zamanın aldığı değerler oranında gelişir/yenilenir.
Çözümlemeli Bakışın Getirisi
“Sanata çözümlemeli bakış nelerin önünü açar” sorusunun yanıtını örnekleriyle görebilmek için şiir sanatını temel alacağım. Bütünlüklü ve insanlığa mal olmuş bir şiiri ele aldığımızda, şiiri oluşturan tüm katmanlar ve bu katmanların birbirleriyle ilişkisi çözümlenebilir. Her katman, kendini ilgilendiren bilim alanlarıyla değerlendirildiğinde şiir sanatı hakkında açığa çıkmamış boşluklar saptanabilir. Örneğin çok yerde yazılıp çizilmiş olan “Biçimi, öz-içerik oluşturur” söyleminin, eksik bir saptama olduğu ya da kullanılabilir bilgi içermediği görülebilir.
Öncelikle sanatı tüm varlık yapılarıyla görmemizi sağlar. Yapıttaki her katmanı, ayrı ayrı inceleyip aralarındaki ilişkiyi çözmemizi kolaylaştırır. Her şiirin yaşayan bir varlık olduğunu, belirli öğelerin görevdeşliğinden doğduğunu, yaşamla insan ilişkisinin bir göstereni olduğunu duyumsamamızı sağlar.
Şiir nasıl yazılır, yaratılır, hangi katman hangi katmanı güçlendirir, bunların görevdeşliğinden nasıl bir sanatsal değer elde edilir, sorularını aşama aşama inceleyerek “Sanat nedir” sorusuna daha kolay yanıt bulmamıza yol açar.
Sanattan söz ediyorsak amacımız, şiirin anlamsal değerini ortaya koymak değil; anlamın şiire kattığı sanat değerine karar verebilmektir. Anlam katmanını; anlambilim, göstergebilim, nörobilim, toplumbilim, ruhbilim gibi… ilgili bilimlerle ele alıp incelediğimizde, yapıtın sanat değerine katkısını daha kolay saptayabiliriz. Öyleyse şiirden ulaşılan ve duyumsanan anlamın, sanat değerine olan etkisini gösteren tanımlama ne olmalıdır, sorusuna götürür bizi. Şiirin sanat değerini tanımlamak için anlambilimin öne sürdüğü gerçek anlam, yan anlam, değinmece anlam gibi anlam öbekleri, amacımıza uygun veri sunmaz. Sanat değerini ya da niteliğini ortaya koyabilmek için bu anlam öbeklerinin dışında tanımlanması gereken başka bir yöntem ya da işleyiş var mıdır, diye araştırmaya iter. Örneğin bu soru, okurun algısı ve anlaması ile yapıtın ortaya koyduğu anlamın, beklenmeyen/kastedilmeyen bir sonuca yönelebileceği kuşkusunu doğurur. Şiirin imge gücüyle okurun ulaşacağı imgelem, her zaman imgenin sınırları içinde olmadığını biliyoruz. Yazılanla anlaşılanın, imgeyle imgelemin birebir örtüşmek zorunda olmadığını anlatıbilim de söyler. O zaman burada tanımlanmamış bir işleyişin varlığı önümüze çıkar. Bu işleyiş, nasıl tanımlanabilir? Yanıtlamamız gereken yeni bir sorudur.
Örnek olarak bu işleyişi özetleyeyim: Okur; kendi yaşamsal değerlerine, izlerine, bilgi ve belleğine yaslanarak, şairin şiirinde gerek kastettiği gerek kastetmediği anlatım ve anlam örgüsünden bazı ipuçları yakalar; bu ipuçlarından beklenilmeyen imge, imgelem, olay ve görüntülere ulaşabilir. Bu durum ratlantısaldır ve kuramsal bir süreçtir. Şiirle her okur arasında oluşan bir durumdur. İzlenebilir, denenebilir, genellenebilir ve aynı sonuçlara yönelen bir işleyiştir. Bu işleyişten, anlam katmanının altında yeni bir anlam tabakasının varlığı saptanabilir. Bunu, rastlantısal anlam tabakası ve aynı zamanda rastlantısal anlam kuramı biçiminde ele aldım. Şiirin anlamı, okurun çağrışım yelpazesini ve imgelem yetisini ne kadar güçlü tetikliyorsa şiirden ulaşılan rastlantısal anlam o kadar iyi demektir. Bu durum, şiirin sanat değerine o oranda katkı yapıyor anlamına gelir.
Şiirde ses katmanı; ritim, ton, vurgu gibi parçalarüstü sesbirimlerle geçiştirilir. Hatta yazınımızda, şiirdeki sesin ayrıntılı ve ilgili bilim alanıyla incelenmiş bir kaynağı yoktur. Aslında sesin, şiirin anlam değerinden daha fazla duyguyu tetikleme gücü vardır. Buna bağlı olarak sanat değerini daha da güçlendirme olanağına sahiptir. Sesin şiire kattığı sanat değerinin göz ardı edilmesi, ezberci ve usta çırak yöntemiyle şiire yaklaşmamızdan kaynaklanır. Çözümlemeli bir bakışla ele almış olsaydık bu ayrıntılar bugüne kadar geliştirilir ve yazınımızda yerini alırdı.
Şiirin sanat değerini ortaya çıkarmamıza yarayan bir diğer konu ise çağrışım katmanıdır. Çağrışım, her sanat yapıtı karşısında izleyicide oluşan bir eylemdir. Bu eylem başlı başına bir araştırma konusudur. Yapıt karşısında oluşan çağrışım sürecini incelediğimizde yanıt bekleyen pek çok soru ortaya çıkabilir. Her imge, her okuru imgelem sürecine sokar. Her yapıt her okurda farklı çağrışımlara yol açar. Öyleyse “Burada kuramsal bir işleyiş olmalıdır” kuşkusu doğar. Amacımız sanatsal bir sonucu ortaya çıkarmaksa kuramsal işleyişin nedenlerini ve etkilerini ortaya koymamız gerekir.
Çağrışım, gerek şiir dili tekniği gerek doğrudan gönderme gerek imge gibi yöntemlerle yapılsın; bellekte, bilinçte ve bilinçaltında var olan bilgileri uyararak okura yeni imgelem olanakları sağlar. Okurun yaşamsal izlerini ve değerlerini kurcalayarak, okurda öne çıkan bilgilerle yeni anlam alanları yaratır. Bu alanlar, çağrışımsal imgelem alanlarıdır ve sanat değeri konusunda önemli veriler sunar. Tanımlanması ve ayrıntılı incelenmesi gereken bir işleyiştir. Çünkü, çağrışımsal imgelem kuramı; insan ve yapıt arasındaki etkileşimin doğal ve mutlak bir sürecidir. Benzer etki-tepkiden benzer sonuçlara yönelir.
“Sanata çözümlemeli bakış nelerin önünü açar” sorusunun yanıtını, daha fazla uzatmadan ulaşabildiğim bilgi ve sonuç kapsamında özetleyeyim:
* Açık kapı bırakmayan, öznelliği en az düzeye indiren, dinamik bir şiir/sanat çözümleme tekniği,
* Katmanların incelenmesi sonucu, yeni kavram ve sanat terimlerine ulaşılması; çağrışım çekirdeği, çağrışımsal imgelem, durumsal estetik değer gibi,
* Rastlantısal anlam kuramı ve çağrışımsal imgelem kuramı gibi sanat değerini saptamaya yönelik iki kuram,
* Katman yöntemiyle işleyen, dinamik, ilgili bilimlerine dayalı, her sanat türü için geçerli, öznelliği en az düzeyde tutan bir eleştiri sistemi,
* Ayrıca sanatın hangi dalı olursa olsun öz-içerik-biçimi konusunda genel bir görüş verdiği gibi uygulaması ve yaratımı hakkında daha somut veriler,
* Şiirin sağından girilir, solundan girilir, şöyle yazılır, böyle yazılır gibi genel söylemleri bir kıyıya itip şiir nasıl yaratılır sorusuna altı dolu yanıtlar sunar.
Bunlardan sonra ayraç içinde şunu da belirtmeliyim: “Kuramsal bilgiyle iyi şiir yazılamaz” anlayışıyla yetişmiş ve ısrarla bunu savunan bir şair ve akademisyen, bu bilgileri önemsemeyecektir. “Yeni bilgi, sanatsal kavram ve terimler; bu tür bilgi ve yaklaşımla üretilebilir, sanat dünyasına kazandırılabilir” önermesi kanıtlanmış olsa bile bugün için önemli bir sonuç doğurmayacağını ilk bakışta görebiliyorum. Bilgi, kullanılabilirse geçerli ve değerlidir. Bunun yanında yeni bilgiyi kullanabilecek donanım gerekir. Amacımız, “Üzüm yemek mi yoksa bağcı dövmek mi?” tam anlamıyla bunu şiir dünyamızda saptamış değiliz. Öyle bir sanat kültürüne sahibiz ki neyi neden ve nasıl yapacağımıza değil; yapılmışa öykünmek dışında yeni bir tutum geliştirecek gücümüzün olmadığını düşünüyoruz. Oysa bugünün beyni öylesine çok, öylesine güçlü bilgiye sahip ki bunları örgütleyip kullanabilse… 11 Mart 2022-20 Nisan 2022