- 477 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
HADİ DERİN BİR NEFES DAHA
İnsan hiç kendine yenilir mi?
Kayıplar verdiği hayaller adasında yeniden bir çiçeği büyütebilir mi?
Sonsuzluğu yüreğinde bekletip, sonu hüsran bir kırgınlığa kendini hapsedebilir mi?
Doğmamış bedenlerin ruhunda başlattığı isyana karşı gelebilir mi?
Kaderin kuvvetli kalemini her gece rüyasına çağıran bir kalp, umudu sahipsiz bir çocuk gibi nasıl geride bırakabilir ki…
Uzaklara kaçanların yalanlarına inanarak geride kalanlar, aldığınız nefes ne yerde ne gökte biliyorum. Oysa ne çok severdiniz yağmur kokusuna boyalı sonbahar sabahlarında, derin bir nefesle hayata yeniden uyanmayı… Anlamak mümkünken her güzel şeyi, anlaşılmaz kıyılara terk edilen, ruhun özgürlüğüne yabancı, tutsak masallar dinlediniz. Dinledikçe okyanusun serinliğine, beyaz bir gemiyle ilerlediniz. Bulutlar da eşlik etti bu davetsiz çağrıya ve onlar da inanmanın yenilgisine boyandı bir çırpıda.
Yalancılar koğuşundakileri dürüstlüğün sırrına ermiş olarak bildiniz. Ve siz artık inanmak ne güç bir duygu öğrendiniz. Gönlünüze giren hırsızları kovaladınız, bazen de kovalandınız. Nefesiniz yetmedi o geniş göğün altında boğuldunuz. Islak sokaklarda yerde biriken yağmur sularına yansıyan suretiniz, yabancı bir gölgenin ihtirasına ait sandınız. Kendinizi uzak bir yolda, kendinizi tuzaklarda buldunuz. İpleri ateşle örülü salıncaklarda hayal kurarken, birden yoruldunuz. Yanıldınız, yenildiniz ve kayboldunuz…
Tebessümleri yarıda kalanların incinmiş bakışları, şimdilerde göğe küsen kuşlar gibi, bir gölge aramaktan vazgeçip sokak ortasında bekliyorlar. Sanki ölüme teslim bedenlerin yaşamdan vazgeçen sessizliğinde bekler gibi, erimesin
diye çırpındığı buz kalıplarını avucunda bekleten masum çocuklar gibi bekliyorsunuz...Gelecek olan kim? Ya da gelecek olan biri var mı ki? Bunca bekleyiş neden?
Bir çift göze inanmanın bedelini öderken, aramızda mağlubiyetin zirvesinde dolaşanlar var. Hayatın sırrını çözeyim derken, umudun deryasında büyülenip yalnızlığın esaretinde kalemleri kırılanlar ve böylece ölüme bir adım daha yakın olduğuna inananlar var. Derin sandığınız ne varsa hepsi sığ bir su birikintisinde boğulan yaşlı bir böceğin hikayesiymiş değil mi? Sanıyorum ki benzetme kötü oldu. Ama bu fark ediş; yolunu aydınlatan bir uyanış, bir seziş ve mutlak surette bir kaçıştı. Aslında gördüğünüz gözlerinize ait değil kalbinizin eseriymiş ve bu eser koca bir sahtelikmiş. Yazık dediğinizi duyar gibiyim. Dökülen yaşlara, ah edilen arsız bakışlara ve de sonsuz sanılan vefasız aşklara yazık der gibisiniz…
Biliyorum şimdi göğsünüzde bir alev topu, zihninizde terk edilen evlerin bacalarından sızan dumanlar, gözlerinizin önünde bir sis perdesinde kaybolan balonlarınız var, biliyorum. Bilmek nedir hepsini yüreğimde hissediyorum. Tüm kaybedişlerinizin, anlamını yitirdiğiniz sevgilerinizin, unutmak pahasına can veren hislerinizin hepsinden haberdarım. Yokluğun karanlığına karışmasını dilediğiniz her ne varsa, zamana teslim şu köşede bekliyorlar onu da görebiliyorum… Ve inanıyorum ki; çaresizliğin sözlüklerde anlamını kaybettiren umudun o gür sesine karışacak nice hayalleriniz, kapınızın eşiğinde bekleyen gerçekliğin raflarında yerini alacak, sizlere yakışan nice tertemiz hayat hikayeleriniz var...
Sevmenin kalbine dokunan bir el olabilmek, yeniden dirilen bir ruhun tazecik nefesini hissedilmek ve umudun yeşillenen kirpiğine güneşin pırıltısını yakıştırabilmek için, kendi ellerinizden tutup kalkabilir misiniz? Ve benimle bir şarkı söyler misiniz? Bu hayatın anlamını yaşadıklarımızdan öğrenirken, öğretmeye devam edeceğiz. Hadi silin yanaklarınızı ıslatan damlaları?
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN
YORUMLAR
"Derin sandığınız ne varsa hepsi sığ bir su birikintisinde boğulan yaşlı bir böceğin hikayesiymiş değil mi? Sanıyorum ki benzetme kötü oldu."
Oysa...
Çok güzel oldu benzetmeniz... Yaşamların çırpınışlarını düşününce, bitmez sanılan ne varsa, çer çöp misal sel sularında sürüklenip kaybolur gözden aniden... Sanki göklerin üzerine çöküşüne şahit olmuşcasına derin bir sarsıntı kaplar o an yürekleri... Oysa... İşte sığ bir su birikintisidir göklerin çöküşü zannettiğimiz şey... Lakin, bedenler yaşlı bir böceğin hikayesine sarılır da, ama konduramaz üzerlerine yaşlılığı... Ve öylece zulümler başlar, zihin çeperlerinde... Sorgusuzluğun can çekişmelerine teslim olmuş bir ceset libasını giydiririz tembelliğimizle bedenlerimize... Ve umutların avuçlarımıza konamadan bir rüzgar vasıtasıyla savrulan tüy misal kayboluşuna şahit olup, iyice karamsarlığa kapılırız, kalabalıklar içinde yapayalnız...
Oysa dediğiniz gibi "umudun o gür sesine karışacak nice hayaller, kapı eşiğinde bekleyen gerçekliğin raflarında yerini almayı beklese keşke ve herkese yakışan nice tertemiz hayat hikayeleri" yeniden neşv-ü nema bulsa keşke... Üzerimize sinmiş miskinliğin üzerine, keşke hakikatlerin o taze solukları, Kitabın o yüce ayetleri hayat bahşetse... Lakin asırlar var ki, ölü toprağı serilmiş bu coğrafyanın üzerine... Ve nefisler putlarına teslim, hakikat bit pazarındaki bir eşya kadar değersiz...
Ama yine de, ümitsizliğe lüksümüz yok... Yeniden baharlara, yeniden huzura, kardeşliğe ve Rabbe sarılmanın önünde hakikaten ceset olmadıkça bedenlere asla engel yok... Yine de son bir çığlığını içinde boğmadan avazı çıktığı kadar bir şarkı söyleyebilmeli insanlık... Hep birlikte... Bu hayatın anlamını kaybettireli çok oldu yaşamlarımız bize... Ama yine de, kırık bir kalple de olsa, yanağımızdan süzülen yaşlarla olsa, yeniden devam etmek zorundayız öğretmeye...
Yüreğinize sağlık, uzun zamandır, hislerime dokunan bu kadar güzel bir yazı okumamıştım. Düşünen ve kanayan yüreğiniz dert görmesin... Ve derdiniz hep iyilik ve hakikat olsun...
Saygı ve selamlarımla...
Ne zaman ümitsizliğe kapılsa insan okuyup huzur bulacağı bir yazı .Ümit ne güzel şey !