- 286 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZOR GECE!
ZOR GECE!
O dönemlerin sosyete semtiydi Altmışevler!
Bağkur evleri ve civarı dediğiniz an, herkes bilirdi ki o muhitte Dinar’ın ileri gelenleri otururdu. Bu semti bu kadar revaçta kılan şey ise, Dinar Devlet Hastanesinin , Askerlik şubesinin, Endüstri Meslek Lisesi ve Fatih ilköğretim okulunun bu tarafta olması idi.
Bu taraf diyorum, çünkü şehri ortadan ikiye ayıran bir yol vardı. Yolun diğer tarafı esas çarşı, pazarın olduğu, Ptt ve bankaların olduğu bir yerdi.
Biz yeni evli iken eşim, hastane tarafından bir arsa satın almıştı ve gücümüzün üstünde çalışarak, evliliğimizin altıncı yılında evimizi yaptırdık. Temeli dağa dayalı idi. Eksik gediği olsa da nihayet evimize taşınmıştık. Kızım ilkokula burada başladı. Henüz 6 yaşında idi. Oğlum ise 4 yaşında.
Yeni ortamımıza, yeni evimize alışmaya çalışıyorduk.
Borç harç yaptırmış tamamlamıştık eksik gedik ne varsa evimizde.
Eşim gündüz okula gidiyor, boş vakitlerinde babası ile birlikte hastane büfesini işletiyorlardı. Eve ancak gece yarısı gelebiliyordu. O çalışmak zorundaydı. Biz de onun yokluğuna mecburen katlanıyorduk. Çocukların her türlü yükümlülüğü bu nedenle bana aitti. Ben okula gittiğim günlerde kayinvalidem çocuklarla ilgileniyor kızımı okula götürüp getiriyordu. Böylece günler geçti ve oğlum da ilkokula başladı.
Onların okula gidiyor olması, benim için daha da iyi olmuştu. Çünkü çocuklar okulda sosyalleşiyor, ve daha güvenli bir ortamda öğretmen denetiminde eğitim yolunda yol alıyorlardı.
Bu yaşam curcunasında çabalarken, ara ara ayaklarımız bastığımız yerde duramaz oldu. Sallanıyorduk!
Bir heyecan dalgasını bir kaç saniye yaşıyor ,sonra yine normal yaşantımıza dönüyorduk!
Korkuyorduk! Acaba bitti mi,yoksa yine devam edecek mi diye tedirgin bir şekilde bekliyorduk.
Bir hafta boyunca ara ara devam eden bu sallantılara, neredeyse alışmıştık.
Okulda derslerde sallanınca ya sıraların altına saklanıyor, ya da dışarıya bahçeye çıkıyorduk. Aklım hep çocuklarımda idi. Onlar küçücükler korkarlar diye düşünüyor çok üzülüyordum. Ama yapabileceğim hiç bir şey yoktu!
Salı günü okuldan eve geldik. Ben bir taraftan, mutfakta yemek yapıyor, bir taraftan da ütü yapıyordum.
Tam o esnada sokakta birisi bangır bangır bağırıyor " evlerinizden çıkın deprem olacak" diyordu. Eşim yemek yeyip hastane bufesine gidecekti. Ona " duydun mu Hasan bak ne diyor?" dedim.
" boş ver bunlar nerden bilecek? Safsata " dedi.
Yer sofrasını açtım. Oturup hepimiz yemeğimizi yedik. Ben bulaşıkları tam yıkarken, öyle bir sallantı başladı ki mutfakta cam tabak şangırtılarına , dolapların gıcırtıları ve yere kapaklanan eşyaların sesi gelmeye başladı.
"KAÇIN,KAÇINNNN!" diye bağırmaya başladım. Eşim oğlumu kucaklayıp yalınayak sokağa fırladı. Ben kızımla birlikte merdivende sallanıyor bir türlü inemiyordum. " Haydi Tülay canını dişine tak ! Tutunarak in!" deyip kendimi nasıl dışarı attım. Kızımı nasıl kucakladım hiç bir şeyin farkında değildim. Binadan uzakta sokağın ortasında durmaya çalışıyor, duramıyorduk !
Yer yalpa yapıyor, deniz dalgası gibi ayaklarımız altında kabarıp kabarıp duruyordu. Böyle bir yürek çarpıntısı olamaz!
Gökyüzü birdenbire karardı,kızardı bir tuhaf oldu.
Oglumun siyah köpeği tir tir titriyordu. Oğlum altını ıslatmış başını babasının omzundan kaldırmadan bekliyordu. Kızım bacaklarıma sarılmış tutunmaya çalışıyordu. " yere oturun,yere tutunun" desem de boş!
Toprak bizi kabul etmiyor, sarsıp duruyordu. Sağımızda, solumuzda evler büyük bir gümbürtüyle yıkılıyor, biz sadece ağlaşıp ,feryat edebiliyorduk.
Ortalık zifiri karanlık olmuştu. Birdenbire deli bir yağmur sağanağı başladı. Şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyordu. ’’Allah’ım burası mahşer yeri mi?
Kıyamet mi kopuyor? Ama benim çocuklarım daha küçücük! " deyip ağlıyordum. Gözlerimden akan yaşlar yağmurla birlikte akıp gidiyordu süyüm süyüm!
O arada komşular el birliği ile sopaları çamura saplayıp üzerine branda bezi gerdiler. Üç beş komşu o çadırın içine sığındık. Cesaretini koruyanlar, kendine güvenenler eve bir koşu girip yatak yorgan ne bulursa kapıp geliyorlardı. Onlar giderken " dikkatli olun, sallanınca girmeyin!"diyorduk, ama yüreğimiz ağzımızda bekliyorduk.
O gece sabaha kadar ambulansların siren sesleri susmadı. Sabaha kadar kurtarabildikleri yaralıları hastaneye taşıdılar. Yağmur dindikçe yıkılan evlerin yıkıntısına koşuyordu erkekler. " belki yardım edeceğimiz birileri vardır " diye ama, o karanlıkta göz gözü görmediği için gerisin geri geliyorlardı.
O gece "her an yer yarılacak ve bizleri de yutacak" düşüncesi ile sabaha kadar, o soğukta o çadırda ölümü ve ölenleri düşünerek hayatımızın en zor gecesini yaşadık ve geçirdik.
Şimdi bu satırları yazarken bile ölümün o soğuk elini yüreğimde hissediyor ve titriyorum.
Sevgili Dinar geçmişler olsun!
Allah seni koruyup kollasın! Çünkü içinde canlar var cana can katan!
KARDELEN(Ayrıkotu)
O1.10.2022
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.