ŞUBAT TANRISI
Mayıslar bile tebessüm etmişti ilk göz ağrısınaİkinci sancısında yağmurların başakları ıslatan tınısını bile duymamıştı. Ama 3. Nefes,3. Sancı,3. Ah…
Henüz konulmamış isimde, sevilmemiş yüzde sancının beraber getirdiği şubat ayında, güzlerin vedasını da, yağmurların tınısını da, sıcakların çığlıklarını da bedenine tırmıklar atılmış bir şekilde hissetmişti emine…Biraz kekre doğmak için sancıları hep iştahsızdı.Akrep’in yelkovanı kovalamadığı gecelerini saymaktan hep aykırıydı, vakitlere aykırı, uykuya aykırı, en çokta önceki sancılara aykırı…Gelmek bilmeyen 16 şubatın varlığından habersizdi, inim inim inleyen bedeni miydi? Yoksa ruhu muydu? Biçare çektiği sızım sızım ahlar, vahların birikintisi haline getirmişti küçücük masum yüreğini saclarında şubat zemherisinin ayaz soğuğu.Kirpiklerinde cismani bir kırgınlık, kirpik dağlayan cinsten.Artık sancıların bir durağı olmalıydı inmesi gereken, Emine’yi terk etmeliydi bu amansız erbain soğukları, gelmeliydiler belki de çift nefes belli belirsiz umutlar, umutlar ki güneşin doğmaktan sıkılıncaya kadar var olagelen, soğuklar bitene kadar süregelen. Belki biraz sevinç, bir yudum gözyaşı, Ama en çok sancı, en çok Eyüp sabrı, en çok acının tatlı haykırışı altında güçlü kalmak, direnmek şubatlarda sonra kopan diz bağları tökezlemek bazen salonun orta yerinde, kopan bir tufan, yersiz velveleler, uykusundan düşleri ile kaldırılan yetişin komşular çığlıkları, dedim ya vel ve le ler…Bastırılan ruhun ciyaklamasıydı bazen gecenin dinginliğini bozan, şubatı uykusundan eden yine bu ruhtu, bir ruh ki ayazları mucizelere gebe bırakan şubat gibi bir asırda, asimanın tatlı tebessümünü yıldızlara fısır fısır fısıldayan yine bu ruhtu.Sersemleşen gecelerin ardı kesilmiyordu, düşlerle gerçekleşen randevular sabahın ileri bir saatine ertelenmesine sebepti kör sancılar, siper edilmiş iki çift göze büyük bir yanılsama olarak günden güne büyüyen bir elbise altından haykırıyordu, hayır işkence, haykırmak olamazdı… tekmeler savruluyor en çok akşamdan kalma ufalanmış bir yemeğe, sindirilmemişi kemiriyor ismi konulmamış, sindirilmemişi emiyor henüz sevilmemiş olan…Asırlar boyu zamanı içine sığdıran hangi zalim sancıların anasıydı bu hain şubat? Hangi tahtaya çakılmış kör bir çivinin paslanmış yanıydı bu zamansız esaret?Geceler bile sancıların kadim dostları, iğrenç geceler…Tanınmamış çehreler de geceden, kirli geceler…Hüzün de yağardı sancıların her moraran gecesinde, ah ne zor geceler…Geceye en son müezzinin sesi eşlik etmişti, bir de Emine’nin elim şubat yankısı,çığlıklar taşmıştı küçücük masum yüreğinden, avaz yırtılmaya, dudaklar çatlamaya, beden bozulmaya, ruh çıkamaya hazır ve nazır…İşte bir soluk, bir sancının tökezlemesi, bedenden ayrılması ruhun..Haykırmıştı ben geldim diye, infilak edercesine tesirli bir bağırış yeri göğü delercesine gök delinir mi? Delinmişse sineler gök te delinirdi.Gece mağrur, belki biraz bitkin, sevilmiş tenler ürkek, gelişinin sevinci gölge düşürmüş simalara, gelişin, hüznün yerine neşeye emanet etmesi işgal ettiği yerin.İsim arayışları velveleye bırakırken yerini, ne güzel bir telaş, ne tatlı bir arayış, kaybolmak istediğim zaman evet tamda bu şubat ayazında… Leyla, leyla, leyla küçük bir ağız tarafından söylenen ezgi, inceden biraz sessiz geceye inat belki de, belki de baykuşlara inat gece çığırtkanları ki onlar. Ama hayır bu yılgınlık, bu sessizlik, o gelmişti leylaaaa. Bağırsın herkes tüm genizleri yırtarcasına ‘Leyla’ diye ve bağırın o geldi diye, bağırın kulaklar bu sesi duymaya hasret, soğuklar hissetmeyi teninde, son defa bağırın gönüller çöl, gelen su olsun diye…Ey şubat sancısı!Ey Emine’nin en ağır soğuk imtihanı! Soğuklar ki senle sevildi, papatyalar haneleri taşırmışsa bir şubat gecesi bil ki sensin sebep, sensin sebep baharın soğuklara aşık olma nedeni, şubatlar senle övülürken mahalle arası sokaklarda, dudakları ıslatan ne güzel bir haykırışsın…Hoş geldin şubatın en sevdiği…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.