SARI KIZ
SARI KIZ
Yorgunluktan zorlukla yürüdüğüm evimin yolu gözümde o kadar uzadı ki; evime ulaştığımda, oturduğum sedirde omzumun üzerinden vuran akşamüstü güneşi, sabahleyin iş telaşı ile dışarı çıkarken, yarıya kadar aralık kalan perdelerin açık kalan yerlerinden odaya loş bir aydınlık saçıyordu.
Sedire arkamı yasladığımda göz kapaklarım iki de bir aşağıya doğru düşüveriyordu. Bu şartlarda gözlerimi açık tutma gayretim, çoğu zaman yetersiz kalıyordu. Oysa ki, daha akşam olmamış, güneşin çekilmeye başlamasıyla kızıl, gri, mor bulutların oluşturduğu ve göğe devasa birer kılıç gibi saplanarak oluşan renkler armonisi, insanı başka alemlere davet eder gibiydi.
Bu köylük yerde mal canın yongasıydı. Köyün çobanı Garip Ali, akşam olunca köye yaklaşmakta olan hayvanları kontrol etmekte çoğu zaman yetersiz kalıyordu. Evimizin giriş kapısı açık kaldığında hayvanlar bahçeye girer, sanki açlıktan karınları zil çalıyormuş gibi sağa sola uzanarak zarar verirlerdi. Annelerinin geldiğini hisseden buzağıların iç yakan, yanık seslerini duyan hangi vicdan sahibi bu şartlarda uyuyabilirdi ki...
Esma’nın:
‘’Eşref! Eşref! diye can havliyle bağırtısını duyduğunda, tüm yorgunluğunu unutmuş, uykusu kaçmıştı. Akşamüstü güneşinin kızıllığı, odanın her yanını kaplamıştı. Oraya ilk uzandığından bu yana oda loş bir ışıktan kızıla dönmüştü. O, pek farkında değildi ama biraz da kestirmişti... Sert bir zemin üzerine yattığı kalçasının sancıması ve iğne batar gibi zonklamasına aldırmadan, aceleyle camı açıp şöyle etrafına bakındıktan sonra:
‘’Ne oldu Esma?’’ diye seslendi...
‘’Eşref, dışarı çık! Bak, Sarı kızın yaptığını gördün mü?’’
Sarı kız dedikleri evin en gözde ineği idi. Eşref’in büyüyünce çarşıda satar, üç beş kuruş para eder, belki bir yaramıza ilaç olur diye diktiği süs kabaklarını, parçalayarak, teveklerini yere indirmişti...
Dış kapıdan çıktığında ahırın köşesindeki hurma ağacının solunda bulunan, boşluğa bakan yerde asmaya sardırdığı süs kabağının teveklerini yerde görünce, sarı kıza çok öfkelense de olan olmuştu bir kere.
Eşref, gördüğü manzara karşısında yorgunluğunu unutup, meydana gelen zararın nasıl en aza indirebileceğini düşünmeye başladı. Geride kalan sağlam gibi görünen süs kabaklarını tevekleri ile tekrar yerine yerleştirirken; ‘’Dökülen su, kabını doldurmaz ya, neyse!’’ diye içinden geçirdi...
Kocası Eşref, süs kabağı başında kendi kendine bir şeyler söylenirken Esma da hayvanları ahıra yerleştirmiş, önce buzağıyı emzirip, sonra da inekleri Sarı kızı sağmıştı. Süt bakracı elinde kocasının yanına geldiğinde:
‘’Ah Eşref! Sen süs kabağının derdindesin ama ya Sarı kız zehirlenirse, ne yaparız? diye aklıma kötü kötü şeyler geliyor,’’ dedi.
‘’Ne olabilir ki?’’
‘’O kabakların içi çok acıdır. Daha küçük bir çocukken merakımdan birini parçalayıp dilimin ucuyla bakmıştım da oradan biliyorum. Ne bileyim, aklıma öyle kötü şeyler geldi işte...’’
Esma’nın söylediklerini duyduktan sonra Eşref’in kafası iyiden iyiye karıştı ama... Karısı Esma’yı pek severdi. Onu üzmek istemedi. Babasından istemişlerdi de babası: ‘’O çulsuza verilecek kızım yok!’’ diye aracılardan haber göndermişti. ‘’Sen misin öyle diyen’’ diyerek, komşu köyden birkaç arkadaşının yardımı ile bir cuma günü kaçırmıştı Esma’yı...
Esma’ya dönerek:
‘’Yarın ola hayrola’’ diye söylense de; ’’Sarı kıza gerçekten bir şey olursa’’ diye içinden geçirmeden de edemedi...
Aradan geçen iki seneye rağmen daha çocukları olmamıştı. Şimdilik birbirlerinin gözlerinin içine bakarak görürlerdi her işlerini. Yemeklerini yedikten sonra Esma, ocağın kenarında asılı gemici fenerini yaktı.
‘’Sarı kıza bakıp geleyim’’ dedi. Eşref durur mu:
‘’Ben de geliyorum’’ diyerek, Esma’nın peşine takıldı. Birlikte ahıra vardıklarında Sarı kız yattığı yerden geviş getiriyordu. Ağzında bir miktar köpük olsa da şimdilik hayra yordular bu durumu... Esma, buzağının kendisine melül melül bakışına dayanamadı. Yanına yaklaştı:
‘’Sarı kıza bir şey olursa ne yaparız!’’ diye düşünürken bir yandan da buzağının başını okşamaktaydı. Bu sevgiye kayıtsız kalmayan buzağı, kuyruğunu kaldırıyor, ellerini yalayarak ona minnet duyduğunu göstermeye çalışıyordu... Birlikte eve çıkmaktaydılar ama ikisi de suskundular. Fener elinde eve çıkarken Eşref:
‘’Esma içime bir kuşku düştü. Komşumuz Yeter halaya bir danışayım’’ dedi. Esma ben de geleyim ama elimiz boş gitmeyelim. Küçük bir bakraca süt koyayım, belki kendisi bir miktarı ile yoğurt çalar’’ dedi. Esma’nın teklifi Eşref’in pek hoşuna gitti.
‘’İyi olur Esma, köylük yerde komşuya eli boş gidilmez. Hep öyle gördük büyüklerimizden.’’
Birlikte Yeter halanın evinin yanına vardıklarında evin girişindeki odanın ışıklarını yanar gördüler. Esma:
‘’Yeter hala! Yeter Hala!’’ diye birkaç kez seslendi. Sesi duyan Yeter hala, içeriden yılların yer yer delinmiş, eskimiş perdesini yarı kadar araladı.
‘’Kim o?’’ diye seslendi. Eşref ve Esma’yı görünce, fenerin yarı aydınlık ışığıyla görülebildiği kadarıyla yüzünde bir tebessüm belirdi.
‘’Kapı açık gelin içeriye’’ dedi. Eve vardıklarında Esma elindeki süt kabını Yeter halaya vermeden önce ikisi de Yeter halanın ellerini öptüler. Yeter hala:
‘’Niye zahmet ettiniz’’ dedi. Esma:
‘’Hala, komşuya hiç eli boş gidilir mi?’’ derken elindeki süt bakracını, mutfaktaki ahşap tezgâhın üzerine bıraktı.
‘’Hala, daha yeni kaynattım. İstersen bir miktarını ayırıp geri kalanını sana yoğurt tutuvereyim,’’ dedi...
‘’Ah benim güzel gelinim. Seni doğuran anaya kurban olurum!’’ diyerek ince belinden kucakladı. O esnada, Yeter halanın gurbetteki en küçük kızı aklına geliverdi. Ne kadar da benziyordu Esma’ya...
Oturdular, hâl hatırdan sonra Eşref olup biteni anlattı. Yeter hala:
‘’O zaman gecikmeden hemen gidelim. Duruma göre şekerli süt içiririz. Bir şeyciği kalmaz’’ demesiyle her ikisinin de gönlüne su serpilmişti. Eşref ile Esma göz göze geldiler:
‘’Yeter hala. Dilinden bal akıyor’’ dediler... kalkıp birlikte ahıra geldiler. Sarı kız gelen kalabalığı görünce yattığı yerden kalktı. Kalkmakta zorlanmadı. Daha gençti, üç ay kadar önce buzağılamıştı.
Yeter hala yılların tecrübesiyle ağzına, ağzının kenarından yere dökülen köpüğe, feneri yakından tutturarak gözlerinin içine, kulaklarına baktı. ‘’Ağzından çıkan yeşilimsi değil ama ne olur ne olmaz biz en iyisi mi buna şekerli süt içirelim’’ dedi. Esma bir koşu eve çıktı. Buzağıya süt içirdikleri biberona süt, içine de biraz şeker koyup geldi. Biberonu şekeri eriyinceye kadar iyice çalkaladılar. Daha sonra Eşref, Sarı kızın başını sıkıca tuttu Yeter hala da şekerli süt dolu biberonu ineğin ağzına yerleştirdi. Sütü tamamen içinceye kadar uğraştılar. Sarı kız ilk başlarda biraz zorluk çıkarsa da sütü bitinceye kadar içti. Yeter hala:
‘’Tahminimden de kolay oldu. Maşallah Sarı kızıma. Bize hiç zorluk çıkarmadı’’ diyerek yılların buruşturduğu nasırlı elleriyle Sarı kızın sırtını okşadı. Sarı kız tekrar geviş getirmeye başladı. ‘’Siz daha gençsiniz, çocuğun gülümsemesi, hayvanın geviş getirmesi sağlıklı olduğuna işarettir. Bunu, yılların tecrübesi ile söylüyorum,’’ diyerek kızı gibi sevdiği Esma’nın ve oğlu gibi güvendiği Eşref’in gönlüne su serpti.
Hep birlikte evin önündeki çeşmede ellerini yıkadılar. Tekrar Yeter halanın evine doğru yollandılar. Eve vardıklarında önce ocakta yanan ateşe çaydanlığı koydular. Sonra da Esma getirdiği bir miktar sütü yoğurt tutacak kıvama gelinceye kadar yanan ateşte ısıttı. Bu arada çaylarını da içtiler. Esma:
‘’Yeter hala istersen yoğurt tutuvereyim’’ dedi.
‘’Yok kızım, zahmet etme ben onun içine maya atar şuracıkta sarmalarım. Sabaha da tazecik yoğurt olur’’ dedi. Eşref:
‘’Hala, Allah senden razı olsun. Kafamızı rahatlattın. Biz izninizle kalkalım’’ derken her ikisi de Yeter halalarının ellerini öptüler. Yeter hala misafirlerini hayır dualar ile yolcu etti.
Eve çıkmadan bir kez daha ahıra geçtiler. Sarı kız halinden memnun olmalı ki, ayakta duruyordu. Ağzında da köpük kalmamıştı. Ahırın kapısını örtüp evlerine çıktılar. Ellerini bir güzel yıkayıp, yatak odalarına geçtiler. İki yıldır çocukları olmamıştı ama umutları vardı. Geceyi her zamanki gibi bir çocuklarının olacağı umuduyla birbirine sarılarak geçirdiler.
Esma, her Anadolu kadını gibi sabah erkenden kalktı. Akşamdan kalma ateşin külleri arasından sönmemiş bir iki kor ile ateşi yaktı. Ocaktaki sacayak üzerine su dolu güğümü yerleştirdi. Bi soluk dışarı çıktı, ahırın kapısını açtı. Sarı kızı ayakta görünce iki elini kaldırdı; ‘’Allahım! Sarı kızımızı bağışladın, bir de kucağıma nur topu gibi bir bebek ver’’ diye dua etti... Dünyanın en mutlu kadını gibi gülümseyerek ateşin başına geldi. Güğümdeki su ısımıştı. Önce kendisi, sonra da Eşref yıkandı...
***
Sabah kahvaltılarına oturmuşlardı ki, evlerini çevreleyen dış kapı açılmıştı. Açılırken çıkardığı gıcırtı taa mutfaktan duyuluyordu. Esma, avluya açılan mutfak penceresinden baktı. Gelen, allı güllü yazmasını başına güzelce dolamış, ilerlemiş yaşına rağmen yine de ayakta durmaya çalışan Yeter halaydı.
Bir elinde akşam Esma’nın süt götürdüğü kap, diğer elinde çoktandır yanından eksik etmediği, can yoldaşı bir değneği vardı... Esma hemen kapıya çıktı.
‘’Hoş geldin Yeter hala,’’ diye söylenirken elindeki kabı aldı.
‘’Yeter hala, niye zahmet ettin.’’
‘’Olur mu hiç, güzel gelinim. Âdettendir komşudan gelen kap geriye boş verilmez...’’ Esma, Yeter halasına kulak verirken bir yandan da getirdiği çorbadan bir tasa koydu. Tası da sofranın orta yerine yerleştirdi.
‘’Sen de buyur soframıza’’ dedi.
Eşref, Yeter halanın ellerini öpmek için tam da sofradan kalkıyordu ki, Yeter hala Eşref’in omuzuna eliyle dokundu. Sofradan kalkmasına izin vermedi.
‘’Oğlum bizde adettir. Kim gelirse gelsin, sofradan kalkılmaz. Buyur edilir.’’ diye söylerken kendisi de sofraya oturdu.
‘’İneğiniz nasıl oldu?’’
‘’Çok şükür iyi. Korktuğumuz başımıza gelmedi’’ dediler ikisi bir ağızdan...
‘’Haydi bununla geçmiş olsun,‘’ diyerek kısmetlerinde ne varsa onunla kahvaltılarını ettiler...
Eşref izin isteyerek sofradan kalktı. Hayvanlarını köyün çobanına katmak için dışarı çıktı. Esma, Yeter halasına hal hatır sorarken, Yeter hala da Esma’nın saçlarındaki ıslaklığı fark etti.
‘’Ne o, bir şey, bir belirti yok mu?’’ Esma biraz utanarak:
‘’Bilmem ki, uzunca bir zamandır olmadık şeyleri canım çekiyor. Yorgun düşüyorum. Sabahları zor uyanıyorum. Bazen de kusmalarım oluyor. O zamanları canım çıkıyor, bir yorgunluk çöküveriyor bedenime, oracığa yığılıvereceğim zannediyorum. Bir yandan da Eşref üzülür diye belli etmemeğe çalışıyorum…’’
‘’Şu perdeyi çek de şuracığa uzan. Muayene edeyim. Yeter halanın elleri uğurludur,’’ dedi...
Esma mutfağın kapısın kapattı. Arkadan sürgüsünü çekti. Utana sıkıla perdeleri kapatılmış pencerenin önündeki sedirin üzerine sırtüstü uzandı. Esma hala kendince bedeninde ellerini gezdirdi. Gülümseyerek Esma’nın gözlerinin içine bakarak müjdeyi verdi... Yeter halanın sözleri Esma’nın güzelliğine güzellik kattı. Yerinden kalktı, güllü dallı Nazilli basmasından dikilmiş eteklerini indirdi. Yeter halasının ellerini öptü. O’nu, çok küçük yaşlarda ölen annesini kucaklar gibi boydan boya kucakladı...
Esma, bu müjdeli haber karşısında bir an Yeter halasını unutmuş, bu müjdeli haberi Eşref’e nasıl uçuracağının derdine düşmüştü...
Salih KOÇ
29 Eylül 2022 / Avcılar-İst.
YORUMLAR
kutlarım efendim.ne güzel bir yazı böyle.severek okudum.gül diyarından selamlar.
Salih koç
Sağlıcakla kalınız...