- 297 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Eylül
Eylül ayı yağmurları değil de daha çok akşamları serin serin esen meltemleri hafiften kızaran yaprakları ve üşengeç liseli sohbetlerini hatırlatıyor nedense bana.
Hani yüzü kızarır ya insanın. Hani kalburüstü bir mahcubiyet oturur ya iliğine kadar.
Ah Eylül ah... Ne de hüzünlü düşersin satırlara ve ne çokta hatırlatırsın yaşamakla dolu bir hayatı.
Kapı önü burnunu hafiften çeken çocukları, pineklemiş tembel kuşları şimdi kim bilir nereyi ev bilmiş martı ve uzun zamandır yuvalamayan leylekleri.
Kıyıdan bakınca artık bacası bile gözükmeyen gemileri, yürürken dökülen yaprakların hışırdamasını...
Eli kulağında kestane satıcılarını, incir reçellerini…
Hırkanın önünü kapatan nar yüzlü teyzeleri, kapı önü muhabbetlerinin son demlerini…
Çayda edilen yeminleri, küsmeleri ve elbette yeniden sevmeleri…
Yaza veda, kışa hazırlıktır Eylül.
Kilerleri (şimdilerde derin dondurucu) doldurur en güzelinden yemişler.
Ve örülür en özelinden kazaklar, patikler, kaşkoller ninelerin pamuk ellerinde.
Rumi takvimin yedinci, dinî İbrani takviminin altıncı ayına denk düşen “Eylül’e Araplar “Aylül“, Yahudiler ise “Elul” demiş.
Her ikisi de Sami dillerinin en eskisi, 4500 yıllık Akatça‘daki “Elūlu” kelimesinden geliyor; yani “hasat“tan.
Öyle ya güze ekilir kışa yenilir dallarında karayemişler.
Babil takviminde de “Ulūlu” olarak yer alan ay; Mezopotamya‘nın doğurganlık, aşk ve savaş tanrıçası Ishtar‘la ilişkilendirilir.
Savaş ve Aşk...
Dünyanın merkezine oturmuş ve asla ödün vermeden devam eden ve edecek olan iki unsur. Savaşı aşkla betimlemek, buna övgüler düzmekte edebiyat ve sinemanın olmazsa olmazı.
Eylül doğurganlığını temsil eden Mezopotamya’nın kadınları ellerinde kalın sopalar dibek taşında karınları burnunda tahıl ezerler.
Sabah güneşi değmeden tenlerine, ekmek pişirirler ocak başında ve ağlayan çocuklarına süt verirler.
Süt bereketi temsil eder, emzirmekse doğurganlığı.
Ah Eylül ah... Ne de hüzünlü düşersin satırlara ve ne çokta hatırlatırsın yaşamakla dolu bir hayatı.