- 760 Okunma
- 9 Yorum
- 8 Beğeni
YETMİŞ YAŞINDA NEMRUT DAĞI BAŞINDA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
MAZİYE YOLCULUKLAR–262
1952 yılının Ocak ayının soğuk, karlı birinci günü yani yılbaşı gecesi bu dünyada, Kâhta Cami mahallesinde ilk nefesimi almış, ilk çığlığımı arşa yükseltmişim. Annem sere sale (yılbaşı) gecesi doğdun, derdi.
Tam yetmiş yıl sonra 10 Eylül 2022 Cumartesi gününün sabahında, Kâhta’da Şinasi Evci öğretmenin evinde gözlerimi açtım.
Eşim “günaydın” dedi. “Günaydın” dedim eşime…
Çocukluğumdan beri Kâhta’da sabah güneşi her zaman beni heyecanlandırır. Yeni gündür. Sevinçtir. Umuttur. Kuş sesidir. Gül kokusudur. Ekmek kavgasının ayak sesidir.
Eşim:
— Birgül Hanım uyandı. Mutfağa girdi. Rahatsız olmayalım diye kapıyı örttü. Kahvaltı hazırlıyor, ben de gidip yardım edeyim, dedi.
Sevindim:
— Çok iyi olur. Birlikte hazırlayın. Yengemiz yorulmasın.
Ben maziye daldım. Ağabeyim Mehmet Cantekin, babam, annem. Şinasi Evci öğretmenin babası Hamit ağabey, Dedesi Mehmet Dayım. Bu topraklarda çocukluğum, çocukluk arkadaşlarım. Fırtınalı gençliğim. Yol arkadaşlarım. Yarı yolda dönenler… Başka gemiye binenler. Yanlışlarım. Doğrularım. Karanlık tiplerin oyunları, kurnazlıkları ve benim direnişim. Piyonlar. Piyonların mücadelemizi yönlendirme çabalarına karşı tavrım. Zor günler. Terlemişim…
Hanım geldi:
— Kahvaltı hazır. Terlemişsin. Elini, yüzünü yıka gel.
Mutfakta yine güzel bir sofra hazırlanmıştı. Çok emek verilmişti. Birgül Hanımın yemeklerini daha önce de yemiştim. Çok hünerlidir yengemiz.
Kahvaltımızı neşe içinde yaptık.
Rehberimiz Mehmet Recai Yetkin, eşi ve iki çocuğuyla geldi. İki arabayla yola çıktık.
KARAKUŞ TÜMÜLÜSÜ
İlk durağımız Karakuş Tümülüsü oldu. Çocukluğumda, hatta birkaç yıl önce geldiğimde Tümülüs’te çevre ve zemin iki bin yıl önce bırakıldığı gibiydi. Ne devlet ne de belediye hiçbir çalışma yapmamıştı.
Gördüklerim beni sevindirdi. Alan duvarla çevrilmiş. Yerlere çakıl dökülmüş. Sanat eserleri alana yerleştirilmiş.
Hangi kurum düzenlemişse çok güzel olmuş. Teşekkür ederim. Tarihimiz adına alkışlıyorum. Tebrik ederim.
CENDERE KÖPRÜSÜ
İkinci durağımız Cendere Köprüsü oldu. Üstünden geçtiğim, altından akan Kâhta Çayı suyunda yüzdüğüm, çayın kenarındaki çakıllara sofra serip yemek yediğim yerlere yetmiş yaş gözüyle baktım. Arabalara binerken kafam mazideydi. Babam, annem ve kardeşlerimle dağda bulunan şifalı denen suya yaya giderken çakılların üstüne sofra serildi. Salatalık, domates doğrandı. Akşamdan kalan sarma ve
Kâhta peyniri yanına kondu. Soğumasın diye temiz bezle sarılmış pideler çıkarıldı. Açlığımızı giderdik.
Benzer bir sofrayı ortaokul öğrencisi olduğum yıllarda ikisi de rahmetli olan Yusuf Bakırcıoğlu ve Sırrı Ülgen ile birlikte yaya Nemrut Dağına giderken kurmuştuk. Sofrayı kurduğumuz çakılın üstünde babamı, annemi, Yusuf ve Sırrı’yı düşündüm.
ESKİ KÂHTA KALESİ
Daha önce geldiğimde kaleye çıkış yasaktı. Tehlikeliydi. Onarım 17 yıl sürmüş. Kalenin onarımı bitmişti. Kale yolu taşlarla örülmüştü. Çok güzel olmuş. Kaleye çıktık.
Görevlendirilmiş gençler vardı. Bize yardımcı oldular. Bilgilendirdiler. Odaları tek tek gezdik. Düşmana ok atılan yerleri gördük. Bu kalenin her el değiştirmesiyle ok atan Malkoçoğlu’su değişmiştir. Bu kaleyi almak isteyenlerden, bu kaleyi korumak isteyenlerden ne kadar can gitmiştir? Bu bastığımız yerlerde kaç kişi cansız yatıyordu? Kafamda sorular birbirini kovalıyor…
Cam teras yapılmış. Terasta Kâhta Ovasına baktım. Tarihi Eski Kâhta ilçesi kaleden çok güzel görünüyordu.
1560 yılında burada altı mahalle varmış. Bir mahallesi Hıristiyan halkmış. 1882 yılında Ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey Bersom Ağanın meşhur konağının resmini çekmişti. Hıristiyanların ve Bersom Ağanın konağının yerinde yeller esiyordu.
Yabancı ve yerli turistler akın akın kaleyi görmeye geliyorlardı.
Top atan, ok atan, kılıç sallayan kimseler yoktu. Ölen ve öldüren yoktu.
Gezdik. Gördük. Döndük.
ARSAMEİA
Hasan Cantekin Dayımın sevgili torunu rehberimiz Mehmet Recai Yetkin bizi Arsameia ören yerine götürdü. Arsameia hakkında kısa bilgi vereyim:
Arsameia Ören Yeri (Nymphaios Arsameia’sı), Kral I. Antiochos kitabelerinde söz edildiğine göre; Arsameia İ.Ö. 2’inci yüzyılın başlarında Kommagene’lerin atası Arsemez tarafından Kâhta Çayı’nın doğusunda Eski Kâhta Kalesi’nin karşısında kurulmuş krallığın yazlık başkenti ve idare merkezidir. Güneydeki tören yolunda Mitras’ın kabartma steli, ayin platformu üzerinde Antiochos-Herakles tokalaşma steli ve bunun önünde Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı vardır. Yazıtın bulunduğu yerden başlayan 158 metre derine inen bir tünel ile yazıtın batısında benzer bir kaya dehlizi bulunmaktadır. Tepe üzerindeki platformda Mithridathes Callinichos’un mezar tapınağı ve sarayı yer almaktadır.
Tünele merdivenlerle iniliyor. Merdivenlerden biraz ilerledikten sonra karşımıza demir tellerden bir engel çıktı. Kapatmışlar. Bir sebebi vardır. Aşağıya inemedik. Resimler çekip geri döndük.
Burada da çevre düzenlenmesi yapılmış. Çok güzel de olmuş. Sevindirdi.
NEMRUT DAĞI
Yol levhası, Nemrut Dağına 15 Km yolumuzun kaldığını gösteriyordu. Arabalara bindik. Nemrut Dağına çıkmaya başladık. Çok güzel yol yapılmış.
Çocukluğumda ve gençliğimde Nemrut Dağına çıkmıştım. Patika yol vardı. Yaşlı ve yaya çıkmak istemeyen turistler, çevre köylerden katırlarıyla gelen köylüler tarafından ücretle taşınırlardı. Devlet tarafından görevlendirilen kimse yoktu. Sahipsiz tarihi bir yerdi. Bir bekçi bile bulunmazdı.
Yobazlar bekçisiz, sahipsiz heykelleri kırmayı düşünmüşlerdi.
Bu gün Nemrut Dağına yol yapılmış. Araba yolunun ilk bölümüne asfalt dökülmüş. Üst bölümüne taş döşenmiş. Arabalar belli yere kadar çıkıyor.
Arabaların son çıkış noktasına otopark yapılmış. Arabalar geniş otoparka bırakılıyor. Burada güvenlik kulübesi gördüm. İçindeki görevlileri gördüm. Bize etrafı duvarla örülmüş bir yol gösterdiler. O yoldan yürüdük. Yol bizi idare binasına götürdü. Dağın başında yapılmış idare binasında görevliler vardı. Müze giriş kartı olanlardan ücret alınmıyordu. Müze giriş kartı olmayanlar 50 TL ödeyerek bilet alıyorlardı.
Otoparktan sonra çok güzel yaya yolu yapılmış. Bu yolun bir kısmına beton dökülmüş. Bir kısmına kalın tahta döşenmiş. Yorulanların dinlenmesi için yolun kenarına belli aralıklarla bank konmuş. Yorulanlar dinlensin diye düşünülmüş. Çok güzel düşünmüşler.
Dün bu yol patikaydı. Ben koşarak çıkardım. Bu gün Şinasi Öğretmen yanımda ayrılmadı. Yardımcı olmaya çalıştı. Banklarda dinlene dinlene çıktım. Oğlum, eşim, gelinim, Birgül yengem, rehberimiz Mehmet Recai Yetkin ve Eşi beni gözlüyordu. Ayağım kayar, düşerim diye korkuyorlardı. Şinasi koruyucu meleğim olmuştu. Bana bir şey olmasın diye çabalıyordu. Ben de yaşlılığa kızıyordum. Kendi kendime mırıldanıyordum: Lanet olsun yetmiş yaşına, zar zor çıkıyorum Nemrut Dağı başına…
Zar zor da olsa tepeye çıktık. Eski durumlarını bildiğim çoğu heykelin yıprandığını gördüm. İki bin yıl sağlam gelen heykeller, son otuz kırk yılda büyük zarar görmüşlerdi. Özellikle boyun tarafları zarar görmüştü. Ressam ve arkeolog Osman Hamdi Beyin 1882 yılında Nemrut Dağında çektiği resimlere bakın. Ne dediğimi anlarsınız…
Dağın başında da güvenlik vardı. Kulübesi vardı. Bence çok geç kalınmıştı.
Dağın etrafını gezdik. Resimler çektik, çektirdik. Yapılmış yoldan zorlanmadan otoparka geldik
NİSSİBİ KÖPRÜSÜ
Kâhta - Siverek arasında yeni yapılan 620 metre uzunluğundaki Nissibi Köprüsünü görmek istiyordum. Rehberimiz önde biz arkadan giderek Nemrut Dağından indik. Adını çok duyduğum, görmediğim Gerger yolundaki Kan Boğazından geçtik. Kilometrelerce yol aldıktan sonra Nissibi Köprüsüne geldik.
Hepimiz acıkmıştık. Mehmet Recai Yetkin köprünün girişindeki lokantaya arabaya çekti. Elini yüzünü yıkayanlar, bizim için birleştirilen masaya oturduk. Dinlendik. Yemekler geldi. Yenildi. Yola çıktık.
BAKIRCIOĞLU ÇİFTLİĞİ
İstanbul’da olan sevgili arkadaşım Sadık Bakırcıoğlu’nu aradım. Çiftliklerine yakın olduğumuzu söyledim. “Uğrayın” dedi. Uğradık. Yeğenleri sevgili Dilan ve Berfin bizi karşıladı. Evin terasına gidip oturduk. Erkekler tarlaya ve süt sağmaya gitmişlerdi. Çağırtmadım. Bizi ağırlamak için çok ısrar etti. Yemek, çay, kahve. dedi. Yeni yemek yedik, çay içtik, dedim. Babanı ve amcalarını görmek istedim. Kısmet değilmiş. Soğuk suyunu içtik. Elleriyle yaptığı peynirden verdi sevgili Dilan. Ayrıldık. Kâhta’ya girdiğimizde ortalık kararmıştı.
ASİYE ABLA
Şinasi Öğretmenin halası çok sevdiğim, hakkında şiir ve yazı yazdığım Asiye Ablamı görmeden Kâhta’dan ayrılamazdım. Önceden haber de vermiştim. Gittim. Kızı Sibel Yıldırım bizi karşıladı. Asiye Ablanın elini öptüm. Hasret giderdim. Kendisi ve yüreği güzel ablam hastaydı. Yıllar çok zalimdi. Acımasızdı. Ayrıldım.
Mehmet Recai Yetkin çaya davet etti. Rehberimi kıramazdım. Yaptığı güzelliklerin üstüne bir de çay ikram etti. Kendinden, eşinden çocuklarından Allah razı olsun. Çay içtik. İncir yedik. Sohbet ettik. Zaman azdı. Oradan ayrıldık.
Şinasi Öğretmenin evine gelirken Sevgili Arkadaşım Öğretmen Abdurrahman Karabiber’i telefonla aradım. Yerimi söyledim. Geldi. İki saat sohbet ettik. Hasret giderdik. Saat 22.00 olmuştu. Şinasi ve Eşi Birgül hanıma teşekkür ettik. İkisinin insanlığını, güzelliğini, akrabalığını unutmayacağım. Sağ olun. Var olun.
Binlerce teşekkürler Şinasi Evci öğretmen ve Birgül Hanım.
Binlerce teşekkürler Mehmet Recai Yetkin rehberim ve eşi.
Kâhta’dan, doğduğum topraklardan ayrıldım.
Nasıl mıyım? İki gün bir gece yetti mi bana? Yüreğimin yangınını barajın suyunu döksem söndürür mü?
Yüreğinin acısını içine güm, dillendirme Mahmut…
Ne yenir ne de reçel olur içi çürümüş armut…
Sorma ve selam verme vefasız kula…
Devam et doğru bildiğin yola…
YORUMLAR
Uzun da olsa sıkılmadan okudum bu güzel yazınızı Üsdadım.
Tebrik ederim. Hem sosyal bir yaraya parmak basmış hem de ülkemizin cennet köşelerinden birini tanıtmışsınız.
Üzülme, sıkma canını Hocam. Bugünlerde sosyal medyada gördüm bu yazıyı, ne diyorlar: "Ne kadar yaşanmış acı hikayem varsa, hepsinin altında sevdiklerimin imzası var."
Selamlar, saygılar, esenlikler diliyorum.. 🙋♂️
Mahmut Cantekin
Dostluk, akrabalık bu kadar bozulursa, toplumun sağlığı bozulur. Öyle düşünüyorum.
Sevgiler.
hayat değerli hocam
ve bizler kimliklerimiz
bir de insanların biçtiği değerler
günümün yazısıdır.
tüm saygımla içtenliğimle sealmlıyorum öğretmenim
yüreğiniz dert görmesin
Mahmut Cantekin
Güzel yorumun için çok çok teşekkür ederim. İyi ki varsın.
Sağlıcakla kalın.
Çok kapsamlı bir yazı muhteşem bir şekilde kaleme alınmış.Ziyaretler ve mazinin ayak sesleri..Umutla geleceğe atılan adım.İyisiniz Üstad.daha da iyi olacaksınız..Kendinize haksızlık etmeyin.Bilge öğretmenler , değerli insanlar çürümez her daim yenilenirler.Sağlıklı hayırlı uzun ömürler diliyorum.Sevenlerin ve sevdiklerinizle birlikte.Sağlıcakla..Saygıyla..
Mahmut Cantekin
Teşekkür ederim.
"Nasıl mıyım? İki gün bir gece yetti mi bana? Yüreğimin yangınını barajın suyunu döksem söndürür mü?
Yüreğinin acısını içine güm, dillendirme Mahmut…
Ne yenir ne de reçel olur içi çürümüş armut…"
Bana yukarıdaki satırları yazdıran vefasızlıktır. Ben aileme ve kardeşlerime çok değer veren bir kişiliğe sahibim. Bu gün yaşayan yedi kardeşiz. Yüze yakın yeğenlerim var. Kardeşlerimin çocukları, onların çocukları. Hepsi kendi derdindeler. Başları sıkışırsa, paraya ihtiyaçları olursa beni ararlar. Bir yeğenim "Yıllardır aramıyorsun. para lazım olunca aradın, diyeceğini biliyorum dayı." Dedikten sonra "araba alacağız şu kadar para gönder." Dedi. Ben bu zihniyetten bıktım Bunların tümünden ilişkimi kesti. Her yıl bir araba hediye ile giden ben, yedi yıldır Kahta'ya gitmedim. Yukarıda alıntıladığım satırlar bu zihniyete öfkedir. "Ne yenir ne de reçel olur içi çürümüş armut…" sözünü bu zihniyetteki akrabalarım için kullandım. Atalarımız demiş ya "Bunlardan ne köy olur, ne kasaba" Akrabalarımın bir kısmı "ne köy ne kasaba olacak" tipler. Üç oğlunun düğününe gidip altı çift bilezik taktığım yakın akrabam, aramızda hiç bir tartışma, küslük olmamasına rağmen oğlumun düğününe gelmedi. Kardeş, ben bunlara kızdığım için bir ay kalacağım yerde bir gece kaldım. Selamlar, sevgiler.