- 259 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Devrimin Ayak Sesleri
Ne ağır tonajlı mıcır kamyonlarının bozduğu yollar, ne otopark sorunu, ne de yağmur yağdığında yürünemeyecek hâle gelen kaldırımlar, şu sıralar mahallelinin tek sorunu varsa o da yaklaşık iki ay önce kadar bizim evin karşı dairesine taşınan Cemil abinin varlığıdır. Gün geçmez ki dedikodusunun dönmediği bir gün yaşansın. Genci, yaşlısı, esnafı, hepsi bir olmuş Cemil abiyi çekiştiriyorlar. Bir tek caminin imamı Hüseyin efendi yapmaz diyordum, al işte o da başlamış. Müezzin İbrahim amca ile sokak ortasında konuşurlarken duydum.
-Bu fırıncı İhsan’ın yaptığı da iş mi İbrahim. Sen git komuniste ev ver.
-Vah ki vah hocam.
-Aman İbrahim çoluğu çocuğu uzak tutmak gerek bu adamdan. Böyle adamlar tehlikeli olur. Neme lazım gençlerin aklını falan bulandırmasın.
Aslına bakarsanız Cemil abi hiç de öyle tehlikeli bir adama benzemiyor. Herhangi bir eylemde bulunacağını zannetmiyorum. Onu ne zaman görsem balkonda kahvesini yudumlayıp, kitap okuyor. Zamanında siyasi suçtan cezaevine girip bir kaç yıl yattığını söylüyor babam.
-Bomba falan mı patlatmış baba?
-Ne bombası evladım, düşünmüş sadece.
-Bomba patlatmayı mı?
-Hayır evladım eşit ve özgürlükçü bir dünya düşünmüş. Elindeki telefondan başını kaldır da kitap oku biraz.
Babamın fırçalarından payıma düşeni aldıktan sonra çayımı da alıp balkona geçtim. Saat gece yarısına geliyordu. Önce facebooku açıp birkaç arkadaşımın doğum gününü kutladım. Daha sonra instagram ve twitteri kontrol ettim. Bir yandan sosyal medyada geziniyor diğer yandan Cemil abilerin balkonu dikizliyordum. Cemil abi hâlâ kitaptan kafasını kaldırmamıştı. Bir müddet daha okumaya devam etti. Sonra kitabığın kapağını kapatıp tüm ışıkları söndürdü. Uyumaya gittiğini düşündüm önce. Fakat Cemil abiyi evden çıkarken gördüm. Elinde boya kovası ile küçük bir fırça vardı. Sağını solunu iyice kontrol edip kimsenin gelmediğine emin olduktan sonra yürümeye başladı. Bir anda kendimi Cemil abiyi takip ederken buldum. Uzunca bir duvarın önündeydi. Elindeki fırçayı boyaya batırıp "devrim "yazdı. Seni komunist seni. Devrim yapacaksın demek. Sonra " Devrim en çok aşk için gerekli" diye devam etti.
Cemil abi aşk için devrim yapıyor, ben ise gizlendiğim yerden onu izliyordum. Tarihi bir olaya şahit oluyordum belki de. Bu anı ölümsüzleştirmek için cebimden telefonumu çıkardım. Telefonun ışığını kapatmayı unutunca parlayan beyaz ışıkla birlikte Cemil abi ile gözgöze geldik.
-Beni mi takip ediyorsun Cihan?
-Şey
-Bu saatte ne işin var burada?
-Cemil abi ne yaptığını merak ettim sadece. Ama hiçbir şey görmedim.
-Hadi evine git artık. Vakit iyice geç oldu. Bir de bu görmediklerin şimdilik aramızda kalırsa sevinirim.
Devrimciler ve aşıklar bence ikisi de aynı örgütün üyeleri. Cemil abinin duvara yazdığı yazının hemen altında "dön bebeğim" yazıyordu. Onun hemen yanında ise çizilmiş bir kalp, kalbin içinden geçen bir ok ve okların baş kısmında biri K diğeri Z olmak üzere iki harf. Aslında bu kalp olayının çok eskilerde kalması lazımdı. Ama nasıl olduysa bugünlere gelmeyi başarabilmiş. Duvarın sol kısmına doğru ilerledikçe #şiirsokakta etiketiyle yazılmış "tutunacak bir dalımız kalmadı, tutunamıyoruz" diye bir yazı. İlginç bir tablo doğrusu. Bir yanda devrimciler, diğer yanda kalpciler ve tutunamayanlar. Kafam iyice karışmış bir şekilde evin yolunu tuttum.
Cemil abinin devrimine şahit oldugum o ilk geceden bu yana çok günler geçmiş, iyi birer dost olmuştuk. Daha o gecenin sabahında çalmıştım kapısını. Abi demiştim; "Edebiyat okuyan bir kız var, adı Sevda. Sadece edebiyat okusa iyi, sürekli bir şeyler okuyor. Kesin boş zamanlarında da şiir yazıyordur. Madem devrim en çok aşk için gerekli, öyleyse ben de varım." Cemil abi gülerek olur demişti, devrimi birlikte yaparız. Cemil abiyle dostluğumuzun temellerini işte o gün attık. Sayesinde kitap okuma alışkanlığı kazanmış, sahhaflarla tanışmıştım. Birlikte şiirler okuyor, okuduğumuz şiirleri tahlil ediyor ve şairlerin anılarından konuşuyorduk. Bu geçen süre içinde bir kez olsun devrimden konuşmadık. Ben ne zaman konuyu devrime getircek olsam bir şekilde beni susturup, şimdilik bunları düşünme sen Cihan, sadece oku diyordu. Nasılsa bir gün vakti geldiğinde öğreneceksin.
Sosyal medyada eskisi kadar vakit geçirmiyordum. Telefonla da pek ilgilenmiyordum artık. Vaktimin tümünü neredeyse Cemil abinin vermiş olduğu kitaplarla geçiriyor, sevdiğim cümle yahut dizeleri yine Cemil abinin hediye etmiş olduğu deftere aktarıyordum. İki gün önceydi. Cemil abi okumam için Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabını vermiş, bunu bitirir bitirmez bana gel demişti. Dostoyevski’nin kitabını bitirdiğimde ise artık ne ben ne de dünya aynıydı. Cemil abiye gittim. Hâlimden anlamış gibi baktı.
-Dostoyevski bitti demek.
-Bitti.
-Hazır mısın peki?
-Neye abi?
-Devrime.
-Hazırım hazır olmasına da şöyle bir sorun var Cemil abi. Ben ömrümde elime silah almadım. Zaten askerde de hizmet bölüğündeydim.
-Silahlanacağımızı mı düşünüyorsun?
-Devrimi okuduğumuz şiirlerle yapacak değiliz ya abi.
-Tam da öyle yapacağız.
Tüm dikkatimi Cemil abiye vermiş, heyecanlı bir şekilde anlattıklarını dinliyordum. Devrimin üç altın kuralından birincisi, halka şiir sevdirmek diyordu. Neticesinde şiirsiz bir devrim hayal edilemez. Bunu başarmadan ikinci ve üçüncü kuralın hiçbir önemi yok. Bu yüzden şimdilik diğer iki kuralı bilmene de gerek yok. Vakit kaybetmeden çalışmalara başlamalıyız. Cemil abiyle A4 kağıtlarına sevdiğimiz şiirleri yazdık önce. Bu şiirleri ise fotokopi yoluyla çoğalttık. İlk önce işlek caddelerden geçen insanlara, daha sonra mağazalara ve esnafa dağıttık. Haftada iki gün tekrarladık bunu. Zor ve uzun bir süreç oldu. Fakat bu sürecin sonrasında tüm kentin şiir okuduğunu görmek mutlulukların en büyüğüydü. Sıradaki görevimiz şiiri tüm memlekete sevdirmekti. Bunun için sosyal medyayı kullanalabiliriz abi dedim. Cemil abi kafasını olur anlamında salladı. Ardından sosyal medyada ne kadar şiir grubu varsa hepsine bir bir üye olduk. Cemil abi bir taraftan ben bir taraftan şiir paylaşımı yaptık. Sonra bu grupların içinde şiire gerçekten gönül verenleri tespit edip iletişim kurduk. Tüm memlekete şiir sevdirme harekatı gerçek şiirseverler tarafından harika bir fikir olarak kabul gördü. Kocaman bir ordumuz vardı artık ve bitmek bilmeyen cephanemiz, yani kelimelerimiz. Cemil abi bu oluşuma bir ad vermek lazım Cihan dedi . Şiir ordusu olabilir mi diye sordum. Kabul edilmiştir diye yanıtladı. Şiir ordusunun temsilcileride tıpkı bizim yaptığımız gibi A4 kağıtlara şiirler yazıp fotokopiyle çoğalttılar ve bu şiirleri haftada iki gün olmak üzere ülkenin dört bir tarafına dağıttılar. Artık tüm memleket şiir müptelası olmuş, kitapcılarda ve sahhaflarda şiir kitapları hızla tükenmiş, insanlar kütüphanelere hucum eder olmuştu. Böylelikle devrimin ilk altın kuralını yerine getirmiştik.
İkinci kural birinci kuraldan daha zordu. Halka Dostoyevski okutulacak ve insan ruhunum en derinlerine inilecekti. Cemil abi halkın bir takım şeyleri sorgulayabilmesi için Dostoyevski şart dedi. Rusya ile zor günler geçirdiğimiz bu günlerde Dostoyevski konusunda emin misin diye sordum. Başka çaremiz yok diye yanıtladı.
-Nasıl olacak bu iş Cemil abi?
-Babadan kalma bir arsa var onu satıp Dostoyevski kitapları alacağız.
-Bir ev alıp kiraya versen daha iyi bir yatırım olmaz mı abi?
-Devrimci ruhum buna el vermez Cihan. Ayrıca yarın bir gün devrim gerçekleştiğinde yatırımların en en kârlısını yapmış olduğumuzu göreceksin.
Kısa bir süre içerisinde Cemil abinin arsayı satmış, arsanın tüm parasını Dostoyevski kitaplarına yatırmıştık. Diğer illerdeki temsilcilerimize, yani nam-ı diğer şiir ordusuna Dostoyevski harekatımızın başladığını bildirip detaylardan bahsettik. Şiir ordusunun herbir temsilcisi aynı zamanda birer kitapkurdu olduğu için bu harekatı da koşulsuz kabul etti. Elimizdeki Dostoyevski kitaplarını tüm illere nüfus oranına göre pay edip kargo yoluyla gönderdik. Her ilde ayrı ayrı Dostoyevski ve şiir okuma etkinlikleri düzenliyor, her gün ülke genelinde binlerce kişiyi Dostoyevski’nin kitapları ile tanıştırıyorduk. Şiiri sevdirmekten daha uzun bir yoldu bu. Biteceğine inanmıyordum. Devrimin güzel bir ihtimal olduğuna fakat asla gerçekleşmeyeceğine emin olduğum bir gün, Cemil abi gelip başardık Cihan dedi. "Bizim harekat anahaber bültenlerinde ve gazetelerde manşet oldu. Her gün onbinlerce kişi Dostoyevski harekatına katılmak için bulundukları şehrin meydanlarına akın ediyor."
Üçüncü kuralımız gülmek, halkı güldürülebilmekdi. "Gülmek devrimci bir eylemdir" diye lafa girdi Cemil abi. Nasıl yapacağımızı anlattı sonra. Diğerleri gibi zor değildi bu fikir, gayet basitti. Devrimin üçüncü altın kuralını ifa etmek için sosyal ağlardaki gücümüzü kullanacaktık. Şiir ve Dostoyevski harekatı ile ülkenin gündemine oturmuş, twitter, instagram ve facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde milyonlarca takipçiye ulaşmıştık. Sokakta yaşayan insanları evde misafir etmek, sokak hayvanlarını doyurmak, asansördeki komşuya selam vermek, her gün bir arkadaşa sürpriz yapmak ve aile içi iletişimi kuvvetlendirmek için ailesiyle vakit geçirmeyenlerin günde en az iki saat vakit geçirmesini sağlamak ve bunun gibi daha bir sürü etkinlikler düzenledik. Sokağa çıktığımızda insanların bir önceki güne göre daha mutlu olduğunu ve bu insanların sayısının her geçen gün daha da arttığını gördük.
Devrimin üç altın kuralını tamamlamıştık. Memlekette gözle görülecek kadar büyük bir değişim olmuştu. Dostoyevski okuyan halk sorgulamaya başlamış, yumruğunu masaya vurmayı öğrenmişti. Şiir yazılmayan tek bir duvar kalmamış, halk tarafından şiir ayyuka çıkarılmıştı. Her fırsatta Cemil abinin dedikodusunu yapan mahalleli artık ondan övgüyle bahsediyor, imam Hüseyin efendi her namaz sonrası cemaate şiir okuyor, Dostoyevski’nin nasıl mükemmel bir yazar olduğundan bahsediyordu. Babam yine aynıydı. Bu kez de "gözlerini bozacaksın evladım, artık şu kitap okuma işine biraz ara versen" diyerek fırça atıyordu. Sevda’ya gelecek olursak, bir türlü devrimden vakit bulup konuşamadık. Hiçbir zaman bilmedi onu sevdiğimi. Biz devrimi henüz bitiremeden, okuduğu fakülteden mezun oldu. Fazla geçmeden de öğretmen olup başka bir şehire gitti zaten. Biliyorum mutlaka bir gün, doğup büyüdüğümüz topraklarda ya da Sevda’nın yaşadığı şehirde, kendi devrimimizi yapmak için buluşacağız. İşte o gün tüm radyolar aynı şarkıyı çalacak.
"Elbet bir gün buluşacağız
Bu böyle yarım kalmayacak"
Serdar Barık