- 218 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
***AŞK AYETLERİ***
4 Kasım 2006 NİĞDE
(I.BÖLÜM)
Mahmur bir sabah, şehir derin uykusundan uyanmaya hazırlanırken ,bakır göklerde doğan güneş, binaların sırtlarına ağır ağır tırmanıyor, dar sokakların aralarından sarı sarı göz kırpıyordu.
Altın sarısı ışığının şevkatini sabahın yüzünden esirgemeyen güneş , kasım ayının heybetli güzelliğine eşlik ediyordu.
Kasımın güzelliği gönlü hiç kış görmemiş bir kadının gülüşleri kadar naif ve bereketliydi.
Kalender bir iklim ve sonbaharın cömert yüzü düşüyordu göğün kadrajına, gökyüzü bir berrak su kadar vakur ve dingin, gerdanlığındaki bulutlar kadar huzurlu ve özgürdü.
Şehir; Güneyindeki gümüş sırtlı dağlar, kuzeyindeki asma bahçeli mütevazi köyler, eteğindeki turkuaz göller ve kasabalarındaki kızıl renkli elma bahçeleri ile bir masalın kalbinden fırlamış gibiydi.
Mevsime ve güne kanat açan gözlerim, sıra dağların arasında bir kadehi andıran şehrin sunduğu badeleri doya doya yudumladıktan sonra soluğu güneşin can verdiği, yüzü kanlanan caddelerde almıştı.
Güne yüksek bir halet-i ruhiye penceresinin pervazından bakıyordum...
O yıl Niğdede ikamet ettiğim ev eskisarayda elit bir apartmanın 4. Katında yer alıyordu.Çok zengin ve gösterişli bir manzarası vardı.Dış cephesi deli mavi yıldız taşları ile kaplı ilk görüşte dikkat celbeden bir apartmandı.Ev sahibim Almanyada oturur ,hiç Türkiye’ye gelmez, kirayı yatırıp yatırmadığımı takip bile etmezdi.Sıradışı bir karakterdi, evi tutuncaya kadar mahşer soruları geçidinde beni boğmuştu, ama benden emin olunca anahtarı verdi ve bir daha hiç arayıp sormadı.Evden yana yerimi bulmuştum ,çok talihliydim.Evim şehrin göbeğine kuşbakışı 200 metre civarı bir mesafede şehrin ana arterine yükünü bağlamış planlı ve büyük tek bir cadde üzerindeydi.
Tek bir ana arteri olan şehir, ortasından geçen ve kuzey batı istikametinde bir yılan gibi kıvranan yol ile bu yola bağlı kılcal damarları andıran küçük caddelerden oluşuyordu.Bu yol üzerinde yükselen ,şehrin kalbinden geçen ve Niğdenin bor ilçesine uzanan caddeye mecburiyet caddesi deniliyordu. Gerçek ismi bu değil ama,Anadolunun küçük şehirlerinin oryantalist kişiliği ve ergonomik yapısı genellikle bu iskeletten oluşur.
Şehir her ne kadar küçük ve mütevazi olsa da gönlümün ışığı, gözümün nuruydu.O yıl Niğdede geçen dördüncü yılımdı.
Niğde Edebiyat dünyamızın büyük ustası Faruk Nafiz Çamlıbelin efsane eseri Han duvarlarının vücut bulduğu yerdir.
Yüzü tarihe siyah is bağlamış han duvarları ve han duvarlarının ağır yaşanmışlıkları haykıran duvarları...
Ciğeri hun olmuş yaslı duvarlar ile tarihe ışık tutan medeniyetler beşiği Niğde.Selçuklu ve osmanlı devletinden miras kalan gizemli ve sırlı kümbetleri, camileri, hanları, hamamları, medreseleri, kervansarayları ile yaşayan tarih Niğde.Deyimlere , atasözlerine, şiirlere,türkülere, aşklara ilham veren, Aşıklar, şairler, ulu hakanlar, nice sultanlar , hüdaventler,evliyalar ,enbiyalar durağı Niğde.
Gönül saraylarımın altın burcuydu Niğde...
Ne zaman bu şehri ansam gamzelenir gönül, matemli satırlara düşer iki damla gam ve bir kanlı gonca gül.
Ama o kasım sabahı henüz gönlüme iki damla gam ve bir kanlı gonca gül düşmemişti.Mutluluğumun tel örgülerinden hiç bir iğreti acı geçemiyordu.O güne kadar hayatıma dokunmuş uzak yakın herkes ve yaşanmış acı tatlı her hatıra bir zenginlik eseri gibi duruyordu hafızamın raflarında.Caddeye çıktığımda yüzüme yer yer dokunan hafif serinlik gönlüme bir ferahlık ziyafeti sunuyordu.Sevdiğim şehrin caddelerinde tanıdık yüzlere tebessümle selam vererek ilerliyor bir tebessüm cümbüşü içinde vakit geçiriyor, kaldırımlarda olta sarıyordum.
Akşamdan kalma kaldırımlarda olta sararken gözüm mecburiyet caddesinin batı kanadında caddenin ayak ucunda üzüm satan gence ilişti.Üzüm kudsiyet sınırlarını tanıdığım 7 kutsal meyveden biridir.( Diğerleri ; hurma,incir,zeytin,acr, mawz ve nar)
Üzüm satan gençten büyük bir salkım alıp yakındaki bir çeşmede yıkadıktan sonra elimde üzüm kaldırımları arşınladım, elimde üzüm kaldırımları arşınlamak beni mistik bir ruh imparatorluğuna havale ediyordu.
Caddenin batı kanadının sonunda büyük bir şehir mezarlığı vardı, oraya gittim, mezarlığın alt kapı eşiğindeki duvarlar engindi.Duvarın üzerine oturdum ve üzümümü yemeğe koyuldum.Yalnız ama mutlu bir insandım..
Ben duvarın üstünde tane tane üzüm yerken gözüm 10 metre kadar çaprazımda oyun oynayan bir çocuğa dikkat kesildi.Dikkatimi tırmalayan, 8-9 yaşlarında görünen bu çocuk elinde bir değnekle boş bir plastik şişeye vuruyor,şişe önündeki küçük ağacın dallarına çarpıp düşüyordu.Çocuğun yanına gittim ve senin hiç oyuncağın yok mu dedim.’’ Yok’’ dedi sustu.Onun bu vakur ve yaralı hali beni çok etkiledi, bakışlarına yokluğun ayazı çökmüş bu çocuğa benimle gel dedim. ‘’tamam’’ dedi. Çocuğu alıp oyuncak satan bir esnafa götürdüm, ona kumandalı bir helikopter ve kumandalı çeşitli arabalar aldım.Kocaman bir poşet doldu, ben ona bu oyuncakları alırken, çocuğun şaşkınlığı yüzünün her satırından okunuyordu.Poşeti ona verdim , bunu al ve doğruca eve git dedim,poşeti kucakladı caddenin karşısına geçti, geri dönüp baktı, sevinçten ellerinin titrediğini farkettim.Yüzünde bir şaşkınlık ve mutluluk tufanı esiyordu...
Çocuk gittikten sonra eve gitmeye karar verdim ,yolda daha önceden tanıdığım bir bayan arkadaşla karşılaştım, ismi Erem Ecrin olan bu arkadaşımla biraz ayak üstü eski günlerin kulağını çınlattık.Hayatımda birinini olup olmadığını sordu ,yok dedim.Bana bir bayan arkadaşım var istersen seni onunla tanıştırayım dedi.’’Senin memleketten hem’’ dedi.Tarsuslu.Bu teklif Beklemediğim bir durumdu, ama onure oldum ve olur dedim.Bu tür teklifler her zaman onur vericidir.
Seni ararım dedi...
İbrahim Vedat ÇARPAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.