- 435 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çağdaş İran Yazınının Öncüsü Sâdık Hidâyet
Sâdık Hidâyet (1903-1951), Muhammed Ali Cemalzade’yle birlikte, çağdaş İran yazınının öncüsü sayılıyor. Hidâyet, çeşitli Avrupa ve Asya ülkelerinde çalkantılı bir yaşam sürüyor. Defalarca kendi yaşamına son vermeye çalışıyor. Her defasında yazarak tutunuyor yaşama yeniden. Hidâyet’in intihar girişimleri, kişisel bunalıma bağlanır. Oysa ülkesindeki baskı ortamı da bununla yakından ilişkilidir. İlk çağdaş İran romanı olarak görülen ‘Kör Baykuş’ romanı, ülkesinde yasaklanır. Memleketine döndüğünde baskı ve kovuşturmalarla karşılaşır. 1951’de son intihar girişimi başarıya ulaşacaktır; bu girişimden önce, başbakan olan eniştesinin (Haj Ali Razmara) bir siyasal İslamcı tarafından öldürüldüğü haberini alır.
Romancı Olarak Sâdık Hidâyet
‘Kör Baykuş’ (1937), Hidâyet’in 4 romanından biri (diğerleri, ‘Moğol Gölgesi’ (1931), ‘Aleviye Hanım’ (1933) ve ‘Hacı Aga’ (1945)). Günümüze kalan yapıtlarının çoğu, öykü dalında. Hidâyet, bugün hâlâ Farsça’dan dünya dillerine en çok çevrilmiş yazarların başında geliyor. Yazar ayrıca, eski Farsça’dan yaptığı çevirilerle ve bugün de okunan Hayyam incelemesiyle tanınıyor. En yakın arkadaşı Bozorg Ali’ye (Bozorg-i Alevî) göre Hidâyet, Hayyam’dan çok etkilenmişti; yapıtlarında Hayyam’ın izleri hissediliyordu.
Kör Baykuş
Hidâyet en çok, ‘Kör Baykuş’ adlı kitabıyla tanınıyor. ‘Kör Baykuş’, yazarla özdeş sayabileceğimiz başkişinin iç bunalımlarını dışa vurur; düşle gerçek, romanda içiçe geçer. Eve gelen kız ölmüş de cesedi çürümekte midir yoksa hepsi hayal midir? Bilemeyiz, başkişi de bilmek istemez. Anlatı, aşk acısıyla ilgiliymiş gibi başlar; ancak ilerleyen sayfalarda sorunların kökünün daha derinlerde olduğu anlaşılır. Belki başkişinin yaptığı ya da yaptığını sandığımız kötülükler, ilk dakikasından mutsuz başlayan evliliğinden ileri gelmiştir. Ancak bu evliliğin de düş mü gerçek mi olduğunu anlamakta zorlanırız. Yine de, bu karmaşık anlatıda, testi, şarap, kasap eti rengi, ihtiyar, “yer yarılsaydı da içine girseydim” dedirtecek denli yoğun bir utanç, sol işaret parmağının ağza götürülmesi, tek dörtlükten oluşan bir türkü vb. ortak öğeler var.
Baştaki bölüm olmasaydı, anlatı, “beni sürekli aldatan karımı nasıl öldürdüm?” sorusu altında özetlenebilirdi. ‘Kör Baykuş’, ayrıca, hem uzunluğu hem de kapsamı dolayısıyla, romandan çok uzun öyküyü andıran bir çalışma... Kitabın Şah dönemi ve İslam dönemi İranı’nda yasaklanması garip; çünkü bu metin, siyasal boyutuyla toplumsal eleştiri içermiyor; onun yerine, karısı tarafından aldatılan bir bireyin, toplumsal ve siyasal bağlarından soyunuk bir biçimde, nasıl akıl sağlığını yitirdiğine ve/ya da bir katile dönüştüğüne odaklanıyor. İran’da şu anki rejimin kadın hakları karşıtı uygulamalarına koşut olarak, metin, “aldatan kadının cezasını çekmesi” gibi bir yorum üzerinden rejimle uyumlu duruma getirilmeye açık. Bu nedenle, kitabın yasaklı olmasının, içeriğinden değil, diğer kitaplarında toplumsal eleştiriye yönelen yazarın kişiliğine yönelik olduğunu çıkarsayabiliriz.
Hacı Aga
Hidâyet, ‘Kör Baykuş’un tersine, ‘Hacı Aga’da, toplumsal ve siyasal eleştiriye yöneliyor; üçkağıtçı olarak gördüğü siyasetçileri doğrudan ve açık olarak eleştiriyor. Bu kitabın eski ve yeni İran’da yasaklanması şaşırtmıyor. Hacı Aga, 89 yaşında dinç bir adam. Devlette, ticarette, orduda binbir türlü bağlantısı olan nüfuzlu bir kişilik. Çıkarına uygun olduğu için Şah yanlısı; çevresine de kendisi gibi insanları toplamış. Aralarındaki konuşmalarda, Şah övgüsünden “Hitler Müslüman’mış” iddiasına kadar geniş bir yelpaze var. Fakat her sohbetin dönüp dolaştığı yer, maddi çıkar. Öte yandan, Hacı Aga bunu el altından yaparken, diğerleri daha açık’lar... Hacı Aga, sinsidir. İyi görünür, güler yüzlüdür, ama yalanın dolanın her türlüsü ondadır. Hiç tanınmayan ölmüş babasını saraylı bir soylu olarak tanıtır. “Biz soylular” diye konuşur. Malı mülkü fabrikası ve kaçakçılıktan kazanmakta olduğu paracıkları vardır; ama en küçük alışveriş için olay çıkaracak kadar cimridir.
Hacı Aga, ileri bir yaşta olmasına karşın çok eşlidir. Eşlerinden biri doğum yapar; ama kendinden olduğuna emin olamaz. 8 kızdan sonra bir oğlu olur; ama onu sevemez çünkü oğlu ayyaş ve kumarbazdır. Din, Hacı Aga için göstermelik bir araçtır. Şarap da içer kumar da oynar, çok eşli olmasına karşın seks işçilerine de gider. Bakanlarla vekillerle içli dışlıdır; muhbirlik de yapar. Farklı kesimlerden insanlarla konuştuğunda nabza göre şerbet vermekte ustadır. Mollayla molla, özgürlükçüyle özgürlükçü olur. 2. Paylaşım Savaşı sonrasında İran işgal edilince, Aga, bu kez de Şah karşıtı ve işgal güçleri yanlısı olur. Sıvı gibi, her devrin kalıbını alır. Bu dönemde yaşını mahkeme kararıyla küçük gösterip milletvekili adayı olacaktır. Hitler hayranıdır. Bir an önce Nazi ordusunun Tahran’a girmesini beklemektedir.
Hacı Aga’nın Öğütleri
Hacı Aga, çocuğuna şu öğütleri verecektir:
"Dünyada iki türlü insan vardır: Çarpan, çarpılan. Çarpılanlardan olmak istemiyorsan, başkalarını çarpmaya bak. Fazla okumak lazım değil. İnsanı delirtir ve hayatın gerisinde bırakır. Ama matematik dersinde dikkatli ol. Dört işlemi bilmen yeter. Para hesabını becerebilirsen kazıklanmazsın, anladın mı? Hesap önemli; en kısa zamanda hayata atılman lazım. Gazeteyi okuyabiliyorsun ya, kafi. Ticaret öğrenmeli, insanlarla muhatap olmalısın. Beni dinlersen eğer, bir ton kitap okuyacağına, git ayakkabının bağını işporta tahtasına koyup sat, daha iyi. Yüzsüz olmaya çalış; unutulma sakın! Elinden geldiğince ortalarda boy göster. Kendi hakkını al; küfürden, hakaretten yılma. Laf dediğin havada kalır. Bu kapıdan kovulursan, öbür kapıdan gülümseyerek gir. Anladın mı? Yüzsüz, kaba ve cahil. Bazen işlerin yolunda gitmesi için doğruymuş gibi davranmak gerekir. Memleketimizin bugün böyle adamlara ihtiyacı var. Günün adamı olmak lazım. İtikat, din, ahlak, bunların hepsi laf salatası. Ama takiye yapmak gerek. Çünkü halk için önemlidir. (...)” (s.50)
Devrimci fikirleri, romandaki gazeteci dile getirecek; Aga’yı yerden yere vuracak kişi ise, pejmürde görüntüsüyle diğer ziyaretçilere benzemeyen münzevi bir şair (Munâdilhak) olacaktır. Aga, halkın kendilerine itaat etmeleri için, aç, muhtaç, cahil ve batıl inançlı kalmasını gerektiğini ileri sürer (s.95). O nedenle, sömürü düzeninin sürmesi için halk çocuklarının okumaması daha iyi olacaktır. Bu düzenin sürmesi için dinin nasıl kullanılabileceğini uzun uzadıya anlatır.
Görüldüğü gibi, ‘Kör Baykuş’un tersine, ‘Hacı Aga’da toplumsal ve siyasal eleştiri açık ve net. Oysa yazar, daha çok ‘Kör Baykuş’la biliniyor. Bu arada, çevirmenin önsözde andığı senaryoya çevrilme kolaylığına ek olarak, Hacı Aga’nın tiyatro oyunu olarak oynanmak için oldukça uygun olduğunu burada not edelim.
‘Diri Gömülen’ ve ‘Üç Damla Kan’da Hidayet Öykücülüğü
Önceki bölümde Sâdık Hidâyet’in romancılığını değerlendirdik. Bu bölümde ise, usta yazarın 2 öykü kitabına odaklanıyoruz: ‘Diri Gömülen’ (1930) ve ‘Üç Damla Kan’ (1932).
Diri Gömülen
‘Diri Gömülen’ öyküsü, ‘bir delinin notları’ çıkmasıyla açılıyor. Ben diliyle yazılmış olan öykü, intihar ve genel olarak ölüm konularını işliyor. Bu öykünün, yazarın iç dünyasına dayandığı anlaşılıyor. İlginç olan, olağan seyrinde, intihar düşüncesine depresyonun eşlik etmesi ve depresyonun intihar düşüncesindeki bireyi hiç bir şey yapamaz ve yazamaz duruma getirmesi. Bu nedenle, intihar düşüncesinde olan yazarların çok azı bu konuda yazabilmiştir. Hidâyet’te ise, intihar düşüncesine şaşırtıcı bir yazma enerjisi eşlik ediyor.
‘Hacı Murad’ adlı öyküde, 3. tekil kişi anlatımıyla, aynı adlı bir esnaf konu ediliyor. Hacı’nın mutsuz bir evliliği var. Çocuk istiyorlar ama çocukları olamıyor. Başka bir evlilik yapmak da istemiyor, eşini sürekli dövüyor. Bu ‘uğursuz’ evlilik, onun başına bir iş getirecektir. ‘Fransız Esir’ adlı öykü, Fransız bir ev işçisinin 1. Paylaşım Savaşı sırasında Almanlar elindeki rahat esirlik yaşamını konu alıyor. Üçüncü tekilden anlatılan ‘Kambur Davud’ adlı öyküde, engelliliğin zorlukları konu ediliyor. ‘Madeleine’ adlı öyküde, ‘Fransız Esir’ öyküsünde olduğu gibi, birinci tekilden başkasının yaşamı anlatılanıyor. Bu, başkişinin Fransız bir genç kızla nasıl tanıştığının öyküsü... ‘Ateşperest’ adlı öyküde, Zerdüşt dini konu ediliyor.
Abacı Hanım ve Ölü Yiyenler
‘Abacı Hanım’ öyküsünde, talibi olmadığı için dine sığınan Abacı Hanım betimleniyor. Bu öyküde, 1930’ların (hatta belki daha eskinin) İranı’nda, evde kalma yaşının 22 olarak verildiğini bir kenara yazalım. Bu din sığınısı, Abacı Hanım’da bir süre sonra gerici bir ideolojiye evrilecek, ‘açık’ kadınlara öfke duyacaktır. Kızkardeşinin evlenecek olması onu sevindirmez; kıskançlık nöbetleri geçirir. Elbette bu işin sonu iyi olmayacaktır, ama ne biçimde? Okurlar olarak önceden bilemeyiz. ‘Ölü Yiyenler’ adlı öyküde, 4 kadının (2 eş, birinin anası ve bir diğer kadın) konuşmalarına tanık oluruz. Adam, birkaç saat önce ölmüştür. Kadınlar, ölümden sonra birbirlerine düşeceklerdir. Onları sürprizli bir son beklemektedir. ‘Abacı Hanım’ ve ‘Ölü Yiyenler’ adlı öyküler, yazarın İran toplumunu ne kadar iyi bildiğinin kanıtları...
Kitaptaki son metin (‘Hayat Suyu’) bir masal. Bu masalı başka bir yazıda değerlendirdiğimiz için burada yeniden ele almıyoruz (bkz. Gezgin, 2017). ‘Diri Gömülen’ kitabındaki öykülerin bir bölümünün İran’da diğer bölümünün ise Fransa’da geçtiğini de burada not edelim.
Üç Damla Kan
‘Üç Damla Kan’ kitabında yaygın izlekler, çevirmenin de belirttiği gibi, intihar, cinayet ve ölüm... Bu kitabın, kitaba adını veren ilk öyküsünü ve ikinci öyküsünü önceki bölümde değerlendirdiğimiz için burada yeniden ele almıyoruz. Bu bunalım yazını izleklerine ek olarak, çevirmenin de belirttiği gibi, gerçekçi İran betimlemeleri öne çıkıyor. Çevirmen, ‘Üç Damla Kan’ın yapıtaşları olarak şunları anıyor:
“Fakirlik, hastalık, cahillik, batıl inançlar, ölüden yardım umulması, falcılık, cincilik, hatalı evlilikler, kumalık ve "siga" düzeni [geçici çok eşli evlilikler anlamında –ubg], bencillik, sevgisizlik, ikiyüzlülük, gerçek hayata katlanamayarak mistik hayata ve inzivaya kaçış, hayal kırıklıkları, ikinci plana atılmış kadının mal muamelesi görmesi” (s.7).
‘Daş Âkil’ adlı öyküde, iki kabadayı arasındaki anlaşmazlığa tanık oluruz. Kabadayılardan biri, umulmadık bir kara sevdaya tutulacak, piyasadan çekilecektir. Ya da çekilecek midir? Bu kabadayı anlatısı, sonunda yerini hüzne bırakacaktır... Akıcı, kendini okutan bir öykü...
‘Kırık Ayna’ adlı öyküde, Fransa’da yaşayan başkişi (Cemşid), komşu kızla (Odette) bir süre sonra tanışıp yakınlaşacaktır. ‘Af Talebi’ adlı öyküde, bir adamın iki eşi arasındaki çatışma konu edilir. İlk eşinden çocuğu olmayan adam, eşini razı edip ikinci bir eş alır. İki eş bir türlü anlaşamayacaktır. İş, seri cinayetlere kadar varacaktır. Ancak, günahkar olan, bir tek ilk eş değildir. Bu öykü, konu ve yetkinlik düzeyi açısından ‘Ölü Yiyenler’i anımsatıyor. ‘Lale’ adlı öyküde, altmış yaşındaki bir adam (Hodâdâd) ile onun bulup bir baba gibi baktığı ‘Lale’ adlı 12 yaşındaki Çingene kızın arasındaki adı konulamayan ilişki konu ediliyor. Bu da akıcı, kendini okutan bir öykü...
‘Maskeler’ adlı öyküde, Menûçihr, Huceste’yi sevmektedir. Fakat Menûçihr’in ablası Ferengis, Huceste’nin başkasıyla ilişkisi olduğunu kanıtlayarak bu ilişkiye karşı çıkar. Üstelik Menûçihr, bu ilişki için ailesiyle zıtlaşmıştır. Kanıtı görünce ne yapacağını bilemeyecektir... Sonları hüzünlü olacaktır...
‘Pençe’ adlı öyküde, 15 yaşındaki Rebâbe (kız), 18 yaşındaki abisi Seyyid Ahmed’e üvey anasından çektiklerini anlatır ve öz annelerini öldürenin babaları olduğunu düşündüğünü söyler. Abisinin onu bu hayattan kurtarmasını ummaktadır. Üvey anne, ikisinin de yaşamını zindana çevirmiştir. Fakat beklenmedik bir gelişme, iki kardeşin arasını açacaktır. Sonuç, ikisi için de kötü olacaktır. Hidâyet, okuru asla güldürmemeye yemin etmiş gibidir...
Nefsini Öldüren Adam
Önceki üç öyküdeki gibi 3. tekil anlatımın geçerli olduğu ‘Nefsini Öldüren Adam’ adlı öyküde, başkişi, tasavvufa ilgi duyan ve ona göre yaşamaya çalışan Farsça ve tarih öğretmeni Miraz Husenyali’dir. Önce Hayyam ve Hafız gibi şairler, sonra mürşidinin yaptığı gizli işler onu bu yoldan saptıracaktır. Kendi kendisini baskılayan dünya görüşünden, Gürcü bir kadınla kurtulacaktır. Ama Hidâyet, böyle bir öyküde bile mutlu sona izin vermeyecektir.
‘Hülleci’ adlı öyküde, iki adamın (Şehbaz ve Mirza Yedullah) özellikle, her yılın geçen yılı arattığı, herşeyin pahalılandığı ve gençlerde yaşlılardaki üst düzey niteliklerin bulunmadığı gibi konuları işledikleri konuşmalarını dinleriz. Şehbaz’a göre, kendisi, eşi nedeniyle varını yoğunu kaybetmiştir. Mirza’ya göre de hayatını bir kadın mahvetmiştir. Karşılıklı dertleşirler. Bu öyküde, 8-9 yaşındaki kızlar evlendiriliyor! Bahsettiği kadın da bu çocuk gelin! 12 yaşındayken de boşanırlar! Bir daha evlenmek için hülle yapacaklardır; ancak hülleci, sözünde durmaz... İkiliyi sürprizli bir son bekleyecektir... Bu ve benzeri öykülerde, Hidâyet’in çokeşlilikten kaynaklanan sorunları anlatmadaki ustalığını gözlemliyoruz.
‘Goceste Doj’ adlı öykü, adını harabe bir kasırdan alıyor. Öykünün bir bölümü, her ikindi sonrası ırmakta yıkanan bir kız (Rûşenek) ile kasrın adıyla anılan ve büyücü olduğu düşünülen yaşlı bir adam (Heştun) arasındaki konuşmalardan oluşuyor. ‘Goceste Doj’, Yahudiliği de anan bir öykü... Bu son öyküde bizi törensel bir ölüm ve sürprizli bir son karşılayacaktır... Kitabın açılışındaki ‘üç damla kan’, bu öyküyle kapanışta da anlatılara eşlik edecektir...
‘Alacakaranlık’ta Hidayet Öykücülüğü
(Bu bölümde, ‘Alacakaranlık’ (1933) adlı öykü kitabıyla, Sâdık Hidâyet’in öykücülüğünü değerlendirmeye devam ediyoruz.)
‘Alacakaranlık’ kitabındaki ilk öykü olan ‘S.G.L.L.’, 2 bin yıl sonrasında geçiyor. İnsansoyunun tüm sorunları çözülmüş, tüm gereksinimleri karşılanmıştır. Ancak tek bir eksik vardır: “amaçsız ve anlamsız yaşamanın verdiği yorgunluk ve bıkkınlık” (s.11). Aslında Hidâyet, böylece farkına varmadan da olsa şunu söylemiş olur: Hayata anlam veren ve insana amaç kazandıran, sorunları ve gereksinimleridir. Öyküde, geleceğe ilişkin birçok bilim-kurgu öyküsünde olduğu gibi öncelikle gelecekteki toplum yapısı betimleniyor. İki sanatçı arasında düşünsel sohbetler söz konusu olacaktır. Konu dönüp dolaşıp aşka gelecektir. Öykünün, adını, üreme yetisini ve şehvet duygusunu yok eden ‘S.G.L.L.’ adlı serumdan aldığını öğreniyoruz. Fakat bilim-kurgu öyküsünde bile, Hidâyet’in adeta imzası diyebileceğimiz, intihar ve ölüm, belirleyici olacaktır. İnsanlar cinnet geçirecek, türlü yollardan ölecek ve öldüreceklerdir.
Erkeğini Kaybeden Kadın
‘Erkeğini Kaybeden Kadın’ adlı öykü, Nietzsche’nin kadın düşmanı bir sözüyle açılır. ‘Zerrinkülah’ adlı kadın, 2 yaşındaki çocuğuyla, eşini (Gulbebû) aramaktadır. Yol boyunca kurmacasal geriye dönüşlerle, tanışma ve evlenme öykülerini öğreniriz. Zerrinkülah’ın çocukluğu, birçok yaşıtınınki gibi, çok kötü geçmiştir; bu nedenle, evliliği bir tür kurtuluş olarak görmüştür. (Dikkat çekici bir ayrıntı, iki genç kızın “seviyor sevmiyor” oyununu papatya yerine üzüm taneleriyle oynuyor olması... Bir salkımın son tanesi kime rastlarsa, o, sevdiğine kavuşacaktır...) Fakat bu evlilik öyküsü, bir süre sonra aile içi şiddet dramına dönüşecektir. Hidâyet’in kendisi, hayatta huzur bulmamıştır; huzuru öykü kişiliklerine de çok görür.
Başkişi, arayışının sonuna geldiğinde, olaylar hiç de umduğu gibi gelişmez; ama hayret, Hidâyet öyküsünden beklenecek bir biçimde, kendi canına kıymak için güçlü bir nedeni varken, bunu yapmaz. Hâlâ umut vardır. Bu öykü de, Hidâyet’in İran toplumunu derinden kavradığının bir kanıtı... Yazar, bu öyküde, ek olarak, yalnızca kendisininkini değil başkalarının iç dünyalarını da anlamakta ve anlatmakta oldukça başarılı olduğunu gösteriyor. Ayrıca, bu öyküde, esrarın İran toplumunda çok yaygın olduğunu görüyoruz. Bebeklere bile uslu dursunlar diye esrar veriliyor.
Perde Arkasındaki Bebek
‘Perde Arkasındaki Bebek’ adlı öyküde, Fransa’da bir lisede, müdür yardımcısıyla ayrılmakta olan öğrencilerden biri olan İranlı Mihrdad’ın (erkek) konuşmalarına tanık oluruz. Mihrdad’a daha az utangaç olmasını öğütlemektedir. Onun hiç kız arkadaşı olmamıştır; ailesi, onu uygun gördükleri biriyle nişanlamıştır. Vitrindeki bir mankeni satın almayı düşünür; onu gerçek bir kadınla karşılaştırır. Sonunda satın alır da... 5 yıl sonra memleketine döndüğünde onu yanında götürecektir. Mankenle olan hastalıklı ve törensi ilişkisi, İran’da da sürecektir. Bu işin sonu hiç iyi olmayacaktır.
‘Dua’ adlı öykü, bir Zerdüşt metni alıntısıyla açılır. Öyküde, Zerdüştçülerin ölüm törenleri konu edilir. Hidâyet, ‘Dua’da ölü ruhları konuşturur. ‘Dua’, yazarın ustalığını eşli konuşmalarda (diyalog) gösterdiği bir öykü...
‘Verâmin Geceleri’ adlı öyküde, üç ana kişilik var: Yurtdışında ziraat mühendisliği eğitimi alıp dönüşte baba mülkünde çiftlik hayatı yaşayan Feridun, üvey kız kardeşi Gülnaz ve eşi Ferengis. Feridun ile eşi arasındaki tek anlaşmazlık, dinsel inançtır. Feridun’un inancı yoktur; Ferengis ise dindar bir ortamda yetişmiştir. İlerleyen aylarda Ferengis ağır hasta olup yataklara düşecektir ve kurtarılamayacaktır. Bu ölüm, Feridun’u yıkar. Yoksa öbür dünya var mıdır? Evleri perilenmiş midir? Hidâyet, bunun bir peri masalı olmasına izin vermeyecektir; zaten batıl inançlarla mücadele eden bir yazardan başkacası da beklenemezdi.
Tarihsel bir anlatı olan ‘Son Gülüş’ adlı öykü, Buda’dan varlığın geçiciliğine ilişkin bir alıntıyla açılıyor. Arap sömürgecilere yönelik İranlı öfkesinin öne çıktığı ‘Son Gülüş’ün ilk bölümü, eşli konuşmalara verdiği ağırlıkla bir tiyatro oyununu andırıyor; fakat sonraki sayfalardaki betimlemeler ve olay anlatımlarıyla bu tablo değişiyor. Bu konu, Hidâyet’in yazdığı tiyatro oyunlarından biri olan ‘Sâsân kızı Pervin’de de (1930) işlenmişti. ‘Son Gülüş’, buna ek olarak, Budacı inanışları aktarıyor.
İnsanın Ataları
‘İnsanın Ataları’ adlı öyküde, başkişiler maymunlar. İlk öyküde geleceğe giden Hidâyet, son öyküde aynı yerin uzak geçmişine gidiyor. Öykünün ilerleyen sayfaları ‘Maymunlar Cehennemi’ filmini andırıyorsa da, bu maymunları bekleyen kötü son, daha farklı olacaktır. Yanardağın püskürmesini rakibinin kötü davranışlarına bağlayan maymun şefi, günümüzdeki durumu anımsatıyor. Ayrıca, ailenin onay vermediği ilişki izleğini Hidâyet, yalnızca insana değil, başka hayvanlara da özgü bir sorun olarak yeniden kavramsallaştırmış oluyor. Yanardağın sakinleşmesi için ise, günahkar sayılan yenik şef ve eşi linç edilecektir. Kızı ise, şefin yeni eşi olacaktır. Hidâyet, okura, kurban töreninin öncülünü sunar. Yanardağ ise, affetmeyecektir. Tek kurtulan, genç aşıklar olacaktır.
Ana hatlarıyla değerlendirecek olursak, ‘Alacakaranlık’ kitabı, Sâdık Hidâyet’in gerçeküstücü bir bunalım yazarından çok yönlü bir yazara geçişini müjdeleyen bir çalışma olarak tariflenebilir. Önceki öykü kitaplarında, intihar, ölüm ve bunalım, daha fazla öne çıkıyordu. Bu kitapta ise, 7 öyküden ilki bilim-kurgu; sonuncusu tarih öncesini konu alıyor; sondan bir önceki ise, tarihsel bir anlatı. Hidâyet’in eski İran dinlerine ilgisi bu kitapta da sürecektir. Öykülerin neredeyse tümü, ilk ve son öyküdeki dağ adı dikkate alınırsa, İran’da geçer. Yalnızca birinde, ‘Perde Arkasındaki Bebek’te, Fransa ve İran bir aradadır. ‘Erkeğini Kaybeden Kadın’da, Hidâyet, ‘Diri Gömülen’ kitabında yer alan ‘Abacı Hanım’ ve ‘Ölü Yiyenler’ adlı öykülerindeki gerçekçi İran anlatımındaki başarısını sürdürür. ‘Alacakaranlık’ta, Hidâyet’in anlatıcılığını geliştirdiğinin açık göstergeleriyle karşılaşıyoruz.
‘Aylak Köpek’te Hidayet Öykücülüğü
(Bu bölümde, ‘Aylak Köpek’ (1942) adlı öykü kitabıyla, Sâdık Hidâyet’in öykücülüğünü değerlendirmeye devam ediyoruz.)
‘Aylak Köpek’ adlı öykü, ‘Alacakaranlık’ kitabında yer alan ‘Verâmin Geceleri’ adlı öyküde olduğu gibi, Tahran’ın 42 km. uzaklığında olan, halılarıyla ünlü Verâmin’de geçiyor. Bugün 15 bin üniversite öğrencisiyle nüfusu 200 bini aşmış olan şehrin nüfusu, Hidayet’in sağlığında 5 bini geçmiyordu. Hidâyet’in İran’da geçen öykülerinin çoğu Tahran’da geçtiği için, bu notu düşmeyi uygun gördük.
Öykü, üçüncü tekil anlatımla, ‘Pat’ adlı bir köpeğin başından geçenleri anlatıyor. Verâminliler ona hiç iyi davranmazlar; taşlarlar, işkence ederler. Köpek, bu nedenle, psikolojik olarak çökkün ve özgüvensizdir. Hidâyet, insanların iç dünyasından sonra, hayvanların iç dünyasını anlatmakta da başarılı olduğunu bu vesileyle kanıtlar. Bize Pat’ın bu hale nasıl düştüğünü ve sahibinden nasıl ayrıldığını anlatacaktır. Pat’ın artık en çok gereksinim duyduğu şey, sevilmektir. Hidâyet, bu öyküyle, hayvan sevgisini de dışavurmuş olur. Öyküde, Pat’ı okşayıp karnını doyuran adam, herhalde Hidâyet olacaktır. Ancak, yazar, insan başkişilere yaptığı gibi, Pat’a da mutlu bir son bahşetmeyecektir.
‘Kerec Don Juanı’ adlı öyküde, çevirmen notu, Kerec’in Tahran’a 40 km. uzaklıktaki bir sayfiye yeri olduğunu söylüyor. Öyküde, başkişi, bir kafede 10 yıldır görmediği okul arkadaşı Hasan’la karşılaşır. Hasan, ‘masrafı çok olan’ bir kadına tutulmuştur. Üçlü, birlikte Kerec’e tatile giderler. Aynı otelde, ‘Don Juan’ lakaplı bir tanıdık da kalmaktadır. Dörtlü arasında olaylar gelişecektir. Neyse ki, Hidâyet, bu kez, ölüm içermeyen bir aşk anlatısına meyletmektedir.
‘Çıkmaz’da, üçüncü tekil anlatımla, 22 yıl sonra memleketine (Âbâde) dönen Şerif’in öyküsünü dinleriz. Babadan geliri vardır; o yüzden, devlet dairesindeki işini çok da umursamaz. Bir hayli sıkılmıştır ve geleceğe ilişkin bir umudu yoktur. Yalnız yaşar, esrar çeker, içine kapanır. Ölmüş bir arkadaşının tıpatıp arkadaşına benzeyen oğluyla (Mecid) karşılaşınca işler değişir. Onu oğlu gibi görür, evine çağırır. Gencin babasıyla ilgili anıları canlanacaktır. Bu anılar arasında, arkadaşı Muhsin’in nasıl öldüğü de vardır. Öykünün sonunda hüzün hakim olacaktır.
‘Katya’ adlı öyküde, kırklı yaşlardaki Avusturyalı bir mühendisin başından geçen bir aşk macerası anlatılır. O, Katya’yla, 1. Paylaşım Savaşı’nda tutsak düşüp Sibirya’ya gönderildiği zamanlarda karşılaşacaktır. Burada tutsak Türklerden Türkçe öğrenecektir. 1917’de kamptaki Araplar Türklerden ayrılır ve serbest bırakılır; çünkü onlar İngiliz saflarında Osmanlı’ya isyan etmişlerdir. Katya’nın kocası savaşta ölmüştür, küçük bir çocuğu vardır. Ne var ki başkişiyle arasında bir aşk başlayacaktır. ‘Diri Gömülen’ kitabındaki ‘Fransız Esir’ öyküsü gibi, bu öykü de, anlaşıldığı kadarıyla, Hidâyet’in dinlediği tutsaklık anıları üzerinden yazılmış. Bunun için de, kurmaca açısından diğerlerine göre daha zayıf bir öykü gibi görünüyor. Öykü, anıları paylaşanın dilinde daha çok Kaf Dağı masalı ya da avcı öyküsü havası veriyor.
‘Taht-ı Ebû Nasr’ adlı öyküde, Şiraz’da kazı yapan Amerikalı bir arkeolog (Doktor Warner), başkişi olarak karşımıza çıkıyor. 2 yıl süren kazılarda ilginç pek birşey çıkmaz. Ancak bir gün mumyalı bir lahit bulacaklardır. Üstünde buldukları büyüyü uygulamaya dökeceklerdir. Bu, başarılı bir gizem öyküsü. 90’lardan bu yana çekilmiş sürükleyici mumya filmlerini anımsatıyor.
‘Tecelli’ adlı öyküde, başkişi, evli bir kadın olan Hasmik. ‘Suren’ adlı gizli bir aşkı vardır. Ona o akşam görüşemeyeceklerini bildirecektir. Fakat işler beklediği gibi gelişmez. ‘Karanlık Oda’ adlı öyküde ise, yolculukta tanışılan içine kapanık bir adam öykülenir.
‘Aylak Köpek’te Hidâyet yine farklı biçemler ve türler deniyor. Ancak, İran’ı derinden anladığını gösteren öykülere bu kitapta yer vermemiş. Yine de, ‘Aylak Köpek’ öyküsü, hayvanlara yönelik duyarlılığıyla ve ‘Taht-ı Ebû Nasr’ öyküsü, gizemli doğasıyla öne çıkıyor.
***
Romancı ve öykücü olarak tanınan Sâdık Hidâyet, aslında yazarlığa araştırmacı olarak başlıyor. Yayınlanan ilk kitabı, ‘İnsan ve Hayvan’ (1924). Bunu ‘Vejetaryenliğin Yararları’ kitabı izliyor. Ömer Hayyam konulu ve bugün de çok okunan incelemesi ise 1934’te yayınlanıyor. Bunun dışında, usta yazarın yapıtları arasında, oyunları, gezi yazıları ve Fransızca’dan (Çehov, Kafka ve Sartre), Eski Farsça’dan ve Sanskritçe’den (Buda’nın yazıları) çevirileri var.
Belki Türkiyeli okurların yüzünü fazlasıyla Avrupalı ve Amerikalı yazarlara dönmesinden olsa gerek, Hidâyet, Türkiye’de yeterince tanınmıyor. Bu yazıyla, onun daha fazla tanınması amaçlandı. Yalnızca Hidâyet değil, 1979 öncesi ve sonrası yazan birçok İranlı yazar aslında Türkiyeli okura tanıdık gelen bir tarzda ve konular ekseninde yazıyor. İran yazınının İran sineması kadar tanınmadığı bir gerçek. Yüzümüzü komşumuza dönmek için kültürel ve sanatsal nedenler başta olmak üzere çokça nedenimiz olmalı... Hidâyet’in usta öykücülüğü başta geliyor...
Kaynakça
Hidâyet, Sâdık (1930/1995). Diri Gömülen (Farsça’dan çev. Mehmet Kanar). İstanbul: YKY.
Hidâyet, Sâdık (1932/1999). Üç Damla Kan (Farsça’dan çev. Mehmet Kanar). İstanbul: YKY.
Hidâyet, Sâdık (1933/2001). Alacakaranlık (Farsça’dan çev. Mehmet Kanar). İstanbul: YKY.
Hidâyet, Sâdık (1936/2008). Kör Baykuş (Farsça’dan çev. Behçet Necatigil). İstanbul: YKY.
Hidâyet, Sâdık (1942/2000). Aylak Köpek (Farsça’dan çev. Mehmet Kanar). İstanbul: YKY.
Hidâyet, Sâdık (1945/2013). Hacı Aga (Farsça’dan çev. Mehmet Kanar). İstanbul: YKY.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.