- 458 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
KONUŞMAK MÜMKÜN MÜ?
Fon önerisi; Mano Vecina/La vérité
İçinde doğmayacak bir güneşin,
Hiç solmayacak bir çiçeğin,
Vedası olmayan bir gerçeğin özlemi vardı.
Kalbi sırlarla dolu bir mezarlık,
Hayali ufka koşan duyulmayan bir çığlıktı.
İnancı, yeşile sarılı kayalıklar kadar dik.
Gözyaşları toz bulutunda yuvarlanan yapraklar kadar sahipsizdi...
Bir nedeni olmalıydı.
Zamanın tel örgülerle sabitlediği acıların,
Siyah bir kurdele ile uğurlanan vuslatların,
Nedenlerin sarmaşığında çürüyen hesapsız kitapların,
Hepsinin bir nedeni vardı.
Oysa,
Yüzleşmek ihtimalini kaybetmiş zavallı bir mahlukattı…
Aniden aldığı kararlar ile bu ara kendini hiç de şaşırtıcı bulmuyordu. Kalbi ve aklı zıt yönlerin esaretinde, merkezden uzak, çorak diyarlarda, neyi aradığını bilmeden dönüp dolaşıyordu. Daima gökyüzüyle bir arada, sessizliğin sarmaşığından tutunmuş bekliyordu. Beklenen bazen bir ölü, bazen de çözülmesini umduğu bir düğümdü. Aldığı tüm nefesleri içinde büyüttükçe, yaşayacak sanıyordu ruhunun umudu. Ancak günden güne yok oluyordu varlığını hiçe sayan bu kocaman umudun yurdu… Ruhu kıvrımlı bir yolun tuzağında rehin alınan birine dönüşüyordu beklemek onu teselli ettikçe. Kalbi ise mahvolmanın eşiğinde uçuruma bazen bir adım yakın bazen bir adım uzaktı. Maviliğin her tonunda kaybolurken bakışları, dizinde kitapları, elinde bazen sıcak bazen soğuk içi dolu bir bardağı, mevsimlerin birbirini kovalayışını izliyordu.
Dağılan eşyaları yerlerine yerleştirmek, belki de değişimin ferahlığından yararlanırım diye farklı yerler keşfetmek için zor bela yerinden kalktı. Gökyüzüne biraz mola demek lazımdı. Önce koyu tonlarla döşeli, oymalı, sedef işlemeli mobilyalarını gözden geçirdi. Ne de çok tozlulardı. Sahiden bu denli koyuluğa gerek var mıydı? Gerçekten tüm bunları severek mi almıştı. Neyse ki bej rengi halıları tüm bu koyuluğu biraz açmıştı. Pencere kenarına yakın dört ayaklı eski ahşap sehpasının üzerini toplamakla işe başlamak istedi. En son ne zaman kullandığını hatırlamadığı el aynası da oradaydı. Gümüş rengi gri el aynasında kendinden fersah fersah uzaklara kaçan gözlerine bakarken birden bir ses duydu. Kahverengi ahşap parkeden yükselen sert adımların sesi dikkatini dağıtırken aynı zamanda irkilmişti. Gözlerini beyaz Amerikan tipi kapıya yöneltti. Kapının eşiğinde bekleyen biri vardı. Ancak bekleyen kişinin gölgesi sabit değildi. Sanırım kararsızlığın her bir tonu kapıdakini yakalayıp eşsizce boyamıştı. Sessizliği kısa bir süre dinleyince gelen her kimse koşarak geldiği anlaşılıyordu. Kapıya yönelip geleni karşılamalı mıydı, yoksa bekleyip görmeli miydi kararsızlığın gölgesinde bekleyen o yabancıyı, diye düşünürken kapı birden sonuna dek açıldı. İçeriye bir tufan, bir toz bulutu, bir sersemlik doldu.
Yabancının bakışları bakışlarında kenetlendi. Bir an yabancı demekten çekindi. Elleri ne de çok benziyordu ellerine. Hele ki gözlerinde kuruyan yaşları tıpkı dün gece gözlerinde kuruyanların aynısıydı. Ve işte karşısındaydı kendisi. Kendinden bir parça değildi düpedüz kendisiydi kapıda bekleyen bu davetsiz. İnancın korkuya yenildiği, gerçekliğin soyuta kabul edildiği bir an yaşanıyordu. Yüzleşmek gerçek hayatta olduğu gibi rüyalarda da bu denli zor muydu?
Kalp; gerçeklerin aynasından yansıyanları okurken, hayaller ne kadar hüsrana yenik kalabilirdi? Bedenler sarsılırken bir kapının eşiğinde, yokluğun gölgesinde bekleyen bir tufan bize ne denli zarar verebilirdi ? Zaten bunca kötülüğün ortasında yığılmış beklerken... Kapının ardında bekleyen umuda boyalı bir çift göz konuşturmak istiyordu gerçeklerimi. Susmanın zehri ne zamandan beri yakanda asılı kaldı, bırak aksın kelimelerin diyordu. Tüm bu sessizlik devam ederken bıçak gibi keskin bir dağılış yakaladı. İçeri dolan bir korkunun rüzgarıydı. Ve kapı ansızın kapandı...
Unutmak istediği onca mesele zihninde yuva yaparken, unuttuğu ise dün gece uyumadan önce penceresini kapatmamak olmuştu. Dün gece rüyasındaki davetsiz misafir gibi odasına girmek istemişti bir rüzgar. Raflarına sıraladığı vazolarından biri arsız rüzgarın etkisiyle paramparça olurken yüzleşme ihtimali rüyada da imkansızlığın kabuk tutan yaralarına karıştı... Uyandı. Korkuların girdabında boğulmadan belki, ancak konuşmak yine yarım kaldı...
Odaya doldukça doluyordu rüzgar. Rüzgar estikçe bej rengi halıları kalkıp iniyordu. Ve bu korkunç sese gökten bir ses daha erişiyordu. Zaten birkaç saattir sancılı olan gökyüzü, hıçkırıklara gömülü olan kendisine eşlik etmek için izin isteyerek, yağmurun hıçkırıklarını toprağa karıştırmaya başladı. Tavandan yere kadar uzanan duvara monteli dikdörtgen aynanın karşısına geçti. Gözleri karşısındaydı yine izliyordu kendini. Zihninde yığılı konular, avuçlarında bezgin anılar hepsi yüzleşmek için çepeçevre onu kuşatmıştı...Ancak konuşmak ezeli bir sırrın yanık türkülere hapsolan heceleri gibiydi...
Dün gece rüyasında kendisine davetsiz gelen bu misafirini içeriye alıp konuşmak ister miydi bilemiyorum ama şiddetle esen rüzgarın kapıyı sert bir şekilde kapatması sonrası buna rüyada ihtimal kalmadı. Gerçekte ise mümkün mü yüz yüze kalabilmek takdir sizin... Siz bu esen şiddetli rüzgara; ister korkunun rüzgarı ,ister aşkın ihtirası, isterseniz zavallılık diyebilirsiniz. Nasıl isterseniz... Rüyalara yön veremesek de gerçekler gözlerimizin önünde bizlerle...
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN
YORUMLAR
Rüzgarda açılıp çarpan kepenkler.
Geceler sessiz.
Güz dönemi olmalı.
Gece fasılasi.
Birisi var gibi.
Birisi yok gibi.
Çok saygımla Şairim.
ZSENADOĞANTEKİN
Şükür ki uyandık balçıkla filizlenen her şeyden
Temizlendik güneşin sıcağında
Erittik kendimizden geriye kalanları, karanlığın sularında
Sevgilerimle.