- 350 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Saroyan Öykücülüğü ve Yetmiş Bin Süryani
Yaşar Kemal ve Fikret Otyam’ın yakın dostu Amerikalı-Ermeni Bitlisli yazar William Saroyan’ın (1908-1981) ‘70 Bin Süryani’ adlı seçme öyküler kitabı, Türkçe’de Aras Yayınevi’nden yeni baskılarını yapıyor. Yazarın öykülerinden ve 2 gençlik şiirinden oluşan kitapta çeviri ve editörlük güvertesinde Ohannes Kılıçdağı ve Aziz Gökdemir var. Kitapta bulunan 19 öykü, Saroyan öykücülüğünün ilk dönemindeki gelişimini kronolojik olarak gözlemleme olanağı sunuyor. Kitaptaki ‘Ömür Denen An’, ‘Yaz Neşesi’, ‘Nenem’, ‘Berber Çırağı’, ‘Kırık Tekerlek’ ve ‘Çocukların Ölümü’ gibi ilk öyküler, yazarın çocukluk anılarına dayanıyor. 1930’ların Amerikasında yayınlanan Ermeni gazetelerinde çıkan bu öyküler, genellikle Amerika’da Ermenilerin tutunmaya çalışma çabasına odaklanıyor ve bu anlamda, etnik kimlik sorunsalını çocuk gözüyle naif bir biçimde işliyor. İnsanbilim ve halkbilim açısından değerli bilgiler sunup önemli deneyimler paylaşan, ancak yazınsal olarak çok da güçlü olmayan bu gençlik öykülerinden sonra, Saroyan’ı Saroyan yapan asıl öyküler geliyor. ‘Ermenistan’ın Evladı Antranik’ öyküsünde Saroyan’ın 1915’e büyük devletler açısından değil insani yaşantılar açısından farklı bir bakış geliştirdiğini görüyoruz. İnsanların şans eseri Ermeni, Türk, Kürt vb. doğduğunu anımsatan; doğuşta kimliklerimizi seçme şansımız olmadığına dikkat çeken evrensel bir bakış bu. Şöyle diyor bilge yazar:
“İnsanın ülkesi denilen şey neresidir o halde? Dünyanın belli bir parçası mıdır, yeri, adı sanı belli? Irmakları var mıdır? Gölleri? Ya gökyüzü? Ayın doğuşunda mıdır bir ülkeyi diğerinden ayıran şey? Ya güneşin? İnsanın ülkesi ağaçlar, bağlar, çayırlar, kuşlar, taşlar, tepeler, dağlar, vadiler midir? Vatan bir yerin baharında, yazında, kışında mıdır? Canlıların kurduğu düzen midir? Kulübeler, evler, kentlerin sokakları, masalar, sandalyeler, oturup çay içmek, sohbet etmek midir? Yazın sıcağında dalda olgunlaşan şeftali midir? Toprağına gömdüğümüz ölüler midir? Sevgi tohumunun ana karnında filizlenmeye başlaması mıdır? Semanın bir uçtan diğerine kol kanat gerdiği ülkede kulağa çalınan ana dilin ezgisi midir? Ya o dilin yazısını taşıyan sayfalar? O ülkede yapılmış bir resim? O insanların gırtlağından, yüreğinden doğan şarkılar? Danslar? İnsanın vatanı hava, su, toprak, ateş ve hayatın kendisi için sunulan şükran dualarından mı ibarettir? İnsanların gözleridir belki, ya da dudakları, kederi...
Bu sorulara cevap veremem, ama bildiğim şu ki bunların hepsi insanın kanındaki belleğe kazılı.(...)”
‘Nereye Gidersen Git, Çığlığında Memleket’ öyküsünde ise, yazar bizi Amerika’daki bir Ermeni kahvesine götürüyor. Yaşlıların memleketleriyle ilgili kimi zaman tatlı kimi zaman sert tartışmalarına tanık oluyor; çocuklarının etnik kimlik gelişimindeki sorunlarını gözlemliyoruz. ‘Yetmiş Bin Süryani’, yazarın bir Süryani berberle sohbetinin ürünü. ‘Yılan’, gençlik dönemi öykücülüğünü andıran bir çalışma. ‘Devrim’ ve ‘Sevgili Greta Garbo’da Saroyan, Ermeniliğinden sıyrılıp Amerika’daki sendikal hareketlere mizahla yaklaşıyor. Bu öyküler hem konu açısından hem de kimliğin getirdiği kasvetten sıyrılmış olmaları dolayısıyla önceki öykülerden ayrılıyor. ‘Uçan Trapezdeki Genç Adam’da ve ‘Soğuk Bir Gün’de cebinde beş kuruş parası kalmamış bir yazar -elbette yazarın kendisi- şakacı bir dille betimleniyor; onun esinlenme çabalarını yakından izliyoruz. ‘Bir Hayatın Dirilişi’, yazarın yoksulluk içinde geçen çocukluğunu ele alıyor bir kez daha. Gazete satıcılığı yaptığı o yılları yazar, içtenlikle ve din ve toplum eleştirisiyle harmanlıyor.
‘Ben, Dünyada’ öyküsünde Saroyan, kendi yazma alışkanlıklarını ve dünya görüşünü ortaya koyuyor. Bu yönüyle, metin, köşe yazısının ve söyleşinin sınırlarında geziniyor. Bir çocukluk anısını aktaran ‘Savaş’ adlı öykü, barış eğitimi derslerinde kullanılabilecek kadar derinlikli bir içeriğe sahip. Çocuklara milliyetçilik tohumlarının ekilmesinin ve bunun toplumsal sonuçlarının öyküsü. 2. Paylaşım Savaşı öncesinde yazılmış olması da, öykünün önemini ve değerini arttırıyor. ‘Onca İnsan’ ise yine çocukluk anılarından besleniyor; kitaptaki en kısa öykü olma özelliğini taşıyor. Kitabın kapanışını yapan ‘Sen Bir Ermeni, Ben Bir Ermeni’ bir diğer kısa öykü. İki Ermeni’nin, Saroyan’ın deyişiyle iki ‘sıladaş’ın yurtlarından uzakta karşılaşması...
Saroyan öykücülüğü, kurmacadan çok anılara ve deneyimlere dayanan bir anlatı anlayışı üzerinden gelişiyor. Bir anlatıcı olarak Saroyan, kendisinin ve çevresindekilerin başından geçenlerden hareket ediyor. Bu anlamda onun anlatıcılığı, Hüseyin Rahmi ve Sait Faik’inkilerle akraba. Bu, yazınsal anlamda bir zayıflık da sayılabilir, biçemsel bir tercih de. Ancak bu zayıflık ya da tercih, aynı zamanda anlatıcının içtenliğine zemin hazırlamak gibi olumlu bir işleve sahip. Örneğin, birçok kurmaca ağırlıklı öyküdeki “hiç inandırıcı değil” havası, Saroyan’da yok hükmünde. Okurlar olarak ona rahatlıkla inanıyoruz. Bu içtenlik, yazarın yaşamıyla da (yoksulluğu, yurtsuzluğu, yetimhanede büyümesi, okulla arasının olmaması vb.) pekiştiriliyor (Gezgin, 2002). Saroyan’ın öyküleri, ayrıca, etnik kimlik gelişimiyle ilgili akademik çalışmalar için değerli bilgiler sunuyor (bkz. Gezgin, 2001b).
Saroyan’ın öykücülüğü her ne kadar Amerika’da şekillenmiş olsa da, onun anlattıklarında, Haçaturyan’ın birçok ezgisindeki aynı his uyanıyor: Yani “bunlar çıksa çıksa bir Anadolulu’dan çıkmıştır” hissi... Daha değil bilgisayarlar televizyonların bile piyasada olmadığı dönemlerin insanları onlar; ama kendilerini okutmayı/dinletmeyi başarıyorlar; çünkü ‘zamanın ruhu’nun, ‘güncel’in yorucu taleplerinin ötesine geçmişler. İlerleyen yüzyıllarda da okunacak/izlenecekler.
Kaynakça
Gezgin, U. B. (2001b). On ethnic identity development: towards the construction of a model.
Gezgin, U. B. (2002). Armenians as ingroups in William Saroyan’s (1908-1981) stories from the framework of the theory of social representations: a social psychological inquiry.
Saroyan, W. (2016). Yetmiş Bin Süryani. 3.baskı. İstanbul: Aras.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.