6
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
621
Okunma


Zamanda yolculuk diye bir şey olsaydı eğer, insanlar bir zaman diliminden diğerine koşturmaktan yorulur ve yaşamayı unuturlardı. İnsanın içinde dinmek bilmeyen bir yolculuk arzusu bulunuyor ve bu istek onu duygusal ve fiziksel anlamda hayli yoruyor. Ama insan yorulmaya doymayan bir varlık ki sadece gücünü yitirdiğinde dinlenmek için bir istasyon arıyor. Ancak her istasyon tatmin edici değil…
Hayatın buhranları peşimizi bırakmamakla birlikte, bizler bu hayatın bir imtihan olgusu olduğunu unutunca çıkmaz sokaklara dönüşen bir ruhlar sokağına giriyoruz. Yaratıcının bizi, “Hanginizin daha iyi işler yapacağını sınamak için…” (Mülk) amacıyla dünyaya gönderdiği mesajına kulak asmayınca da hepten bir çaresizlik girdabına girmiş bulunuyoruz.
İnsan, koşmakla kutsal bir iş yapmış oluyor elhak bu doğru. Ancak koşturup emek harcamak, durup düşünmekle kâim bir meseledir. Hususan, hızlı bir yaşamın empoze edildiği şu çağda, kendi kendimizle başbaşa kalmayı unutup hızlı bir yaşamın nefes nefese kalan yolcuları olarak çaresizliğimizi çaresizce çare olmayan şeylerde iyileştirmeye çalışıyoruz. Zamanı kendimiz için lanetli bir döngü haline getirip “Zaman yetmiyor, her şey bereketsiz” diyerek hayıflanmakla ömür tüketiyoruz.
Bunca yorgunluğun ve halsizliğin farkına varıp bir istasyonda durup dinlenmek aklımıza gelmiyor, gelse de bir zaman kaybı olarak algıladığımız için “durmak” kelimesini kâmus-ı insanî’den çıkarmış bulunuyoruz. “Ne demek durmak?! Bu kadar önemli işler varken durup da ne yapacağım?” diyerek birçok insan hayatın ayrıntısında gizli bulunan güzel şeyleri kaçırıyor maalesef. Bir an için bile olsa bize hayatın gülümsediği ve gizinde saklı bulunan mutluluklar ve huzur dolu anlar kaçıp gidiyor. Bazen nefretle baktığımız ve hemen geçmesini istediğimiz hüzünlü dakikalar bile içinde önemli şeyler saklıyor. Ama durup yüzleşmek istemediğimiz için kaçırıyoruz.
Hayat bir yolculuksa eğer, her an yürümek veya koşmak gerekmiyor. Bunu bilmek için illaki ayaklarımızın tökezlemesi de gerekmiyor. Her insan kendiyle başbaşa kalmayı öğrendiği ve kendini bildiği nispette, ne zaman yürüyeceğini ne zaman koşacağını ve ne zaman duracağını bilecektir.
Ömür treni gidiyor zaten, yetişmeye çalışmak abes bazı anlara. Zaman bir su birikintisi üzerine yazı yazılmıyor. Bir ormanlık alanda şelale gibi akıp gidiyor. Her saniyesi bir takdir, bulanık suların durgunluğa kavuştuğu ve duru suların bulanıklaştığı anlar vardır…
Ancak zamanın bir istasyona ihtiyacı var, durmalı ve düşünmeliyiz. Başımızı iki elimizin arasında dinlendirmeliyiz…
Zeynep Zuhal Kılınç