- 352 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Çokkültürlü Toplum Çokkültürlü Öykü: Sait Faik Öykücülüğünde Ermeni İmgesi
6-7 Eylül Saldırıları’ndan önce son nefesini veren Sait Faik’in (1906-1954) anlatılarının önemli bir bölümünde, çokkültürlü bir İstanbul ya da İstanbul Adaları betimlenir. Bu çokkültürlüğünün Türk çoğunluk dışındaki temel ayakları Rumlar ve Ermeniler olarak karşımıza çıkar. Sait Faik’in öykülerinde birçok Rum kişilik olduğunu görüyoruz. Ermeni kişilikler Sait Faik’te biraz daha geri plandadır. Ancak yine de, Sait Faik’in Ermenilerin ve Ermeni dilinin anıldığı çokça öyküsü var. Bu yazıda, Sait Faik’in Ermenilerle ilgili öykülerinin bir dökümünü çıkarıp bunları yorumluyoruz. Bunu yaparken, Sait Faik’in Fransa’dan döndükten sonra Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yapmış olduğunu da aklımızda tutuyoruz (Abasıyanık, 2009, s.1468).
Ermeni Balıkçıyla Topal Martı
Sait Faik’in yapıtları arasında, 21 öykü, 1 roman ve 1 şiirde, Ermeniler ya da Ermenice anılıyor. Bunların arasında, ‘Mahalle Kavgası’ (1950) adlı öykü kitabında yer alan ‘Ermeni Balıkçıyla Topal Martı’ öyküsü (Abasıyanık, 2009, s.481-484), öne çıkıyor. Bu öyküde, bir martıyla sohbet eden ‘Varbed’ adlı bir Ermeni balıkçı konu edilir. Varbed, hep sandalına gelen, hep beslediği martıya o kadar bağlıdır ki, öldüğünde yas tutacaktır. Bu öyküde balıkçı ve konuşma ilişkisi anmaya değer:
"Balıkçı bu kadarcık konuştuğuna canı sıkılmış gibi susuyordu. Balıkçı dediğin içinden konuşan adamdır, diyeceğim ama yanlış olur. Balıkçı kendi kendisine bile geveze değildir. Balıkçının gevezesine hiç rastlamadım. İnsan geveze ise balıkçı değildir. Balıkçı ise geveze değildir." (Abasıyanık, 2009, s.482)
‘Semaver’de ve ‘Sarnıç’ta Ermeniler
Sait Faik’in ‘Semaver’ (1936) adlı ilk öykü kitabında, ‘Bir Vapur’ adlı öyküde, vapurda, ‘dost Ermenilere’ rastladığını söyler (Abasıyanık, 2009, s.117).
‘Sarnıç’ (1939) adlı öykü kitabında, 4 öyküde Ermenilere değinir: ‘Kalorifer ve Bahar’ adlı öyküde, renkli bir çokkültürlü toplum betimlemesi yapar:
“İnsanlar birbirini burada, Ahmet, Mehmet, Apostol, Yorgi, Avram, Şalom diye çağırmadıkları için kimin Müslüman, kimin Hıristiyan, kimin Yahudi olduğu da pek belli olmaz. Her üç lisanın kolay, bitaraf, zaruri parçalarını ve argosunu öğrenmiş olanlar da çoktur. Bazan bir Sarı Apostol, bir Sulu Avram’a Yahudice sataşır; bazan bir Barbunya Ahmet, Zargana Agop’a Ermenice dert yanardı.” (s.126)
Yine ‘Sarnıç’ta, ‘Gece İçi’ adlı öyküde, meyhanede içenler arasında ne iş yaptıkları belirsiz olan Ermenileri anar (Abasıyanık, 2009, s.151). ‘Plaj İnsanları’nda ise, Paris’te yaşamış fakat Türkiye dönüşünde, evde Ermenice konuşmayan, Rumca ve Fransızca konuşan bir Ermeni ailenin kızından söz eder (Abasıyanık, 2009, s.196-197). Son olarak, ‘Marsilya Limanı’ adlı öyküde, Marsilya’yı betimlerken, orada ‘Türkçe ve Ermenicesi bol sokaklar’ olduğunu belirtiyor (Abasıyanık, 2009, s.210).
‘Lüzumsuz Adam’ ve ‘Mahalle Kavgası’nda Ermeniler
‘Lüzumsuz Adam’ (1948) adlı kitapta, ‘Bizim Köy Bir Balıkçı Köyüdür’ adlı öyküde bir Ermeni alamanasından (küçük odun gemisi) ve onun Ermeni reisinden söz ediliyor (Abasıyanık, 2009, s.350).
‘Mahalle Kavgası’ (1950) adlı kitapta, iki öyküde Ermeniler anılır: ‘Baba-Oğul’ adlı öyküdeki doktor, Ermeni; hastası, Türk’tür. Doktor, hastasına “Allah’ına şükret ki” içeren bir cümle sarfeder (Abasıyanık, 2009, s.421). ‘Kış Akşamı, Masa ve Sandalye’ adlı öyküde ise, kış gecesinden sıkılır ve ona ‘Kumkapılı bir Ermeni balıkçı küfürü’ sallar (Abasıyanık, 2009, s.459).
‘Havada Bulut’ta ve ‘Havuzbaşı’nda Ermeniler
Sait Faik’in ‘Havada Bulut’ (1951) kitabındaki ‘Yorgiya’nın Mahallesi’ adlı öyküde, Ermeniler, mahalledeki halklar aşuresinin bileşenlerinden biridir:
“Karidesçiler, elektrik amelesi, ekmekçi, sirkeci, marangoz çırağı, garson, berber, akordeoncu, kitaracı, bar artisti, revü figüranı, terzi çırağı gibi esnafın birbiri üzerine yığıldığı yokuşta birbirine karışmış her din ve mezhep, Türk, Rus, Ermeni, Rum, Nasturi, Arap, Çingene, Fransız, Katolik, Levanten, Hırvat, Sırp, Bulgar, Acem, Efganlı, Çinli, Tatar, Yahudi, İtalyan, Maltız daha her türlü milletin birbirine karıştığı bu garip mahalleden sel yatağına her akşam küçük figüran kızlar iner.” (Abasıyanık, 2009, s.531).
‘Havuzbaşı’ (1952) kitabında ise, Ermenileri iki öyküde anar: ‘Gauthar Cambazhanesi’nde sirkteki kadınları betimlerken, ‘bir Ermeni güzeli gibi kara kaşlı, kara gözlü’ der (Abasıyanık, 2009, s.660-661). Bu, anlaşıldığı kadarıyla, yazarın çocukluk anılarına dayalı bir öykü. Öyküdeki sekiz çocuktan biri Ermeni’dir. ‘Bir Ev Sahibi’ adlı öyküde ise, ‘yapı ustası, baba dostu’ Kirkor Efendi yer alır (Abasıyanık, 2009, s.705). Kirkor Efendi, başkişinin babasından çok iyilik görmüştür, o nedenle başkişiye karşılıksız, büyük bir iyilik yapacaktır. Başkişiye göre, Kirkor Efendi, tam zamanında Hızır gibi yetişmiştir. Bu nedenle, ona sarılası gelir…
‘Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan’da Ermeniler
‘Son Kuşlar’ (1952) adlı öykü kitabında, iki öyküde Ermeniler anılır: ‘Gün Ola Harman Ola’ adlı öyküde, ana konu, Mercan Usta’dır:
“Mercan Usta ya kendisi Ermenidir, yahut madamı. Mercan Usta Ermeni de olsa, Türk de, Tunuslu zenci kırması da olsa, mutlaka İstanbul’un Türk halkındandır.” (Abasıyanık, 2009, s.810)
Öyküde, Türkler bir asimilasyon potası gibi görünse de, aslında, tam tersi bir durum söz konusu. Başkişiye göre, Mercan Usta, Ermeni olmuş, Türk olmuş hiç önemli değil. Önemli olan, kişiliği… Kişiliği, etnik aidiyetinden önce geliyor. Büyük bir sevgiyle anıyor onu başkişi:
“Siz bir adamı hiç görmeden, iki dakika evvel öyle bir adamın İstanbul ilinde yaşadığını bile bilmeden, birdenbire, zanaatından ve adından seviverdiniz mi? İçinizi hiç bilmediğiniz bir İstanbul semtinin akşamı kaplarken ve evinin önünde oturup cıgara içen, gözkapakları kirpiksiz ve kıpkırmızı ihtiyar bir adamı hayranlıkla, sevgiyle, saygıyla andınız mı? Hiç içinize taş gibi, ağır bir su gibi bir sevgi oturdu mu? Oturmamışsa Allah aşkına vazgeçin şu yazımı okumaktan.” (Abasıyanık, 2009, s.809)
Aynı kitaptaki ‘Türk Ülkesi’ adlı öyküde ise, kahveci, Erzurumlu bir Ermeni’dir (Abasıyanık, 2009, s.846). ‘Alemdağ’da Var Bir Yılan’ adlı öyküde, başkişi, gençlerden birinin yüzünü Ermeni’ye benzetir (Abasıyanık, 2009, s.885).
‘Hikayecinin Kaderi’ ve ‘Birtakım İnsanlar’da (‘Medar-ı Maişet Motoru’) Ermeniler
‘Hikayecinin Kaderi’ başlığı altında, Sait Faik’in kitaplarına girmemiş çalışmaları derlenmiş. Sait Faik, bu dosyadaki 6 metinde, Ermenileri anıyor. ‘Millet Bahçesi’nde, Taksim Bahçesi’nde, bir Ermeni ya da Macar tasarımı görmek istemez. Öte yandan, bir Ermeni vatandaş ise, sokak ışıkları konusunda tasarruftan yanadır (Abasıyanık, 2009, s.1171). ‘Tüneldeki Çocuk’ta başkişi, İstiklal’den Tünel’le Karaköy’e iner, kendisi gibi bir Ermeni grubu da vapura yetişmeye çalışmaktadır (Abasıyanık, 2009, s.1203). ‘Ketenhelvacı’da insanlardan muhabbeti esirgeyerek ticaret yoluyla hızla zenginleyen Ermeni Kevork Efendi gibileri eleştirilir. Demek ki, insancıllık dininin en yılmaz müridi olan Sait Faik için, zenginlik bile insanlara muhabbetle edinilmelidir. Sait Faik, açgözlülükten de hoşlanmaz elbette, genel olarak insanlığı sevmekle birlikte en çok da halktan insanlara tutkundur:
“1942 senesinde 12,5’luk kundura yaldızı kutusunu 125 kuruşa satan Ermeni Kevork Efendi’nin yanı başında bir ketenhelvacının yaşaması ne garip şey! O İstanbul’daki, senelerce, kocaman dükkan sahipleri; birçoğu memur insan kalabalığına bir tek muhabbet nişanesi taşımadan zengin olmuşlardır. Fakat doymamışlardır.” (Abasıyanık, 2009, 1219)
‘Burhanettin Tepsi ve Devlet Konservatuarı’ adlı öyküde, kadın kişilik, Türk kadın sanatçıları, Ermeni ve Rum taklitçisi oldukları için eleştirir (Abasıyanık, 2009, 1293). ‘Çiçek Pazarında Bir Gezinti’ adlı öyküde Rum çiçekçi, hangi dilde olursa olsun gülün güzel olduğunu bildiren şu sözleri sarf eder:
“- Siz dersiniz "gül". Biz deriz "tiriyandafile", Ermeni vatandaşlar da "vort" derler.” (Abasıyanık, 2009, s.1299)
Son olarak, ‘Beyoğlu’ adlı öyküde, Dolapdere’nin Ermeni kızını anar; fakat söz yarım kaldığından, devamını anlayamayız (Abasıyanık, 2009, s.1409).
Sait Faik’in Hrant’ı
Sait Faik’te ‘Hrant’ adı (Sait Faik ‘Hırant’ olarak yazar), ilk olarak, ‘Şahmerdan’ (1940) kitabında yer alan ‘Krallık’ adlı öyküde görülür. Hrant, Kaşıkadası’nın eski bekçisidir (Abasıyanık, 2009, s.262). Bu öykü, Sait Faik’in ‘Medar-ı Maişet Motoru’ (1944) adıyla yayınlanan, ikinci baskısında ‘Birtakım İnsanlar’ (1952) adıyla çıkan romanında yer alıyor. Anlaşılan, Sait Faik, aynı olayın önce öyküsünü, sonra romanını yazmış. Hrant, 5 yıldır yapmakta olduğu ada bekçiliğini bırakmak istemektedir, sıkılmıştır. Arkadaşı Hikmet, onun işini yapmak için can atar. İlerleyen sayfalarda, Hrant’ın neden bekçiliği bıraktığını öğreniriz:
“Görüşürüz bakalım... İki aya varmaz, karga bokunu yemeden uyandığın zaman nasıl bağırıyorsun: "Allahım! Bana bir insan gönder!" diye, Hani nerededir insan? Fırtına köpek gibi sesler çıkartır. Hele o pis martılar!.. O ne kötü sesli mahluklardır. Görüşürüz, bekçi efendi, görüşürüz!” (Abasıyanık, 2009, s.1597)
Sessiz, içine kapalı bir insan olan Hrant, Hikmet’in, işine talip olmasından sonra sevinçten havalara uçar; adeta kişiliği değişir. Bu romanda bir Ermeni ressam anılır (Abasıyanık, 2009, s.1516) ve bir kişiliğin ağzından şu sözler söylenir; belki de bu, 1915’e, ‘kılıç artıklığı’na göndermedir: “Ermeni’nin dediği gibi, hem dilimizle, hem aklımızla suspus olacağız” (Abasıyanık, 2009, s.1558). Son olarak, ‘Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri’ dosyasında yer alan ‘Söz Açınca’ adlı şiirde Kumkapılı Ermeni kadınlar anılıyor:
“Meremet yapan Ermeni kadınları var ya
Kumkapı’da
Aslan gibi kadınlar
Memelerinden sert balıkçılar süt emmiş
Ak düşmüş saçlarına erkek yürekleri açılmış
Meremet yapan kadınlar;
Onlara da açtım bu sevdadan” (Abasıyanık, 2009, 1746)
Sonuç
Görüldüğü gibi, Sait Faik öykücülüğünde, etnik öteki olarak Ermeniler, çeşitlilik içinde, yer yer olumlu yer yer tarafsız ve nesnel bir biçimde yer alıyor. Ermeni balıkçıyla topal martının öyküsü, hayranlık uyandırıyor. Ermenilerden dostları olarak söz ediyor. Dillerin birbirine karıştığı, Türk’ün Ermenice, Rum’un Yahudi İspanyolcası bildiği çokkültürlü bir dünyayı betimliyor ve betimlemenin ötesinde, bu toplum yapısından sevgiyle söz ediyor; böylece onu olumluyor…
Sait Faik’in kendisi de etnik ötekilerin dillerinden birtakım ifadeleri az buçuk kapmış olmalıdır. En azından, Ermenice küfür edebildiğini biliyoruz. Ermeni balıkçıya ek olarak, yapı ustası, baba dostu Kirkor Efendi, büyük bir övgüyle anılıyor. Hızır gibi yetişmiştir. Aynısını, bir ölçüde, Mercan Usta’da da görüyoruz. Onun Ermeni olmasının bir önemi yoktur. Olsa da sevilir, olmasa da sevilir… Koşulsuz bir sevgidir bu… Sevginin önüne etnik aidiyetleri koymuyor. ‘Gün Ola Harman Ola’ adlı bu öykü, insan sevgisine dair, insancıllığı yücelten özel bir öykü ve bu sevginin hedefi de, gördüğü iyiliğe iyilikle karşılık veren bir Ermeni usta olacaktır. Öte yandan, Sait Faik’in insan sevgisinin sınıfsal boyutu da olduğu görülür: Açgözlü zenginler yerine, halktan insanlara yakın hisseder kendini… Romanında ‘Hrant’ adlı bir ada bekçisine yer veren Sait Faik, şiire yönelince, Kumkapılı Ermeni kadınları anmayı da unutmaz…
Görüldüğü gibi, çokkültürlü toplumun öykücüsüdür Sait Faik. Az önce belirttiğimiz gibi, böyle bir toplumu betimlemenin ötesinde, olumlar da… Ona göre, zaten, olağan durum, budur; ona etnik farklılıklar doğal gelir… Onun betimleyip olumladığı çokkültürlü toplum, daha önce birçok kez yara almıştı; 6-7 Eylül de eksil(til)melere tuz biber ekmiş oldu. Herhalde, usta yazar, 6-7 Eylül Saldırıları gerçekleştiği sırada hâlâ hayatta olsaydı kahrolurdu… Çokkültürlülüğün bir güçsüzlük değil, tersine zenginlik olduğunu anlayanlara da anlamayanlara da Sait Faik öykülerini öneriyoruz…
Kaynak
Abasıyanık, Sait Faik (2009). Bütün Eserleri. İstanbul: YKY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.