- 516 Okunma
- 3 Yorum
- 6 Beğeni
BİR AN
Gökyüzünü izlerken bir yandan da yazmış olduğum yazımı tekrar ederken, arka fona Aytekin Ataş Wounded Bİrd-Strings Version ezgisini yakıştırdım;)Umarım sizler de beğenirsiniz;)
Güneş beyaz bir sayfaya gölgelerini çizerken, rüzgar ılık dokunuşlarıyla uzakların selamını iletiyordu. Turuncunun her tonu kahve rengiyle karıştırılarak, kanatlarına özenle işlenen nazenin bir kelebek, tazecik nefesiyle bahçenin her bir köşesinde; belki bir haber almak, belki vermek, belki de yalnızca uçmak istiyordu.
Rüzgarın harmonisi uzandıkça yaprakların kadifemsi tenine, hışırdıyor yapraklar ve sanki yeşilden sarıya koşuyorlardı.
Gün boyu süren meltem esintisi, ıhlamur ağacının yapraklarıyla olan dansına sanırım biraz ara vermek istedi. Ancak ilerleyen saatlerde gündüz gecenin koynuna sığındığında, eminim ki ötelerden getirdiği rayihaları ; akşam sofralarına, yeni taranmış saçlara, ve de unutulmayan anlara özenle dağıtacaktı.
Doğayı izleyen bir çift göz daha vardı benden başka. Güneşin dokunuşu ile daha bir sarı görünen tüylerine dokunmaya çekindiğim, sakinliği ile beni huzura boyayan minik yavru bir kedi. Tanışacağı ne çok güzellik, yaşayacağı ne çok macera vardı bu henüz tanıştığı yeryüzünde…
Gündüz kapılarını aralıyordu, her gün ki gibi davet ettiği gecenin ayak seslerine. Ayçiçeklerinin boynu biraz daha bükülüyor, güneşin bu vedası ne de çok üzüyordu onları, sanki hüzne gömülüyordu o sarı saçları.
Dağların kahve tonlarındaki rengi geceye emanet edilirken güneşin son kez göz kırpışı ile önce turuncuya sonra yavaştan siyaha boyanıp geceye doğru yol alıyordu.
Ay bugün daha bir istekliydi. Yıldızlara kavuşma arzusu ve en tepeye yükselme tutkusu ile karanlığın bir köşesinde aydınlanmayı bekleyenleri bu kez en içten tavrıyla karşılayacaktı sanki.
Evet gece oluyordu. Ve gecenin örtüsüne inciler dağıtılıyor, kapalı kapılar bir kez daha kapatılıyor, bazen huzur bazen hüzün gönlümüzde damıtılıyor, ve ruhumuza hitaben kocaman bir sessizlik doğuyordu.
Yüzyıllardır konuşulmayı bekleyen meselelerin, derdini anlatmaktan vazgeçip, kendini durgun sularda yok ettiği o günlerdeki sessizlik gibi.
Duvarları siyaha çalan loş sokaklarda, griye kaçan bembeyaz hayallerini kovalarken anne diye ağlayan, yalın ayaklı çocukların havaya karışan son çığlığı gibiydi bu sessizlik.
Hakimin son hecesiyle, kaderi yazılan bir mahkumun, karanlığı kabullenirken gözlerine dolan hüznün gelişi gibiydi sessizliğin bu hali. Belki ani belki ağır aksak…
Adımları en az gece kadar esrarlı, bakışları vazgeçmek nedir bilmeyen bir aşık kadar kararlı, sonunu bilmeden yazılan romanlar kadar sabırlıydı. Bu sessizliğin akıncılar gibi cesur olan yanı.
Yol kenarındaki bir tarla kuşu, bulutların dağılan beyaz pelerinine yamalar arıyorken gün sonunun üzerine sessizlik bir kat daha örtüsünü seriyordu. Kalın bir perde gibi, görünen ne varsa hepsini kapatmak ister gibiydi...
Sessizliğin bir bakışı vardı; Bazen yavru bir ceylanın gözlerinden, bazen yağmura susayan bir bedevinin çaresizliğini yansıtan sözlerinden, bazen de vahşi bir atın engine koşan, uzaklara hasret hırçın yüreğinden, bakardı sessizlik gözlerimin en derinine…
Geceyi ikiye bölen örtüsünü giyerdi sessizlik. Benim gördüğüm; bazen en sade haliyle duru bir gelinlik olurdu. Bazen geri dönemeyecek olanı çağırır gibi ağlayan, çığlıkların boğulduğu cenaze evlerinde giyilen o simsiyah elbiselerden birini giyerdi. Bazen de çırılçıplak tenine ateşi yakıştırır, kalan korunu da saçlarına takardı bu sessizlik…
İstemezdim sessizliği göğsümde bu denli büyütmeyi.
Bu kadar sessiz ağlanır mı?
Biraz bağırmalı insan.
Feryat etmeli çünkü acılar duvar gibi.
Çiçek tarhlarına düşen yıldırımların bıraktığı enkazı yüreğimde hissettikçe, bu acının tarifini komşulara anlatmalı.
İstemezdim sessizliğin saçlarımı okşadıkça , gözlerime buğular serpiştirmesini.
İstemezdim birkaç hatıranın rengini sessizliğin masum avuçlarına teslim etmeyi.
Ve ben kıpırdamaya çalıştıkça bilmediğim bataklıklara gömülmeyi ise hiç istemezdim.
Duymak istemezdim sessizliğin bana emanet ettiği , nehirlerin sesine karışan sensizliğin o korkunç sesini .
Ben İsterdim ki;
Hiç görmediğim yeşili maviye boyayan ırmakların sesinde kaybolmayı,
Tablolardan aşina olduğum kırlardaki papatyalarda dinlenip, uslanmayı,
Adını duydukça kalbimi hızlandıran şarkıların ezgisinde durup , yeniden umuda bağlanmayı,
Ve gözlerimi kapatıp, unutmak istediğim her ne varsa hepsini unutup, güneşe kocaman sarılmayı,
İsterdim…
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN
YORUMLAR
Süsleme sanatı için bu denli yakışıyor sözcükler demek ki...
Üzülen, irkilen, umut eden doğa...
Nakış nakış işlenmiş, yazı.
Çok saygımla Şairim.
ZSENADOĞANTEKİN
Doğa ki kendi başına zaten bir süsleme sanatı.
Biz yalnızca güzel görüp ve de güzel kalsın istiyoruz;)
Sevgilerimle.
Ben İsterdim ki;
Hiç görmediğim yeşili maviye boyayan ırmakların sesinde kaybolmayı,
Tablolardan aşina olduğum kırlardaki papatyalarda dinlenip, uslanmayı
Umarım yakındır hayallerimizin gerçek olacağı o günler..
ZSENADOĞANTEKİN
Ve umarım bir gün bizimle yan yana olur hayal ettiğimiz her şeyimiz.
Canım dostum;)