Şirinkam
Bedia’nın ulakçısı Şirinkam.,
Canı beyaz buğday ekmeğine sıçrarken, yüreği; “Serçelerden kalan kırıntılardan besleniyorum ben.,” diyor.,
Bakar mısın; “Dirilerin barınmadığı döşümde” öteki dünya erbabı rahleye kurulmuş, “ve mahyaye ve memati.,” okuyor!
Siz sözün bir yerinde göğe doğrulup sahibine seslenen serçeleri cezbe halinde gördünüz mü? Pür telaş gırtlaklarına serinlik yetiştirmeye çalışan haranın köleleri gibi onlar. Bu simetrik koşturmaca nın en makbul yerinde başka bir söz işitirsiniz; “bütün testiler kırık hocam! “ Ve bir başka gözün yorumu ise; “.., sızıyor dağların arasına., “ Olur., Sahne, kaderi kuran tarafından kurulmuş, edebi bir gayretkeşlik var, tabiatın faraza sathında ki, elleri kınalı kumrular sevgi serpintilerinin zayii olmaması için terennüm ediyorlar, hep bir ağızdan.
Ne sızıyor sahi, dağların arasına?
Görmüyor musun, diyor ama nerde bende o göz? Ki, “ölü kuşlara mezar kazıyorum ben., “ Anlaşılan herkesin bir işi var ve birde görebileceği görüş açısı! O dağların arasına sızan rahmet huyunu fehmederken ben kadim bir mağrurlukla, “gönül kafesim açık vesselam., “ diyerek rütbemi cilalıyorum, iyice görünsün bencilliğim diye., Hicvettiğin zamanlara mı aşinayım ne?!
Canım acıdığında malayani düşüncelerden, evhamın müdafaası babından, sütre-i Beyza açılıyor ki, nefesleri yüzümü yalarken cennet yelinin; “Acın acımdır diye işaret parmağımı bastırıyorum kalbime., “ Suskunluğum benliğimi kafesler epeyce bir zaman., Ey meşveret sayhası sen orda mısın hala? Ve “Kün fe yekün!” emrine muttali sesin sehlinde, mevcudiyetim tiril tiril titrerken; “Ben ki, dergahın süpürgecisi., “ Deyiverir, fakrı zaruretimin kantarında afaki bir sıcaklık! İliklerimde izanım kaynar, vefasızlığa yol veren hallerimden hasıl olan utancım.,
Esbabı zanna dayandırıp, kulak çınlamalarından vuslat tevilleri yakıştıranlara, yüreğim bir kirmanın ellerinde kırk büklüm oluverir. Usumun tersanesinde usturalar kınından soyunmuş, yerlerinden fırlayan tedavülü geçmiş cesaret nüvelerine lahit açmaya çalışır. Maharetli bir ustayı yâd ederim. Biçare olduğum düşlerde, bikrime kement atan afifliğin toprak kokan avuçlarından susuzluğumu giderdiğim müstesna anlar bir bir gözlerime dökülür. Kavi amanın yollarına türap olasım gelir ama ne çare?!
Hani diyorum; Hariminden firar eden tebessümlerin boş bıraktığı dudak kıvrımlarına, rüyetin tanda yeni günü solumaya çalışırken, kâinat kendi tabiatında evhamını yaşarken, sökün eden doğum sancılarımla, mesken tutup yerleşebilir miyim? Yerim, ara sıra yolun düşecek bir istisna olsun yeter. Yoksa hafıza tellerinde en itibar etmediğin bir kılcalın ucu, tenha tenahüd kavşağı olsa ki, eyvallah.,
Belki kaderin cilvesine muvafık düşerde intizarım, (sabır ve sükut) gülerek bulursun yüzünü yüzüne nevazişi, nevbaharın burcunu., Dağlara emanet edildiğinde paramparça olacağı anlaşılan “İsmi Azam”, kalbin en muhkem yerinde istisnasız bir cihan, on sekiz bin alem ve yaratılışın cemi cümlesini izhar ve ifade eder gibi., Fayda, hak için düşünülürse ceht ve cereme boşa gitmesin kaygıları kâbustur, sadakati gözetenler için. Sahih bir ebcet hülasası, Vakıada şerh edilen vuslata tarih koymalıdır! Onun için rücu ediyorum, bi-iznillah kovulduğum şehirlere gerisin geriye., Buna, makalelerin lügati hicret der mi, bilmiyorum ancak, ezcümle hayra yorulması temennimdir.
Akılla barışıklığımın çok olmadığı lahuti zamanların eşiğinde, gönlüm daiyanlarla beraber. Kendime göre mücbir sebeplerin alıkoyduğu vakte geç gelişimin mazeretini okumaya çalışırken, dualarımda Esma-ül Hüsna motifini işlemeye çalışıyorum, Hulusi kalple., Bezirgan bakışların evhamından ayaklarımı çelmeye çalışırken tamda iffet hülyasında derin denizlerin dip güzelliklerini temaşa etmeye (beklide) gözlerimi yumuyorum., Uyandığımda mekanın hürriyeti olsun isterim ve tabi bir de sen!
Ne dersin ey firuze batın?
Göğsüm titriyor, “ezber ettiğim sizin kapı eşiğinizden gelen fısıltılarken “ Sanki yalvarır gibiyim; Ne olur haber ver, bütün çiçeklerini açtığında serçelerin revh’ayı şakıdığı o mümtaz sathın..,
Mehmet Sani Özel
01.03.2007