- 260 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
HAKKINI ARAYANLAR ARANIYOR???
Yeni işe girmiş ve hak arama eylemine ilk defa giden bir işçi yanındaki diğer işçiyi dinlemeye başlamış. İşçi nefesi yettiğince bağırıyordu. “Geçinecek ücret istiyoruz. Tatil istiyoruz. Ev almak istiyoruz. Araba almak istiyoruz. Çocuklarımız iyi ve kaliteli okullarda okusun istiyoruz. Nitelikli sağlık hizmeti istiyoruz. Eşitlik ve adalet istiyoruz.” Onun hiç bağırmadığı fark eden arkadaşı kaşlarını çatıp sormuş: “Sen neden bağırmıyorsun?” O da istifini hiç bozmadan: “Neden bağırayım ki! Bu istediklerin zaten bizim hakkımız olanlar değil mi?”
Her şey, iyi bir gözlem yapmakla başlar. En yakınımızdan başlayarak çevreyi, insanları, ilişkileri, davranışları, olayları gözleriz. Bunlarla da kalmayız evrenimizi genişletme ihtiyacı hisseden olursa farklı bölgeler, farklı ülkeler ve farklı toplumları da izler. Ayrıca bir ülkenin, sosyal ve ekonomik durumunu, yaşam biçimlerini, refah düzeylerini de merak eder.
Netice de bir karşılaştırma yapılır ve ortaya bir sonuç çıkar. Bu sonuçlar bizim bulunduğumuz konumu belirlememize yardım edecektir. Bu durum normal diyebileceğimiz bireyler için geçerlidir tabii. Teknoloji aracılığıyla iletişim çağının zirvelerinde olmamız bu süreci daha hızlı görmemizi sağladığı açıktır.
Gördüğümüz noktada bilgi, tecrübe ve alışkanlıklar doğrultusunda karar aşamasına geliriz. Hakkın olanı istemek; hakkın olanı verilen kadarıyla yetinmek; hakkın olduğunu düşünmemek de var tabii. Bu da yetinme güdüsünün iktidarca ve inançla desteklendiği ve dayattığı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hak aramadaki tutumumuz kendimize verdiğimiz değerle de orantılıdır aslında. Mücadele alanını ve azmini de bu belirlemektedir. Neyi ne kadar hak ediyorsun? Senin değerini belirleyenler kimler veya neler? Sana verilen değer karşısındaki tutumun aynı zamanda ideolojinle, dünyaya ve hayata bakış açınla, yaşam biçiminle de bağlantılıdır diyebiliriz.
Bazı soru işaretleri bizi bir nebze olsun düşünmeye ve sorgulamaya sevk edecektir. Hak aramak bir sorun mu, yoksa ihtiyaç mıdır? Verilenlerle yetinmek biat anlayışının kutsallaştırılması değil midir? Hakkın olup olmadığı kararını vermek kimin işi peki? Yoksa bu sadece yönetenler ve sermaye sahiplerinin verebileceği bir karar mı? Bu konuda senin düşüncelerin ne kadar önemsenmekte? Peki, kazanılan en temel haklar dahi altın tepside mücadelesiz sunulmuş mudur?
İktidar için emekçilerin çapulcu, bölücü, anarşist ve terörist olarak nitelendirmenin en kestirme yollarından biri onların hak arayışını sokaklarda yani alanlarda sürdürmesidir. İtiraz mercilerinin sorumluluk almaması, duyarsız kalması neticesinde demokratik toplumlarda sokağa çıkılması normalken geri kalmış demokrasilerde bu arayış yöntem dahi kabul edilmemektedir.
Karşılarına sürekli güvenlik görevlilerini çıkaran iktidar verdiği acımasız emir ve talimatlar neticesinde biber gazıyla başlayıp şiddetin her türlüsü hak arayanlar üzerinde uygulamaktadır. Bununla da yetinmeyen iktidar, ötekileştirici bir dil kullanarak yandaşlar tarafından bu kesimleri linç etme seviyesine kadar taşıyabilmektedir. Bunu kutsal bir görev olarak niteleyen gözü dönmüş, zırcahil bir grup her zaman ellerinin altında hazır bulunmaktadır.
Hak arama yol ve yöntemler de çeşitli sınırlamalar dâhilinde şekillenmektedir. Çağımızda bu alan çeşitlenmiş olsa da korku ikliminin gölgesinde duranlar her zaman güvercin tedirginliği içerisindelerdir. Mücadele alanı olarak seçimi beklemek anlayışında olmak da bir tercih olarak görülebilir. Değişimi sadece bununla yapılabileceğini düşünmek saflıktan başka bir şey değildir.
Bu çerçevede gerek meclis gündeminde, gerekse sosyal hayat içerisinde ekonomik, ekolojik, etnik, dini, eğitim, sağlık, hukuk, sosyal güvenlik, iç ve dış işlerinde nice kanun ve yönetmelikler çıkacaktır. Bu süreçte hukuk ve insanlık dışı çoğu uygulamalar, buna mukabil, şahsi menfaatlerini düşünerek hareket eden nice yönetici ve siyasetçiler de türeyecektir.
Nasılsa yetkililer gereğini yapıyor veya yapacak, demek olanları görmezden gelmek ve önemsememekle eşdeğerdir. Bu ucuz insan davranışı duyarsız kalmanın en masumane göstergelerinden biridir. Sadece eş, dost ve arkadaş ortamlarında şikâyetleşip, oflamanın bir karşılığı da yoktur. Kurumsal anlamda gerek meslek örgütleriyle, gerekse çağdaş ve sosyal duyarlılık gösteren sivil toplum örgütleriyle ortaklaşarak mücadele alanını güçlendirmek esastır.
Bunlarla hareket etme zorunluluğu da yoktur günümüzde. Birey ilgi alanı ve yetenekleri doğrultusunda da destek verebilmektedir. Önemli olan ne istediğini bilmektir. Müzik alanıyla ilgili birey o alanı kullanarak katkı sunabilir. Ressamı, şairi, yazarı, sinemacısı, tiyatrocusu, eğitimcisi vs. her alan buna müsaittir. Yapılan haksızlıklara ses çıkarmayanlar kişiliklerini, insanlıklarını ve haysiyetlerini kaybetmeye mahkûmdurlar.
Geri kalmışlığın, düşünme yetisinin törpülendiği nokta ise yetinme duygusunun bir virüs gibi beynimizi sarmasıdır. Yetinme, fakirin fukaranın sığınacağı bir liman olarak görülmektedir. Bir ülkede kimlerin yetinmesi gerektiği, hatta zorunda olduğu genel olarak belirlenmiştir. Burada güç kavramı ortaya çıkmaktadır. Siyasi güç, ekonomik güç, dini yapıların oluşturduğu cemaat gücü ve feodal sistemin getirdiği ağalık. Bunun yanında kimi zaman derin devlet anlayışıyla hareket eden mafyatik güçler.
Toplumun büyük çoğunluğunun bu yetinme alışkanlığı, sonraki nesillere de aktarılmak zorundadır. Bu çaba mevcut yönetimlerin de işini kolaylaştırmaktadır. Hele de resmi tarih söylemleri, suni kahramanlıklar, dini anekdotlar eşliğinde yapılan telkinler, abartılı milli duruş ve halkın emperyal güçlere karşı dirayetli duruşu, kılıç ve kalkan eşliğinde yapılan dizi ve sinemalarla da desteklenerek sabrın selameti beklenmektedir. Bunlar ön plana çıkarılarak halk tabanında dile gelmesi gereken hak ve adalet arayışının önüne geçilmesi sağlanmaktadır.
Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, iktidarların beklentisi sinema yerine evdeki televizyonunla yetinmelisin. Tiyatrolar konserler senin neyine… Tatile gitmek yerine bir ağaç gölgesinde mangal yapmakla yetinmelisin. Beş yıldızlı otellerde konaklama da ne oluyor, haddini bilmelisin! Araban veya evin olmak zorunda da değil zaten. Toplu taşıma hizmetleri siz yetinenler için lüks bile sayılır. Kaynaşmanız için daha ne yapılsın? Asgari ücretin bir tık üstünde maaş almanın gururunu yaşamalısın. Halk ekmek senin için var, her yerde kuyruk olmakla, sıra beklemekle sabretmenin kutsiyetini hissetmelisin.
Sabredip yetinmenin artıları da yok değildir hani. Belki TOKİ’den bir daire düşer de ömür boyu onu öder, şükredersin. Okullarda devletin sunduğu laik, demokratik, çağdaş eğitim modeli ile alakasız müfredatıyla çocukların yetiştirilir. Sağlık sistemimizdeki aylar sonrasına verilen randevular için bile yetinmek de gayet normaldir. Ardı ardına safsatalarla kimi sanatçıların konserlerinin yasaklanması dahi dokunmaz sana. Sahip olduklarınla o kadar haşir neşir olmuşsun ki kendi yağınla kavrulup simsiyah olursun.
Cesur olmayı yanlış ve eksik olarak algılıyoruz sanırım. Bunu sadece savaş hallerinde emperyal güçlere karşı olduğunu düşünüp oturmakla yetiniyoruz. Oysa bu mücadele günlük hayatımızın ta kendisi olmalıdır. Yetinmek korkaklığımızın üstünü örten muazzam bir örtü halini almıştır. Haklı olmak bizi tatmin etmez, mutlaka geri kalanların haksız olduklarını da kanıtlamamız gerekir, diyor William Hazlitt.
Hem yerli hem de yabancı sömürü uzmanlarıyla karşı karşıya olduğumuzun bilinciyle seslenmek yerine uyumaya devam edenler için “YETİNİN” diyor, sizleri iktidarın ve sermayenin vicdanına havale ediyorum.
MESUT AKÇA
YORUMLAR
Hem yerli hem de yabancı sömürü uzmanlarıyla karşı karşıya olduğumuzun bilinciyle seslenmek yerine uyumaya devam edenler için “YETİNİN” diyor, sizleri iktidarın ve sermayenin vicdanına havale ediyorum.
Hakkımı yiyenlere ve yedirenlere bir vatandaş olarak hiç bir zaman hakkımı helal etmedim ve etmeyeceğim...Helalleşmeyin bu kişilerle, kul hakkıyla gitsinler....