- 221 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
BARAKADAN MUTFAK
BARAKADAN MUTFAK
Babamın elindeki sermayenin azalması ile aile olarak kabuğumuza çekilmeye başlamıştık. Ama on kişilik aile nüfusumuzun kimseye muhtaç edilmeden ve kimseye bir şey belli etmeden yaşatılması gerekiyordu. Çözüm annemden geldi. Babama" Haci, gel bu mutfağın sokağa bakan tarafını yıkalım señe bir bakkal düğeni açalım. Senin rehatsız olduğun zamanlarda ben idara ederim bu düğeni."dedi.
Babam başı önünde hüzünlü epeyce düşündü. Kafasında ölçüyor tartıyor ama bir çıkış yolu bulamıyordu. Koskoca servet nasıl eriyip yok olmuştu. Bir türlü nedenini bulup kendi kendine açıklayamıyordu.
En sonunda anneme " Olur mu eksik? Hakket başarabilir miyik?"dedi.
Annem" Heç merak etme biherif! N’olucu yarım günlük iş değil mi? Yıkarık bu duvarı. Sen de ustayı getir bir daraba daktır. Hem beyle daha eyi olur. Señe yardım ederik uşak devşek " dedi.
Mutfağın eşyalarını havuş dediğimiz evin bahçesine yığdık. Sokaga bakan duvar yıkıldı. Oluklu saçtan daraba yapıldı. Sabahları büyük bir gürültü ile açıyor, akşamları kapatıyorduk. İçerisine bir bakkalda bulunması gereken tuz, şeker, çay, bisküvi, pirinç, nohut ve sabun gibi ne gerekse alıp koydular.
Babam hüzünlü ama belli etmemeye çalışıyordu. Buruk bir mutluluktu aslında. Hepimiz yine de her şeye rağmen mutlu idik. Babama her konuda yardımcı olmak hele de biz çocukları çok gururlandırıyordu.
Annem bahçenin bir köşesine briketlerle duvar örüp küçük bir barakadan mutfak yaptı kendi elleriyle. Üstüne de çatı niyetine oluklu saç levha aldırıp kapattı. Kapısı olmayan bir mutfaktı bu. Küçücük. İçinde sadece bir raf,raflarda tabaklar ve tencereler, bir köşede küçük bir lavabo ve tezgah tezgâhın üstünde setüstü ocak. Hepsi bu kadardı. Başka bir şey koyamıyorduk. Çünkü gerçekten küçüktü. Babam üzülmesin diye hiç bu konuda konuşmuyorduk. Annem yemek pişiriyor sonra bizler devreye girip yaz günü ise havuşa minder atıp sofra kuruyorduk. Iki kişi aynı anda mutfağa sığamazdık. Bulaşıkları sırayla yıkardık. Her birimizin ayrı görevleri vardı.
En çok yağmur yağdığında mutfakta korkar ürperirdim. Yağmurun sesi o oluklu saclarda "tapp , tappp" diye sanki taş düşüyor gibi gümbürderdi. İçeriye yağmur suları girer ayaklarımız ıslanırdı.
Kış mevsimini hiç sormayın. Bulaşık yıkarken ellerim buz tutardı adeta.
Tükeniyorduk.Yavaş yavaş değil, büyük bir hızla tükeniyorduk. Çalışan kişi bir, yiyen kişi on idi. Üstelik babam iyice rahatsızlanmaya başlamıştı.
’’Allah’ım lütfen babam iyileşsin. Ben razıyım bu soğuk mutfakta bulaşık yıkamaya’’ derdim.
Olmadı! Olduramadık! Bir kaç yıl mücadele verdik ancak babamı ekim ayında daha 40 yaşını yeni doldurmuşken kaybettik. Annemin babam için o canla başla mücadelesi, artık yaşam mücadelesine dönüştü.
İşte o küçücük mutfağın önünde oturup ikna etti sevgili öğretmenlerim annemi.
"Dayan bir kaç yıl okut Tülay ’ı ’’ dediler. Benim kendimde goremediğim kör noktayı onlar görmüş ve yoluma annemle birlikte ışık olmuşlardı.
Ne zaman eylül ekim ayları gelse hüznüm depreşir o kapısı olmayan , yağmur sularının aktığı mutfağımızı hatırlarım!
Ben geçmişimi asla unutmadım!
Unutup da Kaf Dağı’nda gezmedim. Hep içimde o gariban kız çocuğuna yer verdim. Mütevazı büyüdüm, mütevazı kaldım,kalmaya devam edeceğim.
Kaf Dağı’nda gezenler varsa rica ediyorum benim gönül hanemden ayrılın! Çünkü bu gönül hânesi kendini beğenmiş insanlara tahammül edemiyor!
Saygılarımla...
KARDELEN(Ayrıkotu)
O8.09.2022
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar