- 306 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Mevlid'in doğuşu
Bin dokuz yüz seksen üçün Ağustos otuz biriydi.Aziz ilkokul dördüncü sınıfı başarıyla bitirmiş yine ailesi tarafından takdir edilmişti. Ataerkil yaşadıkları evde üç kardeşin en büyüğü o olduğu için her işi ona yaptırırlardı.Hem hızlı hem becerikliydi. Ona bu durumunu her defasında söyler gaza getirirlerdi. O da buna sevinsin mi üzülsün mü bilemezdi. Annesi son kardeşine hamileyken o gece sancıları artmış ve rahatsızlanmıştı.
Babası ve Aziz tuttukları taksi ile Annesini Erzurum’a götüreceklerdi. Çok zor ve sıkıntılı bir yolculuk sonrası şehre vardılar. Hastane işlemleri yapılan annenin yatışı sağladıktan sonra derin bir oh çektiler. Doktorun söylemesine göre birkaç gün burada kalacaklardı. Hastane için gerekli malzeme almak için çarşıya indiler. Bu Aziz’in köyden ilk dışarı çıkışı ve ilk şehir görüşüydü. Ağustos bitmiş Eylül’e merhaba demeye hazırlanıyordu Erzurum. Yapraklar şimdiden hüzün rengine bürünmüş yerlerde gazeller uçuşuyordu. Üç saatlik yolculuk ve hastane işleri derken epey yorulmuş ve acıkmışlardı. Aziz ilk defa babasıyla lokantada yemek yiyecekti. Bulundukları çarşıda adım başı lokanta görmüşlerdi. Aziz, her lokantanın önünden geçişte iyice acıktığını hissediyordu.Babası belliki bildiği bir yere doğru gidiyordu. Kongre Caddesi Nazik Çarşıya geldiler.Köşe başında duran geniş ve temiz bir lokantaya girdiler.Beyaz gömlekli, siyah pantolonlu garsonlar oradan oraya koşuşturuyorlardı.
İçlerinden biri onlara yaklaşıp ;
“Hoş geldiniz, buyurun “ dedi ve yer gösterdi.
Garsonların davranışları Azize garip geliyordu. “Taam efendim, peki efendim!”
ilk defa bu kadar büyük bir yere gelmenin heyecanıyla yemeğini nasıl yedi bilemedi. Kadayıf dolmasını bitiremedi bile çayını zar zor içti. Babası sigarasından son fırt alıp Azize dönerek;
“Gel seni biraz gezdireyim!” dediğinde dünyalar onun olmuştu. Bulundukları yerin isminin “Gürcükapı” olduğunu söyledi babası. Burada yollar bir kaç taneydi. Yukarı doğru çıktıkça heyecanı artıyordu. Babası ona gördüğü her tarihi binanın ismini söylüyor binayla ilgili bir şeyler anlatıyordu.
“Bak oğlum bu gördüğün hanın ismi “Kuruhapan” az ilerideki şu taş binanın ismi ise “Taşhan” “ dedi. Burada Oltu taşından tespihler ve süs eşyaları yapılır. Onları yapan ve satan ustalara ait dükkanlar var burada. Bu bina Osmanlıdan kalmadır. Sağ tarafa geçip biraz ilerleyince at kestanesi ağaçları içerisinde çok güzel bir cami gördüler. Taş merdivenle aşağı indiler.Tek minareli ama çok büyük bir camiydi. Duvarında “Lalapaşa Camii” yazıyordu. Babası tam ismini söyleyecekken “Okudum Baba “ dedi. Heyecanına ortak olan ve alttan alttan gülen babasının gülüşüne ortak oldu. Babası Azizi kendine doğru çekip başını bağrına yaslandırdı ve şefkatle okşadı. Bu babasının onu ilk sevme anıydı.Dedesigille birlik yaşadıkları için bu sahneleri hayal bile edemezdi.
Babasına doğru bakarak;
“Baba seni çok seviyorum” dedi.
O da Aziz’in gözlerinin içine baktı ve gülerek cevap verdi.
“Ben de seni”
İçeriden güzel Kur’an okuyan hocaların sesi geliyordu.Şadırvana doğru yöneldiler.Abdestlerini alıp tazimle camiye girdiler. Aynı kıyafeti giymiş yedi sekiz beyaz takkeli hoca hep beraber ilahi okuyorlardı.Bugün adeta Aziz’in ilkler günüydü. Caminin içi ışıl ışıldı.İç kubbenin tam ortasından kalın zincirlerle asılı kocaman bir avize vardı. Köyün camisine hiç benzemiyordu. Hocalar, dizleri üstüne oturmuş ilahi okuyorlardı. Şaşkınlıkla bir onlara bir etrafa bakıyor iki de bir babasının dizine vurarak “ Bu kim, bu ne?” gibi soruları peşpeşe soruyordu. Babası sağ elinin işaret parmağını dudağına götürerek “Sus” işareti yaptı.İçi içine sığmıyordu . Ya hocalara ne demeli her biri birbirinden güzel nağmeler çıkarıyor insanları mest ediyorlardı. İçine tarif edemeyeceği güzellikte huzur sinmişti Azizin.
Mikrofonu önüne çeken sakallı ve daha yaşlı olan Hoca güzel sesiyle Mevlid okumaya başladı.
“Mefharı mevcudat Hazreti Fahri Âlem Muhammed Mustafa ra selavat”
Tüm cemaat duyulacak seste Peygamber Efendimize selavat getirdiler.
Güzel sesli Mevlidhanlar coştukça coşuyor sedalarıyla camiyi inletiyorlardı. Cemaatte onlara uyup coşa geldiler. Hatta içlerinden biri “Allllaaaahhh” diyerek yüksek sesle bağırdı.Aziz ilk defa böyle bir şeye şahit oluyordu.Hem garibine hem de hoşuna gitmişti.
Süleyman Çelebi’nin yazdığı ve “Vesiletün Necat” “Kurtuluşa Vesile” ismini verdiği Naatı Şerif yüzyıllardır bu topraklarda okundu, okunuyor, okunacaktı da inşallah. Halk arasında kısaca “Mevlid” olarak bilinen bu eseri Aziz yıllar sonra mesnevi türü bir şiir olduğunu öğrenecekti.
“Allah adın zikredelim evvela
Vacip oldu cümle işte her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi asan eder Allah ãna
Allah adın olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaz o işin sonu...
Cami çıkışı lokum,kağıtlı şeker ve gül kolonyası tutmuşlardı. Aziz lokumu yerken bir ilk daha yaşıyordu.
Babası kafasına koymuştu kızı olursa ismini “Vesile” oğlu olursa”Mevlid” koyacaktı.
Ve Mevlid doğmuştu.
YORUMLAR
Muhteşem!..Azizin gezdiği yerlerde yaşattığınız nostalji için çok teşekkür ediyorum.Mevlid-i Şerifi çok dinlemişliğim vardır.Lise üçüncü sınıfta iken divan edebiyatından hep soru olarak karşımıza çıkardı sık sık.Kardeşimin doğumu Rebiülevvel ayının 12 nci gecesine denk gelince rahmetli babam Mevlüt koymuştu.Rab'im tüm göçmüşlerimize rahmet hayatta olanlara sağlık versin.Sağlıcakla..Saygıyla..