- 396 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Yaşlılık Üstüne Bir Öykü: Birlikte ya da Solo
- Beyefendi, şu amcaya işaret eder misiniz, gelsin benim yerime otursun.
Tramvaydaki genç kız böyle diyordu orta yaşlı adama. Amca ise oralı olmadı, oturmak istemiyordu. Böyle başladı genç kızla orta yaşlı adamın tek taraflı konuşması:
- Şimdi siz yer vermek istediniz ya, ama amcanın oturası yok. Geçende yaşlı bir yazardan okudum, “bize yer veriyorsunuz, rencide oluyoruz” demiş ve şöyle devam etmiş: “böylelikle, yaşlı, çökkün, bitkin, çaresiz göründüğümüzü ima ediyorsunuz. Ya ruhumuz gençse? Üstelik, belli bir yaştan sonra damarların tıkanmaması için oturmak değil, ayakta durup hareket etmek daha iyi…”
Oturmaya devam eden genç kızın yanında öyle ‘yaşlı, çökkün, bitkin, çaresiz’ görünmeyen bir adam bu noktada araya girdi ve böyle başladı ruhu genç amca ile orta yaşlı adamın konuşması:
- İşte tam da beni tarif ettin. Ben 74 yaşındayım ama ruhum genç. Yaşa niye bakıyorlar ki, bakın bol bol balık tutuyorum.
(Amca, pazar arabasının üstünü açtığında, bir bidonun, ağzına kadar gümüş balığıyla dolu olduğunu gören herkes şaşıracaktı.)
- Hiç yaşınızı göstermiyorsunuz.
- Göstermem elbette; ne kadar çok hareket o kadar gençlik…
- Nerede tutuyorsunuz? Dört mevsim tutuyor musunuz?
- Galata Köprüsü’nde tutuyorum. Hiç aksatmam, yaz-kış demem, her gün giderim.
- Özür dilerim. Nerelisiniz?
- İstanbullu’yum.
- Karadenizli misiniz, özellikle de Trabzonlu musunuz diye merak ettim. Hergün bu kadar balık tutuyorsanız, onların yaptığı gibi tatlısını yapıyorsunuzdur belki balığın…
- Yok, derin dondurucuya koyuyorum, Bursa’da akrabalarım var, onlara gönderiyorum.
- Bursa’da balık yok muymuş? Onlar tutamıyor muymuş?
- Yok, onlar da benim yaşımda ama içleri geçmiş, tutamıyorlar. Onların hareket etmeye etmeye içi geçmiş, ancak çiçek suluyorlar.
- İçi geçenler genelde çiçek mi sular?
- Bizim yaşlarımızda çoğunlukla öyle olur.
- Yani bu balıklar da akrabalara gidiyor.
- Evet. Yolluyorum.
- Ama sizin onlara balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeniz daha iyi olmaz mıydı?!
(Karşılıklı gülüyorlar ve böylelikle başlıyor diğer yandaki orta yaşlı hanımla orta yaşlı adamın konuşması:)
- Bizde de bir balıkçı var, hergün gidiyor ama bir türlü tutamıyor, hergün kovası boş dönüyor. Yine de bir sonraki gün bir daha gidiyor. İnsan en azından utanır da, gelmeden önce balıkçıdan balık alıp kovasına koyar, “bunları ben tuttum” der.
- Belki de kendisiyle barışık bir insandır. Mutluluk, onun için başarıdan daha önemlidir. Balık tutma çabasıyla eline balık geçmesini değil, balık tutma çabasının kendisini istiyor ve seviyordur. Olamaz mı?
O sırada tramvayın arka taraflarında bir balıkçı daha vardı; konuşmaları duyuyor ama sohbete katılmıyordu. Onun aklından şunlar geçiyordu: “İşte bu da benim. Evden kaçıyorum, balık bahane. Evdeki kavga, gürültü, başarı beklentisi vb. dışarıda yok. Neden evde oturayım…”
Diğer köşedeki bir diğer balıkçı, içinden şöyle diyordu: “Ben tutup tutup bırakıyorum. Bir yandan tutasım var, bir yandan da kıyamıyorum.”
Bidondaki balıklarsa şöyle diyordu seslerini duyurabildiklerine: “Bizi kendi sorunlarınıza ne alet ediyorsunuz lanetli sapiens türü… Bir de zeki olacaksınız… O kadar zekadan çıka çıka bunlar mı çıkıyor… Zaten iklimi de değiştirdiniz, yumurtalarımızı bırakacak yer bulmak için akla karayı seçiyoruz. Nice ülkeler batırdınız, bari şu dünyayı batırmayın. Ama kime anlatıyoruz ki…”
Fakat bir dakika sonra, az önce söylediklerini unuttular ve son nefeslerinde hayatın anlamı ve anlamsızlığı üstüne düşündüler. Sapiensler, canlı hayatını anlamlı mı kılıyorlardı anlamsız mı… Kendileri için? Başkaları için?
O sırada, dışarıda bir turist lokantasından eski bir parça çalıyordu: “Ben genç olmak nedir bilirim ama sen yaşlı olmak nasıl birşey bilemezsin…”
Balıkların arasında ne yazık ki küçük kara balık da vardı. O ise şöyle dedi: “Çocuklar, büyüyünce (aslında hiç büyümeyin, böyle iyisiniz), benim için “gittiği yol, yol değil” diyenlere inanmayın. Bu kadar yol bu kadar köprü bu kadar beton bu kadar gökdelen, bunların hepsinin bir bedeli var, terletecek kadar herkesi ve üşütecek kadar…
“Demek yaşlı olmak böyle birşeymiş” dedi orta yaşlı adam, o yorucu, bol koşuşturmalı günün sonunda, ayakları tutmuyor, kafası çalışmıyordu. Beyni eski kayıtları tutarken, yenilerine izin vermiyordu. “Böylesi daha iyi değil mi?” dedi bu satırları ilk okuyan… Ne kadar unutkanlık, o kadar mutluluk… Bilgisizlik mutluluk getirir hem balıklara hem sapiense… Hem de bu sözü kim söylemekteyse ona...
Tramvay, son seferini yaptı; ısrarla ayakta kalmayı yeğleyen amca, sayısız kez aynı hatta gitti geldi. Genç olduğunu kanıtlamaya mı çalışıyordu? Yoksa kendine işkence etmeyi seven biri miydi? Sordum ama oralı olmadı, “küçükken kara bir balıktım, büyüdüm böyle oldum” dedi. Artık kavrukçasına beyazlaşmış bir balık olsa da, içindeki karacayı asla susuz bırakmamıştı ve asla sus’lu…
Düşünce trenleriyle yola çıkıp arzu tramvaylarıyla yol alan bu uygarlık, sonunda arzuları trende bırakıp düşünceleri tramvaya bindirmişti. Arzular hızlanmış, düşünceler yavaşlamıştı. Arzular ağır yük olmuştu, düşüncelerse hafif raylı… Ya peki sürücüsüz mü düşüncelerimiz bu çağda? Kaç kez çıkabildik sürü olmaktan ve ne kadar süreliğine?
Her zaman ayakta, isyan halinde olmakta ısrarcı amca atıldı hemen:
- Tramvaylar sürücüsüz, hava araçları insansız, denizler balıksız, trenler düşüncesiz… Ben ne yapayım da isyan etmeyeyim bu çağda?.. Söyle nasıl oturayım da bir izleyiciye dönüşeyim tribünlerde… En ateşli tribün bile geçemez izleyiciliğin ötesine...
Kendisine hak verdim: Ona baktım, geleceğimi gördüm; bana baktı, geçmişini gördü. Kendi kendime hak verdim.
Ayakta durmaya devam edeceğim. Aranızdaki genç ruhlular için, içinizdeki o genç ruh için yer ayırdım yanımda. Bu hayatı böyle geçireceğiz işte, birbirimize tutuna tutuna… Yok eğer gelen yoksa, kendi kendime dengede durmayı da bilirim. Birlikte ya da solo, yaşlanacağız ya da gençleşeceğiz tam da böyle, bu hayatta...