- 314 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HAYATIM (IZ) ROMAN (DI) -1
Aahh.. anacığımın Babası rahmetli İbrahim dedem ah! , canından çok sevdiği kız Ayşe ninem kendisine verilmeyince çareyi kaçırmakta bulur.
Ayşe ninemin sevdiğine kaçmasına kızan ailesi de; kaçan kızlarına hazırladıkları tüm çeyizleri evlerinin avlusuna yığarak hırsından yakarlar.
Offff...
İbrahim dedem ve Ayşe ninemin artık hiçbir şeyleri yoktur, düğün de yapılamamıştır.
Birbirlerini çok sevdikleri için her zorluğa göğüs gererler.Herikisi de çok çalışkandır.
Komşu köy Çakırcaali’de arazilerinin hesabını bilmeyen ağalarla görüşerek, bir kısmının kendilerine verilmesi karşılığında boş arazilerinin hepsini üzüm bağına dönüştürecekleri konusunda anlaşırlar.
Şimdiki gibi öyle kolay değil yoktan toprak sahibi olmak, nasırlı parmaklarla tırmalaya tırmalaya
canlarını dişlerine takarak birkaç yıl içinde epeyce toprak edinirler.
Yıllar yılları kovalar, dördü erkek, bir de anam olmak üzere beş tane de çocukları olur. Aile genişler, aş ister, iş ister... Kolay mı Ege’nin sarı sıcağında ter ile helâl para kazanmak ...
Ayşe ninem; tek kızı olan anamın, kendisi de düğünsüz evlendiği için düğünle evden gelin gitmesine çok özenir.
Ayşe nineciğim, her gördüğü çeyizi aldığı için köyde en çok çeyizi olan kız anamdır.
Bizim yörelerde eskiden düğünlerde; tüm çeyizler evlerin avlularında görücüye sergilendiğinden dolayı bakan herkesin ağzı açık kalır.
Babacığım üç yaşında, kız kardeşi de bir yaşındayken babalarını kaybederek yetim kalırlar.
Oooff.. Of!!!
Köy yerinde yetimlik zor iş.
Küçücük iki çocuğuyla dul kalan babaanneciğim de; beş çocuğuyla dul kalmış olan Ramazan dedemle evlenir. Bu evlilikten de iki kızları olur.
Evde öyle sıcak bir sevgi ortamı sağlarlar ki; tüm çocuklar adeta öz kardeş gibi birarada büyürler. Hatta biz torunları da aynı sıcak sevgi ortamında büyüdük. Hep birlikte çalakaşık yemek yerdik sofrada, birbirimizin eskilerini giyerdik de yeni gibi gelirdi bize.
Rahmetli anacığımın anası Ayşe ninem; babacığımla anacığım nişanlanırlarken gelenek üzerine takılan altınları kimsenin görüp bilmediği yere saklar, yerini söyleyemeden de göçüp gider sonsuzluğa.
O kadar özendiği biricik kızının düğününü de göremeden...
Geyiye kalanlar; acılarını yaşayıp, başsağlığına gelip gidenler bittikten sonra saklanan altınları bulabilmek için evin aranmadık kazmadık yerini bırakmazlar. Yılmadan arar dururlar, eee... yitik zor iş, hele kaybetmeyi gör, gözün sürekli yerlere takılır... Şurada mı acep, aha burada olabilir mi, bakmadığımız yer var mı? Uykuların kaçar.
Velhasıl;
Ahır, ambar, samanlık vs. derken en sonunda, bahçe içindeki mutfağın kırımızı toprakla sıvanan tabanının da kazılması sonucu gömülerek saklanan altınları bulurlar. Derinden bir ooohhh çekerek rahatlarlar.
Babam,düğünden birkaç ay sonra askere gider.
O sırada dedemle dayılarımın üzüm bağlarına bitişik yedi dönüm satılık bir bağ vardır.
Anama, "altınlarını satalım, bizler de yardım edelim de orayı sana alalım, hem aramıza el girmemiş olur, hem de hepimiz birarada oluruz" derler.
Buna çok sevinen canım anacığım tüm altınlarını verir, dedem ve dayılarımın da yardımı ile bağı alırlar.
Daha babam askerden gelmeden ben dünyaya gelirim. Anacığım beni babaanneme bırakır, canla başla bağda çalışmaya başlar.
Anasıyla babası gibi çok çalışkandır. Uçanla kaçan kurtulur sadece elinden. Zamanla bağın başına bir oda altta, bir oda üstte, kerpiçten, üst katına inip çıkmak için dışarıdan ağaç merdivenli,o zamanlar kule denilen bir bağ evi yaparlar.
Yan tarafına da dayımlarla birlikte bir kavak,iki çeşit incir, iki tane şeftali ağacı dikerler.
Dedemi de hiç çocuğu olmayan dul bir kadınla evlendirirler.
Aklım ermeye başladığından beri anacığımla birlikte her yaz bağ evlerine göçmeden önce hazırlık yapardık.
Anacığım, o iki katlı kulenin içlerini dışlarını ve üzüm sergisini her sene elleriyle sıvardı..
Sıvama deyip geçmeyelim, öncelikle eşeklerle yapışkan killi toprak çekilir, kocamaaan yığın yapılır, içine biraz da saman katılarak karıştırılır, ortasına çukur açılır, açılan çukura su doldurulur,çapa ve kürekle çamur haline gelinceye kadar iyice karılır. Sıva çamuru yapacağım derken cılkı çıkar insanın...
Eeee... sıva çamuru da susuz olmaz ki, öyle bir içim suyla da karılmaz elbette.
Eskiden bahçeleri sulamak için su yeraltından emme-basma tulumbayla çıkartılırdı, şimdiki gibi hekesin artezyeni nerdeee...
Basa basa kolları kopacak gibi sızlardı insanın.
Babamın ellerinde ekzama hastalığı olduğu için toprak işleriyle uğraşması yasaktır. O da başkalarının yanında traktörle yapılacak işleri yapar. O zamanlar çok kişilerde traktör de yoktu zaten.
Bağların araları atların arkasına koşulan karasabanla sürülürdü. Asmalar da şimdiki gibi, beton direkli, telli yüksek sistem olmadığı için çok yayılır, köklerine yaklaşılamaz, bu yüzden çapalanacak alan çok geniş kalırdı.
Kadınlar kendi aralarında imece usulü sırayla birbirinin bağlarını çapalarlardı. Ben de susuyanlara su dağıtırdım. Büyüdükçe ben de çapa yapmaya başladım.
Hem var güçümüzle çapa sallar, hem de türküler söylerdik. Türkü söyleye söyleye çapa yaparken yorgunluğunun farkına varmıyor insan.
Haaa.. unutmadan söyleyim;
En çok söylediğimiz türkü de;
"Cevizin yaprağı dal arasında
Severler güzeli bağ arasında
Üç beş güzel bir araya gelmişler
Benim sevdiceğim yok arasında"...
Hala ara, sıra mırıldanırım bu türküyü, hatta bazen sabah kahvaltısında radyoyu açtığımda tesadüfen bu türkünün çaldığı da olur. Anında altmış yıl maziye dalar, tüm ebediyete göçenlerimi diriltirim adeta...
Ahh o türküler ahh.. ne tatlı gelirdi bize, türkü söyleye, söyleye çapa yaparken enerjimiz ikiye katlanırdı sanki.
Yorulduğumuzun farkına ancak; eve gelip yemek yedikten sonra varıyorduk.
Her ne kadar yorulsak da o yorgunluk uykusunun tadını hiç unutamıyor, sabah horozların ötmesiyle beraber çivi gibi dimdik kalkıyorduk.
Biz bir kız bir erkek; iki kardeştik. Canım kardeşimi, daha yirmisekiz yaşındayken ansızın bir trafik kazasında kaybedince tek kaldım.
Kazadan bir hafta önce bana hem süt getirmiş, hem de yaşlanan asmaların sökülerek yerlerine yenilerinin dikilerek tazelendiklerinin müjdesini vermişti.
O, binbir emek, ter, çile ve nice umutlarla yemeden içmeden alınıp da; tırmalaya tırmalaya adam edilen yedi dönümlük üzüm bağı bana miras kaldı işte.
Devam edecek.
#Su
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.