- 303 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
“YERELDEN EVRENSELE” (Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi) DERGİSİ ÜZERİNE!
Beyni ve yüreği bilim ışığının aydınlığına, çağdaş uygarlığa, sanata kucak açmış; halkının ulusal değerlerini, derginin adı gibi “Yerelden Evrensele” taşımayı amaç edinmiş; birbirinden değerli dostların, yurtseverlik – halkının değerlerine düşkünlük dolu duygu ve düşünce yazıları; Haremiye, namerde geçit vermemiş, kına renkli, yüksek, yüce, ulu dağlarını, uçsuz bıçaksız ovalarını… Yiğit, yağız, namuslu Anadolu Halkını; Gözyaşı gibi duru, doğal, berrak akan nehirlerini, Yaşar Kemal’in ‘Savrun Çayını’ anımsattı bana.
Toplumları ayakta tutan, özellikle Halk Kültürünü, Bilimsel Bilgiyi ve insanlığın ortak duygusu - bileşeni Sanatı merkezine koyan derginizi kutluyorum.
Kültür, ait olduğu toplumun dil, din, bilim, üretim, tüketim - paylaşım biçimi, tarih, ahlak, eğitim, edebiyat, düğün, bayram… Sanat, estetik, müzik, töre, inanç, gelenek ve görenek, giyim ve kuşam, ağıtlar, ninniler, maniler, destan, mitoloji ve türküler gibi maddi ve duygusal bütün niteliklerinin değerler toplamıdır.
Toplumların tarihsel maceralarının mayası, sosyolojik öykülerinin toplamıdır kültür. O maya ve öykü siyasi tarihlerinin, tarihsel sosyolojilerinin aynasıdır. Toplumun o tarih ve tarihsel sosyoloji aynası; bir halkın en karanlık – bebeklik çağlarından günümüze; değişe, dönüşe ulaşan bütün niteliklerini yansıtır.
Kültür, toplumların tarihin bilinmeyen çağlarından günümüze ulaşan; mitolojiden mimariye, Tanrıbilim – Teolojik yapılardan mağara figürlerine, sanatsal eserlere kadar; öncelikle kendi toplumunun seciyesinin - haritasının özelliklerini taşıdığına tanık oluyoruz.
Çünkü kültür, bir halkın ortak duyuş, düşünüş, inanış ve davranış birliğini sağlayan değerler manzumesidir.
Bir halkın kültürünün yapı taşı sözcükleri ve dilidir. Dilini kaybeden kültürünü; kültürünü unutan da dilini kaybeder ve tarih sahnesinden silinir. Çünkü dönüp insanlık tarihine baktığımızda; dilini yani kültürünü kaybeden, nice halkların - ulusların tarih sahnesinden göçüp gittiklerini görüyoruz.
İşte “Yerelden Evrensele” dergisinin, halkının bütün maddi ve duygusal niteliklerini – kültürel değerlerini, gelecek kuşaklara aktarmayı, ulvi bir görev edindiğini gördüm.
Büyük, ölümsüz usta, Anadolu’nun ulu çınarı, mitlerin – mitolojilerin babası Yaşar Kemal’in dediği gibi; “Evrensele Giden Yol, Yerelden - Ulusaldan Geçer.”
Mitolojilerin ve efsanelerin babası Yaşar Kemal bir röportajında: “Her Yeni Yapıtıma Başlamadan Önce ‘Savrun Çayı’ ile Konuşur, Dertleşirim. Onun Hüzünlü Akışını, Acılı, Ağıt Dolu Sesini Dinlerim.” der.
Yereli, ulusalı, bir halkın özü olan kültürünü; bundan daha güzel, daha etkili kim, nasıl anlatabilir. İşte Kemal Sadık Gökçeli’yi, Yaşar Kemal yapan; evrensele taşıyan da O’nun halkına, kültürüne olan tutkusudur.
Büyük Usta Yaşar Kemal’in 15 Ocak 2015’te, hastaneye kaldırıldığını duyduğum günün akşamı; O’nun, halkının acılarıyla ağıtlarıyla dolu yüreğinin direngenliğine olan inancımla yazdığım şiiri sunuyorum dostlar:
İNCE MEMED’E
Diren İnce Memed
Diren Gardaş
Mitlerin, Mitolojilerin Atası
Ana sütümüz gibi ak
Pınarları berrak
Küçük Asya’nın
Ey ulu çınarı diren
Kurban olam sana
Haine ve kancığa
Bayram ettirme
Oh Dedirtme Gardaş!
Fırat suyu
Kan akmaya devam edecek
Karayılanlar
Haremiler saracak her yanı
Demirciler Çarşısı Cinayeti
Kördüğüm kalacak Gardaş
Avludaki kırmızı Nar Ağacı
Çakırdikenleri
Zakkum çiçekleri
Hıtmiyeler küsecek
Savrun Çayı akmayacak
Abdi Ağa, Hatçe Kızı
Yeğeni, Kel Veli’ye alacak haa!
Anadolu’nun dili
Kilimlerin renklerini
Acısı ve sevinci ortak
Bu halkları, bu toprakları
Hoyratları ve ağıtları
Torosları, Çukurova’yı
Ağrı Dağını, Yılan Kalesini
Bir de efsaneleri
Öksüz ve yetim bırakma Gardaş!
15 Ocak 2015 // Antakya
Evrensele kulaç atacak, büyük insanlık ailesini kucaklayacak, kurtaracak ve kuracak; gözyaşı gibi, gülümsemek gibi insana özgü, evrensel ortak duyguyu yaratacak olan her sanat ve her sanat yapıtı: Doğadaki farklılıkların uyumu gibi, toplumlardaki farklılıkların da zenginlik olduğunu, bu zenginliğin birbiriyle kardeşliğini sağlamalıdır.
Toplumsal çelişkileri, ezen ve ezileni, zalimi ve onun zulmünü - sömürü düzenini… Kına yakmış dağlarını, ot bitmez çıplak başlı kel kayalarını… İçinde çimdiğimiz soğuk, serin, berrak derelerini, çaylarını, ırmaklarını… Hüzünlerini, sevinçlerini, türkülerini, ağıtlarını, hoyratlarını… Beyni demir çerçeve içinde tutulmuş; aç, sefil, gün görmemiş, cepheden cepheye koşmuş, kavruk yüzlü, bükük belli insanlarını anlatmalıdır sanat yapıtı.
Türk Edebiyatı Orta Asya Bozkırlarından, Küçük Asya Anadolu’ya çağlayarak akan bir ulu ırmaktır. İşte o ulu ırmak, dünyanın en büyük ve bin bir renkli çiçek bahçeli mezarlığı olan Anadolu’yu sulamaktadır. Bu niteliğinden dolayı, dünyada hiçbir ulusun edebiyatı, bu kadar renkli bir mozaiğe, zenginliğe sahip değildir.
Yurdunun bağımsızlığı yolunda verdiği savaşı; uğruna hapisler yattığı aşkını, kavgasını, denizini, kumunu, yıldızını, toprağını, çiçeğini, çiçeklerden bal yapan arısını… Güneşin yakıp kavuruculuğunu, gecenin zifti karanlığını, tilkisini, keçisini, sarı öküzünü, serin sabah şafaklarını, yaşamı her sabah yeniden kuran, dünyayı döndüren alın teri, en yüce değer emeği… Karpuz taşıyan kamyonlarını, kavun kokan ovalarını, üzüm ve incir bağlarını:
Dede Korkut gibi Bile - öğütçü, Ahmet Yesevi gibi Tasavvufi, Şeyh Bedrettin gibi eşitlikçi, “Benim Kâbem İnsandır” diyen Hünkâr Hacı Bektaşi Veli, “Ne Olursan ol, Gel” diyen Mevlana, Türkçe’nin Piri Yunus Emre… Çığlık çığlık “Ben Dönmezem, Dönene Dönsün Yolundan” diyen, isyanın ve inancın kavgacı şairi Pir Sultan, Karacaoğlan, Sosyalist Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Enver Gökçe, Bekir Yıldız, Orhan Veli, Ali Yüce, Cahit Sıtkı Tarancı, İlhan Atilla… Yaşar Kemal gibi anlatmalıdır.
Yerel, ulusal kültürel değerler taşımayan hiçbir sanat yapıtı; evrensele ulaşamaz. Çünkü sanat yapıtı kendi halkının özü – kültürünün zenginliğini taşımalı. Yurdunun toprağı kokmalı, insanının alın terinden, göz nurundan beslenmeli her sanat yapıtı…
Nazım Hikmet’in ezen – ezilen, sömüren - sömürülen (Anadolu’nun Emperyalist İşgali) sınıf mücadelesi çelişkisinden yola çıkarak, yazdığı; Türkiye Halkının ulusal İmecesi olan “Kuvayı Milliye Destanı, Kadınlarımız…” Yaşar Kemal’in “İnce Memed’i…”, Orhan Kemal’in “Hanımın Çiftliği…”, Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı” ’sı gibi; Halkının alın teriyle, kanıyla yoğrulmuş; saran, sarmalayan, yıllanmış şarap gibi sarhoş etmeli okuyanı, dinleyeni ve seyredeni. Bu değerleri içermeyen yapıt, büyük insanlık aileni kucaklayamaz, ona ışık olamaz.
İlla da kurtarıcı, kurucu Mustafa Kemal Atatürk’ün: "Dünyada Hiçbir Milletin Kadını, ’Ben Anadolu Kadınından Daha Fazla Çalıştım, Milletimi Kurtuluşa ve Zafere Götürmekte Anadolu Kadını Kadar Hizmet Gösterdim’ diyemez."
Evet, ayakları nasırlı, elleri bağ bıçağı gibi tırtırlı, zifti siyah saçlı, yurdunu – toprağını namus bellemiş Anadolu Kadınını… Efelerini, Çetelerini, Dadaşlarını, Karadeniz’inin uşaklarını… Zalimin, zulmün karşısında - mazlumun, adaletin yanında olan çatal yürekli, namuslu eşkıyalarını anlatmalı; Anlatmalı ki yerel ve ulusal olsun, evrensele uzansın o sanat yapıt.
Jeopolitiğinden dolayı Batı dünyasından Rusya’sına, Emevi Selefi - Vahabi Arap dünyasına kadar; herkesin göz koyduğu - ele geçirmeyi, sinsi sinsi hayal ettiği; yiğit, namuslu analar diyarıdır Anadolu…
Size ihanet etmeyen ve etmeyecek olan, aşkların en kalıcısının, en ölümsüzünün parçası olduğumuz doğaya, toprağına, yurdunun insanına, aidiyet – bağlılık duygusu içinde olmayan, onu sevmeyen, eline kalemi almasın boşuna.
“YERELDEN EVRENSELE” dergisinin, Halkının kültürel değerlerine duyduğu bu sorumluluk Beni gönendirdi.
Beyin ve beden gücü kutsal emek imece ile dergiye katkı sunmuş ve sunacak olan dostlara selam olsun…
24 Ağustos 2022 // Antakya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.