- 344 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-ÖN YARGILAR HER YERDE Mİ? ÖYLEYSE NE Mİ YAPMALI?-
Tanınmış bir psikolog, kişisel gelişimci hocamız Üstün Dökmen’in “Başörtülü psikolog, psikiyatrist, PDR uzmanı olmaz. Seans esnasında özdeşim kurar, sempati duyarsam artık o psikolojik danışman olmaktan çıkar” Şeklindeki sözleri genel olarak tepki almakta. Ünlü psikolog, kişisel gelişim uzmanı her ne kadar kanıt sunsa da; icat çıkardığı kanısı uyandırmakta, Modernizmin ötekileştiren argümanlarından birini sunmakta denilmekte.
Tam da bu noktada soralım: Hasta danışmanına başı örtülü diye yakınlık ya da soğukluk duyarsa, başı açık bir psikologda hastasına aynı parametreler üzerinden ön yargılı bakamaz mı?
Hoca görünüşte bilimsel bir detay vermekte. Mesela diğer meslekleri sıralayıp, onların mensupları başı örtülü olabilir, psikolog ya da psikiyatrist olamaz, olursa hastasına ön yargılı bakabilir, hastası da ona kendini ona göre açıp kapatabilir gibi söylemlerle ucu totalitarizme kadar uzanan zihinsel, ruhsal tortuları döküp saçmakta. Dahası hukukçu örter mi hocam şeklinde bir soruya da, hukuk benim alanım değil, kesin bir şey söyleyemem demek suretiyle ayrıca bilinçli ve bilimsel bir hava estirmekte. Deyim yerindeyse aa bak alanım değil diyor, demek ciddi adam, alanı değilse konuşmuyor, bu da gösteriyor ki diğer konuda bi bildiği var ki konuşuyor dedirtebilir de.
Şöyle ki, mimar, mühendis, teknisyen, yargıç, savcı, avukat, öğretmen, hekim başını örtebilir, psikolog ya da psikiyatrist örtemez, örtmemeli derken özünde şunu mu demekte hoca? O mesleklerin mensupları benim meslektaşım değil, onlarla aynı koridorda, ortamda karşılaşmak ihtimalim fazla yok, oysa psikoloji, psikiyatri gibi sahaların insanları benim meslektaşım, onlarla yolumuz sıkça kesişir. Tam olarak dediği bu mu acaba?
Hani Nasrettin hoca fıkrası vardır. Hoca evlenene kadar karısının yüzünü görmez. Gerdek gecesi bir bakar, çirkin mi çirkin, gudubet mi gudubet bir hanım almış meğer. Tabi iş işten de geçer ya ertesi gün karısı misafirlerden kimlere görüneyim kimlere görünmeyeyim deyince, tam aradığı fırsat hocamızın. Aman hanım bana görünme de kime görünürsen görün deyiverir. Şimdi zamane hocası da, psikolog ve psikiyatristlere kota koymakla, başı örtülü hanımlar adına aman bana görünmeyin de kime görünürseniz görünün demesin sakın. Olur mu olur şimdi.
Sözüme mim koyun lütfen! Yüzeyselliğiyle, derinlikten yoksunluğuyla kişisel gelişim kulvarının çıkmazıdır bu özünde. İlk bakışta, canım ne alaka, bir kişiye bakıp harcadın mesleği denebilir. Ne var ki, kazın ayağı öyle değil sözünün hükmüyle belirtmek isterim ki, yıllarca çeşitli etkinliklerde birbirinden farklı muhtelif uzmanları izledim, dinledim. Genel olarak psikoloji, iletişim nosyonunu atasözü, vecize, fıkra, kısa alıntı, bir mısra üzerinden verirler. “Sema kendilerine yardım edenlere yardım eder” yahut “anı yaşa”, “hayatı ıskalama” türü gazozuna maç modunda slogan ifadeler, doğrunun hap haline getirildiği kalıp söylemler gırla gider artık.
Neden peki? Ya da hangi şartlar böyle kısa paslaşma çizgisinde bir alanı meslek kılıp, kurumsal hüviyet kazandırır. Sanayi ve teknolojinin hızlı ve zamanla yarışan ritminden başka ne ola ki bu? Hani derim ki, kendini geliştir bizi uğraştırma fazla makamında çalan, bilimsel bir disiplinden ziyade kapitalist sistemin ayak oyunlarından başka bir şey ortada yok. Elbette bir Stand-up ortamda gündelik stresin dışına çıkmaksa eyvallah. Veya pratik düzeyde umumi kültür katmaz değil, katar da. Ancak reklam edildiği kadar, o kadar uzun boylu da değil be kardeşim!
Demem o ki, yıllarca takıntılarla, saplantılarla meşgul olmuş bir hocamızın, benzer hallerle toplumu meşgul etmek noktasına gelmesi ne hazin bir manzara deriz de, tesadüfi ya da kişisel almakta hata olur zannımca. Yahut bir psikoloğun psikoterapiye ihtiyaç duyduğu anlamını mı vermekte? “Mum dibine ışık vermez” ya da “terzi söküğünü dikemez” türü söylemlerin bir açılımı karşımızda mı? Ne dersiniz? Üstadın otoriter, buyurgan, devletçi seçkinci narsisizmin kıskacından kurtulamadığı ve profesyonel yardım almasının gerekliliği akla gelebilir de.
Bu bağlamda hocamıza kızmakta anlamsız derim. Bilakis açık sözlülüğünden dolayı saygı duymak bile mümkün. Psikologlar, uzmanlar robot teknolojisinin son harikası değil ki? Ruhsal, zihinsel arazlar onları da yoklayamaz mı?
Amma velakin hoca problematiği akılcılaştıran söylemler geliştirmekte. Söz gelimi “Psikoloğun terapi esnasında dini ya da siyasi simge takmaması gerektiğini belirten Dökmen, ofisinde Atatürk resmi bile olmadığını dile getirmekte. Şöyle ki, ilk bakışta gerçekçi dursa da, odada Atatürk resmi terapinin özünü niye bozsun ki sorusuyla beraber sorgulama uyandırabilir de. Örneğin bir başka uzman Nevzat Tarhan bu tarz hususlar hakkında “Bununla ilgili katı inançları varsa ve bu inançlarını hiç tartışmadan sanki kanıtlanmış doğrular gibi savunuyorsa böyle durumda karşı tarafı üzecek, sinirlendirecek bir şey yapınca bunu kişinin hastalığına bağlar ve bunu kendi ön yargısı nedeniyle yapar. En önemlisi de bu kişiler katı inançları nedeniyle ve böyle ön yargıları taşıdığı için böyle düşündüklerini de inkâr ederler.” Demektedir.
Sözün özü, başı açık ya da örtülü olmak değil ama sağ ya da sol yönde totaliter, otoriter, baskıcı, diktacı eğilimler psikoloji mesleğinin baş tacı kıldığı özellikler olmamakta.
Öte yandan, madalyonun diğer yüzünde ise Üstün hocaya yöneltilen bir eleştiri karşılıyor bizi. Ali Osman Aydın adlı bir yazarımız, şüphesiz Üstün hocaya haklı sitem ve tenkitler yöneltmekte. Nitekim yazısının bir yerinde çarpıcı bir örnekle “Charlie Chaplin’in “Büyük Diktatör” adlı filmi vardır. Bu film faşizm hakkında yapılmış harika bir taşlamadır. Filmdeki diktatör Heinkel ( yani Adolf Hitler): “Subaylarımız ne kadar da esmer! Önce Yahudilerden sonra da esmerlerden kurtulacağız ve mavi gözlü, sarışın bir ordu kuracağız.” Demektedir.
Yazarımız devamında da “Ayrıca daha temel bir sorun var. Nötr olmak gerçekten mümkün mü? Bir ölçüsü var mı? Psikolog Kürt, danışan da Laz olursa, nasıl olacak mesela? Şive farkları da empatiye engel olmaz mı? Ya dövmeler! Argüman tutarsız olunca her yeri dökülüyor görüldüğü gibi…” Demekte.
Şu kadar ki, bir başka yerde ise “Önce şunu söylemem gerekiyor. Psikoloji bir bilim değil. Dolayısıyla Üstün Dökmen de bir bilim adamı değil. Söylediklerine yeni bilimsel şeyler muamelesi çekmeye lüzum yok. Çünkü rasyonel ve yeni hiçbir şey yok söylenenlerde! Benzerlerini 28 Şubat sürecinde o kadar çok dinledik ki! Başörtülüysen psikolog olamazsın, avukat olamazsın, hemşire olamazsın diyorlardı. Hepsi oldu çok şükür. Hatta valimiz bile var…” Der yazısında.
Der de, “psikoloji bir bilim değil. Dolayısıyla Üstün Dökmen de bir bilim adamı değil” cümlesi dikkat çekiyor. Meşhur deyişle kantarın topuzu kaçmıyor mu?
Öyle ki, psikoloji sosyal bilimlerin bir parçası. Her ne kadar ruhsal bozukluklar gibi soyut bir alanı kapsar görünse de, insanın doğal yapısı, davranışsal özellikleri gibi konular etrafında bir uzmanlık alanı olarak karşımızdadır. Bireyin iç dünyasına eğilen bir alan olması sosyoloji, ekonomi ya da siyaset bilimi gibi olgusal bir dal değil havası estiriyor belki. Ya da doğa bilimlerinin gelişip sosyal bilimlerin henüz kurumsallaşmadığı hatta emeklediği çağların insan ve toplum bilimlerine karşı ürettiği ön yargıların insanlığın ortak hafızasında yitip gitmediği ve yazarımız misali kimi insanları yer yer yokladığı hissi uyandırıyor. Hani, 19’uncu asırda romanın henüz cılız haldeki psikoloji ve sosyoloji biliminin işlevini üstlendiği, sosyal bilimlerin henüz işlevselliğini ve şahsiyetini kabul ettirip ayaklarının üzerinde durmadığı zamanlar kolektif şuuraltını yokluyor ve lav püskürtüyor zaman zaman sanki.
Demem şu ki, bazı kişiler ve kimi hadiselerin dümen suyuna karışıp kaybolmak yerine olgular üzerinden konulara eğilirsek psikoloji bir bilim dalıdır. Üfürükçülüğü, muskacılığı bilim olarak karşılamıyorsak eğer; diğer disiplinlerle organik bağının olması dahi onu birey psikolojisi ne kardeşim, sübjektif, soyut, absürt bir alan, fesuphanallah yahu! Parantezinin dışına taşıyacaktır.
Ne yapmalı peki? Ön yargıları çift taraflı sorgulamalıyız hiç kuşkusuz. Farklı yapılarda insanlar ve toplum kesimlerinde olumsuzluk mu görüyoruz? Onlarda bize karşı benzer his ve kanaatlere sahip hiç şüphesiz. Kendimizi tanımadan ve aşmadan genişleyen dairelerle yaşamı ve içindekileri kucaklamak şansımız olmadığı gibi, bahanemiz hep olacaktır.
Ne yapmalı peki? Okumalı, gezmeli görmeli, farklı tecrübelerin yanı sıra mizahi ögelerden yararlanmalı ve düşünmeliyiz.
Bu anlayış ve alışkanlıkların kazanılması noktasında eğitim sisteminde bireylere verilecek değerler hiç şüpheniz olmasın temel değere sahip olmaktadır.
-LT-
YORUMLAR
Üstün Dökmen açıkça; benim ideolojim belli, ideolojim de meslek anlayışımın önündedir, aslında ben, en azından kendi mesleğimde, kapalı kadın görmeye tahammül edemiyorum ama bunu da açıkça söyleyemediğim için bilimsel bir kılıf uyduruyorum diyemediği için bu sözleri sarf etmiş olabilir mi? Doğrudan olur diyeceğim ama kendisini yeterince tanımadığım için soru sormakla yetiniyorum.
Yaklaşık 4 yıldır, psikoterapi alıyorum. Terapistim bir kadın doktor. Allah ondan binlerce kez razı olsun. Dünya görüşlerimiz farklı olmasına rağmen hiçbir zaman kendisinden bu yönde bir ima duymadım, hissetmedim. Hamdolsun ki her geçen gün biraz daha şifalanmama ve olgunlaşmama da vesile oldu. Terapiye cübbe ve sarık giyip gitsem de değişen birşey olmazdı. İnanıyorum ki o yine beni şifalandırmak için elinden geleni yapardı. Çünkü o bir meslek icra etmiyor, Allah'ın kendisine bahşettiği ilmi kullanarak sanatını yapıyor. Üstün Dökmen'in anlayamadığı şey biraz da bu sanırım.
Siz kendisinin niye saçmaladığını naif bir üslupla anlatmışsınız. Güzel örnekler de vermişsiniz. Allah razı olsun.
levent taner
Çalışma ya da evlilik hayatı problemleri, gençlik dönemi sorunları, vs.
Basit öneriler bile başkası söyleyince farklı ve iyi geliyor çok kez
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket hocam
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.