FAHRİYE ABLA
FAHRİYE ABLA
Benim abla bildiğim, evin büyüklerinin ‘’gelin’’ diye seslendiği Fahriye abla; daha on sekizine bile girmeden, çok sevip, çocukça âşık olduğu köyün, belki de civar köylerin en avcısı, daha askerliğini bile yapmamış Şerafettin ile baba evinden telli duvaklı gelin olarak çıkacakken, kaçarak evlenmişti…
Gerdek gecesi sabahında karşı köyün yamacını eteğindeki gölden avladığı iki yeşilbaş ördeği sağ eline alıp, sol omzunda çifte tüfeği ile köyün çeşmesinin yanından geçerken, gecenin bir yarısında koynundan kalktığı tazecik karısını unutmuş; vurduğu iki ördeğin gururunu göğsünü kabartıp, karnını içeriye çekip, biraz da dik yürüyerek gösterme telaşı içerisinde yoluna devam ediyordu.
Bu manzarayı gören köyün Kara Fatma ninesi; omzuna aldığı biraz eğrice bir sırığın iki ucuna takılmış su dolu bakraçların ağırlığı altında iki büklüm olurken çektiği ızdırabı unutup, yere tükürerek:
‘’Tüüü şuna bak! Kalıbından utan! Gerdek gecesi elin tazesini sıcacık yatağında, iki eli koynunda bırakıp da ava gitmiş…’’
‘’Adın, Kadir değil; kaderin, kader olacak!’’ dediğinde yıllar öncesi kendisinin de kaçarak evlendiği kocası gelivermişti aklına. Gözleri hemen nemlenmiş, ilerleyen yaşına rağmen omuzlarındaki yükü unutmuş, yerlerdeki çamurlara batmamak için birer adım ara ile biraz da özensiz döşenmiş taşlara basarak yürürken, dengesini kaybettiğinde bakraçtaki suların bir miktarı yere dökülürken arka eteklerinin ve de yarısı yırtılmış naylon lastikleri de ıslanmıştı. Islanan naylon lastiklerin içine su kaçtıkça çorapsız yalın ayağı ileri geri kaydıkça hem dengesi bozuluyor hem de vıcık vıcık sesler çıkıyordu. Öfkesinden ve de kederinden evin yanına ne zaman geldiğinin, dış kapıyı ne zaman açtığının farkında bile değildi. Adeta kafası ‘’Bir milyondu’’…
Zavallı gelin köyün en alt mahallesindeki fukara bir aileden geliyordu. Babası evin dört oğlundan biriydi. Evin en büyük oğlu olduğu için yuvadan ilk uçan o olmuştu. Baba evinden ayrıldıklarında çok fakirlerdi.
Yatakları kurutulmuş ottan, yorganları ise kırk yamalıydı. Yemeklerini komşu köyün ustası Madanoğlu Niyazi’nin keserini ucundan çıkmış, bütünce bir ağacın oyulmasıyla yapılmış kavata (tabak) kaplardan yediklerini bilmeyen yoktu… O yıllar yokluk yıllarıydı. Boğazdan geçecek bir tutam aş olsun da ister kalaylı bakır kaptan yensin ister kavata (tabak) kaplardan yensin; hiç önemi yoktu…
Kaynatası bir türlü gelinini sevememişti. O geldikten sonra adan neredeyse gülmeyi unutmuştu. Asık suratı evin gelinini pek üzse de o kocasını çok sevdiği için anasını, babasını çiğnemiş kaçıp gelmişti.
Köyün bilge kadını Kara Fatma’nın çeşme başında;
‘’Kızım, telli duvaklı gelin olsaydın ya! Belki, kaynatan seni severdi,’’ dediğinde Fahriye gelin boynunu büker, hiç ses etmezdi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.