Hayat Bedeller Ödetir
Saat yediyi yirmi bir geçiyordu. Son hazırlıklarını yapıyordu. Birkaç dakikası daha vardı. Vestiyerin üzerinde duran çantasına göz attı. Unutmuş olduğu herhangi bir eşyası olup olmadığını düşünürken kıravatını düzeltiyordu. Saatini kontrol etti, birkaç dakikası kalmıştı.
Saçlarını düzeltti, mavi ceketi yazlıktı, biraz sonra evden çıkacak, arabasına binecek ve bürosunun yakınındaki otoparka aracını park edecekti. Günlerden salıydı. Dün Türk Kahvesi içmişti. Bugün o köpüklü mucizevi şeyden içecekti. Önceliği markete uğramak olacak, ağzını kahve ile tatlandıracak olan çikolata alacaktı. Muhakkak bitter olmalıydı. Orada yoksa, iki sokak ilerideki markete gidecek (asla üşenmezdi) ve o çikolatayı muhakkak temin edecekti.
Bir dakikası kalmıştı. Boğazını temizlemek için hamle yaptı ciddi bir tavır takınarak -artık yola koyulma vakti gelmişti-. Vestiyerin sağ kapağını açtı, üçüncü sıradaki koyu kahve makosen ayakkabısını aldı ve yere bıraktı, çantasını eşiğin üzerine bırakarak ayakkabılarını giydi. Kapıyı üç ayrı anahtar ile kilitledi -beş farklı anahtarlı çelik kapı olmasını yeğlerdi - . Evde değerli eşya bulundurmaz, mahremi onun için önemliydi. Arkadaşlarını eve davet etmemiş; bu konudaki hassasiyetini çevresine keskin bir dille red etmesiyle ilan etmişti.
Aracının camındaki kuş pisliğini görünce hiç hoşuna gitmemişti. Havaya doğru bakarak kafasını salladı, gülümsedi (sinirden olsa gerek) Kapıyı açtı, araçtan iki ıslak mendil çıkardı, camını temizlerken saatini kontrol etti. Daha şiddetli bastırdı, gergindi, gerilmeye devam ediyordu.
Aracını park ettiğinde, her şey yolundaydı. Kafeye gitmesine iki dakika vardı. İki çorek alabilirdi veyahutta kendini şımartmak için, içi çikolata dolu birşeyler de atıştırabilirdi. Kahve ve ama olamazdı, bugün salıydı. Bitter olmalı diye içinden geçirdi. Araçtan inerken, aklına iki hafta sonraki seyahat takıldı. Sevgilisi ile Kuşadası`na gideceklerdi. Kapıyı kapadı kafeye doğru yürümeye başladı. Eğer Serpil geçen sene olduğu gibi beklenmedik bir sürpriz yaparsa, onu burada bırakacak ve tek başına gidecekti. programını bozmuştu. "Evet, bu son şansın" diye sesli düşündü, kaşlar gerilmişti. Neden halen bu ilişkiye devam ediyordu ki? Evet son şansını doğru değerlendirse iyi olacaktı.
Marketten çikolatasını aldı, kafenin yolunu tuttu, saatine baktı sekize fazla bir şey kalmamıştı. Umarım yirmi yedi numaralı masa boştur, bu saatlerde her zaman boş olurdu. Sadece doğru zamanda doğru yerde olmayı yeğlerdi.
Işinin başında olmak için yeterli zamanı vardı. Gırtlağını temizledi Cappucinosunu rica etti, elindeki çikolatasını baktı, kabından nazikçe çikarttı. Kokusunu içine çekti, gözlerini kapadığında, Fransa`ya gittiği zaman "Caffe Estomac" ın büyülü kokusunu anımsadı. Kahve kokusu burnuna kadar geldiğinde orada olduğunu hissetti.
İrkilerek gözlerini açtı. Garson kahvesini masaya koymuş, beklenmedik ürpertiyle kalp atışlarının ritmi de değişmişti. Belli etmemeye çalışarak teşekür etti. Bu bir savaştı, asla korkakça hamlelerde bulunup küçük veya komik duruma düşemezdi.
Kahvesinin kokusunu tekrar içine çekmeye başladı, camın öte tarafında yüzü hafif solgun, üzeri tozlanmış çocuk gördü, "bunlar yaşamamalı" demek isterdi, avazı çıktığı kadar bağırmak, haykırmak isterdi. Sakinliğini korumaya çalışarak saatine baktı, çikolatasından bir dilim ağzına attı ve kahvesinden bir yudum aldı.
Karnının açlığını hissetti. Midesi hafif bulanır gibi oldu, bir anda gelen bulantı, soluğu kesilmiş gibi kayboluverdi. Kahvaltısını bir saat önce yapmış, mutfağı toparlamış, kahvaltılıkları dolaba her zamanki yerlerine düzenli bir şekilde yerleştirmişti.
Bir yudum daha aldı. Gözü garson kıza takıldı, tek müşteri oydu. İçeride hafif bir müzik vardı. Nefesi daraldı, garsonun elleri arkasındaydı, her an müşterisinin isteyine yanıt vermek için bekliyordu. Ella Fitzgerald sahne aldığında başını dışarıya çevirdi. Elena geldi aklına. Birkaç günlük bir ilişki. Onun için kayda değer en değerli ilişkilerden biriydi. An`ı yaşayan, zamana hapis olmayan bir kadındı. Gözleri hiç kimsede olmayan (her insan özeldi) muhteşem kara inci gibiydi. Parlak, rengarenk, elmas gibi. Ama bi farkla.
Kolundaki saate baktığında epey bir vakit geçmişti. Kalkması gerekiyordu, eli ile garsona "hesap" rica etmişti. Emir verir gibi üstünlük kurma çabasındaydı, başarıyordu da.
Genç yaşta geleceğini istediği gibi şekillendirmiş, egosuna yenik düşsede hak ettiği yerde olduğunu düşünüyordu. Onun için zaman, para ve kariyer önemliydi. Canını sıkacak bir şey varsa, oda programının değişmesi veyahutta aksilik çıkmasıydı.
Hesabı ödedi, büronun yolunu tuttuğunda her şey için artık çok geçti. Unuttuğu bir şey vardı. O kimseye program yapmaz, kimsenin programına karışmazdı. Kendi programı neyse o vakitte gelir ve genç/yaşlı, zengin/fakir dinlemezdi. Şöför arabadan inerek yerde yatan adamın durumunu kontrol ediyordu. Telaşlıydı. Ambulansı aradı, zaman dardı.
Sükûnet
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.