- 329 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Nereye Böyle?
Dün geride kaldı ve bugün dünden dersler çıkarmak, günü koşullara göre dizayn etmek ve geleceğe de bir ve beraberce yürüyebilmenin yollarını bulmak zamanıdır.
Hangi sosyal platforma bakarsanız bakın bir 2023 türküsü dillerde. Nedir bu 2023 dedikleri ve ne verecek, ne götürecek. Bu konuda o denli çok şey dillendirildi ki, ister istemez bizler de bazı derin araştırmalar yapmak durumunda kaldık. Esasında yaptığımız şey, yalanlarla sarmalanmış, çarpıtılmış, sansürlenmiş geçmişimizi daha eleştirel bir bakış açısıyla okumak oldu sanırım. Bunu her yaştan ve çevreden insanın yapmış olması gerekir kanaatindeyim.
Geçmişimizle doğru şekilde yüzleşmemiz bizleri rahatlatacak, ortak mutakabakata varmamızı da sağlayacak kuşkusuz. Ne cübbesiyle fetva veren adama düşmanım ne de ecdadı hatalı yansıtanlara. Şunu söylemek gerekir ki, her birinin kendi penceresinden haklı olduğu bir yerler, hissettikleri acılar var elbette. Bunu dillendirme biçimleri asıl önemli olan. Milletin geleceğe uzanabilmesi ortaklaşa kucaklayabileceği şeylere ihtiyacı var. Müştereklerin sayısını azaltarak, altlarını boşaltarak bir yerlere varabilmek de mümkün görülmüyor.
Geçmişi yargılamak yerine, o günün koşullarını derinden algılayarak anlamaya çalışmak ve ona göre yorumlamak bizi daha gerçekçi kılacaktır şüphesiz. Daha geçenlerde bir sosyal mecrada Lozan Antlaşması`nın bir zafer olduğunu dillendirenlere karşın, aksini iddia edenlere de rastlamadık mı? Konuyu biraz derinlemesine araştırınca, bazı manipülasyonların yapıla geldiğini ve başarıların da başarısızlık gibi gösterilmeye çalışıldığını görüyoruz. Sözü edilen antlaşmanın yapıldığı yerle ilgili bir manipülasyona göre, Uşi Antlaşması`nın yapıldığı yer, İsviçre`nin Lozan adlı bir kenti. Buradaki antlaşma ile malesef Osmanlı geçici olarak İtalyanlara devrettiği12Adaları bir daha alamadı. Bu adalar da bir süre sonra İtalyanlarca Yunanlılara devredildi. Tam da burada, 1923 Temmuzunda yapılan Lozan`a haksız bir gönderimde bulunuluyor ve sanki adaların kaybı bu tarihe endeksleniyor. Ne büyük bir küstahlık, ne büyük bir tarihi ayıp ve yanlılıktır bu. Birisi ( 1912-Uşi, 1923 Lozan) ile diğeri arasında aylarına bakılmaz ise 11 yıllık bir zaman farkı var. Bu adaların kaybının faturasını Lozan`ın mimarlarına ihale etmek kabul edilemez.
Yukarıda dile getiemeye çalıştığımız sadece bir örnekti. Benzer şekilde bizim kuşağın ( 70`li kuşaklar) tarih kitaplarında Kut-ul Amare`den çok cılız cümlelerle söz edilmektedir. Hatta Kutul Amare`nin adını yeni duyanlar ve içeriğinin ne olduğunu da bilmeyenler de vardır. Oysa Kut-ul Amare, İngiliz savaş tarihindeki en büyük ve bizim için de Çanakkale kadar büyük bir zaferdir, başyapıttır.Bu büyük tarihi gerçekliği bir kere daha hatırlamak ve Çanakkale zaferimize gösterdiğimiz değeri buraya da verme gerekir. Basında yer alan haliyle bu durumun önemini aynen aktarıyorum:
"Irak Cephesi’nde 29 Nisan 1916’da Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanan Kut’ül Amare Savaşı, Birinci Dünya Savaşı’nın temel muharebelerinden biri olarak kabul ediliyor. Tümgeneral Charles Vere Ferrers Townshend komutasındaki İngiliz birliklerinin teslim alınmasıyla kazanılan bu zafer, Çanakkale’nin ardından Birinci Dünya Savaşı’nın "en büyük zaferi" olma niteliği taşıyor." Mir Liva Halil Kut Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, Tümgeneral Charles Vere Ferrers Townshend komutasındaki 13.300 kişilik İngiliz birliğinin tamamını esir almıştır. Kısaca, İngilizler tarihlerinde bu denli bir hezimeti yaşamamışlardır.
Geçmişten iki örnek vererek, halen güçlü bir millet olma yolunda önümüze konulan tuzaklara dikkat çekmek istedim. Geçmişi bir kenara bırakır isek, günü ve yarını konuşmak daha elzem galiba. Giderek ağırlaşan ekonomik ve siyasal buhranlar, vatandaşlarımızı ister istemez bir karanlığa sürüklemekte; gençler bunalıma düşmekte, hayaller rafa kaldırılmakta, sosyal hareketlilik ise giderek durağanlaşmaktadır. Özünde zorluklarla bu denli mücadele gücü barındıran ve halen varolabilme yetkinliğini gösteren sayılı milletlerden biri olarak, birilerinin bu sosyal-kültürel gidişatı doğru okuması ve doğru hamlelerle işleri yoluna koyması gerekecektir. Bu ülke kimsenin diktatörlük hayallerine teslim edilecek, hayallere uyutularak geleceği alinden alınacak , yer altı veüstü kaynakları , genç ve dinamik nüfusu başka güçlerin sömürüsüne açık tutularak yok edilecek bir ülke değildir. Her karışının bedeli kan ile yoğrulmuş coğrafyamızın gerçeklerini bilmeden, görmezden gelerek politika üretmek beyhudedir, geleceğe ipotek koymak demektir bu.
Bir an önce milli birliğimizi, bütünlüğümüzü, çok başlılığımızı gözden geçirerek, gelecek adına herbir sorunumuzu açık yüreklilikle masaya yatırarak ortak konsensüslere varmak zamanıdır. Bunu şimdi yapmaz isek, işgallerden nasıl kurtulunabileceğinin planlarını yapıyor olmak gibi bir bahtsızlığa düşülebilecek stratejik bir coğrafyanın parçası olduğu gerçeğiyle yüzleşebiliriz korkarım. Ordusu ve ona ilham veren halkı ile bir ve beraber çok mesafe alınması bir hayati konudur.
Gelecek adıan bazı güzel adımların atıldığını (Genesis Projesi-TSK`yı milliileştirme) mutlulukla görüyoruz elbette. Bu ülke için ortaya bir başarıyı, güzelliği kimin koyduğunun önemi de yok zaten. Milli mefkurelerimize ulaşabilemizde her birimizin kendi gücü nispetinde bu hamlelere destek vermek zorunluluğu var. Milli gücümüzü giderek artırarak güçlüce var olacağız veya bunların giderek yok olmasını seyrederek bizler de silineceğiz.
Geçmişimiz olmasaydı, bugün burada olamazdık. Bugünlerimizi daha coşkuyla, sen ben kavgasını bir yana bırakarak biz olabilerek yaşamayı öğrenirsek, yarınlarımız da olacak kuşkusuz. Eleştirilerimizi yaparken, haklı bile olsak, geçmişe küfretmenin hiç bir yararı olmayacaktır. Gün, orada, burada bazı kişilikleri ve değerleri alaşağı yaparak, insanların kafasını karıştırma, birbirine kinlendirme günü değildir.
Biz hep bu şekilde bölmediler mi? Ne zaman savaş meydanlarında kaybettik ki biz? İçimize sokulmaya çalışılan fitne tohumlarını fark etmeli, art niyetli kişi ve gruplara karşı dikkatli olmalı ve onların bir adım daha bu çirkinlikleri büyütmelerinde basamak olmamalıyız. Lazı, Çerkezi, Kürdü,Türkmeni,Arabı,Süryanisi bu coğrafyada kader birliğiyle, kültürek mirasımızn gücüyle, değerlerden aldığımız ortak işhamla farklılıklarımızı da hoşgörü şemsiyesiyle taçlandırarak yolumuza devam etmek zorundayız. Biz, sadece bizler için varolmadık. Bizler düşkünlerin, zulüm altında ezilenleri hamisi bir milletiz. Hami olabilmek ve beşere de beklenen o ışığı verebilmek adına kendi içimizdeki sorunları en kısa sürede çözüme kavuşturmak durumundayız. Bunu hangi siyasi yapıların başaracağının bir önemi yok. Birilerinin başarmasının bir gerçeklik olduğu önemli.
Burada asıl nokta, yeni neslin bu gerçekliklerden çok uzak olması mevzuudur. Onlar daha boş bir tarih okudular. Onlara gerçekleri bütün çıplaklığı ile anlatmak, yarın için yapılacak zorlu mücedelede onların desteğini de almak son derece önemlidir. Bir kuşaklar arası çatışmaya işi döndürmeden, uzlaşıyla geleceği imar etmemiz gerekir. Kişiler gelip geçici ve fakat eserleri ölümsüzdür. Bizler de fert fert bu ülkenin geleceği adına bir şeyler yapmalıyız veya en azından kötü olanların sayısını azaltmanın bir yolunu bulmalıyız. Bizim derdimiz etrafmızdaki ve dahi ne yazık ki içimizdeki şer odaklarının yakmaktan asla vazgeçmedikleri “Nemrut Ateşi”ni söndürme gayesidir. Çapımız büyük değil, statümüz, politik gücümüz, maddi olanaklarımız,...vs Büyük olan ;hayallerimiz, inancımız, ülkümüz, imanımız, vatan ve onu vatan yapan millet sevgimizdir. Ne demişler, "Safımız belli olsun." Saygı ve selamlarımla.
YORUMLAR
Yazınızı beğeni ile okudum. Tebrik ederim.
Nereden geldiğini bilmeyen nereye gideceğini bilemez.
Yolumuzda bahtımızda açık olsun inşallah.
Hedef Kızılelma, durmak yok yola devam.
Selam ve saygılar.