- 376 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-İHTİLAF UYANDIRAN HADİSELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ/AMA NASIL?-(3)
Yakın tarihimizin erken Cumhuriyet evresi gerek Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş bağlamında gerekse bu geçişin niteliği özelinde radikal bir dönüşümü önümüze koymaktadır. Bu noktada iki yaklaşım temel nitelik gösterir kanımca. Tarihsel bir kopuş ve bağlanış denebilir buna. Bir reorganizasyon bağlamında hem tarihimizden kopuş hem de bağlanış sürecine gireriz. Birbirine zıt, taban tabana zıt bir durum nasıl gerçekleşir ki? Yaşanan tarihten kopuş yaşanırken, daha eski hatta kadim zamanlara uzanan tarihimizle barışmak düşüncesi güdülür açıkçası.
Şöyle ki, bazı siyasi ideolojik yapıların, Yahudi/İngiliz kökende bir yönlendirmeyle Türkleşmek görüntüsü altında batılı olduk demelerindeki komplocu yaklaşım zannımca ilmi soğukkanlılıktan yoksun, o ölçüde yanılgılı ve yanıltıcıdır. Elbette Yahudiler ve İngilizlerin beklentileri ve çalışmaları vardır, lokal etkileşimler doğurması da bunun imkansız değildir. Dahası bizim on bir yıllık harpler sürecinden oldukça zayıflamış vaziyette çıkmamız ve yeryüzünde emperyalist güç merkezlerinin mevcudiyeti de bunu doğrulamaktadır. Ne ki, hadiseyi salt bu biçimde dışsal zeminde okumak, Osmanlı’nın son devirlerinden itibaren iç dinamikler dairesinde okumamakta mühim bir hata olmalıdır. Yahudiler, İngilizler yallah! Ne kolaycı bir yaklaşım.
Bu olumsuzluk söz gelimi, tarihimizi yabancılar yazdı söyleminde karşılığını bulur. Oysa bu son yüzyılın değil, asırların hatta bin yılların gerçekliğinde ifadesini bulmaz mı? Mesela, eski çağlarda da tarihimizi Çinliler yazmaktadır. İslam öncesi Türk tarihine, Orta Asya devirlerine dönük değerlendirmelerde Çin kaynaklarından söz ederiz mesela. Bu, basit biçimde yaşam pratiğine bağlıdır. Türkler tarih boyunca askeri bir devlet ve toplum olmaktadır. Öyle ki, ordu millet kavramı karşımıza çıkar. Üstat Yahya Kemal’in “Ordu-milletlerin en çok dövüşen, en sarpı” vurgusu misalidir. Genel olarak at sırtında, harp eden, ülkeler fetheden bir kavmin tarihini yabancıların, o üzerine doğru hareketlendiği, tehdit oluşturduğu, topraklarını zapt ettiği kavimlerin yazması doğal değil mi? Örneğin, Türk tarihinin milattan önce kaçıncı binyıllara uzandığını Çin kaynaklarına dayanarak ifade etmemiz şaşırtıcı mı? Eski çağlarda Çin ile komşu olup, Çin Seddini inşa edecekleri ölçüde korku salmış olmamız dahi, Çinlilerin Türkün ayak sesini dinlemeleri ve çetele tutmalarını doğal kılmaz mı? Efendim, son asırlarda da batılı devletlerin en büyük hasmı Osmanlı ise, tarihimizi yabancıların yazması tabii olmaz mı? Biz kimlerle harp ettiysek, kaygıya sevk ettiysek onlar not tutar açıkçası. Okey?
İlk cümleye dönecek olursam, tarihimizle radikal bir kopuş ve bağlanış sürecidir erken Cumhuriyet dönemi. Osmanlıya karşı zıddiyet, daha eski çağlarla ise bir dirsek teması çizgisinde şekillenir. Bu durumu bireysel kulvarın meşhurlarından baba oğul karşıtlığı/çatışması, dede torun benzerliği/yakınlaşması üzerinden okumak mümkündür. Bir ailede bakıyorsunuz, baba oğul bir biçimde çatışıyor, anlaşamıyor. Buna karşın dede ile torun arasında sevgi bağları tesis ediliyor. Salt bu mu? Babayla oğul arasında genetik zıddiyet, dedeyle torun arasında ise irsiyet benzerliği meydana gelmekte. Hiç kuşkusuz birbirine benzeyen, aralarında sorunsuz bir dünya kuran baba oğullar olduğu gibi, birbiriyle ters düşen dede torunlarda vardır. Ne ki, uyumun ya da çatışmanın bu türlüsü genele teşmil edilemez kanaatimce. Bunun gibi, Cumhuriyette ülkemizde yeni kurulan bir devlet olarak yerine kurulduğu Osmanlıyla çatışmalı, önceki Türk devletleriyle ise daha olumlu bağlar kurarak vücuda getirilir. Bunları söylerken durum tespiti bağlamında söylediğimi, yoksa motamot doğrulamak, onaylamak gayesi gütmediğimi ise özellikle belirtmeliyim.
Daha farklı bir çizgide ele alırsak, bunda elbette yaşanan tarihin Osmanlının son devirleri üzerinden cereyan etmesi temel bir psikolojik etken olmaktadır. Takdir edersiniz ki, Cumhuriyet Osmanlının yükselme devrini, Kanuni dönemini müteakip kurulmamaktadır. Ziya Paşa’nın “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm, Dolaştım mülk-i İslâmî bütün virâneler gördüm” demesindeki psikolojik hal, sosyolojik perspektif Cumhuriyeti kuran iradeyi de biçimlendirir açıkça.
Burada bir önemli hususta Türkçülük, Osmanlıcılık akımlarının Osmanlının son döneminde ağırlığı, etkinliği noktasında biçimlenmektedir. Şüphesiz Fransız ihtilalinin milliyetçilik, ulusçuluk cereyanlarını körüklemesi, imparatorluklara karşı tehditkâr bir iklim oluşturur. Şu kadar ki, Osmanlı özelinde en son gelişen milliyetçiliğinde Türkçülük cereyanı olduğunu unutmamak gerekir. Asırlarca tebaamıza karşı hiçbir imparatorlukta sergilenmeyen bir alicenaplık ve misafirperverlikle, Türklüğümüzden feragat etmemiz misali, azınlıkları ürkütmemek adına da dillendirmememiz, nihayet Arapçılık, Slavcılık, Ermenicilik, Rumculuk, vs. yükselişler karşısında patlak verecektir. Düşünsenize 1’inci Meşrutiyette azınlık mebuslar arasında meclisin dili tartışma konusu yapılır. Öte yandan dış Türkler kapsamında alırsak, ki erken Türkçülüğün örneklerini verirler, Türklük şuurunun Moskof zulmüyle orantılı Türkî dünyada uyanması dahi anlamlıdır. Doğallıkla hiçte bozgunculuk ya da ırkçılık peyda etmemektedir. Nihayet Meşrutiyet dönemiyle birlikte Türkçülük payitahtta da kendini gösterecektir.
Böyleyken, akımın Meşrutiyetten Cumhuriyete uzanan süreçte giderek antropolojik, etnolojik ve biyolojik zeminde yükselmesi ben kimim, nereden geliyorum gibi varoluşsal sorulara bilimsel yanıtlar aramak ihtiyacının nişanesi olması kadar; siyasal, toplumsal düzlemde olumsuz bir damar da açmaktadır.
Hani derim ki, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde hatta Cumhuriyetin ilk yıllarıyla, otuzlar arasında Türkçülük fikrinin niteliği de değişmektedir. Genel olarak gelişmelerin dil, kültür, tarih şuuru çizgisinden ırk milliyetçiliği çizgisine doğru bir seyir takip ettiğini söylemek bilmem ki mübalağa mıdır? Bin dokuz yüz onların Milli edebiyat akımıyla, erken Cumhuriyet, geç Kemalizm süreçleri arasındaki kırılmaya da dikkat etmek gerekir hani.
Hiç şüphesiz bu durumun meydana gelmesinde yirmiler, otuzlar dünyasında Nasyonalizm, Faşizm, Bolşevizm gibi siyasi ideolojik akımların kuvvet bulması da türlü biçimlerde tazyik yapmaktadır.
-DEVAM EDECEK-
-LT-