- 395 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
okula dönüş
-unutma sadece bir ay süren var,yolun başına dönebileceksin.
-peki aile babası yaşamım ne olacak?
-bunu paralel evrenler gibi düşün, aile babası olarak hayatına devam ederken sana ikinci şans verilecek geriye döndüğünde bilgilerin yine hafızanda olacak öğretmenlerin senin dahi olduğunu düşünecekler tüm disiplinlerdeki üst düzey bilgilerini geri döndüğün okulunda kullanabileceksin ve elbette hayatını etkileyecek o sınavda bu kez başarılı olup gençlik yıllarında hayalini kurduğun üniversiteyi kazanacaksın.
-bu ayrıcalık bana neden veriliyor?
-on sekiz yaşında girdiğin sınavda heyecandan bilincini bir süre kaybettin, görevli öğretmenler kısa süre bayıldığın için seferber oldular zaman kaybettin ve sınavı kazanamadın. Bu mağduriyet seni seçkin kişi yaptı artık o sınavda başarısız olma şansın yok. Zorlandığın grafik sorularında yanındaki arkadaşa sorman gerekmeyecek özel ders alamadığın için anlamadığın konular olmayacak.
Şu an hayatında hedeflediğin amaca ulaşamadın bunun farkındayız dergilere yolladığın makaleler basılmaya değer görülmüyor , katıldığın edebiyat yarışmalarında dereceye giremedin.
Bu sonuçlar yaşam ile bağını kopardı kabul ediyorum. Ben senin iyilik meleğin olarak görevlendirildim çünkü karşına çıkan başarısızlıklar seni hayattan koparmamalı, mücadele etmelisin!
Başarı kimseye altın tabak içinde sunulmaz. Seni anlamaya çalışıyorum, bu dünyadan ayrıldıktan sonra iz bırakmak istiyorsun, Montaigne gibi yüzyıllar sonra okunmak istiyorsun.
-senin gerçek olup olmadığını anlamakta zorlanıyorum, bu bir rüya olmalı.
-inan bana bu yaşam kadar gerçek, beş yaşındayken balkondan aşırı derecede sarktığında yardımına ben koştum. O günü hatırlıyor musun?
İlkokul birinci sınıfta hece kitabına çalışırken öğretmenin yanına geldi, elinde kalın mavi karton kapaklı bir kitap vardı, sınıfta sadece sana bu kitabı hediye etti ve sen ilk satırı yaşamın boyunca unutmadın.
-Tom!Tom! neredesin seni haylaz çocuk!
O çocuk romanı kitapların dünyasına kapıyı araladı ve yaşamın boyunca bir kitap kurdu oldun. İlk romanlarında büyükler için yazdın. Deneme şiir , otobiyografi ve polisiye romanları yazdın. Her gece bilgisayarın başına oturup bu gün şiirlerimi kaç kişi okudu? Sorusuna cevap bulmak için heyecan içinde sayfanın açılmasını bekledin, şu an durum biraz farklı . ilk kez bir çocuk romanı yazacaksın “TOM SAWYER “ gibi ve bu kitabı birlikte yazacağız!
İlkokul günlerini ve sınıf arkadaşlarını unutmamış olman senin için bir avantaj. İnan bana hatıralarla yaşamanın aklına gelmeyecek faydaları vardır.
Anılarla yaşamak gerekli ancak yeterli değildir , çocuk romanı yazarken dikkatli olmalısın. Kelimeleri seçerken titiz davranmalısın. İlk kitap bir çocuğu kitaplarla dost yapabildiği gibi okuma heyecanını söndürebilir de.
Unutma, gelecek nesiller mutlaka okumalı!
-Benim de tam olarak yapmak istediğim bu aslında. Sen de gözlemlemişsindir günümüzde çocuklar ve gençler tabletlere ve telefonlara çok zaman ayırıyor . cümle kurmakta , kitap okumakta ve muhakeme etmekte zorlanıyorlar. Öğrencilik yıllarımda ben de çok parlak bir öğrenci değildim ama boş zamanlarımda dünya klasiklerini okudum. Bu noktada aklıma şu soru takılıyor:
“benim çocukluğumda tablet icat edilmiş olsaydı yine kitaplarla dost olur muydum?”
-bu soruya yanıt veremem ama ilk gençlik yıllarında “atari” dediğin o koca makinelere sen de fazla zaman ayırıyordun.
-o günler çok geride kaldı ve sen bana özlemle aradığım hatıralarımı yeniden yaşama şansı veriyorsun. Bu nedenle sana minnettarım. En önmelisi iki yıl önce salgında kaybettiğim annemi yeniden görme şansım olacak. Onu göreceğim değil mi?
-elbette göreceksin, gün ağarırken annen erkenden uyanıp sobanın küllerini boşaltacak senin için kahvaltı hazırlayacak ve sen her sabah olduğu gibi kül dolu soğuk teneke kutuyu sokağın başındaki çöp kutusuna boşaltıp hızla eve döneceksin.
1982 yılındaki o dar sokaklarda komşu çocukları ile top peşinde koşacaksın.
-Polisiye romanları çok seviyorum, iyilik meleğim. Bununla birlikte polisiye yazmak ayrı bir yetenek gerektiriyor. Deneme yada roman yazarken kendimi özgür hissediyorum. Çocuk romanı konusunda ise dikkatli olmak gerek haklısın.
“Küçük Prens” güzel bir çocuk kitabı ama ATATÜRK’ü
Bir diktatör olarak nitelediği için sevmiyorum.
Sence kitabımın ilk cümlesi ne olmalı?
İlk cümle okuyucu için çok önemlidir.
Küçük Prens bir soru cümlesi ile başlıyor:“benim için bir koyun çizer misiniz?”
Tom Sawyer ise iyi kalpli teyzenin öksüz ve yetim olan yaramaz Tom’a seslenmesi ile başlıyor.
İlk satır bir kahramanın konuşması mı olmalı yoksa bir tasvir mi olmalı?
“gazap üzümleri” isimli kitabın uzun bir tasvirle başladığını hatırlıyorum. Son sayfasında beni çok üzen Şeker Portakalı isimli çocuk kitabının nasıl başladığını ise şu an hatırlayamadım. İlk olarak “Zeze “ gibi bir çocuk kahraman yaratmalıyım.
-bu kitabın çocuk kahramanı sen olacaksın. Kısa pantolon ve yaralı dizkapaklarınla evinizin yanındaki yıkılmış köşkün bahçesindeki ağacın gölgesinde bilye oynayan küçük çocuk bu romanın kahramanı olacak.
Zeze sensin Necip!
-çok güzel, romanın kahramanını belirledik ancak iş sadece kahramanı belirlemekle bitmiyor. Çocuk romanında mutlaka macera olmalı.
Afacan beşler okumadın mı?
Tom ve arkadaşı Huck azılı suçluların yakalanmasına yardımcı olur ayrıca Tom ve sınıf arkadaşı Becky okul gezisinde sınıftan ayrılıp kaybolur ve bir mağaraya sığınır.
Macera konusunda en iyi kitabın Afacan beşler olduğunu düşünüyorum. İki kız iki erkek çocuk ve bir kahraman köpek (Tim) bir ekip çalışması ile kötü adamların yakalanmasında güvenlik güçlerine yardımcı olur.
-bizim romanımızda kötü adam yok. Klasik çocuk kitaplarından farklı olacak. Okuluna öğrenci olarak geri döndüğün zaman macera başlayacak. Çocukluğunda sevdiğin bir hayvan dostun var mıydı?
-çocukluğumda sokakta gördüğüm her kedinin üşüdüğünü düşünürdüm. Sokakta bazı çocukların kedilere ve köpeklere taş attıklarına şahit olmuştum.1982 yılında evinde kedi yada köpek besleyen kaç tane aile vardı ki? Günümüzde apartman dairesinde kedi beslemek çok revaçta ne yazık ki obez kedileri yazılı ya da görsel medyada izliyorum. Çocukluğumda hatırladığım tek hayvan dostum beyaz bir tavşan yavrusuydu, eflatun renkli gözleri sürekli hareket halinde olan burnu ile evimizin neşesi olmuştu.
Annem tavşanı bir arkadaşından ödünç almıştı, kısa bir süre misafirimiz olan bu tatlı tüy yumağından ayrılmak zor olmuştu. Macera konusunda sana katılmıyorum. Bir romanda mutlaka aksiyon olmalıdır. Çocukluğumda yazmaya değer bir olay oldu mu diye düşünüyorum şu an.
-iyi bir kitapta mutlaka aksiyon olmalı mı?
Sofie’nin Dünyası isimli kitapta aksiyon var mıydı?
-hayır , yoktu. Kitap çok sürükleyiciydi sevgili meleğim.
-ergenlik çağındaki Sofie Amudsen gizemli bir mektup alır ve öykü başlar. Felsefe tarihini okuyucuyu sıkmadan anlatan gizemli mektuplarla merak uyandıran bir kitap.
Bizim kitabımızda amacımız çocuklarımıza bilimi sevdirmek olacak, sen benim tarafımdan gönderilen gizemli mesajlar alacaksın ve ergenlik çağındaki tükenmeyen enerjin ile sana verilen ikinci şansı kullanarak bilimin perdesini aralayacaksın.
Bugün 15 eylül 1982, okulun ilk günü. Annemin elini sıkı tutuyorum üzerimde siyah önlüğüm var. Okul evimizden sadece yüz metre uzakta, plastik çubuklarım ve renkli abaküsüm geçen hafta alındı.
İlk ders defterimize dik doğrular ; ikinci ders eğik doğrular çiziyoruz. Öğretmenimiz bize gitarı ile şarkılar
Söyledi. Annesinden ayrılmak istemeyenler göz yaşlarına boğuldu. Yıllar sonra tekrar tebeşir tozu yuttum, kara tahtaya doğru parçaları çizdim. Sınıfın duvarlarında mevsimler köşesi, Atatürk köşesi ve tarih şeridi ile büyük bir Türkiye haritası var.
Ayşe’yi tekrar görmek çok güzel!ilk sırada onunla beraber oturuyoruz.
Plastik çubuklarımızdan geometrik şekiller yaptık,plastik kuru fasulyelerimizle saymayı öğrendik, arka sırada Figen ve Meliha oturuyor.
Beslenme saatinde haşlanmış yumurta,peynir ve zeytin ile minik bir kahvaltı yaptım.
Ve hiç unutmadığım o an geldi. Öğretmenim bana kitap hediye etti, bu bir dejavu. İlk pişmanlığımı okullar arası bilgi yarışmasında yaşamıştım. Cumhuriyet ilkokulu ekibinin lideri seçildim. Gerçek hayatımda aynı cevabı iki soruya vererek hata yapmıştım. İlk soruda cevap doğruydu ancak ikinci sorunun cevabı belgisiz sıfat değil belgisiz zamir olacaktı ve benim hatam yüzünden okulumuz elenecekti,ama bir dakika!
İyilik meleğim bana bir fırsat tanıdı artık hata yapmak yok! Beklediğim an gelmişti, büyük salonda rakip okulun ekibi tam karşımızdaydı ve puan durumu eşitti. Türkçe sorusu jüri tarafından okundu. Cevabı elimdeki beyaz kartona yazmalıydım, ekibime dönüp” Arkadaşlar
Aynı cevabı iki kez yazamayız bu nedenle sorunun cevabı belgisiz zamir olacak “ dedim ve o an zamanda bir kırılma oldu. Biz kazandık. Bu yarışma bana kaybetmeyi öğretmişti eve kadar ağlamıştım. Babam asık suratla nasıl bu kadar dikkatsiz olduğumu sormuştu, oysa bu anılar iyilik meleğim sayesinde yok olmuştu. Finallerde ise yaptığım hatayı hiç unutmamıştım. Bir düzlemde sonsuz tane doğru vardır ve bu nedenle düzlemin iki değil sonsuz tane alt uzayı vardır. Öğretmenlerim bu yaşta nasıl derin geometri bilgisine sahip olduğumu düşünerek şaşırıyor.
“nokta” boyutu olmayan bir geometrik şekildir diyorum, sonsuztane nokta bir araya gelerek bir doğru ;sonsuz tane doğru bir araya gelerek bir düzlem oluşturur. Düzlem iki boyutludur:uzunluk ve genişlik.
Yaşadığımız uzay ise üç boyutludur. Düzlemde olmayan boyut yüksekliktir. Benim ve sıra arkadaşım Ayşe’nin yerden yüksekliği ölçülebilir.
Okul müdürü beni tebrik ederken babam benimle gurur duyduğunu söylüyor. Unuttuğum bir nokta var bizi biz yapan hatalarımızdır, oysa benim hata yapma şansım yok. İyilik meleğim gerçekten bana iyilik mi yaptı acaba?
İnsanlar hata yaparak olgunlaşır ve doğruya ulaşır. İlk bakışta bu yetenek büyük bir lütuf gibi geldi. Sokağımızın virane konağının bahçesinde futbol oynuyoruz,birazdan gerçek hayatımda Mehmet ile kavga edeceğimi ve ben onunla konuşmaya çalışırken burnumu kıracağını biliyorum. Beklediğim an geldi, Mehmet topu fırlatıp bana doğru koşarak geldi ama ilk darbeyi ben vurdum, zavallı çocuğun dudağı kanamaya başladı. Kendimi hile yapan bir oyuncu gibi hissettim. Mehmet ağlayarak eve gitti. Kuzenim yaptığım hareketin çok yanlış olduğunu bunun sadece bir oyun olduğunu söyledi. Bu oyunu gereğinden fazla ciddiye aldığımı ve gereksiz yere kalp kırdığımı belirtip evine gitti. Bu sözü hiç unutmamıştım. Gerçek hayatımda dudaklarının kanaması gereken kişi bendim. Mehmet’in bana vuracağını beklemiyordum ve ben onun karşısında
Saf saf beklerken yumruğunu birden burnumda hissetmiştim, olması gereken buydu!
Annem ve babam tarafından sürekli takdir edilmek
Beni yormaya başladı. Bu alternatif zamanda ders çalışmaya gerek yok bir dikdörtgenin alanının kısa kenar ile uzun kenarın çarpımına eşit olduğunu zaten biliyorum. İngilizce ve almanca konuşabiliyorum. Yaşıtlarım ise yeni kelimeleri öğrenmek için defalarca yazmak zorunda kalıyor. Ayşe ise hayatından memnun. Okul birincisinin sıra arkadaşı olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyor ama bu mutluluk kısa sürecek. İkinci sınıfta Ayşe okulumuzdan ayrılacak. Babasının memur olması nedeni ile taşınacaklar. Ona gerçeği anlatsam deli olduğumu düşünecektir.
“Ayşe ben aslında elli yaşında amatör bir yazarım. Lise yıllarımda bir türlü öğrenemediğim organik kimya dersini otuz yaşında sıcak yaz günlerinde öğrenci gibi ders çalışarak öğrendim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum.”
Hakkımda ne düşünür acaba? Onun beyaz tokalarını çok seviyorum. Okulun avlusunda onunla “elim sende” ya da saklambaç oynamak ne kadar güzel! Çocuk olmayı çok özlemişim!
Her şey yolunda , hayatımda başarısızlığa yer yok . ayşe yanımdan ayrılmıyor ama ben mutlu değilim. Beni rahatsız eden nedir bilmiyorum. Kendimi kopya çeken bir öğrenci gibi hissediyorum. Sınıf arkadaşlarıma haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım. Onlar minik beyinleri ile ilk kez duydukları geometrik terimleri pekiştirmeye çalışırken ben tecrübem sayesinde hiç zorlanmıyorum.
-senin iyilik meleği olduğunu sanıyordum.
-ben sana iyilik ettim, sayemde yirmi yaşında genç bir profesör olacaksın uluslar arası dergilerde senin ismin yazacak ve farklı ülkelerde seminerlere katılacaksın.
-sadece bir ay sürem olduğunu söylemiştin. Başarısız olduğum üniversite giriş sınavında yapamadığım soruları kolaylıkla çözüp yeni mesleğimle yeni bir hayata başlayacaktım!
-hesaplarda bir değişiklik oldu,Necip.
-benim yüzümden çocuğun dudağı kanadı, kendimi suçlu hissediyorum.
-sen vurmasaydın o sana vuracaktı, bu nedenle kendini suçlu hissetmene gerek yok, sen kendini savundun.
-ona şiddet uyguladım yaptığım yanlıştı bir çocuk arkadaşına vurmamalı onun kendisine vuracağından emin olsa bile!
-yani birisi sana vurunca sen öbür yanağını gösterip buraya da vur mu diyeceksin? Tanrıdan dilekte bulunduğun zaman dikkatli ol,Necip kimi dilekler onun tarafından kabul edilir. Gerçek yaşamında üniversiteyi bitirdikten sonra yaz sıcaklarında ders çalışıp öğretim görevlisi olmak için jürinin karşısında başarısız oldun ve salondan ayrılırken bunu hak etmediğini düşündün. Tanrı seni duydu ve dilediğin gerçekleşti, daha ne istiyorsun?
-bu gerçek dünya değil iyilik meleği, sanal dünyada yaşıyorum. Bak sana gauss’un öykünü anlatayım. Gauss on yaşındayken matematik öğretmeni o gün ders anlatmak istemez ancak öğrencilerin meşgul olması gerekmektedir. Bu amaçla herkesin birden yüze kadar olan sayıların toplamını bulmasını ister. Gauss ilk sayı olan bir ile son sayı olan yüzü ,toplar ve defterinin köşesine yüz bir yazar. İkinci sayı olan iki ile sondan bir önceki sayı olan doksan dokuz sayısını toplar ve yüz bir bulur. Bu şekilde tam elli tane yüz bir olduğunu anlayıp çarpma yapınca cevabı 5050 bulur. Cevabı bulması
Birkaç dakikasını almıştır. İki ders boyunca öğretmen masasında gazetesini okuyacağını hayal eden öğretmen cevabın doğru olduğunu anlayınca şok olur ve karşısındaki çocuğun bir dahi olduğunu anlar. O doğuştan dahi olduğu için bunu başardı. Ben üstün zekalı değilim bu insanları kandırmaktır. Genç yaşta makale yazıyor olmam tecrübem sayesinde gerçekleşiyor , hiçbir zaman Newton ya da Gauss olamam!
-Gauss konusunda sana hak veriyorum ancak Newton konusunda sana katılmam imkansız. Newton’un tanrı vergisi bir zekası yoktu. Başarısını disiplinli çalışmasına borçluydu. Optik konusunda o kadar çok yoğun çalışırdı ki kendi gözleri ile yaptığı deneyler nedeni ile körlük tehlikesi yaşadı. İngilterede grantham şehri yakınlarında woolsthorpe ‘da erken bir doğumla hayata geldi. Doğmadan babasını kaybetmişti.
Dört yaşına kadar annesi ile büyüdü, daha sonra annesi başka biri ile evlendi ve yedi yıl boyunca ona anneannesi baktı.
Newton’ın evrensel kütleçekimi ve hareketin üç kanunu, sonraki üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütleçekim kanunu ve Alman gökbilimci Johannes Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton aynı zamanda ilk yansıtmalı teleskobu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı da oluşturmuştur.
Isaac Newton, bilim insanları tarafından bilim tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1999’un sonlarında, 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein’dan sonra 2. sırayı almıştır. Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart’ın 1978 yılında yayımladığı "Dünyaya Yön Veren En Etkin 100" adlı kitabında ise Newton, 2. sırada yer alarak Albert Einstein dahil tüm bilim insanlarının en üstünde tutulmuştur. Ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov da, Newton’dan ’’tarihin en büyük bilim insanı’’ olarak bahsetmiştir.
Sana ayrıcalık tanımamızın sebebi insanlığın giriştiği en önemli ve heyecan verici keşif yolculuklarından biri olan
Evrenimizin davranışını yöneten temel ilkelerin araştırılmasında rol almandır.
İki buçuk bin yıldan fazla süren bir yolculuk sonunda insanlar önemli bir ilerleme gösterdi. Bununla birlikte
Bu yolculuk son derece zor olduğunu kanıtladı ve gerçek çoğu zaman yavaş yavaş ortaya çıktı.
Yine de yirmi birinci yüzyıl bize olağanüstü yeni anlayışlar kazandırdı, bazıları o kadar etkileyici oldu ki pek çok bilim insanı fen biliminin temel ilkelerinin bir anlayışa yakın olabileceğimiz görüşünü dile getirdi.
Dünyamızın davranışının temelini ilkelere sahip olduğumuz anlayışı aslında onun matematiğinin takdir edilmesine bağlıdır.
Bazı insanlar ilköğretim düzeyinde matematik kapasiteleri olmadığı inancını oluşturacaklarından bunu umutsuzluğun bir nedeni olarak kabul edebilirler.
Pek çok insanın korkulu rüyası matematik bize ilkokul yıllarında ezberlediğimiz çarpım tablosu, basit kesirler, birleşik kesirler ve tam sayılı kesirleri anımsatır.
Bu noktada aklımıza şu soru gelir:İnsanlar
Kesirlerin manipülasyonunda ustalaşamazlarsa, fiziksel teorinin en ileri noktasında devam eden araştırmayı kavrayabilmeleri için nasıl iyi bir şekilde tartışabilirler?
Ben bu konuda iyimser davranmak istiyorum, kesirlerde dört işlem yapamayan insanların aslında sahip olduğu potansiyelin farkına varamayan insanlar olduğunu iddia ediyorum.
Mesleğinde ilk yılını tamamlayan bir coğrafya öğretmeni ile birlikte ders çalışırken onun şu tespitini unutmuyorum.
“Matematik bin bir gece masalları gibi, her seferinde işi kitabına uydurup, bir çözüm buluyorsunuz.”
Bin bir gece masalları olmadan etrafımızdaki fiziksel varlıkları yöneten kuralları anlama imkanımız yok.
İlkokul sırasında öğrendiğimiz kesirlerde sadeleştirme işlemi aslında Einstein genel görecelik kuramında kullanılan denklik bağıntısı kavramının bir uygulamasıdır.
Her insan yeteri kadar okursa her seviyede bilgiyi anlama kapasitesine sahiptir.
Evrenimizi hangi yasalar yönetir? Onları nasıl tanıyacağız?
Bu bilgi Dünyayı anlamamıza ve dolayısıyla eylemlerini bizim avantajımıza yönlendirmemize nasıl yardımcı olabilir?
İnsanlığın doğuşundan beri insanlar bu gibi sorularla derinden ilgileniyorlar.
İlk başta, kendi yaşamlarından elde edilebilen anlayış türüne atıfta bulunarak Dünyayı kontrol eden etkileri anlamaya çalışmışlardı.
Kontrol eden her ne olursa olsun ya da her kim olursa olsun, çevrelerinin, olayları kontrol etmek için kendileri gibi davranacağını hayal etmişlerdi:
Başlangıçta, olayların kaderlerinin yada insan dürtülerine çok uygun şekilde hareket eden varlıkların etkisi altında olduğunu düşünmüşlerdi.
Buna göre, güneş ışığı, yağmur fırtınaları gibi doğa olaylarının seyri, kıtlık hastalığı, bu tür insan dürtüleri tarafından güdülenen tanrıların veya tanrıçaların kaprisleri açısından anlaşılmalıdır.
Ve bu olayları etkilediği algılanan tek eylem, tanrı figürlerinin yatıştırılması olacaktır.
Fiziksel Dünyamızın davranışının temelini oluşturan ilkelere sahip olduğumuz anlayışı, aslında onun matematiğinin biraz takdir edilmesine bağlıdır.
Ancak yavaş yavaş farklı türden kalıplar güvenilirliklerini oluşturmaya başladı. Güneş’in gökyüzündeki hareketinin hassasiyeti ve gündüzün geceyle değişmesiyle net ilişkisi en bariz örneği sağladı; ama aynı zamanda Güneş’in yıldızlara göre konumlanmasının, mevsimlerin değişmesi ve buna bağlı olarak hava durumu ve dolayısıyla bitki örtüsü ve hayvan davranışları üzerindeki net etki ile yakından ilişkili olduğu görüldü.Buradaki açıklamalarımda, birçok önemli matematiksel kavramın doğasında bulunan fikri, güzelliği ve sihri aktarmakla daha çok ilgileneceğim.
İşin büyüsü, bir kesir fikrinin gerçekte doğrudan doğruya fiziksel Dünyada, olmamasına rağmen pasta parçalarıyla tam olarak ölçülen şeyleri deneyimlememize yaramasıdır.
Bu, doğrudan deneyimimizin sayısız varlığını kesin olarak ölçen 1,2,3 gibi doğal sayılar durumunun aksine Platonik dünyaya ait bir olgudur.
Kesirlerin tutarlı bir anlam ifade ettiğini görmenin bir yolu, aslında tanımı yukarıda belirtildiği gibi tam sayı çiftlerinin sonsuz koleksiyonları açısından kullanmaktır.
Bir kesirli sayıyı kendi başına bir tür varoluşa sahip bir varlık olarak düşünmek daha iyidir ve çiftlerin sonsuz koleksiyonu, bu tür bir varlığın tutarlılığı ile uzlaşmamızın yalnızca bir yoludur.
Aşinalıkla, kesir gibi bir varlığı kendi varoluş türüne sahip bir şey olarak kolayca kavrayabileceğimize inanmaya başlarız ve sonsuz bir çiftler topluluğu fikri yalnızca bilgiç bir alettir, bir kez sahip olduğumuzda hayal gücümüzden hızla uzaklaşan bir alet.
matematik sadece kendi yarattığımız kültürel bir etkinlik değil, kendine ait bir yaşamı var ve çoğu kez fiziksel evrenle inanılmaz bir uyum buluyor.
Matematik Dünyasına girmeden fiziksel Dünyayı yöneten yasaları derinlemesine anlayamayız.
Özellikle, yukarıdaki bir eşdeğerlik sınıfı kavramı sadece matematikle değil, aynı zamanda modern parçacık fiziğine göre doğanın kuvvetlerini tanımlayan ayar teorisi ilkeleri gibi önemli fizikle de ilgilidir.
Sana Am-tep’in hikayesini anlatayım. Am-tep bir sanatçıydı.o gece yorucu bir günün sonunda atölyesindeki tahta sedirinin üstünde uyumaya çalışıyordu.Aslında kendisi dahi uykuda yada uyanık olduğunu tam olarak kestiremiyordu.Bu esnada tuhaf bir şey oldu,Am-tep kalkıp pencereye yöneldi,güneş kuzeyden yükselmeye başlamıştı!
Bu yükselen kırmızı nesne güneş olamazdı,bu kadar çabuk sabah olacağına gözleri inansa bile yorgun kemikleri inanmıyordu.
Uzakta denizden gökyüzüne doğru yükselen adeta ateşten oluşmuş bir hava koridoru vardı.Pencerenin önünde durduğu anda koyu bir bulut gördü.Bu bulut adeta dev bir şemsiye gibi ateş sütununu kaplamıştı keder veren bir hali vardı.Gece boyunca gördüğü yıldızlar birer birer yok olmaya başlamıştı.Sanki cehennemden yeryüzüne inmiş olan bu ateş koridoru ve iç karartıcı şemsiye yıldızları yutuyordu.Am-tep bu manzara karşısında korkmuş olmalıydı fakat korku yerine o daha çok etkilendiği için kımıldamadan pencere önünde durup izlemeye devam etti.Karşısında kusursuz bir simetri vardı.Ruhunu karartan bulut birden doğuya yöneldi.
Daha önce Tanrı’nın bu kadar şiddetli öfkesine tanıklık etmemişti.İlk tepkisi kendisini suçlamak oldu.Öküzün üzerinde yükselen dünya heykelini yaparken bir kusur işlediğini düşünmeye başladı.Acaba tanrıları kızdıracak bir hatası mı olmuştu?Büyük Sarayda bir sorun olabileceğini düşünmeye başladı.Rahip-Kral şeytani Tanrının isteklerini yerine getirmek için vakit kaybetmezdi,fedailer olmalıydı.Geleneksel meyve şölenleri yada kurban edilen hayvanlar bu şeytani Tanrının öfkesini yatıştırmak için yeterli olmazdı.Fedailer insanlar arasından seçilmeliydi.Kısa bir süre sonra etkili bir rüzgar ile oda içinde savruldu.Rüzgarın kulakları uğuldatan bir sesi vardı, bir an için sağır olduğunu sandı Am-tep.Büyük bir emek vererek yaptığı kilden kaplar bulundukları raflardan salınarak yere düşüp parçalara ayrıldılar.Rüzgarla savrulup odanın bir köşesinde iki büklüm düşünürken odadaki karışıklığı gözlemledi.Denizin üzerinde beliren korkunç manzarayı gözlemlemek için güçlükle de olsa ayağa kalkmayı başardı.Kendisine doğru gelmekte olan dev dalga ile birlikte sanki hipnotize olmuştu.Dev dalgalar gemileri bir ceviz kabuğu gibi kıyıya doğru sürüklüyordu.Gemiler sahile vurduktan sonra kıyıya yakın yerlerde kurulan evlere zarar verdi.Am-tep daha kötüsünün olabileceğini düşünüyordu ve bu düşüncesinde haklıydı.Bu şiddette bir doğa olayının yatışması için sadece bir insan kurban edilmesi yeterli olamazdı.Birden çocuklarına döndü, sonra yeni doğmuş torununa baktı,çocukları ve torunu tehlikede olabilirdi.Genç bir kız ve yeni doğmuş bir bebek şimdi tapınağa doğru büyük bir kalabalık eşliğinde yola çıkmıştı.Önde rahipler tütsü dumanını havaya savururken yer büyük bir gürültü ile ikiye ayrıldı,rahipler ,kurbanlar ve peşlerine takılan insanlar bu derin çukur tarafından yutuldu.Bu depremden dolayı büyük saray da yıkılmıştı.Am-tepin şimdiye kadar yaşadığı sakin huzurlu dünya yok olmuştu,bu güzel ada halkı el sanatları ile uğraşır komşu topluluklar ile ticaret yapardı.Büyük sarayda çeşit çeşit bitkiler farklı renkte ve güzellikte çiçekler hayvan türleri bulunurdu.Savaşı ve savunmayı halk bilmezdi.Birkaç yıl önce yetenekli marangoz ve aynı zamanda denizci oğlunun yaptığı gemi ile adayı terk etmişti Am-tep.Torunun dünyadaki her olayı merak eden bir havası vardı.Yolculuk boyunca hava sakindi.
Neden tanrılar kimi zaman kızgın olurdu ve karşılaştıkları tufanları kim nasıl idare ediyordu,zihnini kurcalayan bu soruyu torunu ile paylaştı fakat bir cevap bulamadı.Bu olaydan sonra bir yüzyıl hatta bir milenyum geçmiş olmasına rağmen Am-tep’in sorusuna cevap bulunamadı.
Amphos kendisinden yüzyıllar önce yaşayan dedesi Am-tep gibi sanatçıydı,altın süs eşyaları,her çeşit kilden yapılmış küpleri özenle sıralar yaşamını sanatı ile kazanırdı.Yaklaşık kırk nesil boyunca hep aynı sanat ile uğraşmışlardı.Nesiller boyunca aktarılan tek yetenek el sanatları değildi,aynı zamanda araştırma ve öğrenme arzusu da aile içinde nesillerden nesillere aktarılmaktaydı.Büyük felaket huzur içinde yaşayan bir toplumu yok etmişti.Yüzyıllar evvel Am-tep’in zihnini meşgul eden sorular şimdi de Amphos’un cevabını bulmak için yanıp tutuştuğu sorular ile aynıydı.
Amphos bitkilerin yapısına çalıştı.Böceklere ve yaşamında karşısına çıkan diğer küçük yaratıklara çalıştı,taşları ve kayaları inceledi.Öğrenme arzusu ile doluydu ve gözlem yapmayı çok seviyordu.tarıma ilgisi vardı ve tek bir tohumdan bir bitkinin nasıl olup da yetişip geliştiğini öğrenmek istiyordu.
Acaba Tanrılar yıldızları daha düzenli bir şekilde yerleştirmeyi neden denememişlerdi?Bir çiftçi tarafından rastgele savrulan tohumları andırıyordu yıldızlar.Tabiatın kanunları kusursuz bir şekilde işliyordu.Evrenin yaradılışında rol oynayan batıl inançlar ve cahillik değil,sayılar ve geometriydi.Bir milenyum önce Am-tep’in yaptığı gibi Amphos da deniz yolculuğuna çıktı.Croton şehrine ulaştı.Bu şehirde gerçeği bulmaya odaklanmış bir tarikata kabul edildi
Bu tarikatın önderinin ismi Pisagordu.
-unutma sadece bir ay süren var,yolun başına dönebileceksin.
-peki aile babası yaşamım ne olacak?
-bunu paralel evrenler gibi düşün, aile babası olarak hayatına devam ederken sana ikinci şans verilecek geriye döndüğünde bilgilerin yine hafızanda olacak öğretmenlerin senin dahi olduğunu düşünecekler tüm disiplinlerdeki üst düzey bilgilerini geri döndüğün okulunda kullanabileceksin ve elbette hayatını etkileyecek o sınavda bu kez başarılı olup gençlik yıllarında hayalini kurduğun üniversiteyi kazanacaksın.
-bu ayrıcalık bana neden veriliyor?
-on sekiz yaşında girdiğin sınavda heyecandan bilincini bir süre kaybettin, görevli öğretmenler kısa süre bayıldığın için seferber oldular zaman kaybettin ve sınavı kazanamadın. Bu mağduriyet seni seçkin kişi yaptı artık o sınavda başarısız olma şansın yok. Zorlandığın grafik sorularında yanındaki arkadaşa sorman gerekmeyecek özel ders alamadığın için anlamadığın konular olmayacak.
Şu an hayatında hedeflediğin amaca ulaşamadın bunun farkındayız dergilere yolladığın makaleler basılmaya değer görülmüyor , katıldığın edebiyat yarışmalarında dereceye giremedin.
Bu sonuçlar yaşam ile bağını kopardı kabul ediyorum. Ben senin iyilik meleğin olarak görevlendirildim çünkü karşına çıkan başarısızlıklar seni hayattan koparmamalı, mücadele etmelisin!
Başarı kimseye altın tabak içinde sunulmaz. Seni anlamaya çalışıyorum, bu dünyadan ayrıldıktan sonra iz bırakmak istiyorsun, Montaigne gibi yüzyıllar sonra okunmak istiyorsun.
-senin gerçek olup olmadığını anlamakta zorlanıyorum, bu bir rüya olmalı.
-inan bana bu yaşam kadar gerçek, beş yaşındayken balkondan aşırı derecede sarktığında yardımına ben koştum. O günü hatırlıyor musun?
İlkokul birinci sınıfta hece kitabına çalışırken öğretmenin yanına geldi, elinde kalın mavi karton kapaklı bir kitap vardı, sınıfta sadece sana bu kitabı hediye etti ve sen ilk satırı yaşamın boyunca unutmadın.
-Tom!Tom! neredesin seni haylaz çocuk!
O çocuk romanı kitapların dünyasına kapıyı araladı ve yaşamın boyunca bir kitap kurdu oldun. İlk romanlarında büyükler için yazdın. Deneme şiir , otobiyografi ve polisiye romanları yazdın. Her gece bilgisayarın başına oturup bu gün şiirlerimi kaç kişi okudu? Sorusuna cevap bulmak için heyecan içinde sayfanın açılmasını bekledin, şu an durum biraz farklı . ilk kez bir çocuk romanı yazacaksın “TOM SAWYER “ gibi ve bu kitabı birlikte yazacağız!
İlkokul günlerini ve sınıf arkadaşlarını unutmamış olman senin için bir avantaj. İnan bana hatıralarla yaşamanın aklına gelmeyecek faydaları vardır.
Anılarla yaşamak gerekli ancak yeterli değildir , çocuk romanı yazarken dikkatli olmalısın. Kelimeleri seçerken titiz davranmalısın. İlk kitap bir çocuğu kitaplarla dost yapabildiği gibi okuma heyecanını söndürebilir de.
Unutma, gelecek nesiller mutlaka okumalı!
-Benim de tam olarak yapmak istediğim bu aslında. Sen de gözlemlemişsindir günümüzde çocuklar ve gençler tabletlere ve telefonlara çok zaman ayırıyor . cümle kurmakta , kitap okumakta ve muhakeme etmekte zorlanıyorlar. Öğrencilik yıllarımda ben de çok parlak bir öğrenci değildim ama boş zamanlarımda dünya klasiklerini okudum. Bu noktada aklıma şu soru takılıyor:
“benim çocukluğumda tablet icat edilmiş olsaydı yine kitaplarla dost olur muydum?”
-bu soruya yanıt veremem ama ilk gençlik yıllarında “atari” dediğin o koca makinelere sen de fazla zaman ayırıyordun.
-o günler çok geride kaldı ve sen bana özlemle aradığım hatıralarımı yeniden yaşama şansı veriyorsun. Bu nedenle sana minnettarım. En önmelisi iki yıl önce salgında kaybettiğim annemi yeniden görme şansım olacak. Onu göreceğim değil mi?
-elbette göreceksin, gün ağarırken annen erkenden uyanıp sobanın küllerini boşaltacak senin için kahvaltı hazırlayacak ve sen her sabah olduğu gibi kül dolu soğuk teneke kutuyu sokağın başındaki çöp kutusuna boşaltıp hızla eve döneceksin.
1982 yılındaki o dar sokaklarda komşu çocukları ile top peşinde koşacaksın.
-Polisiye romanları çok seviyorum, iyilik meleğim. Bununla birlikte polisiye yazmak ayrı bir yetenek gerektiriyor. Deneme yada roman yazarken kendimi özgür hissediyorum. Çocuk romanı konusunda ise dikkatli olmak gerek haklısın.
“Küçük Prens” güzel bir çocuk kitabı ama ATATÜRK’ü
Bir diktatör olarak nitelediği için sevmiyorum.
Sence kitabımın ilk cümlesi ne olmalı?
İlk cümle okuyucu için çok önemlidir.
Küçük Prens bir soru cümlesi ile başlıyor:“benim için bir koyun çizer misiniz?”
Tom Sawyer ise iyi kalpli teyzenin öksüz ve yetim olan yaramaz Tom’a seslenmesi ile başlıyor.
İlk satır bir kahramanın konuşması mı olmalı yoksa bir tasvir mi olmalı?
“gazap üzümleri” isimli kitabın uzun bir tasvirle başladığını hatırlıyorum. Son sayfasında beni çok üzen Şeker Portakalı isimli çocuk kitabının nasıl başladığını ise şu an hatırlayamadım. İlk olarak “Zeze “ gibi bir çocuk kahraman yaratmalıyım.
-bu kitabın çocuk kahramanı sen olacaksın. Kısa pantolon ve yaralı dizkapaklarınla evinizin yanındaki yıkılmış köşkün bahçesindeki ağacın gölgesinde bilye oynayan küçük çocuk bu romanın kahramanı olacak.
Zeze sensin Necip!
-çok güzel, romanın kahramanını belirledik ancak iş sadece kahramanı belirlemekle bitmiyor. Çocuk romanında mutlaka macera olmalı.
Afacan beşler okumadın mı?
Tom ve arkadaşı Huck azılı suçluların yakalanmasına yardımcı olur ayrıca Tom ve sınıf arkadaşı Becky okul gezisinde sınıftan ayrılıp kaybolur ve bir mağaraya sığınır.
Macera konusunda en iyi kitabın Afacan beşler olduğunu düşünüyorum. İki kız iki erkek çocuk ve bir kahraman köpek (Tim) bir ekip çalışması ile kötü adamların yakalanmasında güvenlik güçlerine yardımcı olur.
-bizim romanımızda kötü adam yok. Klasik çocuk kitaplarından farklı olacak. Okuluna öğrenci olarak geri döndüğün zaman macera başlayacak. Çocukluğunda sevdiğin bir hayvan dostun var mıydı?
-çocukluğumda sokakta gördüğüm her kedinin üşüdüğünü düşünürdüm. Sokakta bazı çocukların kedilere ve köpeklere taş attıklarına şahit olmuştum.1982 yılında evinde kedi yada köpek besleyen kaç tane aile vardı ki? Günümüzde apartman dairesinde kedi beslemek çok revaçta ne yazık ki obez kedileri yazılı ya da görsel medyada izliyorum. Çocukluğumda hatırladığım tek hayvan dostum beyaz bir tavşan yavrusuydu, eflatun renkli gözleri sürekli hareket halinde olan burnu ile evimizin neşesi olmuştu.
Annem tavşanı bir arkadaşından ödünç almıştı, kısa bir süre misafirimiz olan bu tatlı tüy yumağından ayrılmak zor olmuştu. Macera konusunda sana katılmıyorum. Bir romanda mutlaka aksiyon olmalıdır. Çocukluğumda yazmaya değer bir olay oldu mu diye düşünüyorum şu an.
-iyi bir kitapta mutlaka aksiyon olmalı mı?
Sofie’nin Dünyası isimli kitapta aksiyon var mıydı?
-hayır , yoktu. Kitap çok sürükleyiciydi sevgili meleğim.
-ergenlik çağındaki Sofie Amudsen gizemli bir mektup alır ve öykü başlar. Felsefe tarihini okuyucuyu sıkmadan anlatan gizemli mektuplarla merak uyandıran bir kitap.
Bizim kitabımızda amacımız çocuklarımıza bilimi sevdirmek olacak, sen benim tarafımdan gönderilen gizemli mesajlar alacaksın ve ergenlik çağındaki tükenmeyen enerjin ile sana verilen ikinci şansı kullanarak bilimin perdesini aralayacaksın.
Bugün 15 eylül 1982, okulun ilk günü. Annemin elini sıkı tutuyorum üzerimde siyah önlüğüm var. Okul evimizden sadece yüz metre uzakta, plastik çubuklarım ve renkli abaküsüm geçen hafta alındı.
İlk ders defterimize dik doğrular ; ikinci ders eğik doğrular çiziyoruz. Öğretmenimiz bize gitarı ile şarkılar
Söyledi. Annesinden ayrılmak istemeyenler göz yaşlarına boğuldu. Yıllar sonra tekrar tebeşir tozu yuttum, kara tahtaya doğru parçaları çizdim. Sınıfın duvarlarında mevsimler köşesi, Atatürk köşesi ve tarih şeridi ile büyük bir Türkiye haritası var.
Ayşe’yi tekrar görmek çok güzel!ilk sırada onunla beraber oturuyoruz.
Plastik çubuklarımızdan geometrik şekiller yaptık,plastik kuru fasulyelerimizle saymayı öğrendik, arka sırada Figen ve Meliha oturuyor.
Beslenme saatinde haşlanmış yumurta,peynir ve zeytin ile minik bir kahvaltı yaptım.
Ve hiç unutmadığım o an geldi. Öğretmenim bana kitap hediye etti, bu bir dejavu. İlk pişmanlığımı okullar arası bilgi yarışmasında yaşamıştım. Cumhuriyet ilkokulu ekibinin lideri seçildim. Gerçek hayatımda aynı cevabı iki soruya vererek hata yapmıştım. İlk soruda cevap doğruydu ancak ikinci sorunun cevabı belgisiz sıfat değil belgisiz zamir olacaktı ve benim hatam yüzünden okulumuz elenecekti,ama bir dakika!
İyilik meleğim bana bir fırsat tanıdı artık hata yapmak yok! Beklediğim an gelmişti, büyük salonda rakip okulun ekibi tam karşımızdaydı ve puan durumu eşitti. Türkçe sorusu jüri tarafından okundu. Cevabı elimdeki beyaz kartona yazmalıydım, ekibime dönüp” Arkadaşlar
Aynı cevabı iki kez yazamayız bu nedenle sorunun cevabı belgisiz zamir olacak “ dedim ve o an zamanda bir kırılma oldu. Biz kazandık. Bu yarışma bana kaybetmeyi öğretmişti eve kadar ağlamıştım. Babam asık suratla nasıl bu kadar dikkatsiz olduğumu sormuştu, oysa bu anılar iyilik meleğim sayesinde yok olmuştu. Finallerde ise yaptığım hatayı hiç unutmamıştım. Bir düzlemde sonsuz tane doğru vardır ve bu nedenle düzlemin iki değil sonsuz tane alt uzayı vardır. Öğretmenlerim bu yaşta nasıl derin geometri bilgisine sahip olduğumu düşünerek şaşırıyor.
“nokta” boyutu olmayan bir geometrik şekildir diyorum, sonsuztane nokta bir araya gelerek bir doğru ;sonsuz tane doğru bir araya gelerek bir düzlem oluşturur. Düzlem iki boyutludur:uzunluk ve genişlik.
Yaşadığımız uzay ise üç boyutludur. Düzlemde olmayan boyut yüksekliktir. Benim ve sıra arkadaşım Ayşe’nin yerden yüksekliği ölçülebilir.
Okul müdürü beni tebrik ederken babam benimle gurur duyduğunu söylüyor. Unuttuğum bir nokta var bizi biz yapan hatalarımızdır, oysa benim hata yapma şansım yok. İyilik meleğim gerçekten bana iyilik mi yaptı acaba?
İnsanlar hata yaparak olgunlaşır ve doğruya ulaşır. İlk bakışta bu yetenek büyük bir lütuf gibi geldi. Sokağımızın virane konağının bahçesinde futbol oynuyoruz,birazdan gerçek hayatımda Mehmet ile kavga edeceğimi ve ben onunla konuşmaya çalışırken burnumu kıracağını biliyorum. Beklediğim an geldi, Mehmet topu fırlatıp bana doğru koşarak geldi ama ilk darbeyi ben vurdum, zavallı çocuğun dudağı kanamaya başladı. Kendimi hile yapan bir oyuncu gibi hissettim. Mehmet ağlayarak eve gitti. Kuzenim yaptığım hareketin çok yanlış olduğunu bunun sadece bir oyun olduğunu söyledi. Bu oyunu gereğinden fazla ciddiye aldığımı ve gereksiz yere kalp kırdığımı belirtip evine gitti. Bu sözü hiç unutmamıştım. Gerçek hayatımda dudaklarının kanaması gereken kişi bendim. Mehmet’in bana vuracağını beklemiyordum ve ben onun karşısında
Saf saf beklerken yumruğunu birden burnumda hissetmiştim, olması gereken buydu!
Annem ve babam tarafından sürekli takdir edilmek
Beni yormaya başladı. Bu alternatif zamanda ders çalışmaya gerek yok bir dikdörtgenin alanının kısa kenar ile uzun kenarın çarpımına eşit olduğunu zaten biliyorum. İngilizce ve almanca konuşabiliyorum. Yaşıtlarım ise yeni kelimeleri öğrenmek için defalarca yazmak zorunda kalıyor. Ayşe ise hayatından memnun. Okul birincisinin sıra arkadaşı olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyor ama bu mutluluk kısa sürecek. İkinci sınıfta Ayşe okulumuzdan ayrılacak. Babasının memur olması nedeni ile taşınacaklar. Ona gerçeği anlatsam deli olduğumu düşünecektir.
“Ayşe ben aslında elli yaşında amatör bir yazarım. Lise yıllarımda bir türlü öğrenemediğim organik kimya dersini otuz yaşında sıcak yaz günlerinde öğrenci gibi ders çalışarak öğrendim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum.”
Hakkımda ne düşünür acaba? Onun beyaz tokalarını çok seviyorum. Okulun avlusunda onunla “elim sende” ya da saklambaç oynamak ne kadar güzel! Çocuk olmayı çok özlemişim!
Her şey yolunda , hayatımda başarısızlığa yer yok . ayşe yanımdan ayrılmıyor ama ben mutlu değilim. Beni rahatsız eden nedir bilmiyorum. Kendimi kopya çeken bir öğrenci gibi hissediyorum. Sınıf arkadaşlarıma haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım. Onlar minik beyinleri ile ilk kez duydukları geometrik terimleri pekiştirmeye çalışırken ben tecrübem sayesinde hiç zorlanmıyorum.
-senin iyilik meleği olduğunu sanıyordum.
-ben sana iyilik ettim, sayemde yirmi yaşında genç bir profesör olacaksın uluslar arası dergilerde senin ismin yazacak ve farklı ülkelerde seminerlere katılacaksın.
-sadece bir ay sürem olduğunu söylemiştin. Başarısız olduğum üniversite giriş sınavında yapamadığım soruları kolaylıkla çözüp yeni mesleğimle yeni bir hayata başlayacaktım!
-hesaplarda bir değişiklik oldu,Necip.
-benim yüzümden çocuğun dudağı kanadı, kendimi suçlu hissediyorum.
-sen vurmasaydın o sana vuracaktı, bu nedenle kendini suçlu hissetmene gerek yok, sen kendini savundun.
-ona şiddet uyguladım yaptığım yanlıştı bir çocuk arkadaşına vurmamalı onun kendisine vuracağından emin olsa bile!
-yani birisi sana vurunca sen öbür yanağını gösterip buraya da vur mu diyeceksin? Tanrıdan dilekte bulunduğun zaman dikkatli ol,Necip kimi dilekler onun tarafından kabul edilir. Gerçek yaşamında üniversiteyi bitirdikten sonra yaz sıcaklarında ders çalışıp öğretim görevlisi olmak için jürinin karşısında başarısız oldun ve salondan ayrılırken bunu hak etmediğini düşündün. Tanrı seni duydu ve dilediğin gerçekleşti, daha ne istiyorsun?
-bu gerçek dünya değil iyilik meleği, sanal dünyada yaşıyorum. Bak sana gauss’un öykünü anlatayım. Gauss on yaşındayken matematik öğretmeni o gün ders anlatmak istemez ancak öğrencilerin meşgul olması gerekmektedir. Bu amaçla herkesin birden yüze kadar olan sayıların toplamını bulmasını ister. Gauss ilk sayı olan bir ile son sayı olan yüzü ,toplar ve defterinin köşesine yüz bir yazar. İkinci sayı olan iki ile sondan bir önceki sayı olan doksan dokuz sayısını toplar ve yüz bir bulur. Bu şekilde tam elli tane yüz bir olduğunu anlayıp çarpma yapınca cevabı 5050 bulur. Cevabı bulması
Birkaç dakikasını almıştır. İki ders boyunca öğretmen masasında gazetesini okuyacağını hayal eden öğretmen cevabın doğru olduğunu anlayınca şok olur ve karşısındaki çocuğun bir dahi olduğunu anlar. O doğuştan dahi olduğu için bunu başardı. Ben üstün zekalı değilim bu insanları kandırmaktır. Genç yaşta makale yazıyor olmam tecrübem sayesinde gerçekleşiyor , hiçbir zaman Newton ya da Gauss olamam!
-Gauss konusunda sana hak veriyorum ancak Newton konusunda sana katılmam imkansız. Newton’un tanrı vergisi bir zekası yoktu. Başarısını disiplinli çalışmasına borçluydu. Optik konusunda o kadar çok yoğun çalışırdı ki kendi gözleri ile yaptığı deneyler nedeni ile körlük tehlikesi yaşadı. İngilterede grantham şehri yakınlarında woolsthorpe ‘da erken bir doğumla hayata geldi. Doğmadan babasını kaybetmişti.
Dört yaşına kadar annesi ile büyüdü, daha sonra annesi başka biri ile evlendi ve yedi yıl boyunca ona anneannesi baktı.
Newton’ın evrensel kütleçekimi ve hareketin üç kanunu, sonraki üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütleçekim kanunu ve Alman gökbilimci Johannes Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton aynı zamanda ilk yansıtmalı teleskobu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı da oluşturmuştur.
Isaac Newton, bilim insanları tarafından bilim tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1999’un sonlarında, 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein’dan sonra 2. sırayı almıştır. Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart’ın 1978 yılında yayımladığı "Dünyaya Yön Veren En Etkin 100" adlı kitabında ise Newton, 2. sırada yer alarak Albert Einstein dahil tüm bilim insanlarının en üstünde tutulmuştur. Ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov da, Newton’dan ’’tarihin en büyük bilim insanı’’ olarak bahsetmiştir.
Sana ayrıcalık tanımamızın sebebi insanlığın giriştiği en önemli ve heyecan verici keşif yolculuklarından biri olan
Evrenimizin davranışını yöneten temel ilkelerin araştırılmasında rol almandır.
İki buçuk bin yıldan fazla süren bir yolculuk sonunda insanlar önemli bir ilerleme gösterdi. Bununla birlikte
Bu yolculuk son derece zor olduğunu kanıtladı ve gerçek çoğu zaman yavaş yavaş ortaya çıktı.
Yine de yirmi birinci yüzyıl bize olağanüstü yeni anlayışlar kazandırdı, bazıları o kadar etkileyici oldu ki pek çok bilim insanı fen biliminin temel ilkelerinin bir anlayışa yakın olabileceğimiz görüşünü dile getirdi.
Dünyamızın davranışının temelini ilkelere sahip olduğumuz anlayışı aslında onun matematiğinin takdir edilmesine bağlıdır.
Bazı insanlar ilköğretim düzeyinde matematik kapasiteleri olmadığı inancını oluşturacaklarından bunu umutsuzluğun bir nedeni olarak kabul edebilirler.
Pek çok insanın korkulu rüyası matematik bize ilkokul yıllarında ezberlediğimiz çarpım tablosu, basit kesirler, birleşik kesirler ve tam sayılı kesirleri anımsatır.
Bu noktada aklımıza şu soru gelir:İnsanlar
Kesirlerin manipülasyonunda ustalaşamazlarsa, fiziksel teorinin en ileri noktasında devam eden araştırmayı kavrayabilmeleri için nasıl iyi bir şekilde tartışabilirler?
Ben bu konuda iyimser davranmak istiyorum, kesirlerde dört işlem yapamayan insanların aslında sahip olduğu potansiyelin farkına varamayan insanlar olduğunu iddia ediyorum.
Mesleğinde ilk yılını tamamlayan bir coğrafya öğretmeni ile birlikte ders çalışırken onun şu tespitini unutmuyorum.
“Matematik bin bir gece masalları gibi, her seferinde işi kitabına uydurup, bir çözüm buluyorsunuz.”
Bin bir gece masalları olmadan etrafımızdaki fiziksel varlıkları yöneten kuralları anlama imkanımız yok.
İlkokul sırasında öğrendiğimiz kesirlerde sadeleştirme işlemi aslında Einstein genel görecelik kuramında kullanılan denklik bağıntısı kavramının bir uygulamasıdır.
Her insan yeteri kadar okursa her seviyede bilgiyi anlama kapasitesine sahiptir.
Evrenimizi hangi yasalar yönetir? Onları nasıl tanıyacağız?
Bu bilgi Dünyayı anlamamıza ve dolayısıyla eylemlerini bizim avantajımıza yönlendirmemize nasıl yardımcı olabilir?
İnsanlığın doğuşundan beri insanlar bu gibi sorularla derinden ilgileniyorlar.
İlk başta, kendi yaşamlarından elde edilebilen anlayış türüne atıfta bulunarak Dünyayı kontrol eden etkileri anlamaya çalışmışlardı.
Kontrol eden her ne olursa olsun ya da her kim olursa olsun, çevrelerinin, olayları kontrol etmek için kendileri gibi davranacağını hayal etmişlerdi:
Başlangıçta, olayların kaderlerinin yada insan dürtülerine çok uygun şekilde hareket eden varlıkların etkisi altında olduğunu düşünmüşlerdi.
Buna göre, güneş ışığı, yağmur fırtınaları gibi doğa olaylarının seyri, kıtlık hastalığı, bu tür insan dürtüleri tarafından güdülenen tanrıların veya tanrıçaların kaprisleri açısından anlaşılmalıdır.
Ve bu olayları etkilediği algılanan tek eylem, tanrı figürlerinin yatıştırılması olacaktır.
Fiziksel Dünyamızın davranışının temelini oluşturan ilkelere sahip olduğumuz anlayışı, aslında onun matematiğinin biraz takdir edilmesine bağlıdır.
Ancak yavaş yavaş farklı türden kalıplar güvenilirliklerini oluşturmaya başladı. Güneş’in gökyüzündeki hareketinin hassasiyeti ve gündüzün geceyle değişmesiyle net ilişkisi en bariz örneği sağladı; ama aynı zamanda Güneş’in yıldızlara göre konumlanmasının, mevsimlerin değişmesi ve buna bağlı olarak hava durumu ve dolayısıyla bitki örtüsü ve hayvan davranışları üzerindeki net etki ile yakından ilişkili olduğu görüldü.Buradaki açıklamalarımda, birçok önemli matematiksel kavramın doğasında bulunan fikri, güzelliği ve sihri aktarmakla daha çok ilgileneceğim.
İşin büyüsü, bir kesir fikrinin gerçekte doğrudan doğruya fiziksel Dünyada, olmamasına rağmen pasta parçalarıyla tam olarak ölçülen şeyleri deneyimlememize yaramasıdır.
Bu, doğrudan deneyimimizin sayısız varlığını kesin olarak ölçen 1,2,3 gibi doğal sayılar durumunun aksine Platonik dünyaya ait bir olgudur.
Kesirlerin tutarlı bir anlam ifade ettiğini görmenin bir yolu, aslında tanımı yukarıda belirtildiği gibi tam sayı çiftlerinin sonsuz koleksiyonları açısından kullanmaktır.
Bir kesirli sayıyı kendi başına bir tür varoluşa sahip bir varlık olarak düşünmek daha iyidir ve çiftlerin sonsuz koleksiyonu, bu tür bir varlığın tutarlılığı ile uzlaşmamızın yalnızca bir yoludur.
Aşinalıkla, kesir gibi bir varlığı kendi varoluş türüne sahip bir şey olarak kolayca kavrayabileceğimize inanmaya başlarız ve sonsuz bir çiftler topluluğu fikri yalnızca bilgiç bir alettir, bir kez sahip olduğumuzda hayal gücümüzden hızla uzaklaşan bir alet.
matematik sadece kendi yarattığımız kültürel bir etkinlik değil, kendine ait bir yaşamı var ve çoğu kez fiziksel evrenle inanılmaz bir uyum buluyor.
Matematik Dünyasına girmeden fiziksel Dünyayı yöneten yasaları derinlemesine anlayamayız.
Özellikle, yukarıdaki bir eşdeğerlik sınıfı kavramı sadece matematikle değil, aynı zamanda modern parçacık fiziğine göre doğanın kuvvetlerini tanımlayan ayar teorisi ilkeleri gibi önemli fizikle de ilgilidir.
Sana Am-tep’in hikayesini anlatayım. Am-tep bir sanatçıydı.o gece yorucu bir günün sonunda atölyesindeki tahta sedirinin üstünde uyumaya çalışıyordu.Aslında kendisi dahi uykuda yada uyanık olduğunu tam olarak kestiremiyordu.Bu esnada tuhaf bir şey oldu,Am-tep kalkıp pencereye yöneldi,güneş kuzeyden yükselmeye başlamıştı!
Bu yükselen kırmızı nesne güneş olamazdı,bu kadar çabuk sabah olacağına gözleri inansa bile yorgun kemikleri inanmıyordu.
Uzakta denizden gökyüzüne doğru yükselen adeta ateşten oluşmuş bir hava koridoru vardı.Pencerenin önünde durduğu anda koyu bir bulut gördü.Bu bulut adeta dev bir şemsiye gibi ateş sütununu kaplamıştı keder veren bir hali vardı.Gece boyunca gördüğü yıldızlar birer birer yok olmaya başlamıştı.Sanki cehennemden yeryüzüne inmiş olan bu ateş koridoru ve iç karartıcı şemsiye yıldızları yutuyordu.Am-tep bu manzara karşısında korkmuş olmalıydı fakat korku yerine o daha çok etkilendiği için kımıldamadan pencere önünde durup izlemeye devam etti.Karşısında kusursuz bir simetri vardı.Ruhunu karartan bulut birden doğuya yöneldi.
Daha önce Tanrı’nın bu kadar şiddetli öfkesine tanıklık etmemişti.İlk tepkisi kendisini suçlamak oldu.Öküzün üzerinde yükselen dünya heykelini yaparken bir kusur işlediğini düşünmeye başladı.Acaba tanrıları kızdıracak bir hatası mı olmuştu?Büyük Sarayda bir sorun olabileceğini düşünmeye başladı.Rahip-Kral şeytani Tanrının isteklerini yerine getirmek için vakit kaybetmezdi,fedailer olmalıydı.Geleneksel meyve şölenleri yada kurban edilen hayvanlar bu şeytani Tanrının öfkesini yatıştırmak için yeterli olmazdı.Fedailer insanlar arasından seçilmeliydi.Kısa bir süre sonra etkili bir rüzgar ile oda içinde savruldu.Rüzgarın kulakları uğuldatan bir sesi vardı, bir an için sağır olduğunu sandı Am-tep.Büyük bir emek vererek yaptığı kilden kaplar bulundukları raflardan salınarak yere düşüp parçalara ayrıldılar.Rüzgarla savrulup odanın bir köşesinde iki büklüm düşünürken odadaki karışıklığı gözlemledi.Denizin üzerinde beliren korkunç manzarayı gözlemlemek için güçlükle de olsa ayağa kalkmayı başardı.Kendisine doğru gelmekte olan dev dalga ile birlikte sanki hipnotize olmuştu.Dev dalgalar gemileri bir ceviz kabuğu gibi kıyıya doğru sürüklüyordu.Gemiler sahile vurduktan sonra kıyıya yakın yerlerde kurulan evlere zarar verdi.Am-tep daha kötüsünün olabileceğini düşünüyordu ve bu düşüncesinde haklıydı.Bu şiddette bir doğa olayının yatışması için sadece bir insan kurban edilmesi yeterli olamazdı.Birden çocuklarına döndü, sonra yeni doğmuş torununa baktı,çocukları ve torunu tehlikede olabilirdi.Genç bir kız ve yeni doğmuş bir bebek şimdi tapınağa doğru büyük bir kalabalık eşliğinde yola çıkmıştı.Önde rahipler tütsü dumanını havaya savururken yer büyük bir gürültü ile ikiye ayrıldı,rahipler ,kurbanlar ve peşlerine takılan insanlar bu derin çukur tarafından yutuldu.Bu depremden dolayı büyük saray da yıkılmıştı.Am-tepin şimdiye kadar yaşadığı sakin huzurlu dünya yok olmuştu,bu güzel ada halkı el sanatları ile uğraşır komşu topluluklar ile ticaret yapardı.Büyük sarayda çeşit çeşit bitkiler farklı renkte ve güzellikte çiçekler hayvan türleri bulunurdu.Savaşı ve savunmayı halk bilmezdi.Birkaç yıl önce yetenekli marangoz ve aynı zamanda denizci oğlunun yaptığı gemi ile adayı terk etmişti Am-tep.Torunun dünyadaki her olayı merak eden bir havası vardı.Yolculuk boyunca hava sakindi.
Neden tanrılar kimi zaman kızgın olurdu ve karşılaştıkları tufanları kim nasıl idare ediyordu,zihnini kurcalayan bu soruyu torunu ile paylaştı fakat bir cevap bulamadı.Bu olaydan sonra bir yüzyıl hatta bir milenyum geçmiş olmasına rağmen Am-tep’in sorusuna cevap bulunamadı.
Amphos kendisinden yüzyıllar önce yaşayan dedesi Am-tep gibi sanatçıydı,altın süs eşyaları,her çeşit kilden yapılmış küpleri özenle sıralar yaşamını sanatı ile kazanırdı.Yaklaşık kırk nesil boyunca hep aynı sanat ile uğraşmışlardı.Nesiller boyunca aktarılan tek yetenek el sanatları değildi,aynı zamanda araştırma ve öğrenme arzusu da aile içinde nesillerden nesillere aktarılmaktaydı.Büyük felaket huzur içinde yaşayan bir toplumu yok etmişti.Yüzyıllar evvel Am-tep’in zihnini meşgul eden sorular şimdi de Amphos’un cevabını bulmak için yanıp tutuştuğu sorular ile aynıydı.
Amphos bitkilerin yapısına çalıştı.Böceklere ve yaşamında karşısına çıkan diğer küçük yaratıklara çalıştı,taşları ve kayaları inceledi.Öğrenme arzusu ile doluydu ve gözlem yapmayı çok seviyordu.tarıma ilgisi vardı ve tek bir tohumdan bir bitkinin nasıl olup da yetişip geliştiğini öğrenmek istiyordu.
Acaba Tanrılar yıldızları daha düzenli bir şekilde yerleştirmeyi neden denememişlerdi?Bir çiftçi tarafından rastgele savrulan tohumları andırıyordu yıldızlar.Tabiatın kanunları kusursuz bir şekilde işliyordu.Evrenin yaradılışında rol oynayan batıl inançlar ve cahillik değil,sayılar ve geometriydi.Bir milenyum önce Am-tep’in yaptığı gibi Amphos da deniz yolculuğuna çıktı.Croton şehrine ulaştı.Bu şehirde gerçeği bulmaya odaklanmış bir tarikata kabul edildi
Bu tarikatın önderinin ismi Pisagordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.