- 423 Okunma
- 2 Yorum
- 4 Beğeni
BU KEZ GÖKYÜZÜNE YAKINIM
Bir yağmur sonrasıydı. Kuşlar yağmurdan korunmak için sığındığı yuvalarından, ağaçlarsa göğe daha yakın olmak için kana kana içtiği yağmurun her bir damlası sonrasında güne uyandılar. Her şey telaşsızdı bugün. Sanki terkedilmiş evlerin her birinin külleri, gri dumanları en tepeye çıkabilsin diye yandıkça yanıyordu. Ama yormadan ama yorulmadan en hissiz, en telaşsız tavırla. Bu sabah, sükunetin eteklerinde dalgalanıyordu zaman. Ve sanki bulutların kalbinde taşıdığı damlalar, yeryüzüne emanet edildikçe ortaya çıkan sessizlik, yeni güne huzur vermişti.
Gecenin sonuna yetişemeyip uyuyakalmanın şaşkınlığı ile gözlerini hafifçe aralayarak ,yeni günün tam ortasına davetsiz bir misafirmiş gibi uyandı. Ahşap yatağında beyaz örtünün üzerinde dağılmış kahverengi saçları birden varlığını belli etti. Ancak saçlarını toplamadan, tıpkı bir trene son dakika yetişmenin heyecanı ile koşarak pencereyi sonuna dek araladı. Sanki ona bahşedilen son bir nefes hakkı kalmışçasına yağmur kokulu havayı en derinine çekti. Derin kelimesi işte o an tam anlamıyla sözlüklerde yerini aldı. Ve sonra içinde yaşam kıpırtısı, dışında en masum tebessümü ile yeşilin maviye, mavinin güneşe doyduğu umut dolu sabaha merhaba dedi.
Oysa dün gece hayatın o gergin tellerinden yükselen sancılı bir feryat, umudun her bir yanını darmadağın etmemiş miydi? Bu kaçıncı umudun yenikliği, bu kaçıncı uzaklara hasret yüreğinden çınlayan yankı, bu kaçıncı serzenişlerin bitmeyen figanı? Söylesenize ona. Kaçıncı sonu gelmeyen sonsuzluğa haykırıştı? Sorular aynıydı hep. Cevaplar yine koca bir sessizliğin hükmünde esaret. Ve o her şeyin karşısında paramparça umudunu, yine bir sabah serinliğinde tıpkı gül yapraklarından çiğ toplar gibi hicran dolu yüreğine toplamaya çıkmıştı. Umut onun diğer yarısı, alın yazısı bazen de gönül sızısıydı.
Pencereden aldığı nefesin yetersiz oluşu onu, yağmurun ıslattığı beyaz taş parkeleri olan geniş balkonuna yöneltti. Balkon camına dün gece davetli olan damlalar hala yerlerinde ahenkle bekliyorlardı. Kıpırtısız, sanki bir asker gibi.
Beyaz balkonunun ortasına doğru ilerledi. Derin bir nefes daha arzuladı ciğerleri. İşte bu şimdi yeterli geldi. Aldığı nefes yanaklarına bir pembelik, gözlerine ışıltı ve gönlüne serinliği davet etti.
Gözleri dün sabah sulamayı unuttuğu pembe çiçeklerini aradı ve sonra yağmurun adil oluşuna bir kere daha teşekkür etti. Bir annenin doyurmayı unutmadığı evlatları gibi onun çiçeklerini de unutmamıştı. Derin bir nefes de yağmurun şefkatiyle yeşeren çiçeklerinden aldı. Sanki bu defa yaşamak için değil de yaşatmak içindi alınan bu nefes. Tıpkı sevginin; çoraklaşmış iklimlere, solgun yüzlere ve yaralı gönüllere şifa olup yaşattığı gibi…
Kimler sevginin parlayan yıldızıyla var olmak istemezdi ki ? Sevginin sakin limanlarında alınan hangi nefes bencilce olabilirdi? Hangi nefes sevginin terk edildiği diyarlarda göğe yükselmek isterdi ki?
Sevgi nefesti. Alınan veya verilen hangisi ise. Aslında her ikisiydi sevgi. Hiçbir karşılık beklemeden, bedenlerin ötesinden, ruhların birbirine göz kırpmasıydı. En güzel haliyse karşılıklı tebessümlerde kıvrılan dudakların kenarından yayılan sevginin, sevgiliye karıştığı andı. Sevgi bedenlerin ruhlara kavuşmasında bir yol, bazen de varoluş yolcusuydu kendisi. Yaşamın hırçın dalgalarıyla boğuşan bedenlerimizin süsü, ruhlarımızda gömülü eserlerin ışığını gözlerimize vuran yine sevgiydi.
Dünyada aldığımız ilk nefeste, attığımız ilk adımımızda, ilk ağlayışımızda kelimeleri bilmeden dilimiz, sevginin izlerini aradı hepimiz...Oysa göğsümüzün tam ortasında nakşedilmişti Sanatçının o eşsiz eseri, sevgimiz…Ölçüsüz, kuralsız, başına buyruk sevgisiz, oysa; nazenin, samimi, sıcacık sevgiyi bilen, biziz!
Geceden kalma soğumuş kahvesinden bir yudum aldı, sanki boğazına dizili olan cümleler de kahve ile yol aldı. Yağmur kokusu hala havada asılıydı, gecenin tozlu sohbetini yıkamak istercesine sanki bulutlar anlaşıp yağmur kokulu bir sabaha uyandırmıştı onu. Gökyüzü ona çok yakındı bu sabah ancak güneş bir köşede, bulutlar bir köşede yerlerinde beklemekten tedirgin, sanki karşılaşmaktan korkan iki aşık gibiydi.
Sahi neden korkulurdu ki? Bakışların ağırlığı mıydı, yoksa kaybedişin sancısı mı?
Kaybetmek kazanmaktan daha cesur, savaş kaçmaktan daha adil öyle miydi? Yoksa bütün kurallar bozuk bir et kokusunda mı toplanmıştı bu sabah?
Hayatın tutsak hiçbir günü yokken, akışına devam eden günlerin hangisinden, neden korkulurdu ki? Umudun sesi en gür haliyle kulaklarda çınlarken, yarınların getireceği yeni kalpler varken, sevgiden mahrum bırakılmamış olanlar neden korkmalıydı ki? Korku uzak, korku tuzak, korku imkansızdı bu beldelerde…
Bu sabah kahvaltı yapmak istemedi zaten iştahı da pek yerinde değildi. Yemese de olurdu yemeğini. Dün gece ki kararlardan biriydi ya; zorlamayacaktı artık bu hayatta ki hiçbir şeyi, şimdi kendini zorlamadığı gibi… Geceden kalma soğumuş kahvesinden bir yudum ile güne devam edelim dedi…
Fon önerisi: Umut Fırat Yükselir/UMUT;)
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN
YORUMLAR
Geceye baktım, seni sordum
Saatler toplanıp bir araya geldiler...
Yokluğun yaşam tarzımdi...
Ekmeğimi yokluğa banmak gibiydi...
Çok güzel bir yazı...
Hüznü detaylardan anlatır bu kalem...
Çok saygımla.
ZSENADOĞANTEKİN
İlhamınız daim ve taze olsun.
Teşekkürlerimi iletiyorum Deniz Hocam.
Umut ve sevgiyle harmanlanmış içimizi ısıtan bir yazı..Kalemine sağlık 👏👏👏