- 405 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Sinsi Küçük Kabileler
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sinsi küçük kabilelerin gözü toprağımdaydı. O gün ellerindeki çiçeklerle gelmişlerdi yanıma. Hayranlıkla yaklaştıklarını sanmıştım. Yanımda bulunuşlarının ardından bir süre sonra uzaklaştılar. Arkaları dönük olmalarına rağmen suratlarındaki tiksinç ifadeyi görebiliyordum. Bu kabileye nereden geldiğimi sorar gibiydiler. Kendi aralarında büyük bir meseleyi tartışıyorlardı sanki. Niyetlerini, düşüncelerini, zihinlerini okuyabiliyordum veya içimdeki vesvese beni sürekli bu yönde düşünmeye zorluyordu. Vesvesenin beni haklı çıkardığına ya da doğru limana yaklaştırdığına kefil olamıyordum. Fakat bu bendim, bu benim toprağımdı, bu benim ülkemdi.
Birkaç hafta oldu. Alışır gibi oldular. Buna rağmen kendi topraklarının taciz edildiği düşüncesinde olduklarına şüphem yoktu. Karşılaştığımız anlar arkalarını dönüp gizliden, sinirli bir ifadeyle bakarak beni keşfetmeye çalışıyorlardı ve bu bana da sirayet ediyordu. Kendini yeniden tanımaya başlayan, olup biteni anlamaya çalışan ve sinirli bir ifadeyle bakıyordum. İstediklerini çekinmeden yüzüme söyleyebilecek cesaretleri vardı. Fısıltılaşmalarındaki konuya yüz çevirmek birçok şeyden uzaklaşmak anlamına geliyordu. Bilginin bazı yönüyle iç burktuğunu düşünürdüm. Tüm bilgiler insana iyi gelmezdi. Onun peşinden koşmayı huy edinmiş bile olsak bu gerçeği değiştiremeyecektik. Her şeyin her yönüyle yüzleşmek, en son tercih edeceğim şey olurdu. Bu yüzden sorunu çözmek niyetinde değildim. Ya bir ruh gibi süzülerek bu devirden uzaklaşmak istiyordum ya da senelerce uyumak... Sorunu çözmek böyle bir şey olsa gerekti.
Küçük kabilenin küçük üyelerinden birkaçı gülümser yüzle beni selamlıyor, halimi hatırımı soruyordu. Aramızdaki bu zıtlık küçük bir zaman diliminde yerini, hafifçe esen yelin tatlılığına bırakıyordu. Oysa gözlerimi bulamadığım ufuk çizgisinde gezdirirken, fotoğrafa uzaktan bakarak, yalıtılmış duygularımla uzak durmaya çalışıyordum. Düşüncem, beni zincirle bağlayıp istediği yere zorla sürüklüyordu. Tüm bedenimi güneşin alnında kırbaçlayarak terbiye ediyordu. Zıtlaşmaya gerek yok diyordum beni yönlendiren güce. Kabul etmiyordu. Kimi zaman yüzlerine ürkek ve çekingen bakarken kimi zaman hıncahınç dolu bir nefretle duvarlardan intikam alıyordum. Herkes tek tek suçluydu. Kimi bilmediğim herhangi bir sebepten… Güvenilir bir insan tanesi olmadığına inandırıyordum kendimi. Oysa herkes çok basit düşünerek yaşamaya devam ediyordu. Kabilenin tüm insanlarına şüpheli gözlerle bakıyordum. Tüm hareketleri gözüme batmaya başlamıştı artık. Bana göre onlar, kötü niyetiyle savuruyordu cümlelerini pare pare. Söylenen sözlerden neyin gerçek neyin sahte olduğunu kavrayamıyordum. Bir köşeye sinerek sessizce kabilenin üyelerini izliyordum. Yanıma gelerek soru soran üyelere, susarak cevap vermek istiyordum.
Yazmanın tüm öfkeli ve bir hayli tuhaf duyguları körelteceğini düşünürdüm. Yazdıkça dalgalandım, köpürdüm ve taştım. Yaratılmış ve yaratılmamış her şeyle savaşım olduğuna inandırdım kendimi. Beni içlerine dahil edebilselerdi eğer içimdeki ışıksız kasabayı yok edebilirdim. İsmet Özel’inde dediği gibi ilmekti boynumdaki ama ben kimsenin kölesi değildim. Tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya tarantulaymış benim adım diyecek değildim. Beni tanımayan tarihe razı değildim. Beni sinesine sarmayan tabiattan rıza dilenmeyeceğim. Ben ne bu kabilenin ne de bu devrin adamıydım.
Burası benim coğrafyamdı, benim iklimim, benim bitki örtümdü. Beni ben yapan şeyler kendini belli eden bir sırda gizliydi. Bazı kelimelerin, cümlelerin izahı yoktu.