- 454 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Çarparım
Korku; kaybedeceğini düşündüğün şeyler için oluşur. Oysa kaybedeceğini düşündüğün şeyler eninde sonunda kaybolacaktır.
Öyleyse korku; değer verdiğin şeylere biçtiğin vadeler ile ilgilidir. Tüm sıkıntı; biçtiğin vadeden daha erken bir vade ile karşılaşmış olmamızdır.
Annemizin neredeyse ölümsüz olduğunu düşünürken, erken yaşlarda ölümcül hastalığını öğrenirsek korkarız. Çünkü zihnimiz onun için uzun bir yaşam vadesi biçmiştir. Zihnimiz onunla ilgili tehlikeyi yok saymıştır. Ta ki karşılaşıncaya kadar...
Zihin bazen bir örneği de kendisi ile eşleştirir. Annesini kaybeden birinin yaşadıklarını kendisiyle eşleştirerek korkuyu doğurur.
Korku; kurtarıcı bir duygu olarak da kendini gösterir. Mesela; parkta oynarken kolunu kıran bir çocuk ile kendi çocuğunu eşleştiren bir anne güvenlik önlemini alır.
Zihin geçici ve kalıcı kayıplar için kendi biçtiği dengeyi görmek ister.
İyi bir insana bir şey olmasın, kötü bir insan beladan kurtulmasın gibi...
Neredeyse hiçbir şey bizim biçtiğimiz dengede değildir. Sadece benzerlik gösterir. Zihin bunları "yeterlilik" düzeyinde algılasa da birebir yaşadıktan sonra adil olmadığı anlaşılmaktadır. "Hiç düşündüğüm gibi değilmiş" cümlesi de buna bir örnektir. Hayat; elbette tüm renkleri içinde barındırmaktadır ama herkesin renk kartelası çok farklıdır.
İkizlerin doğumları arasında saniyeler ya da dakikalar olmaktadır. Bu çok kısa zaman dilimleri bile farklılıkları yaratmaya başlamaktadır.
Kişinin zihin ve davranış koordinasyonu bile inanılmaz farklılıklar gösterirken, kişiler arası duygu, durum, iletişim durumlarının tam denge içinde olmasını beklemek mükemmeli istemek anlamına gelmektedir.
Bana göre siyah en mükemmel rengi temsil ederken, çoğu insana neden korkuyu anımsatır?
Tam bu noktada "kime göre, neye göre" sorusu gündeme gelmektedir.
Savaştığımız tek şey kendimiziz. Asıl savaş; içimizde hiç durmadan bizi dürtükleyen öz benliğimize karşı verilmektedir. Kendimizi, yaşadığımız hayatı ve karşımıza çıkan insanları bir türlü anlamakta zorlanma sebebimiz de bundandır.
Peki neden kendimizle savaşıyoruz?
Çünkü başkalarına ait bilgilerle büyütülüyoruz.
Savaşımız kendimize ait olan bilgiyi bulmak üzerinedir. "Ben kimim" soruları bu yüzden açığa çıkmaktadır.
Çoğu zaman bunun farkında bile olmadan hayat son bulur.
Bir köpekten korkmadığımız halde korkarak büyütülürüz ve bunu kendimize ait bilgi olarak zihnimize kaydederiz. Bu konu ile ilgili sayısız örnek verilebilir.
Sahip olduğumuz bilgi her ne olursa olsun o bilgiye iyi bakmalıyız. Bilgi bize mi ait, bir öğreti mi ya da onu bir yerden kopyalayarak davranış modeli haline mi getirdik?
Eğer kopyalanmış ya da öğretilmiş bir bilgiyse o zaman kendi bilginiz nedir düşünmeliyiz. Bu farkındalığa sahip insanlara denk gelmek büyük şanstır.
Çünkü kimi insanın denizden haberi yoktur, kimi insanın denizden haberi vardır ama görmemiştir, kimi insan denizde yüzmüştür, kimi de boğulmuştur.
O denizde yüzen insan kendisiyle savaştığını bilen insandır. Ondan korkmayın çünkü; derdi asla siz değilsinizdir. Onun derdi, denizi aşıp okyanusa varmaktır.
Ama bir tavsiyede bulunmak isterim. Öyle birine denk gelirseniz sakın kötü niyetlerle ona bulaşmayın. Çünkü sizi göremeyeceği noktadasınız, fena çarpar. Trafikte "kör nokta" bunun en güzel örneğidir. 😊
Herkesin güzel insan olmaktan biraz uzak kaldığı son yıllarda hızla kendimize gelmemiz dileği ve sevgilerimle...
Serpil Çavuşoğlu
Tarih: 17/01/2020