- 385 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAVURMAYA KURBAN GİTMESİN
“KAVURMAYA” KURBAN GİTMESİN…
Çok şükür; bir önceki bayramda ettiğimiz dualar kabul edildi ki, bu bayrama da erişmiş olduk. Çünkü o bayram günü; bir taraftan canımız kurban olası Mevla’mıza hem tekbirler getirmiş, hem onun rızası için kan akıtmış, hem de “ Ya rab! Bizlere; senin uğruna canlar feda edecek imkan, güç ve ömür nasip et!” diye de yalvarmıştık.
Zaten ömür dediğimiz şey de “ Yaratanımızın hudutlarını çizip”, verdiği nimetlerden faydalanmak için “fırsat tanıdığı” zaman dilimi… Bu aleme gelmemizin asıl sebebi de; tüm ruhların yaratıldığı vakit; “ Ben sizin rabbiniz değil miyim?” sorusuna istisnasız “ evet” dememiz… Yani, “kullukta kusur etmeyeceğimize dair” söz vermemiz değil midir? Böyle olduğuna göre; ruhumuz bedenimizle buluştuktan itibaren, bu imkanların karşılığı olarak, sevdiğimiz bir şeyleri feda etmek gerekmez mi?
Dünyalık basit bir işimiz görüleceğinde veya görüldüğünde bile karşımızdakine “ elleri dolu dolu giden”... Gurbette veya yanı başımızda; yeni bir evlada, araca, eve veya bir şeylere kavuşan dostumuza, komşumuza ve tanıdığımıza güzel hediyeler alan bizler… Tam karşılamasa da… Mevla’mızın “ yerine geçerli sayacağı” canlardan kurban etmekte neden tereddüt geçiririz ki?
İşin fıkıh boyutunu, asıl uzmanlarına bırakmak gerekirken; okuduklarım, dinlediklerim, öğrendiklerim ve en önemlisi de gözlemlediklerim beni bu satırları yazmaya zorladı. Zaten anlatacaklarım da; yüce sevgilimizin hem sözleri hem de yaptıklarından öteye gitmeyecektir. Mesela; daha dünyaya geldiğinden itibaren “ can nimetine şükür olsun diye”, ilk yedi gün içinde “ akika kurbanını” hiç aksatmamışlar. Sefere, kazaya çıkacakları zaman veya “ hayırlı olacağına inandıkları” her işin öncesinde kurbanlar hediye etmişler. Tabii, “maksat hasıl olunca da” ayrıca şükür niyetine aynı şekilde kurbanlar kesmişler.
Yapılan uygulama ve yaşananlardan, acizane çıkardığım bir netice var ki; mana alemimizin ve rehber edindiklerimizin, kurban konusunda çok hassas olmaları... Bunları hiç aksatmamaları... En ilginç geleni de; “ işim gerçekleşirse” diye şart koşup nezretmeden, yani işin evvelinde kurban kesmeleri... İmkan varsa, “ işleri olumlu neticelendiğinde” de ayrıca aynı şeyi yapmalarıydı…
Bildiğiniz gibi; vakti geldiğinde, gerekli şartları taşıyan her Müslümana; “ canına bedel olarak”, şartları taşıyan hayvanlardan kurban etmek vacip kılınmış, emredilmiştir. Yine burada da manevi önderlerimiz; “ bir sene içerisinde ödeyebilecek” her bireyin, “bu ibadetin sevabından mahrum kalmamalarını” tavsiye etmişlerdir. Günümüz imkânlarını düşündüğümüzde, bunun pek de zor olmadığı ortadadır. Keseceğimiz kurbanım nasıl paylaşılacağını bildiğiniz için, ayrıca bahsetme ihtiyacı duymadım.
İyi niyet, bin bir heyecan ve zahmetle kesmeyi düşündüğümüz kurbanlarımızın “kabul olması” en önemli husus olsa gerek. Yüce Dinimizde çok önemli bir kural vardır, bunu defalarca duymuş olmalısınız: “Ameller niyetlere göredir.” Yani düz mantıkla; neye niyet etmişseniz, gayretlerimiz o yönde olacaktır.
Etrafta çokça gördüğüm, duyduğum ve her kurban mevzusu açılan ortamda yüz ifadelerinde rastladığım şu gerçeği de belirtmeden geçemeyeceğim. Sanki bir senedir; hiç “mangal yapmamış”, “ızgara ateşlememiş”, “kavurma pişirmemiş”; ne bileyim “hiç et tüketmemiş”… Oruçlunun iftarı beklediği gibi bekleşen…. “Bencilliğin ve ziyafet arzusunun tavan yaptığı” sözler, ifadeler... “Kilosundan, büyüklüğünden ve semizliğinden” başka hiçbir şeyin bahse konu olmaması... Ve…Neredeyse “ benim kurban seninkini döver” seviyesine gelen mukayeseler…
Ne dersiniz? Bu güzel niyetler… Bu kadar masraf, bu kadar zahmet; yiyeceğimiz üç şiş kebaba, bir tabak kavurmaya kurban gidip de heder olmasın… Mevla’m niyetimizi düzeltsin…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.