- 209 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİZ KALARAK DEĞİŞMEK, DEĞİŞEREK BİZ KALMAK
Geçmişten beri kurulan medeniyetler vardır. Kökleri sağlam temellere dayanan. Asırlık çınarlar gibi gürleşmiş, serpilmiş, güçlenmiş.
Kurulan her medeniyet içerisinde geniş manada kültür, gelişme, mücadele, inanç, genişlemek, pekişmek, cihat ve mücadele vardır. Her kurulan medeniyetler geniş bir zaman ister, sağlam bir güç ister. Kurban ister, Kültür birliği din birliği dil birliği ister. Atılım ister, kahraman ister.
Devletlerin ilerlemesi kökleşmesi, kültür bağı, din bağı, millet bağı ile mümkündür. Dünkü istemezükler neyse bu günkü istemezükler de aynı. Dünkü Osmanlı ile bugünkü bu günkü Türkiye’nin derdi aynı. yani dert ve meselemiz aynı. “Medeniyet, kurban ve kahraman ister. Her ileri adım bir uçurum üstünden atlayıştır. Her terakki içinde bazı sıkıntıları da barındırır. İçerideki genişleme dışarıdakilerine yansır ve onların itibar alanlarını daraltır. Güç alanlarını daraltır dolayısıyla sen geliştikçe, büyüdükçe başkalarının üzerindeki baskın arttıkça karşına örülen duvarda o derece çetin olur.
Bu medeniyetler içerisinde milletlerin çatışmasına kadar gider. Tehlikesiz başarı, tehlikesiz kazanç, tehlikesiz ilerleme yoktur. Bencilin aldanışı kendi saadeti için yaşadığını sanmasındadır. Hepimiz bu dünyaya kendimizi kendimizden daha yüksek hedeflere vermek için geldik. ‘’Medeniyet kurmak ve oluşturmak birbirinden kopuk yaşayan bencil insan ve toplulukların işi değildir’’. Birbirine kenetlenmiş Birbirini kardeş bilmiş ve gücünü birleştiren kahramanların işidir.
Birbirini kardeş bilmiş güçlerini birleştirmiş toplumlar kolay kolay buhran yaşamazlar. Ahlak, aile, ekonomi siyasal buhran gibi sıkıntıların kökü ne olursa olsun birbirine kenetlenmiş toplumları yıpratamaz. Bencil ve bireysel yaşayan Avrupa toplumlarında ya da medeniyetlerinde çeşitli sirkülasyona sebep olabilir. Batı medeniyetlerindeki buhran insanı tanrılaştırma bencilleştirme bireyselleştirme buhranıdır. Batılılar bu boşluğu ırkçılıkla şovenizmle doldurmaya çalışıyorlar. kendi kökünden kopmuş toplumlar. Medeniyet kuramazlar.
Bizim en büyük hastalığımız özenmek ve benzemeye çalışmak ‘‘Özene özene özümüzü kaybettik, oysa biz batının gıpta ettiği bir medeniyettik’’ Her kime sorsan ala benim der ama neye göre. Bir millet geçmişini inkâr ederek ve geçmişine küfreder köklerine inmeden yükselemez. Zihnimizi işgal ettirmeyelim.
Manevi bir kalkınma hareketi ülkenin topluma kendini kabul ettirmiş fikir zümrelerinden doğar. Her türlü siyasi emelin dışında, tamamıyla sosyal ve millî gayelere yönelmiş teşekküller devletten yardım bekleyerek değil, onun imdadına koşarak çalışırlar. Toplumu ayakta tutup manevî ve kültürel değerleri canlandırmalı. Günümüz toplumları aracı amaç edindiği için bilimin, siyasetin, ekonominin, teknolojinin kölesi oldu. Görünen, yaşanan huzursuzlukların aslî sebebi budur. (Belki de hayatımızın gayesini unutmanın cezasını çekiyoruz. Gayeyi unutmanın cezası, vasıtaya mahkûm edilmektir.
Vasıta mesabesinde olması gereken ekonomiye mahkûmiyetin cezası da bu olsa gerektir. Bir fert veya cemiyet, kendi benliğine sadık, kendi benliğine müsavi kalmak şartı ile kısmen değişebilir yoksa mahvolur. Her canlı şey var olmak için kendi kendine sadık, kendi kendine müsavi olmak zorundadır. Yani kendi tarihine sadık, hatıralarına sahip olmak zorundadır. Yoksa kendi kendini tanımaz. Yani yok olur. Her canlı şey yaşamak için değişmek zorundadır. Yaşadıkça değişmeyen canlı yoktur. TALİP
zahiri zıtlığı ortadan kaldırmak için şu soruyu cevaplandırmalıyız: Bir insanın veya bir milletin sabit kalan tarafı hangisi, değişen ve değişmesi gereken tarafı hangisidir? Benim sabit kalan tarafım benliğimdir. Hepimizin öyle. Türk milletinin sabit kalan ve sabit kalması şart olan tarafı benliğidir. (Dini-milli değerleridir.) Bunun dışında her şey değişebilir.
Ben kendimi hafızamla tanıyorum. Hatıralarımla bu günümü düne, bugünkü benliğimi dünkü benliğime bağlıyorum. Psikolojik vahdetimi bu şekilde idrak ve muhafaza edebiliyorum. (Mazi-hal-istikbal.) Türk milleti de kendisini tarihi ile milli hatıraları ve gelenekleri ile tanır. Bu gelenekler arasında tekâmüle tabi olanları terk etmeğe lüzum yoktur. (Kökü mazide olan atiyiz.) Türk milletinin var olabilmesi için iki şart vardır. Biri kendi kendisi olmaya devam etmesi, tarihine ve geleneklerine bağlı olmaya devam etmesi. İkincisi, benliğini kaybetmeyecek derecede değişmesi ve yenileşmesidir.
Her ebedi varlık, hiç değilse her devamlı varlık, kökleri, derine gittiği nispette büyüyen serpilen ağaç gibi hem eski hem de yenidir. Muhafazakârlık, dünü ve yarını, eskiyi ve yeniyi kucaklar. Var olabilmeleri ve yaşayabilmeleri için, dünü, bugünü ve yarını kucaklayıp üç zamanı aşan bir ebedilik sırrın erişmeleri lazım gelmiştir. Değişmemiz; ‘Biz kalarak değişmek, değişerek biz kalmak!’) Sanatlar için böyle, medeniyetler için böyle, milletler için de böyle.
Mezarlıklarımızda kendimizi buluyor, ideallerimizle yarını hazırlıyoruz. Eskiye ne kadar saygımız varsa yeniye de o kadar sevgimiz var. Bunları birbirinden ayırmıyor ve var olmamızla devamımızın şartını ikisinin terkibinde buluyoruz.” Hayatımızda düşünceyi, duyguyu, sorumluluğu, sevgiyi saygıyı ve millî hüviyetimizi muhafaza edelim. Değersiz, kutsalsız, insansız bir dünya olmaz.
TOPARLAYACAK OLURSAK BİZ KALARAK DEĞİŞMEK; DEĞİŞEREK
BİZ KALMAK:
--AR--
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.